Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Ne daha fazla, ne daha eksik... Hafta sonu İstanbul’da İran nükleer sorunu konusunda yapılan görüşmelerden çıkan sonuç, tam beklendiği gibi oldu: Taraflar, yani İran ile P5+1 grubu, yeni bir müzakere süreci başlatmak konusunda mutabakata vardı.
Yetkililer 10 saat süren görüşmeleri “yararlı ve yapıcı” olarak nitelendirdiler. Gerçi bu toplantıda sorunun içeriğine ve özüne girilmedi, daha çok bundan sonraki süreçle ilgili yöntem ve prensipler konuşuldu. Ama önemli olan, tarafların bu süreci başlatmak kararlılığını göstermeleriydi. Tersini düşünürsek, daha işin başında böyle bir irade olmasaydı ve görüşmeler kesilseydi, şu anda bu kriz ciddi bir gerginlik, hatta bir çatışma tehlikesini yaratmış olacaktı.
İstanbul “uvertürü”
Bu bakımdan İstanbul, yeni bir sürecin “uvertürü” olarak kayda geçmiş oldu.
Sürecin devamı, 23 Mayıs’ta Bağdat’ta düzenlenmesine karar verilen toplantı ile sağlanacak. Dokuz yıldır gündemde bulanan bu meselenin öyle birkaç “celse”de halledilmesi söz konusu değil elbet. İstanbul buluşması tarafların işi zamana bırakmak eğiliminde olduklarını gösterdi.
İran bu zamanı, kendi nükleer programını geliştirmek için kullanacak. Tahran’ın beklentisi, bu arada kendisine karşı yöneltilen baskıların hafifleyeceğidir.
P5+1 grubunun işi zamana bırakmayı tercih etmesi, şu sırada yeni bir gerginlik, hele bir çatışma istememesinden kaynaklanıyor. Başkan Obama seçimle meşgul, Avrupa ülkeleri ekonomik krizle uğraşıyor. İşi zamana bırakmaya karşı çıkan başlıca ülke İran’ın nükleer bomba peşinde olduğuna inanan İsrail.

“Çift yol” stratejisi
Sebebi ne olursa olsun, masaya oturan diplomatlar, bu sorunun çözümü için tek çare olarak “konuşmaya devam” etmeyi ve bu süreci “zamana yaymayı” yeğliyorlar.
Kısa vadede tarafların tutumunda önemli bir değişiklik olması beklenmiyor tabii. Diplomatlar masa etrafında tartışırken, İran uranyum zenginleştirme programını daha da geliştirecek, Batılılar da Tahran rejimine karşı baskı ve yaptırımları yoğunlaştıracak... Yani “çift yol” stratejisi karşılıklı olarak uygulanmaya devam edecek...
Konu hele detaya inilince, çok karmaşık; ama temelde İran tamamen enerji ihtiyaçları için nükleer programını geliştirmeyi kendi doğal hakkı sayıyor. Bu çalışmaları atom bombası sahibi olmak için yürütmediğini de vurguluyor.
Ama uluslararası toplumun geniş bir kesiminde Tahran yönetimine karşı ciddi kuşkular ve güvensizlik var. Zaten bu nedenledir ki uluslararası toplum, İran’ın uranyumu zenginleştirme programını tam bir denetim altına almak ve böylece onun atom bombası yapmasını önlemek çabasındadır.

Esas niyet ne?
İran’ın esas niyeti hakkındaki bu şüpheler ve tehdit algılaması gerçeklere uygun mu?
Açıkçası bu konuyu çok yakından izleyen uzmanlar ve istihbarat örgütleri arasında dahi görüş birliği yok.
Bir görüşe göre, İran nükleer programı nükleer silah üretecek teknolojiye sahip olur, ama bu silahı üretmez. Veya nükleer silahı üretebilir, ama kullanmaz...
Böyle düşünenler, Ayetullah Hamaney’in nükleer silah üretiminin İslam’a karşı olduğunu belirten fetvasını hatırlatıyorlar.
Diğer bir görüşe göre ise, İran nükleer programını adım adım silah üretme hedefine doğru geliştiriyor. Geçmişte gizlediği çalışmaların sonuçları (nükleer tesisler, vs) zamanla ortaya çıktı. İran halen de faaliyetlerini gizleyerek yürütüyor. Amacı bir “nükleer güç” olmak, bölgede ve dünyada nüfuzunu yaymaktır.
“İstanbul uvertürü” ile başlayan yeni müzakere sürecinin arka planındaki temel uyuşmazlık bu zıt görüşlere, kaygılara ve güvensizliğe dayanıyor.
Diplomatların işi zamana bırakmaları boşuna değil...