Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

TÜRKİYE’nin Gazze krizinde oynadığı rol, ülke içinde ve dışında birtakım soru işaretlerine ve tartışmalara yol açıyor: Ankara Hamas’tan yana bir tavır mı alıyor? Böyle bir pozisyonla sadece İsrail’i ve Batı’yı değil, Filistin lideri Mahmud Abbas’ı ve Mısır başta olmak üzere ılımlı Arap ülkelerini de karşısına almıyor mu? Bu, daha geniş anlamda, Türkiye’nin Batı ekseninden Ortadoğu’daki radikal yörüngeye kaymakta olduğunun işareti mi?
Açıkçası, son günlerde gerek Türkiye’de, gerek dış ülkelerde bu yönde ciddi kuşkular ve kaygılar dile getirildi.
Gazze krizinin başından beri, Türk diplomasisini yürüten yetkililer, bu tür değerlendirmelerin doğru olmadığını, Ankara’nın hele son günlerde Gazze’de ateşkesin sağlanmasında yaptığı katkıların şimdi bütün ilgili taraflarca takdir edildiğini söylüyorlar.
Sessiz ve derinden...
DÜN İstanbul’da bir grup köşe yazarı ile bir bilgilendirme toplantısı düzenleyen Başbakanlık Dış Politika Başdanışmanı Prof. Ahmet Davutoğlu ile Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Feridun Sinirlioğlu’nun söylediklerinden özetle şu tespitleri yapmak mümkün:
- Türk diplomasisi, İsrail’in Gazze’ye saldırdığı günden itibaren devreye girdi ve ateşkesin sağlanmasında önemli bir rol oynadı. Türkiye bu süreç içinde tüm ilgili taraflarla sıkı temas halinde oldu. Mısır başta olmak üzere birçok Arap ülkesi, Abbas yönetimi ve Hamas liderleri, İsrail, Fransa ve diğer AB ülkeleri bunlara dahil.
- Türkiye diğer ülkelerden farklı olarak, Hamas ile direkt temas kurabilen bir ülke durumunda olduğu için, özellikle “çift ateşkes”in sağlanmasında faal bir rol oynadı. Bunu yaparken de Mısır, Fransa ve diğer “aktörler” ile irtibat halinde bulundu. Hatta Mısır bizzat Türkiye’nin ateşkes pazarlıkları sırasında “Hamas ayağı”nı üstlenmesini istedi. Mekik diplomasisi sonucunda, Hamas’ın da ateşkesi kabul etmesini sağlayan Türkiye oldu.
- Bunun anlamı şu: Türkiye “sessiz ve derinden” giderek ateşkes görüşmeleri sürecinde bir boşluğu doldurdu, faaliyetini Hamas ve Suriye “kulvarında“ yürüttü. Türk yetkililer sadece Hamas’ın şartlarını ilgililere iletmekle (yani “postacılık görevi” ile) yetinmedi; İsrail tek taraflı ateşkes ilan ettikten sonra, Hamas liderlerini ikna etmeye çalıştı ve bunu başardı. Prof. Davutoğlu’nun deyişiyle, eğer Türkiye Hamas ile bu görüşmeleri yürütmeseydi, herhalde “çift ateşkes” gerçekleşmeyecek belki de Gazze’de çatışmalar yeniden kızışacaktı...
- Türkiye artık Hamas’ın “siyasal sürece çekilmesi” gerektiğine inanıyor. Ateşkesin devamlı olması buna bağlı. Bunun için de Abbas-Hamas uzlaşmasının gerçekleşmesi şart. Türkiye şimdi buna çalışıyor. İki tarafa da eşit mesafede duruyor...
- Bu süreçte Türk diplomasisi İsrail ile de sürekli temaslarını sürdürdü. Müsteşar Yardımcısı Sinirlioğlu İsrail’e gitti, Başbakan Olmert ve diğer yetkililerle görüştü. Başbakan Erdoğan’ın sert çıkışlarına rağmen, İsrail ile ilişkiler sürüyor. Yetkililer Türkiye’nin üstlendiği barışçı rolü oynayabilmesi için İsrail ile iletişim kanallarının açık kalması gerektiği kanısındalar.
- Bu süreçte Ankara İran ile de sıkı temas halinde oldu. Başbakan’ın krizin daha başında harekete geçmesi ve tavır alması, İran’ın daha arka planda ve nispeten sessiz kalmasına yol açtı. Kuşkusuz eğer İsrail saldırıları sırasında İran bu çatışmalara bir şekilde bulaşsaydı, Ortadoğu çok tehlikeli bir şekilde karışır, belki de ABD’yi işin içine çekerdi.

Eksen kayıyor mu?
TÜRK yetkililer, Türkiye’nin bu krizde oynadığı rolü “Hamas eksenli” saymanın ve hele bunun Ankara’nın Batı’dan uzaklaştığı şeklinde yorumlanmasının çok yanlış olduğunu belirtiyorlar.
Prof. Davutoğlu’na göre, “Türkiye’nin Batı’ya bağlılığını ve aidiyetini kimsenin tartışmaması gerek”...
Türk diplomasisinin bu çizgisinin Başbakan Erdoğan’ın konuşmalarında da vurgulanmasında yarar vardır...