Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İsrail “Mavi Marmara” olayından dolayı Türkiye’den özür dileseydi, bugün gelinen noktadaki gerginlik önlenebilir miydi?
Büyük ihtimalle Türkiye’nin ikili ilişkiler bazında tavrı farklı olurdu. Netanyahu hükümetinin özür dilememe konusundaki inadının Ankara’da sebep olduğu kızgınlık ve tepki bu kadar şiddetli olmazdı. En azından iki tarafta da daha ılımlı ve belki de uzlaşıcı bir hava hüküm sürerdi...
Geçen günkü yazımızda belirttiğimiz gibi, İsrail hükümeti Türkiye’nin “olmazsa olmaz” diye ortaya koyduğu iki şartı -yani özür ile tazminatı- kabul etmemekle, Türkiye’yi büsbütün kaybetmiştir.
İsrail’in bu tutumu, Türk hükümetinin bu meselenin kapsamını daha geniş tutarak krizi tırmandırmasına yol açmıştır.
Nitekim Dışişleri Bakanı Davutoğlu, geçen cuma günü, İsrail’e karşı 5 maddelik açıklamasını öfkeli ve sert bir üslupla okurken, bu krizin boyutlarını yayan bir dizi “yaptırımdan” söz etmiştir.
Türkiye, İsrail’in özür dilememesine ve tazminat ödememesine karşılık olarak, diplomatik ilişkileri en alt düzeye düşürmekle ve asker işbirliğini de askıya almakla kalmıyor, aynı zamanda Gazze meselesini sahiplenip uluslararası platforma taşımayı üstleniyor. Ankara bu arada Doğu Akdeniz’de de seyrüsefer serbestisini korumaya yönelik bir misyon da yükleniyor.
Ulusal dava gibi...
İlk etapta açıklanan ve daha devamı geleceği söylenen “yaptırımlar” sonuçta Türk-İsrail ilişkilerini bir nevi “Soğuk Savaş”a doğru sürüklemektedir...
İsrail özür dileseydi, Türk hükümeti bölgesel politikasında bu yeni hamlelere girişmeyecek miydi?
Öyle anlaşılıyor ki hükümet daha baştan Gazze ablukası meselesini uluslararası platformlara taşımaya, ayrıca Filistin devletinin bağımsızlığının Birleşmiş Milletler’de tanınmasını sağlamak için girişimlerde bulunmaya kararlıydı.
Ancak, özür meselesi bir kriz olarak patlamasaydı, belki de bu girişimler daha sakin bir atmosferde yapılacaktı ve Ankara bunu İsrail’e karşı “cezalandırıcı” yaptırımlar listesine almayacaktı...
Ne var ki, Ak Parti hükümeti Gazze ve daha genel anlamda Filistin meselesinin savunuculuğunu üstlenmiş durumda. Bu, artık Türk dış politikasının temel bir unsuru -hatta bir ulusal dava- halini alıyor. Nerdeyse Kıbrıs gibi...
Bu yeni strateji ile Türkiye bölgesel, hatta küresel bir aktör olarak “düzen kurucu” rolünü oynamaya çalışıyor. Gazze ve Filistin konusunda genelde olaylara seyirci kalan Arap ve İslam dünyasında da yönlendirici bir güç olarak öne çıkıyor...

Kritik günler
Erdoğan hükümetinin bu politikası, önümüzdeki günlerde ve haftalarda kendisini daha çok belli edecektir.
Bu ayın ikinci yarısında yeni çalışma dönemine girecek olan BM Genel Kurulu’nda Türkiye özellikle Ortadoğu meselesinde varlığını hissettirecek, Filistin devletinin tanınması lehinde girişimlerde bulunacak ve bu arada Gazze ablukasının kaldırılması için atağa kalkacaktır.
Dışişleri Bakanı abluka meselesinin Lahey Adalet Divanı’na götürülmesi niyetinde. Bunun için de BM’den bir karar çıkartmak gerekecek.
Bu aslında kolay olmayacak. Bu gerçekleşse dahi, Lahey’den lehte bir “görüş” sağlanıp sağlanamayacağı da ayrı bir soru işareti...
Bu girişimlerde Türkiye’nin ABD başta olmak üzere Batılı müttefikleriyle karşı karşıya gelmesi riski var tabii. Bu da dış politikada yeni sıkıntılara yol açabilir.