Tunca Bengin

Tunca Bengin

tunca.bengin@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Ülkedeki terör ortamı ve siyasi arenadaki gerginlik, kutuplaşma sokaktaki insanı bıktırdı. Nasıl bıktırmasınki aradan geçen onca yıllara rağmen bugünün dünden farkı yok. Dahası hem terör hem de siyasi gerilimin dozajı artarak tehlikeli bir noktaya doğru gidiyor. Açıkçası ülkede yaşananlar herkesin “o günlere mi dönüyoruz” diye endişeyle sözünü ettiği 1990’lı yıllardakileri çoktan yakalamış durumda. Bunun son örneği de Kobani olmaktan kurtarıldı denilen ve günlerce sokağa çıkma yasağı uygulanan Cizre’deki gelişmeler ve görüntüler. Şöyle ki;
1990’lı yılların başında da siyasi arenada kutuplaşma had safhadaydı ve olası bir “erken seçim” ya da sonucuna dönük öngörüler tartışılıyordu. Aynı dönemde PKK’nın ülke genelindeki eylemleri de artarak devam ediyordu.

O günlerde doğanlar bugün ölüyor...
Nitekim 21 Mart 1990’daki Nevruz kutlamaları sonrasında başlayan ve 4 kişinin yaşamını yitirdiği çatışmalar nedeniyle Cizre’de bir süre sokağa çıkma yasağı uygulanmıştı. Bu yasaktan nasibini alan biz gazetecilerde ilçe merkezindeki bir otelde tutulmuştuk. O günlerdeki tek iletişim olanağımız ilçedeki sabit telefon hatları da kesikti. Yani otel kapısı ve çatısından tanık olduklarımızı dahi aktarma olanağı yoktu. Yasak kalktıktan sonra 24 Mart’a kadar devam eden gerginlik sürecinde Cizre’deki tesbitlerimiz ise yollardaki barikatlar, bomba- mermilerle harabeye dönen binalar ile mağdur olan halkla güvenlik güçlerinin karşı karşıya gelme tedirginliğiydi. Çünkü o zamanda Cizre olayının “planlı bir hareket” olduğu söyleniyor, dönemin iktidar sözcüleri de şöyle diyordu:
“Kamu düzenini sağlamak için ne gerekiyorsa o tedbirler alınacaktır, kimsenin kuşkusu olmasın.”
Özetle aradan 25 yıl geçse de ülkenin görüntüsünde ve siyasilerin olaylara yaklaşımında değişiklik yok. Tek fark bugün çatışmalarda ölenlerin o günlerde doğan çocuklar olması...O nedenle yarına dönük sokağın tek beklentisi akan kanın artık durması...

Haberin Devamı

GES’in MİT’e devri hataydı

Terör eylemlerine karşı en güçlü silah istihbarat. Yani örgütü, teröristi harekete geçmeden duyum almak ve çökertmek. Ancak son dönemde görüyoruz ki “endişeyle beklenen eylemlere” müdahalede bile ciddi sorun var. O nedenle de PKK’nın asker ve polise yönelik hemen her saldırısından sonra “istihbarat zaafiyeti” sorgulanıyor. Ya da istihbarat ağındaki “iletişim kopukluğundan” söz ediliyor. Örneğin eski İçişleri Bakanı Sadettin Tantan diyorki:
“Silahlı Kuvvetler’in teknolojik istihbaratı Genelkurmay Elektronik Sistemler Komutanlığı(GES)’nın MİT’e devredilmesi hataydı. PKK’yla mücadele için Silahlı Kuvvetler’de hem teknolojik hem de canlı istihbarat teşkilatı oluşturulması gerekiyor. Türkiye’de istihbarat teşkilatlarının alt yapısında da hukuk ve kurumsal açıdan büyük eksiklikler, boşluklar var..Polis ve jandarma istihbaratı bu çerçevede büyük zaafiyet yaşadı. MİT’in kadrosu büyük oranda emekliye sevkedildi,yerine gelenlerin ne kadar o bölgeyle ilgili, eğitimli olduğu da bilinmiyor. Yani orada da büyük kopukluk ve eksiklik var. Bölgede PKK’ ya geçit vermeyen aşiretler de devlet sahip çıkmayınca göç etmek zorunda kaldı ya da örgüte teslim oldular...”