Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İsrail’de geçen nisanda yapılan erken seçimlerden sonra hükümeti kurmakla görevlendirilen Binyamin Netanyahu, bir koalisyon oluşturamayınca, bir kez daha seçime gitmeye karar vermişti. Salı günü tekrarlanan bu seçimlerin sonucu, beş ay öncesinden pek farklı bir sonuç vermedi. Netanyahu umudunu gerçekleştiremedi, rakibi Benny Gantz’ın kıl payı da olsa gerisinde kaldı.

Aslında bu seçimlerden ne Netanyahu’nun sağcı Likud Partisi, ne de Gantz’ın merkez Mavi-Beyaz Partisi tek başına hükümet kurmak için gerekli çoğunluğu kazanabildi. Bu durumda yeni bir koalisyon denemesi kaçınılmaz. Mesele bu koalisyonu kimin kimlerle kuracağıdır.
İsrail Cumhurbaşkanı Rivlin’in bu görevi, başarı şansı daha yüksek gözüken Gantz’a vermesi muhtemel. Ama İsrail’deki popüler adıyla Bibi (Netanyahu) kolay pes eden bir politikacı değil. Nitekim o da şimdiden rakibi Gantz gibi, 120 üyeli mecliste çoğunluğu temsil eden bir koalisyon kurmak için kollarını sıvamış durumda.

Ne var ki İsrail’de artık Netanyahu döneminin sona ermekte olduğu kanısı oldukça yaygın. Kendisinin iktidarı bırakmaya niyeti olmasa da, mevcut siyasi koşullar, bu kez koltuğunu koruma şansını zayıflatmış görünüyor.

Şu anda konuşulan çeşitli koalisyon senaryoları arasında en olası sayılanı, Gantz’ın yönetiminde Mavi-Beyaz ile “Bibi’siz” Likud Partisi’nin ve seküler sağcı Liberman’ın “Evimiz” Partisi’nin katılacağı bir ulusal birlik hükümetidir. Bunun mümkün olup olmayacağı önümüzdeki günlerde belli olacak. Olursa, yıllardan beri İsrail’de ilk kez Bibi’siz bir yönetim iş başında olacak.

İsrail’de beş ay arayla yapılan bu ikinci erken seçim iki gerçeği ortaya koydu: Birincisi, İsrail toplumunun kutuplaşmış olduğu, ikincisi de düşük barajlı (yüzde 3.25) seçim sisteminin İsrail devletinin kuruluşundan beri hep koalisyonlara yol açtığıdır. Son seçimlerden sonra İsrail aynı karmaşayı ve belirsizliği yaşıyor.

Ne savaş, ne barış

Suudi Arabistan’daki petrol tesislerine karşı girişilen saldırının arkasında kimin olduğu gerçeğinin kanıtlarıyla birlikte ortaya çıkması herhalde zaman alacak veya belki de hiçbir zaman tam anlaşılamayacak.

Suudilerin ve ABD’nin yayınladığı bazı bulgular, olaydan İran’ı sorumlu tutuyor. Tahran ise bunu reddediyor. Yemenli Husi milisleri de saldırıyı kendilerinin düzenlediğini öne sürüyor...

Gelinen noktada, asıl mesele bu olayın Körfez’de zincirleme sıcak çatışmaya, hatta daha geniş bir savaşa yol açıp açmayacağıdır.
Riyad ve Washington, İran’ı da adres göstererek, bu saldırının cezasız kalmayacağı tehdidinde bulunuyor. Tahran böyle bir durumda misillemede bulunacağını ilan ediyor.

Son zamanlarda Körfez’de böyle kritik anlar yaşandı ve her seferinde de “Bu topyekûn bir savaşa sebep olur mu?” sorusu soruldu. Şimdi de aynı soru gündemde.

Bu kez işin içine bütün dünyayı sarsabilecek bir petrol faktörü de girince, tam da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantısı arifesinde ve Trump-Ruhani görüşmesi olasılığından söz edilirken bu saldırının vuku bulması, bölgede nispi bir yumuşama şansını da ortadan kaldırmış oldu. Tam tersine, olanlar sürtüşme ve gerginlik sürecini kızıştırıyor.

Bunun sadece vekâlet savaşını yürütenlerin değil, onların arkasındaki bölgesel ve küresel aktörlerin de katılacağı bir savaşa dönüşmesi pek beklenmemekle beraber, ibre uzlaşmayı ve barışı da göstermiyor.