Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Son birkaç hafta dış politikada nispi bir sükunet hâkim oldu. Bunun bir nedeni Türkiye’nin referandum “sathı mailine” girmesi, bütün dikkatlerin iç siyaset üzerinde odaklanması. O kadar ki, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu dahi, partisinin halk oylaması kampanyasına vakit ayırmak ve dolaştığı illerde konuşmalar yapmak durumunda kaldı.
Diğer bir neden ise, uluslararası siyasi faaliyetin tatil ayı olan ağustosta yavaşlamasıdır.
Şimdi bu hareketsizlik dönemi sona ermek üzere. Uluslararası siyaset çarkı önümüzdeki günlerden itibaren dönmeye başlayacak. Türkiye’yi yakından ilgilendiren birçok sorun gündeme gelecek.
Eylülün ortasından itibaren Türk diplomasisini yoğun biçimde meşgul edecek bir dizi olay var:
Bu ayın başında Türkiye BM Güvenlik Konseyi’nin başkanlık koltuğuna oturdu.
Ay sonuna doğru Genel Kurul yeni dönem çalışmalarına başlıyor. Bu arada Güvenlik Konseyi, birçok tartışmalı konuyu ele alacak. Ayrıca toplantılar için New York’a gidecek olan Cumhurbaşkanı Gül’ün başkanlığında Konsey, uluslararası terör konusunu tartışacak...
Bu Türkiye’nin küresel rolünü sergilemesi için güzel bir fırsat. Ancak önümüzdeki günlerde Türk diplomasisinin daha zor meseleler de bekliyor.

Karmaşık meseleler
Bunlardan biri, İsrail ile “Mavi Marmara” kriziyle ilgili. BM’nin kararıyla kurulan dörtlü soruşturma komisyonu, ara raporunu önümüzdeki birkaç gün içerisinde sunacak. (Nihai rapor şubatta verilecek). Bu rapor iki ülkenin uyuşmazlığın hali için alacakları tavrı belirleyecek.
Diğer önemli bir konu, İran’ın nükleer programı ile ilgili. Gerçi Güvenlik Konseyi’nin yaptırım kararı uygulama sürecinde; ama Türkiye’nin -Brezilya ile birlikte- giriştiği inisiyatif (yani Tahran anlaşması süreci) ölmüş değil. Bu süreçte şimdi İran’la uluslararası camia arasında yeni bir diyalog söz konusu. Hatta Barones Ashton ile İranlı muhatabı arasındaki ilk görüşmenin Türkiye’de yapılması ihtimali var.
Önümüzdeki haftalarda ABD ile ilişkilerde bazı sıkıntılar yaşanabilir. Kongre haftaya yaz tatilinden dönüyor. Temsilciler Meclisi’nde Türkiye’ye silah satışında bazı kısıtlamalar getirmek isteyenler var. Ayrıca Kongre’nin her iki kanadında da Ermeni soykırımı tasarısı üzerinde bazı girişimlerin yapılması bekleniyor. Öte yandan ABD yönetimi ile görüşülecek -Kuzey Irak’ta PKK ile mücadele dışında- kritik bir konu da, Türkiye’de “füze kalkanı”nın sonuçlandırılması fikridir...
Yeni dönemle ilgili bu yoğun işler listesine tabii Kıbrıs’ı ve AB ile görüşmeleri de eklemek gerek.
Bu meselelerin önemli bir yanı da Türk dış politikasının yönünü belli edecek veya belirleyecek bir nitelik taşımasıdır...

Doğru tespitler
Son zamanlarda Ankara’nın dış ilişkilerinde yön değiştirmesinden veya eksen kaymasından çok söz edildi, bu konuda çok şey de yazıldı. Batıda bu konu hâlâ tartışılıyor.
Dünyanın en etkin düşünce kuruluşlarından Brüksel merkezli Uluslararası Kriz Grubu’nun (ICG) bir raporu, objektif ve dengeli değerlendirmeler içeriyor. Bu 27 sayfalık rapor, Türkiye’nin İsrail ve İran ile krizleri üzerinde odaklanmakla beraber Türk diplomasisinin genel yeni eğilimlerini ve yönelişlerini de ele alıyor.
Raporu Türkiye’nin artık daha zengin ve daha kendinden emin bir ülke olduğunu ve Batı’dan daha bağımsız olarak bazı politikalar geliştirdiğini, ancak temelde Batı dünyasıyla bağlarını ve orta hedeflerini koruduğunu belirtmesi yerinde bir tespit.
Rapor Türkiye’ye ve Batı’ya (bu arada İsrail’e) bazı tavsiyelerde bulunuyor. Bir cümle ile özetlersek, Batı’ya Türkiye’yi yanında tutmak için daha gerçekçi davranması, Türkiye’ye de esas çıkarlarının Batı ile olduğunu unutmayarak ilişkilerini ona göre düzenlemesi gerektiği mesajını veriyor.
Dış politikada hareketli ve zor günler başlarken, bu tavsiyeleri dikkate almakta yarar var...