Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

GEÇEN hafta İstanbul, Türk diplomasisinin bir kreasyonu olan “Türk Dili Konuşan Ülkeler” topluluğunun liderlerine bir toplantıda ev sahipliği yaptı.
İlk bakışta bu zirvenin ismi çelişkili görünebilir. “Türk Dili Konuşan Ülkeler” derken, akla ilk gelen şey, bu liderlerin bizim kullandığımız Türkçeyi (veya ona yakın bir Türkçeyi) konuştuklarıdır.
Oysa durum öyle değil. Zirveye katılan Türkiye dışındaki dört ülkenin (Azerbaycan, Türkmenistan, Kırgızistan ve Kazakistan) liderlerinin konuştukları “TürkÓ diller” birbirlerinden oldukça farklı.
Bu nedenle, genelde bu ülkelerin liderleri veya yetkilileri bir araya geldiklerinde veya ikili görüşmeler yaptıklarında, ortak dil olarak Rusçayı kullanırlar.
İstanbul’daki zirveyi ilk kez izleyen muhabirlerin dikkatini çeken (ve haberlerinde belirttikleri) başlıca nokta da bu oldu.

Dil yarışı
Aslında rahmetli Turgut Özal’ın inisiyatifi ile 1992’de kurulan bu topluluk, bütün toplantılarda resmi ortak dil olarak Rusçayı kabul etmişti. Bizim daha önce izlediğimiz benzer toplantılarda da, liderler görüşmelerini hep Rusça yapıyorlardı.
Ne var ki bu kez İstanbul’daki zirvede daha az Rusça kullanıldı. Buna karşılık, geçen yıl Nahçivan’daki toplantıda alınan karar uyarınca, Türkçe tercih edildi. Örneğin Dışişleri Bakanları, Türkiye Türkçesini kullandılar. Devlet başkanlarının çoğu kendi Türkçe lehçelerini tercih ettiler. Zirvenin sonunda ise bildiri Türkçenin farklı lehçeleri ile yazıldı.
İstanbul’da bir araya gelen topluluk böylece ilk kez farklı lehçelerdeki Türk dilini ve Türkiye Türkçesini kullanmak konusunda bir kararlılık gösterdiler. Bu, Türk dünyasının dil ortaklığının gerçekleşmesi yönünde atılan önemli bir adımdır.

Altı eksi bir...
İstanbul zirvesinin sonunda yaptığı konuşmada Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “6 devlet, tek millet” terimini kullandı. Ne var ki, altıncı ülke olan Özbekistan, 1996’dan beri bu grubun içinde yer almamakta ısrar ediyor. Nitekim Özbekistan lideri, bütün çabalara rağmen, İstanbul’a gelmedi.
Bunun nedeni, Kerimov’un Fethullah Gülen’in bu ülkedeki okullarının faaliyetinden kaynaklanan Türkiye aleyhindeki tepkiyi hâlâ sürdürmesidir.
Bu, “Türk Dili Konuşan Ülkeler” arasındaki tek uyuşmazlık değil. Topluluk içinde daha ciddi sorunlar da var. Bunlardan en önemlisi, Türkmenistan ile Azerbaycan arasında, Hazar havzasının tartışmalı egemenlik hakları ile ilgili. Bu, doğalgaz kaynaklarının kullanımı bağlamında, sürtüşmelere yol açıyor.
Bu durumda, “Türk Dili Konuşan Ülkeler” topluluğunun bir fonksiyonu ve geleceği var mı?
Topluluğun Genel Sekreterliği’ne atanmış olan deneyimli Türk diplomatı Halil Akıncı’nın bize belirttiği önemli bir husus var: İstanbul zirvesi, birleşmek ve kurumlaşmak yönünde güçlü bir siyasi iradenin var olduğunu ortaya koydu. Bu grup 18 yıl önce oluştu; ancak şimdi bir varlık göstermek için harekete geçiyor.
Nitekim işbirliği konseyi adı altında bir mekanizma kuruluyor. Ayrıca bir iş konseyi oluşturulacak, bir kalkınma bankası kurulacak, kültürel alanda çeşitli projeler hayata geçirilecek...

Yeni bağlar
Kuşkusuz bu topluluğun liderlerinin ve yetkililerinin Türkçe konuşmak hedefi etrafında toplanmaları mühim. Ama bizce daha önemlisi, bu ülkelerin kendi aralarında daha sıkı ekonomik, kültürel ve siyasi bağlar kurmaları, bu arada kendi aralarındaki sorunları ve anlaşmazlıkları da halletmeye çalışmalarıdır.
İstanbul zirvesinde alınan kararları şimdi bu yönde hayata geçirmek gerek...