Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

BİR süre yurt dışında kaldıktan sonra, Türkiye'de olup bitenlerin şoku ve üzüntüsü, daha uçakta Türk gazetelerinin dağıtılması ile başlıyor. New York'tan kalkan uçaktaki Türk yolculardan, hemen "ne olacak bu memleketin hali" gibisinden tepkiler duyuluyor...
Bu yeni bir şey değil. Zaten bu deyim de, bu yüzden sloganlaşmadı mı?
Ne yazık ki, "memleketin hali" şimdiye kadar alışılagelen ölçüleri de aşan ve büyük bir karamsarlık yaratan noktaya gelmiş bulunuyor.
Tehlikeli olan da budur. Yani Türk insanının, ülkenin geleceğine olan güveninin ve umutlarının sarsılmasıdır.
Günlük hayhuy içinde Türkiye'de bu belki pek farkedilmiyor ama biraz uzaktan bakılınca, Türk toplumunun böyle bir "haleti ruhiye" içine girmesinin vahameti daha net görülebiliyor.
* * *
BU kez, ülkenin "kötü gidişatı"nın belirtileri, sadece mutad politik kavgalar veya bozuk ekonomik durum - ya da yıllar sonra gene gündeme gelen basın üzerindeki kısıtlamalar - değil. Bütün bunlara şimdi, devletin temellerini sarsabilecek (ve hayati devlet kurumlarını da içeren) skandallar da eklenmiş bulunuyor.
Hükümet krizlerinin veya ekonomik sıkıntıların üstesinden gelinebilir; ama devlet kurumları, politikacı, mafya ve çıkar çevrelerinin birlikte çevirdiği komplolarının tahribatını gidermek çok zor. Çünkü bunda hedef olan, devletin bizzat kendisidir...
Kuşkusuz devlet, Susurluk olayı benzeri skandallarla yıkılmaz. Ama bu iş ciddiye alınmaz, gerçekler ortaya çıkarılmaz ve bu tür olayların tekrarlanmasının önüne geçilmezse, devlet gücünü ve etkinliğini yitirmeye başlar. Devletin aldığı yara, toplumu karamsarlığa, umutsuzluğa sürükler ki, buna deva bulmak zorlaşır. Her halükarda, vatan - millet edebiyatı ve hamasilik bunun ilacı olamaz...
* * *
GERÇEKTEN şu sırada "memleketin hali" bu kadar kötü mü? Tablonun hangi tarafına baktığınıza bağlı.
Metin Toker'in çok güzel ifade ettiği gibi, bugün iki Türkiye var: Biri, sadece üst düzeyde devlet yönetiminde, görülen olumsuzluklarla değil, "halk düzeyinde" günlük yaşamı zehir eden aksaklıklarla (hava kirliliğinden trafik anarşisine kadar) herkese "ne olacak bu memleketin hali" dedirten iç karartıcı yüzü... Diğeri ise, modern dünyanın yeniliklerini ve zenginliklerini yansıtan, ayrıca kişisel girişimlerle Türkiye'yi uluslararası platformlara çıkartabilen, iç açıcı yüzü...
Şimdi bütün mesele, "hangi Türkiye"nin ağır basacağıdır.
Türkiye'nin ilerleyen ve çağdaşlaşan yüzü, Türk toplumunun
- birçok Asya - Afrika ülkelerinin aksine - bu yönde dinamik bir yeteneğe sahip olduğunu gösteriyor. Bu, hepimize umut ve cesaret vermelidir.
Türkiye'nin "öbür yüzü" ülkenin özellikle son dönemde (yani en az son çeyrek yüzyıl) kötü yönetilmesinin sonucudur. Yukarda belirttiğimiz gibi, bu yönetimin çeşitli kademelerini (yerel dahil) içeriyor.
Bu neden böyle oluyor?
Türkiye'yi iyi tanıyan bir Amerikalı siyasal bilimci, geçen gün bir sohbetimiz sırasında şu teşhisi koyuyordu: Türkiye'de politika, yönetimi kilitlemiştir. Her şey politika için yapılıyor. Her şey politikaya endeksleniyor. Açıkçası "çok fazla politika" yapılıyor. Çözüm üretilmiyor. Yerel sorunlarda bile bu böyle. Sonuçta, Türkiye iyi yönetilmeyen bir ülke görünümünü veriyor. Oysa Türk toplumu içinde, ülkeyi iyi yönetecek kadrolar mevcuttur...
* * *
AMERİKALI analist, çoğumuz gibi, Türkiye'de neden bu kadar politika yapıldığını, yetişmiş veya yetenekli kadroların neden ön plana çıkmadığını ve sonuçta işlerin neden ülkeyi iyi yönetmeyenlerin eline düştüğünü izah etmekte zorluk çekiyor. Sadece, "geri planda kalanların artık ortaya çıkması ve işi ele alması gerekir" diyor ve şunu ekliyor: "Hiç olmazsa Türkler, daha iyi yönetilmeye layık olduklarını birey olarak veya sivil toplum örgütleri olarak, yüksek sesle söylemeli ve bu yönde bir hareket başlatmalıdır.
Evet, "ne olacak bu memleketin hali" diyenler için (yani pratikte hepimiz için), ilham verici bir düşünce bu...