Tunca BENGİN
POLİSİN görevi vatandaşın
huzur ve güvenini sağlamak. Zordakine yardımcı olmak. Bugüne dek, bunun sayısız örneklerini gördük. Başarılı çalışmaları
alkışladık, destekledik.
Ancak, son günlerdeki gelişmeler endişe verici...
İlki Ankara'dan.
Yatırım kredisi alamayan Bingöllü
İlhami Öztekin, sesini duyurmak amacıyla Başbakanlığın önündeki
ağaca çıkmış.
Yerde üniformalı polisler, başlarında da
gözlüklü, şişman bir adam duruyor. Kılık kıyafet yerinde, beyaz gömlek, kravat her şey tam tekmil.
Kafasını kaldırıp vatandaşa sesleniyor:
"İlhami sen kuş muşun? Uçacak mısın?"
Saçmalıkları çok hoşuna gitmiş olmalı ki; ekrana gülümsüyor. Sonra da
hoşgörülü(!) yaklaşımını sürdürüyor:
"Dur sakın atlama, altındaki otomobili çekelim. Yazık, ona zarar gelmesin."
Kah, kah, kah...
İyi ki, hükümet Güneydoğu için yeni bir
umut paketi açmış!..
* * *
Sırada Galatasaray - Fenerbahçe karşılaşması öncesinde yaşananlar var. Hava günlük güneşlik, heyecan dorukta. Taraftarlar, stadın kapısına yığılmış. aralarında çok sayıda
kadın ve
çocuk bulunuyor.
Tam ne hoş görüntü diyecekken,
polis ortaya çıkıyor. Ellerinde
cop, izdihamdan birbirini ezen insanların arasına dalıyor. Tekme, tokat, yumruk, havada uçuşuyor. Kadınlar bağırıyor, çocuklar ağlıyor. İnsanlar yerde sürünüyor. Sonra da aynı polis, maç öncesinde tribünlere
çiçek atıyor!
Ne anladık bu işten?..
* * *
Ve hepimizi isyan ettiren
Antalya'daki görüntü.
Çocuğuna ilaç almak için ters yola giren
İsmet Dinç, 10 polis tarafından dövülüyor. Tepki gösteren anne
Derya Dinç de soluğu ekip otosunda alıyor. Arabada yalnız kalan çocuğun ağlaması dahi polislerin sinirini yatıştırmıyor.
Anne bağırıyor, çocuk ağlıyor, polis karakol diye diretiyor...
Ve sonuç;
2000'e bir kala bu görüntüler
Türkiye'ye hiç yakışmıyor.
Vatandaş olarak iğreniyorum...
Ve; büyük özveriyle çalışan çoğunluğun rahatsız olduğuna da inanıyorum...
Kaş, çok dertliymiş...
ADA ailesinin hikayesini aktarmıştım.
Antalya'nın
Kaş ilçesindeki Hazine arazilerini, orman alanlarını
babasının malı gibi pazarlıyor, devlet de bir güzel seyrediyordu...
Gelen tepkiler bizi haklı çıkardı. Hatta,
"az bile yazmışız" dedirtti.
Meğer, neler varmış neler...
Tapulu araziler dahi gasp edilip, satılmış... Mağdur vatandaşlar, hakkını alabilmek için yıllarca mahkemelerde sürünmüş. Direnenler tehdit edilmiş, Kaş'ı
terke zorlanmış.
Sanki dağ başı...
Kimdir bu aile? Nereden cesaret alır?
Bugün, aynı suçtan birçok kişi yargılanıyor. Ama, bunlara dokunan yok.
Üstelikte bu işi babadan oğula devreden bir hak haline dönüştürmüşler.
O kadar karışık ki; biz bile geçen yazımızda
Ramazan Ada, yerine yanlışlıkla
Tevfik Ada demişiz. Torun
Ömer Ada'yı da unutmuşuz...
(Tevfik Bey, Ramazan'ın babası, bugün yaşamıyor.)
Bir saptama daha:
Dört yıl önce de aynı aile hakkındaki iddialar araştırılmış. O zamanki
mal müdürü ve ilgili personel hakkında soruşturma açılmış.
Bir devlet görevlisi şöyle diyor:
"Üzülerek öğreniyorum ki, olay aynı kişiler tarafından fütursuzca sürdürülmektedir."
Gelelim diğerlerine;
Limanağazı ve Çerçiler bölgelerinde büyük hareketlilik yaşanıyormuş.
Aslında Kaş'ı tepeden gören Çerçiler bölgesinde inşaat sahası kalmamış. Ancak, uyanıklar, otel ve motellerin üzerine birer kat çıkmaya başlamışlar.
Sadece denizden ulaşılabilen Limanağazı'nda da inşaatlar mantar gibi bitiyormuş.
Eminim, yakında karayoluyla da bağlarlar...
Yazara E-Posta: tbengin@milliyet.com.tr