Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Arap Birliği’nin “barış planı”nı kabul eden Başkan Beşar Esad, Suriye kentlerinde göstericilere ateş açan güvenlik güçlerini geri çekecek mi? Siyasi tutukluları serbest bırakacak mı? Muhalifler ile masaya oturup krize çözüm arayacak mı?
Bunlar Arap Birliği’nin önerdiği planın belli başlı şartları.
Plan 8 ayda 3 bin kişinin hayatına mal olan kanlı ayaklanmanın son bulması ve Esad rejiminin halkın beklentilerini yerine getirmesi için bir fırsat. Büyük ihtimalle de son fırsat...
Arap Birliği’nin Suriye liderine bu şartları kabul ettirebilmesi bir başarı. Ancak bu başarının ne kadar ömrü olacağını bir yandan Esad’ın, diğer yandan da muhaliflerin tavrı belirleyecek.
Anlaşmanın mürekkebi henüz kurumadan yer yer yeni çatışmaların çıkması ve gene kan dökülmesi, kötü bir işaret.
Görünüşe göre Esad yönetimi, şimdi silah kullanmakta olan göstericiler evlerine dönmedikçe, tankları geri çekmek istemeyecek... Protestocular ise Esad istifa etmedikçe direnişten vazgeçmeyecekler...
Bu kısır döngü kırılmazsa, Arap Birliği’nin barış planının uygulanması şansı oldukça zayıf görünüyor.

Türkiye artık taraf
Türkiye’nin Esad’ın bir dostu olarak devrede olduğu ve kendisine çıkış yolu için tavsiyelerde bulunduğu dönemde, belki krizi çözmek mümkün olabilirdi. Ne yazık ki Esad o fırsatı kaçırdı.
Bu arada Türkiye de tavır değiştirdi. Özellikle Başbakan Erdoğan, eski dostu Esad’ın verdiği sözleri yerine getirmemesine ve Türkiye’yi “aldatmış olması”na çok kızdı. Hükümet’in tavır değişikliğinde bu duygunun da etkisi var tabii...
Ama Ankara’nın Esad’a karşı kesin bir tavır almasında daha önemli faktörler rol oynadı. Bunlardan biri Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun sıkça tekrarladığı “ilkesel duruş”tur. Bu hafta “İstanbul Forumu”nda konuşan Bakan, Arap dünyasındaki uyanış karşısında Türkiye’nin otoriter rejimlere karşı mücadele eden halklardan yana bir duruş sergilediğini belirtti. Bunun -halen Suriye’de olduğu gibi- bir “risk” taşıdığını da kabul etti. Ama sonuçta -Tunus, Mısır ve Libya’da görüldüğü gibi- halkın talep ve beklentilerinin galip geldiğini anımsattı.
Suriye konusunda bütün mesele halkın mı, yoksa şimdiki rejimin mi galip geleceğidir.
Hükümet bu konuda seçimini yaptı. Sadece retorik, yani beyan yolu ile de değil, sağladığı aktif destekle, artık Suriye krizinde taraf oldu.
Bu destek siyasi alanda, çeşitli muhalif grupları kapsayan “Suriye Ulusal Konseyi”nin örgütlenmesine ve merkezini İstanbul’da kurmasına yardımcı olmakla gerçekleşti. Bunun da ötesinde askeri alanda Ankara Suriye ordusundan kaçan ve Hatay’a sığındıktan sonra “Özgür Suriye Ordusu” adına örgütlenip Suriye’deki bazı eylemleri yöneten subaylara da “hoşgörülü” davrandı...

Stratejik tercih
Tabii bu, “ilkesel duruş”un ötesinde, bir “stratejik tercih”tir.
Bu tutum Ankara’nın Esad’ı gözden çıkardığını, onun iktidarda fazla tutunamayacağına ve sonuçta rejimin değişeceğine inandığını gösteriyor. Hükümet Esad’a karşı muhalefet bu kadar destek verirken, “riskli bir yatırım” yapmış oluyor.
Ne kadar riskli? Eğer kısa vadede Esad’ın gidişi ve rejim değişikliği gerçekleşirse, risk payı -Mısır’da ve Libya’da olduğu gibi- nispeten düşük olur. Yok eğer Esad ne pahasına olursa olsun dayanır ve daha uzunca bir süre hâkimiyetini sürdürürse, bu risk yüksek olur.
Şu anda olayların seyrindeki belirsizlikler karşısında hangi riskin daha ciddi olduğu tartışılabilir. Ancak asıl sorulması gereken soru bu riskleri içeren bir angajmana girmenin ne kadar lüzumlu ve de yararlı olduğudur...