Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı



Mardin kent merkezinden 30 kilometre uzaklıktaki 32 haneli Dörtyol köyünde, çiftçi ailesi Zeki ve Cevat Çeken’in ev sahipliği yaptığı yemekteyiz. Mardin milletvekili Mustafa K. Tuğmaner’in yanı sıra, bölgedeki 23 köyün muhtarının ve elliye yakın yerel yöneticinin katıldığı yemekte, geleneğe uygun olarak, yerde bağdaş kurup yiyor ve sohbet ediyoruz...
Sohbetimiz, bölgenin sorunlarından Türkiye’nin ana problemlerine kadar pek çok güncel konuyu kapsıyor. Yemekten sonra çaylar, kolalar ve "mırra" faslında da, tartışmalar aynı koyulukla gece yarısına kadar sürüyor...
Bu vesile ile bir kez daha, Mardin ve çevresindeki insanların kafalarının en çok bir konuya takıldığını görüyoruz. Herkes, "Habur" diyor, başka şey demiyor!
Köylerde yaşayanlar için Habur’un bu kadar önem taşımasını ilk bakışta kavramak zor. Ama doğrusu bütün bölge halkı için "Habur kapısı" eşittir "geçim kapısı"! Kamyonu olmayan, nakliyecilikle uğraşmayan çiftçi için de, esnaf için de, işçi için de öyle...

Ankara duysun
Ancak sohbet sırasında pek çok muhtar ve yerel yönetici, Habur’dan beklenen kazancın sağlanamamasının nedeninin sadece BM’nin yaptırımlarından (yani ambargodan) kaynaklanmadığını kabul ediyor ve "kabahat bizimkilerde" diyor.
"Bizimkiler" dedikleri, TPAO’nun yan kuruluşu TIPIC şirketi. Ağızlar açılıyor, çeşitli yolsuzluk veya düzensizlik iddiaları ortaya atılıyor, "Bize esas kazığı atanlar onlardır" deniyor...
Ve "Ankara mutlaka bu soruna çare bulsun" çağrısı yapılıyor.
Kuşkusuz, "Ankara"nın, yani ilgililerin, bu konuya eğilmesi, ortaya atılan iddiaları incelemesi ve Habur’u mevcut ambargo sistemi içinde daha işler duruma getirmesi gerekir.
Ancak bu sohbette bölge halkının her şeyi Ankara’dan beklediğini bir kez daha gördük.
Bölge insanlarının bir numaralı meselesi Habur ama, başka dertleri de var: Su sıkıntısı, elektrik kesintisi, sağlık ve eğitimdeki eksiklikler, vs...
"Yazınız bunları" diyor muhtarlar. "Yazın ki, Ankara bilsin!"
Peki, Ankara bilmiyor mu ki? Sorumuza sert yanıtlar geliyor: "Hayır, bilmiyorlar veya bilmek istemiyorlar... Bakın Mustafa Bey (Tuğmaner) dışında milletvekillerimizi bile burada göremiyoruz..."
Biz de Meclis’in iki aylık tatil kararını, sırf milletvekillerinin kendi bölgelerine gidip durumu incelemeleri için aldığını sanmıştık!..

Halk da katılsın...
Yerel yöneticilerin eğitim ve sağlık hizmetlerinin "acıklı hali" üzerindeki şikayetlerini dinliyoruz.
Sağlık ocağı kurulmuş, ama doktor yok... Hastanede ameliyatlar yapılmaya başlanmış, ama anestezist yok... Okullar tıklım tıklım, öğretmen sayısı yetersiz...
Bir okulun yıkık halde olduğuna ilişkin şikayetler dile getiriliyor.
Soruyoruz: "Bunu da Ankara’dan mı bekliyorsunuz? Neden köy halkı kendi gücü ve çabası ile okulu onarmıyor?" Buna hararetle destek geliyor. "Öyle yapmalı" diyenlerin başında, milletvekili Mustafa Tuğmaner geliyor. "Köyde elektrik direği düştüğünde bile, halk bunun kaldırılmasını devletten bekliyor. Ama artık daha katılımcı olmalıyız..." diyor.

Gece Mardin bölgesinde köy halkı ile yaşadığımız bu olağanüstü deneyimden sonra Diyarbakır’a geçiyor ve bu kez Milliyet TIR’ında benzer konuşmaları bu bölgenin insanları ile sürdürüyoruz.
Konular hemen hemen aynı: Biraz Habur, biraz ekonomik sıkıntılar, biraz devlet hizmetlerindeki eksiklikler ve aksaklıklar... Diyarbakırlılar da "terör depremi"nden sonra "ekonomik deprem" ile sarsılmış durumda.
Diyarbakır’daki üst düzey yöneticilerle yaptığımız toplantıda, Derya Sazak Vali Cemil Serhatlı’ya soruyor: "Hep olumsuzlukları dinliyoruz; burada iyiye giden bir şey var mı?"
Vali, şimdi "resmi" nüfusu 700 bine ulaşan bu kentte ve ayrıca bu önemli bölgede son 1 - 2 yıl içinde "iyiye giden" (hatta birden fazla) şeylerden bahsediyor.
TIR’da, biri Van’da, diğeri İzmir’de üniversite öğrenimini yapan iki Diyarbakırlı genç, mezun olunca buraya dönüp iş arayacaklarını söylüyor. "Her şeye rağmen umudumuz var" diyorlar. İşte "iyiye gidiş"in bir işareti...