Şebnem Burcuoğlu

Şebnem Burcuoğlu

sebnem.burcuoglu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Geçtiğimiz gün WhatsApp’ıma daldan dala konup gelen bir mesaj şöyle başlıyordu: “Bu yazıyı 1985 öncesi doğanlar okusun.” İçimden “Bir canımız kaldı, onu da alın emi” dedikten sonra mesajı okumaya başladım. Gerçekten de o zamandan bu zamana neler değişmiş neler... Peh, hey gidi günler hey!

Cep telefonu yoktu

Evet dostlar, bir zamanlar ağızdan çıkan söz gerçekten sözdü. Evde kendimi o duvardan bu duvara çarparak, yerlerde tepinip zar zor alabildiğim gündüz vakti arkadaşlarla buluşma iznimi yalan söyleyip de kaybetmeye niyetim hiç olmadı. Eve şu saatte geleceksin denirse o saati asla geçirmedim. Hep sanki annem enseme bir çip taktırmış gibi hissetim ki ki o zamanlar çip falan da yoktu. Resmen saftorikliğin zirvesinde geziniyordum. Hadi izni aldın diyelim, arkadaşlarla buluşmak bile ayrı bir meseleydi. Kah buluşma yeri kah saati yanlış anlaşılınca kaç kez Kadıköy meydanındaki boğa heykelinin yanında buzağı heykeli gibi saatlerce beklediğimi bilirim. Aşk konusuna gelecek olursam, eve gelir gelmez önce telesekreter kontrol edilir, sonrasındaysa o çocukla saatlerce telefonla konuşulurdu. Zaten “Konuştuğun çocuk” lafı da buradan geliyor. Bu dönemi “Ara beni her canın istediğinde” olarak isimlendirebilirim. Oya-Bora’ya sevgiler.

Haberin Devamı

Hamur işleri

Afedersiniz, hayvan gibi yemek yerdik. Hele ki evde annemin arkadaşlarının toplaştığı bir gün falan varsa okuldan eve gelmeyi iple çekerdim. Asla şekilleri bozulmaması gereken pastaları, börekleri teyzeler güpür güpür götürdükten sonra sıra nihayet bana gelirdi. Bir tabağın içine kısırı altlık yapıp üzerine Allah ne verdiyse özenle yerleştirir ve “Ferhunde Hanımlar” dizisini izlemek üzere televizyonun başına geçerdim. Bu dönemi “Tereyağsız ekmek, margarinsiz tost, hamur işi yoksa dost olmaz” diye isimlendirebilirim.

Çat kapı

Bir gün yazlık evimizin mutfağından salonuna geçen annem, bir çocuğun köşe yastığı gibi kanepemizde oturmakta olduğunu görmüş. Peynirli poğaça ve çay ikram etmiş. Sonradan bana “Arkadaşın geldi bugün” dedi ama ben çocuğu tanımıyorum. Halen de bilmiyoruz kim olduğunu. Bisikletle ordan geçerken karnı acıkıp bize uğramış bir tipti zahir. Yani o kadar masumdu olay. Bu dönemi “Aç kapıyı, ben geldim” olarak isimlendirebilirim.

Haberin Devamı

Sabahçı mı, öğlenci mi?

Devlet okulunda okudum ve ilkokul hayatım sabahçılığın mı, öğlenciliğin mi makbul olduğuna karar veremeden geçti gitti. Okula muz ve kivi götürmek yasaktı. Yaramaz değildim ama öğretmenden spor olsun diye dayak yemişliğim vardır. Dört kere bitlenince annem saçlarımı tas şeklinde kestirdi. Bu dönemi “Yerim o psikolojik travmayı” olarak isimlendirebilirim.

Yara bere içindeydik

Çocukluğum bisiklet üzerinde geçti. Diz kapaklarım adeta krater gölüne dönmüştü. En sonunda “Ne halin varsa gör” diyen annem, boyumun yetişeceği bir rafa oksijenli suyla tentürdiyotu yerleştirip olaydan kendini soyutlamıştı. Bir keresinde okulda kudururken düşüp çenemi yarınca okul müdürü kendi odasında çeneme dikiş atmıştı ki bu gerçekten saçma ötesi bir olaydı. Adamdaki cesarete bak. Bu dönemi “Üfleyince geçer” olarak isimlendirebilirim.

Haberin Devamı

Bir limonata dört pipet

Aynı bardaktan el âlemin çocuklarıyla limonata içmenin dışında yere düşürdüğüm şeyleri üzerime silip ağzıma atardım ki halen öyle yapıyorum. Bu dönemi “Yıkılmadım, hayattayım” diye isimlendirebilirim.

Playstation, X Box

Teknolojik oyuncakları geçtim, internetimiz bile yoktu. Onun yerine ne vardı biliyor musunuz? Arkadaşlarımız. Bu dönemi “Lale Devri” olarak isimlendirebilirim. Ve hayır, zamanımız geçmedi. Aslanlar gibi buradayız.