Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


       Türk - Yunan yakınlaşması sürecinde hep bu soru soruldu: Halklar arasında oluşan dostluk havası, bir anlaşmazlık veya kriz sonucu birdenbire bozulabilir mi? Tekrar zor ve gergin günlere dönülebilir mi? Böyle bir durumu önlemek için ne yapmalı?
       Bu sorular son haftalarda çeşitli Türk ve Yunan sivil toplum ve meslek kuruluşlarının yaptığı toplantılarda enine boyuna tartışıldı. Örneğin bizim de katıldığımız Türk - Yunan Forumu ve Türk - Yunan Medya Konferansı'nda olduğu gibi...
       Son NATO tatbikatı sırasında ortaya çıkan Türk - Yunan sürtüşmesi, ilişkileri birdenbire gölgelemiş bulunuyor. Bunun halklar arasındaki yeni havaya nasıl yansıyacağı, diğer bir deyişle bu havanın Ankara ile Atina arasında, bir krize rağmen devam edip edemeyeceği, önümüzdeki günlerde daha iyi anlaşılacak.
       * * *
       ATİNA'nın iki Yunan adasının statüsüne ilişkin uyuşmazlık nedeni ile NATO tatbikatından çekilmesinden sonra bir dizi olumsuz gelişme birbirini izledi: (1) Yunan Meclisi "güven artırıcı önlemler" kategorisine giren 9 anlaşmayı geçici olarak askıya aldı... (2) Savunma Bakanı Çohacupulos sert demeçler verirken, bazı Yunan gazeteleri de eski günleri anımsatan bir üslup kullanmaya başladı... (3) Yunan diplomasisi Türkiye - AB Katılım Ortaklığı Belgesi'ne Kıbrıs ve Ege sorunları üzerinde kendi görüşlerini yansıtan ifadeler sokma çabasına girdi... (4) Başbakan Ecevit ile Yunanlı meslektaşı Simitis arasındaki görüşme, iki taraf arasında diyalog (daha doğrusu diyaloğun içeriği) konusundaki derin görüş ayrılığını bir kez daha gözlerin önüne serdi...
       Bunda kaygı verici olan husus, Yunanlıların tatbikat nedeni ile ortaya çıkan anlaşmazlığı, kendi çerçevesi içinde tutmayıp, ilişkileri topyekün zedeleyebilecek bir alana yaymaya kalkışmasıdır.
       Görüştüğümüz Yunanlı dostlar, Türkiye'nin NATO tatbikatı sırasında, daha önce manevra planlarında yer alan "hava koridorunu" kapatmasının ve böyle bir engelleme yapmasının, 1936 Montreux sözleşmesine aykırı olduğunu (ve bu sözleşmenin 1923 Lozan Anlaşması'ndan sonra imzalandığını) vurguluyorlar. Peki, bu konu, kendi hukuki ve askeri çerçevesi içinde tartışılamaz mıydı? Bunu ille büyütüp, örneğin Türk - Yunan yakınlaşmasının ilk meyvesi sayılan anlaşmaları "dondurmak" mı gerekirdi? Yunan politikacılarının sert konuşmalar yapması, Yunan gazetelerinin kışkırtıcı başlıklar ve yazılar yayınlaması, son zamanlarda harcanan bunca çabayı boşa çıkarmıyor mu?
       * * *
       TÜRK - Yunan Forumu'ndaki dostumuz, eski büyükelçi Costas Zepos'a sorduk: Acaba gene eski havaya mı dönülüyor? "Hayır" diyor, "bu sarsıntıya rağmen, başlattığımız süreç devam edecektir."
       Aynı forumda yer alan siyaset bilimcisi Prof. Theodore Couloumbis de "son günlerde olanların, son bir buçuk yılda elde edilen kazanımları kaybettireceğini sanmıyorum" şeklinde konuşuyor.
       Türk tarafında yumuşama sürecinin devamı hususundaki istekte ve iradede bir değişiklik zaten yok. Hatta resmi düzeyde de yok. Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in ilişkilerde "inişli çıkışlı" dönemlerin olabileceği, ancak girilen yoldan dönüş olmayacağı yolundaki sözleri bunun açık bir belirtisi.
       Yunan hükümet çevrelerinin resmi görüşü belki bu doğrultuda ama, davranışları, buna uygun değil. Hele bir kısım parlamenterlerin ve politikacıların (ve de gazetecilerin) tavrı hiç değil...
       Bu gibi hallerde, yakınlaşma çabalarına katılmış olanların (özellikle sivil toplumun) krizi yatıştırmaya, temaslarını sürdürmeye ve yöneticilere doğru yolu göstermeye çalışmaları gerekir. Yok, eğer onlar da kendilerini esmeye başlayan soğuk rüzgarlara kaptırırlarsa, oluşturulabilen sıcak hava uçup gidebilir...


Yazara E-Posta: skohen@milliyet.com.tr