Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Başkan Bush’un "ulusa sesleniş"inden çıkan mesajı tek cümle ile şöyle ifade edebiliriz: Savaş geliyor!..
Gerçi Başkan, Kongre’de 75 kere ayakta alkışlanan konuşmasında Irak’a savaş ilan etmedi; hatta Saddam’a bir ültimatom da vermedi. Ama kullandığı sert ve net cümleler, Irak’ı vurmak konusundaki kararlılığını açıkça ortaya koydu.
Bu savaş mesajı, Bush yönetiminin politikasına ve bundan sonraki davranışına ışık tutan üç önemli unsur içeriyor:
1) Bush artık Saddam’a güvenmiyor ve ona fazla bir şans da tanımıyor. "Saddam silahsızlanmıyor, aldatıyor" ifadesini kullanan ABD lideri, Irak’ın 3 ay önce denetçiler ile ilgili BM kararından sonra verilen son fırsatı da kaçırdığını belirtiyor ki; bu da, ABD’nin yeni oyalama taktiklerine izin vermeyeceğini gösteriyor.
2) ABD Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olduğuna dair bazı kanıtları önümüzdeki çarşamba, Güvenlik Konseyi’nde açıklayacak. ABD basını bir süredir bu kanıtlardan söz ediyor, fakat "gizli bilgi kaynaklarını" açıklamamak veya tehlikeye düşürmemek için bundan çekindiğini yazıyordu. Anlaşılan şimdi, Washington dünya kamuoyunu ikna etmek için bu bilgileri açıklamaya razı oluyor.
3) Bush kanıtları da sunduktan sonra daha çok bekleyemeyeceğini, hatta gerekirse kendi başına harekete geçeceğini söylüyor. Bunun anlamı şudur: ABD, Güvenlik Konseyi’nden ikinci bir karar çıkartabilirse, ne ala. Aksi halde bu karar olmadan da mutlaka "askeri seçeneğe" başvuracak. Bu da, Bush’un Amerikan çıkarlarının gerektirdiği hallerde tek yanlı müdahalelerde bulunmasını öngören "unilateralism doktrini"ni uygulamak kararında olduğunu gösteriyor...
Diplomatik çabaların sürdürülmesini ve Güvenlik Konseyi’nden ikinci bir karar çıkmasını isteyen birçok ülke gibi Türkiye de şimdi hesaplarını bu gerçeğe göre yapmak durumunda...

İki yıl önce İsrail’de Likud lideri Ariel Şaron erken seçimleri "teröre mutlaka son vereceği" vaadi ile kazanmıştı. Bu zaman zarfında terör tırmandı; ayrıca İsrail’de ekonomi bozuldu, yolsuzluk arttı. Bütün bunlara rağmen, Şaron önceki günkü erken seçimleri tahminleri aşan bir yükseliş ile kazandı. Buna karşılık halkın arzuladığı barışı ve iç düzendeki değişikliği vaat eden İşçi Partisi ciddi bir düşüş kaydetti...
Bu paradoksun nedeni şöyle açıklanabilir: İsrail seçmenlerinin geniş kesimi, Şaron’a İşçi Partisi lideri Amram Mitzna’dan (ve diğerlerinden) daha fazla güveniyor. Şaron’un İsrail’i sürüklendiği açmazdan ve bu arada güvenlik sorunundan kurtaracağı umudunu koruyor.
Son iki yılda olup bitenler, İsrail halkını daha sertliğe - ve siyasal olarak daha sağa - itmiş bulunuyor. Bu bakımdan Mitzna’nın barışçı mesajları halkı pek etkilemedi.
Bu, Ortadoğu’da barış - direkt olarak İsrail - Filistin uzlaşması - şanslarını ortadan kaldırıyor mu? Bu soruya sağlıklı bir yanıt vermek için biraz beklemek lazım. Her şey, Şaron’un nasıl bir koalisyon hükümeti kuracağına bağlı. Eğer İşçi Partisi "evet" derse (Mitzna şimdilik "hayır" diyor), oluşturulabilecek bir "ulusal birlik hükümeti" barış yolunu yeniden açabilir. Şaron’un şimdi bu yönde bir "barış planı" hazırladığı dahi söyleniyor. Ancak, böyle bir koalisyon kurulamazsa ve hele Şaron aşırı milliyetçi ve dinci partilerle ortaklığa girmek zorunda kalırsa, barış umutları bu kez de hayal olur...