Tunca Bengin

Tunca Bengin

tunca.bengin@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Türkiye ve Rusya’nın İdlib’de çatışmasızlık konusundaki görüş birliği ve bunu perçinleyen Astana protokolü Suriye krizine çözüm bulma adına çok önemli bir gelişme. Tabii savaşan tarafların bu anlaşmaya ne kadar uyacaklarıyla bağlantılı olmak kaydıyla. Çünkü ateşkes sürecinde yaşandığı gibi kimin tarafından bozulacağına yönelik kuşkular, tartışmalar söz konusu. Yani sınırın öte yakasında bir yanda bomba, kan ve gözyaşı endişesi sürerken, diğer yanda da bölgede yaraları sarmaya yönelik adımlar atılıyor. Özellikle de Türkiye tarafından. Hem de sadece İdlib bölgesindeki 1.5 milyon kişiye değil Fırat Kalkanı Harekâtı’yla fiilen oluşturulan güvenli bölgedeki toplam 3 milyonu aşan Suriyeliye. Örneğin, bu insanlara Türkiye’den elektrik-su, sağlık hizmeti veriliyor, her gün 50 ton un ve 100-150 TIR insani yardım malzemesi gidiyor. Özetle, Türkiye sadece kendisine sığınan 3.5 milyon mültecinin değil, Suriye içindekilerin de yükünü sırtlanmış durumda. Yoksa bu insanlar ya açlıktan ölecek, ya teröristlerin eline düşecekti ya da Türkiye’nin kapısına dayanacaktı. Nitekim kısa süre öncesine kadar İdlib’den milyonluk yeni bir göç dalgası tehdidi söz konusuydu. Yaşanan son gelişmeler ve olası etkileri üzerine dün Türk Kızılayı Genel Başkanı Dr. Kerem Kınık’la konuştum. Öncelikle vurguladığı konu şuydu:
“İdlib bölgesindeki 400 kampta 700 bin insan var. 400-500 bin civarında bir nüfus da evlerde yaşıyor. Eğer bölgeye yönelik saldırılar durursa sivil halkın korunması açısından olumlu bir adım atılacaktır. Çünkü İdlib konusuyla ilgili Rusya’nın Suriye rejiminin tavrı çok açıktı, buradaki teröristleri yok edene kadar devam edeceğiz gibi söylemleri vardı. Bu da çok tehlikeliydi. Türkiye’ye yeni milyonların gelmesi, oradaki on binlerce insanın ölmesi anlamına geliyordu.”
Böylece Türkiye’ye göç tehdidi de kalkıyor mu ortadan?
“Eğer söylenenler gerçekleşirse. Tabii Rusya gibi ABD’nin de benzer bir tavır sergilemesi gerekiyor. Rusya’nın bu anlamdaki tavrı ABD’yi de etkileyecektir ümit ediyorum. Dolayısıyla da buna faydası olacaktır.”
Göçü önlemenin, hatta tersine göçü sağlamanın bir başka yolu da kamplardaki yaşamı hızla normale döndürmek olduğunu belirten Kınık şöyle devam etti:
“Hayatı normale döndürmek için Katarlı sivil toplum örgütü AFIF Charity ile yapılan protokol çerçevesinde Kızılay’a aktarılacak 4.5 milyon dolarlık kaynakla İdlib kırsalında bin tane kalıcı konut yapacağız. Bunlar iki oda bir mutfak ve banyodan oluşan tek katlı insanların artık çadır ortamından çıkıp ailece ev ortamına geçebilecekleri yerler. Aynı konutlardan 10 bin tane de El Bab ve Cerablus bölgesinde yapmak için girişimlerimiz var. Katar’dan, Suudi Arabistan’dan, uluslararası kuruluşlardan bu konuda olumlu dönüşler oldu. Kaynak buldukça da binaların sayılarını artıracağız. Amaç göçü tersine döndürmek.”
Dönüş var mı?
“Özellikle El Bab’a yoğun bir şekilde var. Şehir merkezinden çıkıp Suriye’nin içerisinde kamplara gitmiş olan insanlar vardı, onlar evlerine dönüyorlar. Türkiye içerisinden de bu anlamda dönüş var. Cerablus, Dabık bölgelerine Türkiye’den dönen on binlerce insan yerleşti. Çok sayıda Suriyeli de çalışma imkânı sağladığınızda kendi ülkemize gideriz diyor. Hayat normale dönerse ciddi bir dönüş olacağı kanısındayım.”

Koşu bandındaki CHP

CHP’nin referandum öncesindeki stratejisi neydi? Gerginlikten uzak durmak. Bunu da “Ülke kavgalardan ve gerginliklerden çok şey çekti. Kavga ve gerginlik ülkeye enerji kaybettirdi” sözleriyle duyurmuşlardı... Nitekim uyguladılar da. Özellikle Kılıçdaroğlu, kendisini hedef alan eleştirilere, sözlere rağmen polemikten uzak durdu ve üslubunu hiç bozmadı. Sonucu da malum...
Peki ya şimdi? O uzlaşmacı, hoşgörülü havasını yitiren CHP hızla alışılageldik kavgacı, gergin görüntüsüne dönüyor. Ve de referandum öncesindeki TV programlarında “Tepedeki siyasetçilerin konuşurken daha dikkatli, daha kucaklayıcı bir dil kullanmaları lazım” diyen Kılıçdaroğlu, parti içinden yükselen muhalif sesleri “Kapının önünün koyarım, atarım” gibisinden oldukça kaba, kırıcı bir üslupla susturmaya çalışıyor.
Özetle, CHP’nin eski ya da yeni olması pek fark etmiyor. Çünkü parti içi dinamikler, daha doğrusu, hizipler her zamanki gibi ülkede değil, CHP’de iktidar olmaya odaklanmış durumda. Yani daha inandırıcı, güven veren ve etkin bir CHP için “değişim” sözcüğü gündemden düşmüyor ama bu da ağırlıklı olarak “O gitsin, ben geleyim” mantığı ya da “CHP en demokrat parti, herkes koltuğa talip olabilir” kandırmacası üzerinden yürüyor. Dolayısıyla da CHP yine koşu bandında efor sarf ediyor. Hem de ülkede yaşanan bu kadar olumsuzluğa rağmen...