Tunca Bengin

Tunca Bengin

tunca.bengin@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Tunca BENGİN

       Devlet bir yanda enflasyonla mücadele nutukları atıyor, garibanın gırtlağına sarılıyor; öte yanda trilyonlar üç kağıtçılara - dolandırıcılara pompalanıyor. 1999'da 'İhracat yaptım, döviz kazandırdım' deyip, devletten hortumlanan KDV miktarı 10 trilyon lira. 2000'in daha ilk günleri ama; siftah 2,5 milyon dolar. Bu ortaya çıkan. Ya bilmediklerimiz...
       Hani hayali ihracat bitmişti? Bal gibi hortlamış. Ancak bu kez yöntem farklı. Tezgah daha büyük, iş gümrüklerde bitmiyor. Tamamen sahte evrak üzerine kurulu ve vergi dairelerinden başlıyor, iddiaya göre de Ankara'ya dek uzanıyor. 'Enlasyon en acı vergi', 'Kemer sıkmak zorundayız' demek kolay; sıkıysa hırsızın yakasına yapış...
       Eskiden döküntü de olsa, gümrükten malzeme çıkışı yapılırdı. Şimdi o da yok. Sahte gümrük çıkış beyannameleri, mühür - imza işlem tamam. Trilyonlar sözde ihracatcının cebinde. Devlet pat diye para verir mi, ıcığını - cıcığını soruşturmaz mı? O size ve bana. Gümrük Müsteşarlığı'ndan üst düzey bir yetkili, 'Çete devletin içine sızmış, vergi dairelerinde, gümrüklerde (namusuyla çalışanlar alınmasınlar) her yerde adamları var. Parayı ödemeden önce ilgili gümrüğe doğru mu, değil mi diye sorulması gerekir. Sormuyorlar, sorarlarsa da iş bağlanmış oluyor' diyor.
       Bu birinci yöntem. Bir de dışarıdan hammadde adı altında Türkiye'ye sokulan mallar var. Adam tek kuruş vergi ödemiyor. Çünkü işleyecek ve ürettiği malı yurt dışına satıp, ülkesine döviz kazandıracak. Yersen... Diyelim adam ucuz toz şeker getiriyor, beyanı 'küp şeker yapıp ihraç etmek.' Ama adamın bırak fabrikayı, tezgahı dahi yok. Olsun, çete devreye giriyor mal ihraç edildi gösteriliyor, Devletten KDV akıyor, ucuz toz şekerde iki - üç katı fiyatla iç piyasaya sürülüyor. Gel keyfim gel. Aynı yetkili, Uzakdoğu krizinde, binlerce ton tekstil ürününün hammadde adıyla Türkiye'ye sokulduğunu söylüyor.
       Tespitlere göre; İstanbul ve İzmir merkezli 6 - 7 firmanın en çok kullandığı kapılar Gürbulak ve Gemlik... 2,5 milyon dolarlık son soygun da İzmir bağlantılı. Kayıtlara göre; 1998 yılında on binlerce metre kumaş, tonlarca akaryakıt girmiş. 1999 yılında hayali ihracat, akaryakıt, silah girişi önceki yıla oranla artmış. İki gemi, üç balıkçı motoruna el konulmuş. Binlerce mermi, silah parçası yakalanmış...

Çakıcı'yı Turkcell sorgulasın

       Şaka değil. Danışma hattı diye verdiği numarada öyle sorular var ki,; savcı - polis haltetmiş. Telefonun, boyu - kodu - menşei, kimden - ne zaman - kaça aldığın ne ararsan var. Yanıtlayamazsan yandın.
       Efendim; malumunuz son günlerde İstanbul'da kadın başına dolaşmak riskli. Kap - kaççıların gözü öyle dönmüş ki; canını kurtaran şanslı. Polis - molis hikaye. İfade çilesi yetmiyormuş gibi, bir de kaptırdığın cep telefonu, kredi kartlarıyla uğraş. Avukat Naime Kılıç'ın arife akşamı saat 19.30'da Bahçelievler'de yaşadığı olayı kulağınıza küpe olsun diye aktarıyorum.
       Serserilerin yerlerde sürüklediği avukat hanım soluğu karakolda almış. Polis; eli - yüzü kan içindeki hanıma soruyor: 'Saldırganları teşhis edebildin mi!.." Yahu canını zor kurtarmış, hem etse ne farkedecek...
       Gelelim Turkcell boyutuna; çantada giden cep telefonu, kredi kartlarını iptal etmek gerekmez mi? Avukatın kardeşi de öyle yapıyor. Bir - iki dakika içinde kredi kartları tamam. Ya cep telefonu... Iııh...
       Önce 313 00 00 numaralı hattan ilgiliye ulaşmak için 10 - 15 dakikalık bekleme. Ardından soru yağmuru:
       "İptal mi, görüşmeye kapatmak mı? (Ne farkeder?) Sözleşmeyi okumadınız mı? Telefonun sahibi nerede? Karakoldan ifade zaptını fakslayamaz mı? Makinayı nereden aldınız, fatura bigileri? Markası - modeli? PUK kodu, ödediğiniz son faturanın tutarı - numarası?"
       Saat olmuş 21.00, çalıntı telefon hala görüşmeye açık. Avukat hanım faturaları bulmuş da sonuca ulaşmış. Ya hastanelik olsaydı?..

Depremzedeyi unuttuk

       Herkes 'Unutmadık, unutturmayacağız' dedi. Devlet, 'Yaralar sarılacak' sözünü verdi. Kardeş - Koruyucu Aile çözüm olacaktı ama; geldiğimiz nokta ortada. Sosyal Hizmetlerden Sorumlu Devlet Bakanlığı bugüne dek evlatlık verilen çocuk sayısını üç olarak açıklıyor. Anasız - babasız yüzlerce çocuk var. Ancak, birinci derece yakınları sahip çıkmış. Evlatlık edinmek isteyen aile sayısı ise 3 bin 200. Bakanlık, ilk günlerde talebin çok daha yüksek olduğunu anımsatıyor. Diğer bilgiler ise şöyle:
       "Sosyal tesislere; Marmara depremi sonrası 1276, Bolu depremi sonrası ise 4826 kişi, Gönüllü evlerine; Marmara depremi sonrası 33 aile (234 kişi) Bolu depremi sonrası; (yok) yerleştirilmiş. Her iki depremde ayni - maddi - barınma amaçlı toplam 1169 kişiye gönüllülerin ulaşması sağlanmış. 55 çocuğa eğitim olanağı sağlanmış. 41 çocuk, 14 özürlü, 66 yaralı olmak üzere toplam 121 kişi koruma altına alınmış."
       İyi ki; sivil toplum örgütleri var. Doğrusu çok merak ediyorum; kaç ailenin kardeşi var. Bakanlar - milletvekillerimizin kardeşleri kim? Sayın Yaşar Okuyan duyar mı acaba?..



Yazara E-Posta: tbengin@milliyet.com.tr