Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Ama bu heyecanın, her gün bilmem kaç kez değişen haberlere göre, bıkkınlığa, kızgınlığa dönüşmesine gerek yok. Türk yetkililer ve diplomatlar, her yeni taslak -ve de taslağın her kelimesi- üzerinde gereken sıkı pazarlığı yapıyorlar.Bunun "Z Günü"ne kadar (hatta son günün son saatine kadar) böyle devam edeceği biliniyor. Dolayısıyla "çoğu giden" geri sayma sürecinin "azı kalan" son bölümünde, aynı çabaları yılmadan sürdürmekten başka çare yok...* * *ŞİMDİYE kadar ortaya konan her taslakta, Türkiyenin kabul edilemez saydığı veya hoşlanmadığı maddeler üzerinde adeta bir "diplomatik savaş" verildi. Bazı cümleler değiştirilmiş veya yumuşatılmıştır. Bir kısmı -şimdilik- öyle duruyor. Halen bunlar üzerinde de "savaş" devam ediyor.Kâğıt üzerinde henüz yer almayan, ancak bir mutabakatın sağlanacağına kesin gözüyle bakılan önemli bir husus var: O da müzakere sürecinin (muhtemelen Ekim 2005te) başlamasının öngörüldüğüdür. "Z Günü" karar böyle net biçimde ortaya çıkarsa, bu önemli bir başarı sayılacaktır.Ancak müzakere sürecinin esas amacı, kuralları, yöntemleriyle ilgili maddelerin, Türkiyenin istek ve beklentilerini karşılaması için, daha "törpülenmesi" gerekiyor.Gerek Türk, gerekse yabancı diplomatlar, bu konuda umutlu görünüyorlar. Yani "Z Günü"ne kadar, müzakere sürecinden dolaşım serbestisine kadar tartışmalı maddelerin, "tüm tarafları tatmin edecek" (veya bir diplomatın deyişiyle "gemiyi batırmayacak") tarzda kaleme alınabileceğine inanıyorlar.Dolayısıyla önümüzdeki birkaç gün içinde, bir "wording" savaşı verilecek, her kelime tartılacak ve tartışılarak taraflarca "kabul edilebilir" bir ifadenin çıkmasına çalışılacak.ABde -ve genelde uluslararası kuruluşlarda- bu tür savaşlar hep verilir. Karar suretinde veya sonuç bildirgesinde, anlaşmazlıkları (tam olarak halletmese de) geri plana iten bir "orta yol" bulunur, bu da "lastikli" sözcüklerle ifade edilir.Büyük olasılıkla 17 Aralıkta karşılaşacağımız durum da bu doğrultuda olacaktır.* * *PEKİ, mutabakat sağlanamazsa, Türkiyenin beklentileri yerine gelmez ve "Z Günü" Başbakan Tayyip Erdoğan AB liderlerinin kararını reddederse, ne olur?Böyle kötü bir senaryodan şimdiden söz etmek doğru değil; ama görüyoruz ki Türkiyede bazı çevreler bu olasılığı işlemeye başladılar bile.Tabii ki, Türkiyenin çıkarlarına karşı sayılan, onu üyelik hedeflerine tam götürmeyecek olan veya ona değiştirilmesi olanaksız koşullar empoze eden bir kararı kabul etmesi söz konusu olamaz. O takdirde Ankara -daha önce 1997de Lüksemburg zirvesinden sonra yaptığı gibi- AByle diyaloğu askıya alabilir.Şimdiden öne sürülen olumsuz senaryo hakkında söylenebilecek şey, 2004 Brüksel zirvesi sonrasının 1997 Lüksemburg zirvesi sonrasından farklı sonuçlara yol açabileceğidir. Bu kez şartların ve konjonktürün farklı olması nedeniyle, ABnin daha ileri bir tarihte Türkiyenin istekleri doğrultusunda üyelik sürecini başlatması ihtimali zayıflayacaktır. Yani bu durumda üyelik perspektifi tamamen rafa kalkabilir. Bunun Türkiyenin politikaları, ekonomisi, AB vizyonu çerçevesindeki kazanımları üzerindeki olumsuz etkilerini de iyi hesaplamak lazım.Şu anda doğru olan şey, Çetin Altanın sloganlaşmış deyimiyle "enseyi karartmamak" ve "Z Günü"ne kadar bu mücadeleyi bıkmadan, yılmadan sürdürmektir... skohen@milliyet.com.tr AB zirvesine 6 gün kala, heyecanın, gerilimin doruk noktasında olması gayet doğal. Ne de olsa, 17 Aralıkta Türkiyenin geleceğini belirleyecek tarihi bir olay söz konusu...