Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Yaygın bir görüşe göre, İsrail ABD'nin "taşeron"u olarak Lübnan'a saldırdı. Bunun aksini düşünenler ise, İsrail'in Washington'u peşinden sürüklediğini öne sürüyorlar...Aynı şekilde, Hizbullah'ın, iki İsrailli askeri, İran'ın -ve de Suriye'nin- talimatıyla kaçırdığını iddia edenler var. Başkaları ise, Hizbullah'ın bu ülkelerin "maşası" olmadığı kanısındalar...Her iki halde de, İsrail ile ABD, Hizbullah ile İran ve Suriye arasında çıkar birliğinden kaynaklanan sıkı bağlar bulunduğu açık. Ancak bundan, Lübnan'daki olaylarda İsrail'in bir "taşeron", "Hizbullah"ın da bir "maşa" olarak hareket ettiği sonucunu çıkarmak, doğru değil. TAVUK mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıkar gibisinden bir soru, Lübnan'daki savaş bağlamında, İsrail ile ABD, Hizbullah ile İran ve Suriye için de soruluyor. İsrail, kuruluşundan beri ABD'nin aktif desteğine sahip. ABD'nin İsrail'e arka çıkmadığı az olay var. Böyle hallerde de İsrail, Washington'daki lobisi aracılığıyla, durumu düzeltiyor.Aslında İsrail, politikalarını kendi stratejik çıkarlarına göre belirliyor. Bunları uygulamaya koyduğu zaman da ABD dahil kimseyi dinlemiyor. Zaman zaman İsrail'in -lobisi sayesinde- ABD'nin politikalarını etkilediği, hatta yönlendirdiği de biliniyor. Nitekim son zamanlarda bazı Amerikan gazeteleri bundan yakınmaya başladı...Tarafsız analistler, İsrail'in Lübnan'a saldırma kararını tamamen kendi inisiyatifiyle aldığı, bunun ABD'ye "taşeronluk" yapmak gibi bir amaç taşımadığı, ancak bu hareketin ABD tarafından -o da kendi stratejik çıkarlarına uygun olduğu için- desteklendiği kanısındalar. Nitekim Bush yönetimi bu saldırıların Hizbullah'ın çökertilmesine ve İran-Suriye ekseninin zayıflatılmasına yardımcı olacağı umuduyla, bir nevi icazet vermiştir. Hizbullah için de bir ölçüde benzer bir durumdan söz edilebilir. Her ne kadar bu örgüt 1982'de İran tarafından kurulmuş ve o günden bu yana hep ondan destek görmüşse de, özellikle son dönemde Lübnan'ın siyasi yaşamında etkin bir statüye ulaşmış, bu da ona bir "manevra kabiliyeti" sağlamıştır.Aynı analistlere göre, Hizbullah iki İsrailli askeri kaçırma operasyonuyla ilgili olarak Tahran ve Şam ile "istişare" etmiş de olsa, bu konudaki stratejisini bizzat belirlemiştir. Bu strateji, özellikle İran'ın işine gelmekte, dolayısıyla Tahran da kendisine (ve bir İsrail saldırısı olasılığına karşı Suriye'ye) aktif destek sağlamaktadır... Kim kimi yönlendiriyor? Tanınmış Lübnanlı yazar Rami Khouri, saldırıların daha başında Beyrut'taki "Daily Star" gazetesindeki analizinde, "Ortadoğu'daki ölüm dansında dört çift"ten söz etmişti: Hamas-Hizbullah; Filistin ve Lübnan hükümetleri; Suriye ve İran; İsrail ve ABD... Onun deyişiyle esas aktörler, ABD ve İran'dır ve bu, Batı ile İslam arasında bir sürtüşmeye dönüşme riskini taşıyor.Ankara'daki ASAM (Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi) uzmanlarından Oytun Orhan da, web sitesinde yayımlanan son makalesinde şöyle diyor: "İran kendi çatışmasını, İslam dünyası-Batı çatışmasına dönüştürmek istemektedir. Böylece cepheyi genişletmek amacındadır."Aslında esas tehlike de budur; yani Lübnan zeminindeki İsrail-Hizbullah savaşının diğer büyük aktörleri de -askeri bakımdan olmasa da- siyasal ve ideolojik alanda cepheleşmeye ve ciddi sürtüşmelere sevk etmesidir. skohen@milliyet.com.tr Asıl tehlike