Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Sami Kohen

DIŞ dünya Türkiye ile hiç bu kadar ilgilenmemişti.
Yabancı basına bakın: Türkiye baş haber... Bunun nedenlerini (kimine göre darbe söylentileri, kimine göre köktendincilik tehlikesi) biz bir yana bırakalım. Esas dikkatimizi çeken husus şu: Batı sanki - tabir caiz ise - günah çıkarıyor. Analistler Türkiye'nin, kendi deyimleriyle, darbenin veya köktendinciliğin eşiğine gelmesinde ve bugünkü krize sürüklenmesinde, Batı'nın ilgisizliği ve ihmalinin de rol oynadığını söylüyorlar. Bazısı açıkça Avrupa Birliği'ni, hatta ABD'yi dahi kabahatli buluyor. Bu değerlendirmeleri yapanların vardığı sonuç da, artık Batı'nın Türkiye'ye karşı daha yapıcı bir tavır alması ve ona daha aktif şekilde yardımcı olması gerektiğidir.
* * *
SON günlerde ortaya atılan bu "cesur" görüşlerden bir - iki örnek verelim:
ABD Dışişleri Bakanlığı'nın eski "yıldızlarından" sayılan Richard Burt, "Wall Street Journal"daki yazısında Batı'nın ve özellikle Avrupa'nın son zamanlarda Türkiye'nin sıkıntılarına gözünü kapattığını, Türk kamuoyunu rahatsız ve rencide eden davranışlarda bulunduğunu belirtiyor. Örnek olarak, AB'nin Türkiye'ye soğuk davranmasını, ABD'nin bir kısım askeri malzemeyi vermemesini gösteriyor.
Burt Batılı hükümetlere "Türkiye'yi kaybetmemek için" bir dizi öneride bulunuyor. Özellikle ABD Yönetiminin Türkiye'ye askeri ve ekonomik destek sağlamasını, Türkiye ile ilişkilerini Kıbrıs ve Türk - Yunan sorunlarının dışında tutmasını, insan hakları konusunda daha büyük anlayış göstermesini istiyor.
Uluslararası Stratejik İncelemeler Enstitüsü araştırmacısı Philip H. Gordon da "Herald Tribüne"deki makalesinde, Türkiye'nin halen köktendincilik ve darbe tehlikeleri arasında bocaladığını anlattıktan sonra, Batı'nın Ankara'ya karşı nasıl bir tavır alması gerektiği konusundaki görüşlerini şöyle belirtiyor: "Batı ve özellikle AB, Türkiye'nin farklı din ve kültürü nedeni ile Avrupa'nın dışında tutulması gerektiği yolundaki onur kırıcı fikrinden vazgeçmeli ve ona kucak açan bir tavır almalıdır. En önemlisi Batılı ülkeler, Türk ekonomisine destek olmalıdır. Bu onun orta sınıfının gelişmesine ve dolayısı ile aşırı eğilimli partilerin gerilemesine, sivil yönetimin ve demokrasinin güçlenmesine yol açacaktır".
* * *
TÜRKİYE bunları yıllardır anlatmaya çalışıyor. Şimdi en azından bunu anlayanlar ve açıkça beyan edenler var. Gecikme ile de olsa, Batılı dostlar bakalım şimdi bu anlayışı fiilen de gösterecekler mi?..


AB'nin Amsterdam Zirvesi'nde "genişleme" konusunda aldığı karar, Kıbrıs'ın üyelik başvurusunu nasıl etkileyecek?
Zirve'nin Türkiye'yi yakından ilgilendiren yönlerine ilişkin iki gündür sürdürdüğümüz değerlendirmeleri, bu sorunun yanıtı ile noktalayalım.
AB, başvuruda bulunan ülkelerin hangileri ile müzakereye oturacağına Aralık'ta Lüksemburg Zirvesi'nde karar verecek. Ancak kendi iç reformlarını gerçekleştirmek için zamana ihtiyacı olduğu için hiçbir yeni ülkeyi 2002'den önce üye olarak kabul etmeyecek.
Kıbrıs Rum yönetimi başvuruda bulunanlar arasında. Ancak durumu biraz farklı. Geçen yıl AB, Kıbrıs'la müzakereleri "hükümetlerarası konferans"ın bitiminden 6 ay sonra başlatmayı taahhüt etmişti. Konferans yeni bitti. Dolayısıyla müzakerelerin - teorik olarak - Ocak'tan itibaren başlaması gerekir.
Ancak bunun gerçekleşmesi olasılığı çok zayıf.
Bunu AB yetkilileri de açıkça söylüyor. Nedeni: Çoğu AB üyesi, Kıbrıs'ta çözüme varılmadan, bölünmüş adanın Rum tarafı ile masaya oturmak istemiyor. Hele toplumlararası görüşmelerin başladığı bir sırada, AB, Klerides yönetimi ile müzakereleri başlatmak istemeyecektir. Bu, Türk tarafının Kıbrıs görüşmelerinden çekilmesine ve çözüm şanslarının yok olmasına yol açar.
Bu durumda, Kıbrıs'ın zaten 2002 yılından önce üyeliği söz konusu olmayacağı gibi, müzakerelerin de 1998'in başında gerçekleşmesi mümkün görünmüyor. Ancak şunu da kabul etmeli ki, "Kıbrıs'ın üyeliği" konusu, Rum - Yunan tarafınca - ve de mutlaka bir çözüm empoze etmek isteyenler tarafından - gene de bir koz olarak kullanılacak...


Yazara Email S.Kohen@milliyet.com.tr