Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Türkiye’nin gündemindeki ivedi dış sorunlar dikkate alındığında, şimdiki siyasi krizin ne büyük bir talihsizlik olduğu kolayca anlaşılır.
AB ile ilişkilerden Kıbrıs görüşmelerine ve Irak’a karşı olası bir ABD operasyonuna kadar çeşitli sorunlar, cesur kararlar, enerjik girişimler ve dolayısı ile güçlü bir liderlik gerektirir.
Oysa Türkiye şu sırada böyle bir yetenekten yoksun.
Hükümetin başında hasta ve istifası istenen bir Başbakan var. Koalisyon ortakları arasında son zamanlarda (özellikle demokratik reformlar konusunda) ortaya çıkan anlaşmazlıklara, bir de DSP içindeki bölünme ekleniyor. Bir dizi yasa üzerinde çalışması beklenen Meclis ise tatilde!..
* * *
BAŞBAKAN Ecevit’in hastalandığı ve Başbakan Yardımcısı Bahçeli’nin AB ile ilintili "hassas sorunlar" üzerinde sert çıkışını yaptığı günden itibaren, zaten Türkiye’de bir belirsizlik başlamıştı. Türk diplomasisi istediği kadar dışarıda görüşlerini savunsun ve destek arasın, Ankara’nın sisli havası, sonuçta dışarıda (örneğin AB ve Kıbrıs gibi konularda) tereddütler, kuşkular yaratıyordu.
Bu hafta patlak veren krizden önce de, yabancı diplomatlar bu belirsizlikten yakınıyor, Ankara’nın gerçekte ne yapmak istediğini soruyordu.
Şimdi ise, dış dünya artan belirsizlikler karşısında daha da şaşkına dönmüş bulunuyor.
Açıkçası Türk diplomasi bürokrasisi de, daha az şaşırmış durumda değil. Ankara’daki siyasi fırtınanın toz dumanı içinde, onun da (beklemekten başka) yapabileceği fazla bir şey yok...
* * *
DÜN de belirttiğimiz gibi, eğer Türkiye’de siyaset önümüzdeki haftalarda tamamen hükümet krizine ve olası erken seçimlere kilitlenecekse, AB konusundaki beklentileri askıya almak gerekecek! Çünkü bu süreç içinde ne hükümetin, ne Meclis’in, ne de siyasi partilerin, hele seçim havası içinde, AB için hızla halledilmesi gereken işleri düşünecek vakti olmayacak.
Geçen haftaya kadar bütün belirsizliklere ve koalisyon içindeki anlaşmazlıklara rağmen, AB yetkilileri Ankara’nın enerjik bir çıkış yapacağını ve bunun da ekim ayında İlerleme Raporu’na yansıyacağını, dolayısı ile aralık ayında Kopenhag zirvesinden de olumlu bir karar çıkabileceğini ümit ediyorlardı. Oysa, şimdi bu beklentilerin yerini kuşkular alıyor.
Bununla beraber, Türkiye isterse bu işi başarabilir ve bu yönde şimdiden olumlu bir sinyal verebilir. O da, (dünkü yazımızda belirttiğimiz gibi), Meclis’in erken seçim kararı için önerilen eylül ayından daha önce - hatta mümkün olduğu kadar yakın bir tarihte - toplanıp, beklenen uyum yasalarını çıkartması... Tekrar edelim: Bunu samimi olarak arzulayan partilerin ve ayrıca sivil toplum hareketinin kolları sıvayıp bunu bir an önce temin etmesi gerekiyor...
* * *
ŞİMDİ siyasi krizin devam etmesi ve "seçim sathı mailine" geçilmesi halinde, dış sorunların arka plana düşeceği, diplomasi çarkının "rölantide" çalışacağı açık. Oysa, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, acele karar veya hareket bekleyen bir dizi ciddi sorun var gündemde.
Ankara bu durumda ancak "reaktif" davranmakla yetinecek. Örneğin Kıbrıs konusunda eğer herhangi bir ilerleme olmazsa ve AB sonuçta Güney Kıbrıs’ın üyeliğine karar verirse, nasıl bir strateji uygulanacak? Bu (seçimlerin yapılması halinde) ortaya çıkacak yeni hükümetin eğilimine de bağlı...
Şöyle bir argüman da öne sürülebilir: Önümüzdeki birkaç ay içinde Ankara’nın tamamen iç siyasete kilitlenmesi, zor kararların alınmaması için bir gerekçe de sağlar. Bu durumda dış ülkeler Türkiye’nin - demokrasi icabı - seçim sürecinde bazı kararları ertelemesini anlayışla karşılar...
Bu argümanın temelinde "kaytarma" eğilimi yatıyor! Türkiye hedeflerini net olarak belirledi ise, bu yönde adımlarını hızla ve kendine güvenerek atmalıdır. "Zaman kazanma" taktikleri, bazen pratikte sadece "zaman kaybettirir"...