Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Gerçi erken sayılabilir ama, bu soruyu daha geniş tutarak tüm Avrupa için de sorabiliriz. Zira bu olayların "yan etkileri" Fransa gibi eninde sonunda diğer Avrupa ülkelerinde de hissedilecek.Fransa'daki son şiddet hareketleri, Paris'in politikalarında ve toplumun dokusunda bazı önemli değişikliklere yol açmaya aday. Altı milyon göçmeni barındıran bugünkü Fransa'nın, eski yapısal ve düşünsel kalıplarını aynen sürdürmesi mümkün değil.Benzer bir durum Avrupa için de söz konusu. On dört milyon göçmenin yaşadığı "yaşlı kıta", artık son yarım yüzyılın homojen, rahata alışık Avrupa'sı değil.* * *Fransa gibi Avrupa'nın da önümüzdeki yıllarda ne kadar değişeceğini ve nereye doğru gideceğini bugünden kestirmek zor. Ama en azından -son olayların da ışığında- bazı belli başlı trendlerden söz edilebilir... Fransa'daki olaylar -nedenleri ne olursa olsun- bir yana itilen veya görmezlikten gelinen "göçmen sorunu"na artık ciddi olarak eğilmek ihtiyacını hissettirmiş bulunuyor. Fransızlar şimdi kendi "entegrasyon" modellerinin yürümediğini, başka çözüm yollarına başvurmak gerektiğini bizzat söylüyorlar. Benzer bir durumun kendi başlarına da gelebileceğinden korkan diğer Avrupa ülkeleri de, şimdi aynı fikir egzersizini yapıyorlar.Varoşlardaki şiddeti kısa vadede polisiye önlemlerle kontrol altına almak mümkün. Ama sorunu kökünden halletmek için sosyoekonomik tedbirlerin alınması daha uzun ve zorlu bir süreç gerektirecek. Bu süreçte ırkçı, şoven akımların bir tepki olarak ortaya çıkması mümkün. Diğer bir deyişle, Fransa'da -ve Avrupa'da- son görülen türden eylemlerin, yayılması halinde, etnik, hatta dinsel sürtüşmelere yol açması tehlikesi vardır. Dün de belirttiğimiz gibi, Fransa'daki olayların -bu aşamada- ideolojik veya dinsel (yani bir Müslüman-Hıristiyan çatışması gibi) boyutu yoktur. Ancak herkesin korkusu, bunun birileri tarafından bu yönde provoke edilmesidir.Fransa şimdi varoşlarda düzen ve güvenliği sağlamak için yerel makamlara birtakım olağanüstü yetkiler veriyor (kısmi sokağa çıkma yasağı gibi)... İngiliz hükümeti geçen temmuz ayındaki terör saldırılarından sonra aldığı önlemler çerçevesinde, zanlıların gözaltında tutulması süresini uzatma çabasında... Başka Avrupa ülkeleri de, güvenlik gerekçesi ile birtakım adımlar atıyor... Bu önlemler, Avrupalıların toz kondurmadığı insan hak ve özgürlüklerini kısıtlamıyor mu? Sonuçta Avrupa'nın demokrasi anlayışı gölgeleniyor mu? Bu sorular, şimdi Avrupa'da enine boyuna tartışılıyor. Genelde hükümetler (hangi parti iktidarda olursa olsun) güvenlik için bazı kısıtlamalar getirilmesi gerektiğini savunurken, muhalefet ve liberal çevreler demokrasinin bu şekilde sınırlandırılmasını tehlikeli buluyor... Bu daha çok tartışılacak. Ancak terör veya şiddet karşısında alınan bazı spesifik önlemleri, demokrasiyi temelinden sarsacak ve hele yok edecek sistematik bir uygulama olarak görmemeli...Fransa'daki olaylar bu ülkede ve Avrupa'da bir "devrim"in veya tüm sistem ve değerlere karşı bir ayaklanmanın habercisi olarak görmek de yanlış. Yani bu eylemler, çok daha geniş, organize ve iddialı bir ideolojik hareketin ve de sonuç itibariyle iç tartışmaların ve kaosun nüvesi niteliğini taşımıyor. Avrupa şimdi yüzeye çıkan dengesizlikleri ve adaletsizlikleri giderecek düzenlemeler yapmasını bilecektir...Fransa bu son olaylarda eski prestij ve etkinliğinden çok şey kaybetti. Paris zaten AB'nin lokomotifi olmaktan çıkmak yolunda idi. Şimdi bu rolü daha da zayıflıyor. AB'nin ekseni, İngiltere'ye ve "Atlantikçi"lere kayıyor... İşte bu aşamada, Avrupa'daki "gidişat"ın başlıca trendleri bunlar... skohen@milliyet.com.tr Paris ve diğer Fransız kentlerinin varoşlarındaki olaylar, doğal olarak "Fransa nereye gidiyor?" sorusunu gündeme getiriyor.