Şebnem Burcuoğlu

Şebnem Burcuoğlu

sebnem.burcuoglu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Bir Datça aşığı olan Can Yücel’e “Datça’yı nasıl buldunuz?” diye sorduklarında “Elimle koymuş gibi buldum” demiş

Günümüzden dört yüz yıl kadar önce gemilerindeki cüzzamlı hastaları atmaya karar veren İspanyol korsanlar, kolay kolay kimseciklerin ulaşamayacağı, hastaların da oradan bir daha çıkamayacağı bir yer aramaya koyulmuşlar. Nihayet bir yarımadaya yanaşıp demir atmışlar ve gemideki tüm cüzzamlıları oracıkta bırakıp gitmişler. Ölüme terk edilen hastalar kısa süre içinde yarımadanın mucizevi havasıyla iyileşip kendilerine bir köy kurmuş ve köyün adını Datça koymuş.

Haberin Devamı

Datça’da bir gurme

Açık konuşmak gerekirse Datça’ya varmam gerçekten de pek kolay olmadı. Uçaktan inip otobüsle üç saat boyunca virajlı yolları teptikten sonra konaklayacağım otele, yani Villa Aşina’ya ulaştığımda neredeyse yeri öpecektim. Güler yüzüyle kendini tanıtan otel sahibi Bülent Sancakdar “Aç mısınız?” diye sorduğunda tüm oteli masa ve sandalyeleriyle birlikte yiyecek kadar aç olduğumdan kısa ve net bir şekilde “Evet” dedim.

Gözümün önünden ekmek arası domatesli peynirli küçük küçük sandviçler geçerken Bülent bey olaya noktayı koydu: “Bonfileli ve mantarlı tagliatelle yapıyorum o zaman”. Öyle hazır makarnadan söz etmiyorum, mutfağa bizzat girip makarna hamurunu yoğurdu, o hamuru şerit şerit kesti ve son zamanlarda tattığım en lezzetli makarnayı önüme koydu. O an, Simi Adası manzaralı o terasta anladım Datça seyahatimin sıra dışı geçeceğini.

Üç “B”

“Bir yer, en iyi yerlisiyle gezilir” derim hep. Tesadüf işte, aylar önce Kıbrıs Lefke Üniversitesi’nde verdiğim konferansı organize eden Saygın Kurt da Datçalı olduğundan hayat, yollarımızı ikinci kez Datça’da kesiştirdi. “Datça’nın üç B’si meşhurdur; balı, balığı, bademi” diye anlatmaya başladı ve bir hafta boyunca gitmedik koy, girmedik sokak, tanışmadık insan bırakmadık.

Bir Datça aşığı olan ünlü şair Can Yücel’e “Datça’yı nasıl buldunuz?” diye sorduklarında “Elimle koymuş gibi buldum” demiş. Eski Datça’nın girişindeki Orhan’ın Yeri isimli otantik kahveye girdiğimizde hemen solda bizi karşılayan “Can Yücel Duvarı”nda yazıyordu bu.

Haberin Devamı

Datça’da zaman

Çaylarımızı içip begonvillere bürünmüş taş sokakların arasındaki evlerine misafir olduğumuz sempatik çift de Datça’yı aynen elleriyle koymuş gibi bulduklarını söyledi. Keza kendine orada yeni bir hayat kuran diğer insanlar da. Şener Şen’in, Emel Sayın’ın, rahmetli Müşfik Kenter’in Datça’yla nasıl bir bağ kurduğunu başkalarından dinledim. Ve anladım yaşımız kaç olursa olsun bir yere aşık olup oraya kök salmanın mümkün olduğunu.

Bir gün Datça Yarımadası’nın en ucuna gittik. Tarihin en büyük astronomi ve matematik bilimcisi Eudoksus, doktor Euryphon, ressam Polygnotos ve dünyanın yedi harikasından biri sayılan İskenderiye Feneri’nin mimarı Sostratos’un yaşadığı, ressam Dali’den Halikarnas Balıkçısı’na kadar onca şaire, sanatçıya ilham veren Afrodit’in memleketi antik kent Knidos’u gördük.

Yazıköy, Palamutbükü, Hayıtbükü, Mesudiye köyü, Hızırşah köyü, Emecik köyü, Reşadiye derken arşınlamadığımız yer kalmadı.

Haberin Devamı

İki yıl önce vefat eden Datça’nın çok sevilen Nihat Abi’sinin bir sözü varmış: “Datça’da zaman yekparedir. Dün, bugün yarın yoktur.”

Akşamları bir başıma odamın balkonundan yıldızları seyrederken büyük şehrin bizi ne kadar yorduğunu düşündüm hep. Zaman bize hizmet edeceğine biz zamana hizmet ediyoruz. Yapmak istediğimiz çok şey var ama onları yapacak zaman yok. Birini şöyle geniş geniş sevecek bile zaman yok. Belki de o yüzden hiçbir şey tam gibi gelmiyor bizlere.

Datça’ya gidin. Zamanı bir durdurun. Görün bakın, iyi gelecek.