Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Avrupa Birliği’nde tartışılan Türkiye ile ilgili konularda genelde bir orta yol bulunur ve sonuçta herkes “bardağın dolu tarafı”na bakarak sevinir.
Türkiye ile katılım müzakerelerinde -üç yıllık bir aradan sonra- yeni bir faslın açılmasına ilişkin karar konusunda da öyle oldu: 22 sayılı fasıl nihayet açılacak... Ama hemen değil. İlerleme Raporu’nun yayınlanacağı tarihten, yani 4 ay sonra...
Eğer Gezi Parkı olayları cereyan etmeseydi, herhalde AB ilişkilerindeki son kriz de yaşanmayacaktı. O takdirde 22. faslın hemen müzakereye açılmasına karar verilebilecekti.
Ama Gezi Parkı olaylarının aldığı boyutlar ve hükümetin takındığı tavır, AB’de havayı bozdu. Almanya’nın giriştiği engellemenin, bırakın bu fasılın müzakereye açılmasını, Türkiye ile AB arasındaki bağların kopması sonucunu yaratabileceğinden korkuldu.
Neyse ki her zamanki gibi diplomasi sayesinde bir orta yol bulundu ve en azından sürecin canlı tutulması sağlanabildi. Şimdi Ankara memnun, Brüksel de, Berlin dahil diğer başkentler de...

Vazgeçmek yok
Aslında yeni bir faslın açılmasına (şartlı olarak da olsa) karar verilmesinin kendine göre bir “anlam ve önemi” var. Bu, iki tarafın da karşılıklı olarak birbirini “idare” etmek ihtiyacını duyduklarını, birbirlerinden vazgeçmek niyetinde olmadıklarını ve müzakereler ne kadar uzun sürerse sürsün, bu süreci devam ettirmeye kararlı olduklarını gösteriyor.
Yoksa, 35 fasıldan şimdiye kadar sadece 13 fasılın açıldığı bir ortamda, tek bir fasıl açılmış veya açılmamış, ne fark eder?
AB’nin kararı, bu karşılıklı “vazgeçilmezliğin” bir göstergesi. Duygusal tepkiler bir yana, akıl ve sağduyu, bu birlikteliğin devamını emrediyor. Zira çıkarlar bunu gerektiriyor. Bu iki taraf için de aynı derecede geçerli...

Yeni ayar gerek
Bu 22. fasıl üzerindeki tartışmalar vesilesiyle ortaya çıkan önemli bir gerçek var: Gezi Parkı olayları Avrupa Birliği’nde Türkiye hakkında kötü bir imaj yarattı.
Sadece AB‘de mi? Hayır. AP‘de (Avrupa Parlamentosu’nda), AK‘de (Avrupa Konseyi’nde) ve tabii ABD‘de de...
Sadece resmi çerçevelerde mi? Hayır. Çeşitli siyasi partilerde, düşünce kuruluşlarında ve de medyada...
Bütün bunları “dış mihraklar”ın veya “faiz lobisi”nin bir parçası olarak gösteremezsiniz. En becerikli “kamu diplomasisi” veya “halkla ilişkiler” görevlileri bile bunu başaramazlar.
Nitekim çeşitli dış ülke ve uluslararası kuruluşların liderlerinin son olaylarla ilgili eleştirel tutumlarını sürdürdükleri görülüyor. AB Bakanı Egemen Bağış’ın brifingine katılan AB büyükelçilerinin aynı günün akşamı yayınladıkları ortak deklarasyonda yer alan görüşler, bunun açık göstergesi. Keza Başkan Obama’nın Başbakan Erdoğan ile telefon görüşmesinde kullandığı ifadeler de anlamlı...
Bu genel tablo, Ankara’nın Gezi Parkı krizi sırasında olup bitenleri ve bu arada AB’den ABD’ye, AP’den AK’ye kadar çeşitli ülke ve kurumlardan gelen tepkileri yeni bir yaklaşımla değerlendirmesi ve ona göre tutumunda -ve retoriğinde- bir ayar yapması gerekiyor.