Brezilya’nın İran nükleer sorununda arabuluculuktan çekildiğini ilan etmesi Türkiye’yi bu işte tek başına bıraktığı gibi, Tahran mutabakatına da ölümcül bir darbe vuruyor.
Brezilya Dışişleri Bakanı Calso Amorin’in bu konudaki açıklaması, aslında Türk diplomasisi için şaşırtıcı bir gelişmedir. Zira Türkiye İran’ı uranyum takası konusunda ikna etmek ve Tahran ile uluslararası camianın arasını bulmak için giriştiği yoğun çabaları, Brezilya’yı yanına alarak sürdürmüş, son dakika karşılaştığı engellemeye karşı da BM Güvenlik Konseyi’nde birlikte hareket etmişti.
Şimdi Brezilya bu ortaklığı bozmuş bulunuyor. Armorin “Financial Times” gazetesindeki demecinde “Yardımcı olmak istedik, ama elimiz yandı” derken, dolaylı olarak ABD’yi suçladı; ancak sonuçta “Bizden talep edilmedikçe artık proaktif bir rol almayız” diye konuştu.
Anlaşılan Brezilya ABD ile bozuşmamak için, devreden çıkmayı daha uygun görmüştür. Tabii ABD bundan memnun. Bu konuda bir Amerikan yetkilisinin “Artık Brezilya’yı ve Türkiye’yi arabuluculuk yapacak durumda görmüyoruz” demesi de anlamlı.
Gerçekten Brezilya’nın pes etmesinden sonra, Türkiye’nin bu alanda tek başına yapacağı fazla bir şey kalmıyor. Güvenlik Konseyi’nde alınan karar doğrultusunda yaptırımlar uygulanırken, Tahran Mutabakatı’nın öngördüğü uranyum takasının gerçekleşmesi imkânsız. Bu mutabakat artık tam anlamıyla kâğıt üstünde kalmaya mahkûm...
Takas makası açtı
Şimdi bütün işaretler İran’la yeni bir sürtüşme ve gerilim aşamasına girilmekte olduğunu gösteriyor.
İran, uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) müfettişlerini kendi topraklarına sokmayacağını bildirdi. Bu, Tahran’ın uranyum zenginleştirme programını kendi başına sürdüreceğini ve hiçbir uluslararası denetimi kabul etmeyeceğini gösteriyor. Bu arada İran, yaptırımların uygulanması bağlamanda gemi ve uçakların kontrolüne karşı direneceğini ve hatta buna karşılık vereceğini de bildirmiş bulunuyor.
Türkiye’nin giriştiği inisiyatifin amacı, uranyum takası anlaşması sayesinde böyle bir krizi ve gerginliği önlemekti.
Amaç iyi niyetli idi, ama diplomatik süreç beklendiği şekilde sonuçlanmadı. Bunda, müzakereler sırasında ABD ile ortak bir anlayışın sağlanamamasının (ve sonunda Washington’un Güvenlik Konseyi daimi üyelerini de yanına çekerek Türk-Brezilya girişiminin önünü kesmesinin) önemli payı var. Ancak Türkiye sonuçta bu yüzden ABD ile karşı karşıya gelmiştir. Türk liderlerinin İran’ı savunan retoriğinin üstüne bir de Türkiye’nin Güvenlik Konseyi’nde “hayır” oyunu kullanması, Washington ile yeni bir soğukluk yaratmıştır.
Kısacası iyi başladığı sanılan ve Tahran mutabakatının imzalanmasıyla büyük bir başarı olarak nitelendirilen bu “açılım” yarı yolda kazaya uğradı: Takas işi yattı; üstelik Türkiye’nin ABD ile ilişkilerindeki makas açıldı.
Açılım açmazı
Bu dış politikada iyi başlayan, ama sonu getirilemeyen bir başka inisiyatifi, “Ermeni açılımı”nı anımsatıyor.
Türkiye’nin, ABD, Rusya ve diğer ilgili devletlerin teşvikiyle Ermenistan’la geçen yıl Zürih’te imzaladığı protokoller, başta büyük umutlar yaratmıştı. Bu mutabakat sayesinde iki ülke, normal ilişkiler kuracak, eski uyuşmazlıklarını geride bırakacaktı.
Ama Türkiye’nin daha sonra Yukarı Karabağ sorununun çözümünü şart koşması sonucunda, süreç tıkandı, hatta bir ara iptal edilme noktasına geldi. Sonunda protokoller donduruldu, yani bir nevi rafa kalkmış oldu...
Velhasıl, “açılım”ları başlatmak iyi de, önemli olan, sonunu getirebilmektir...