Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       "NEW York Times" ile CBS televizyonunun geçen haftaki ortak anketine göre, kamuoyunun yüzde 70'i, Başkan Clinton'un Büyük Jüri ifadelerini içeren video bandının yayınlanmasına karşı çıkıyordu... "Harris" araştırma şirketinin yaptığı bir nabız yoklamasına göre de, halkın yüzde 80'i medyanın "Monicagate" skandalı ile ilgili yayınını "ölçüsüz" buluyordu...
       Birkaç gün öncesine kadar Amerikan ulusunun eğilimi, anketlere böyle yansıyordu. Şimdi bu hafta olanlara bakalım: Clinton'un Büyük Jüri ifadelerinin bandı, ülkenin belli başlı televizyonları tarafından 4 saat 12 dakika boyunca yayınlandı. Ve milyonlarca Amerikalı gözünü TV ekranlarından ayırmadı. Dün de Amerikan halkı video ile ilgili değerlendirmeleri en ufak ayrıntısına kadar gazetelerden izledi. Tıpkı daha önce, 445 sayfalık Starr Raporu için yaptığı gibi...
       Hani halkın büyük kısmı bu tür yayınlardan hoşlanmıyor, Clinton'un Monica ile seks ilişkilerinin bu kadar ayrıntısı ile ilgilenmiyordu?
       Bu işte bir samimiyetsizlik var. Kimde? Gizli ilişkisi konusunda başta yalan konuşan, sonra özür dileyen Başkan'da mı?.. Tiraj veya rating uğruna mesleki etik ve genel ahlak kurallarına aldırmayan medya'da mı?.. Bu tür yayınlardan midelerinin bulandığını öne sürüp medyayı suçlayan, ama sonuçta TV ekranlarının başına üşüşen veya gazeteleri kapışan halk'ta mı?..
       * * *
       İNGİLİZ medya uzmanı Kenneth Morgan'a göre, üçünde.
       Morgan bu konudaki görüşünü, geçen hafta sonu Dünya Basın Konseyleri Birliği'nin İstanbul'da yaptığı yıllık kongresi sırasında dile getirdi.
       Bu önemli konferansta tartışılan başlıca konulardan biri de "özel yaşam ve ifade özgürlüğü" başlığını taşıyordu. Özel yaşam derken, tabii topluma mal olmuş kişilerin - özellikle ülke yöneticilerinin - özel hayatları kastediliyor. Bu tartışma genel bir çerçevede yapılırken, Clinton'un Monica ile "uygunsuz ilişkileri"nin medyaya şimdiye kadar görülmeyen şekilde yansıması, ilginç bir örnek oluşturuyordu.
       Kenneth Morgan'ın deyişi ile, politikacıların özel hayatı ile medyanın ifade özgürlüğü arasındaki hassas çizgiyi belirlemek çok zor bir iş. Medya bu gibi haberleri yayınlamayı, kamu yararına, kendi görevi sayıyor. Ancak "kamu yararı"nın her olayda ne olduğu da açık değil. Kamuoyunun ilgilenebileceği her şey, kamu yararına olabilir mi?
      
Morgan bunları anlatırken yerinde bir tespit yaptı: İlgili tüm tarafların bu konudaki samimiyetsizliğinden, onun deyişiyle iki yüzlülüğünden söz etti. Politikacılar kadar medyanın, medya kadar halkın da özel hayat konusunda riyakar davrandığını belirtti.
      
Bunun örnekleri pek çoktur. İngiltere'de Prenses Diana ile ilgili yayınlar "Monicagate" olayından önceki en ilginç örnektir. Hatırlayalım: Prensesin gizli aşkı ile ilgili paparazzi yayınlar, bir ara bıkkınlık, hatta öfke yaratmıştı. İngilizler bu nedenle özellikle popüler "tabloid" gazetelerine ateş püskürüyordu. Ama aynı insanlar, bu gazeteleri almak için kuyruk oluyorlar, yazılanları merakla okuyorlardı. Bu da - doğru veya yanlış - bu gazetelerin editörlerine, "demek ki halk bunu istiyor" argümanını kullanmalarına yol açıyordu...
       Bugün aynı şey ABD'de (ve olay Amerika'da olduğu için bütün dünyada) tekrarlanıyor. Yalnız popüler değil, ciddi gazeteler de - TV kanallarının ve radyo istasyonlarının peşinden - aynı kervana katılıyorlar...
       * * *
       BASIN Konseyleri Konferansı'nda bu konuda konuşan çeşitli ülkelere mensup gazeteciler genelde politikacıların özel yaşamlarının "şeffaf" kalması gerektiğini, medyanın "ifade serbestisi"nin her şeyin üstünde olduğunu ve dolayısıyla bu konuda hiçbir kısıtlama uygulanamayacağını savundular. Konuşanların bir kısmı, "öz denetim"den başka bir yöntem düşünemediklerini söylerken, bir kısmı da bir "Ahlak Yasası"na gerek görmediklerini belirttiler.
       İfade özgürlüğünün korunmasına öncelik verilmesine diyeceğimiz yok. Topluma mal olan kişilerin özel yaşamlarının şeffaf sayılması zorunluğuna da...
       Ancak "Monicagate" skandalının medyaya yansıma şekli, savunulan ilkelerin sınırını da aşmaya başladı. Açıkçası mesleki disiplin ve ahlak yönünden, fazla ileriye gidildi. Bunun aileler, özellikle çocuklar üzerindeki etkilerini düşünmek gerek. Kaldı ki, ifade özgürlüğü adına yapılan ölçüsüz yayınlar sonuçta bu özgürlüğe gölge düşürüyor.
       "Liberation" gazetesinin belirttiği gibi "demokrasi gerekçesiyle Washington'da (medya vasıtası ile) son sahnelenen şov, demokrasinin kredisini düşürüyor"...





Yazara E-Posta: s.kohen@milliyet.com.tr