Tunca Bengin

Tunca Bengin

tunca.bengin@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Son sözü baştan söylemekte yarar var. İstanbul polisinin operasyonunda yakalananlar sahte ilaç değil alenen cinayet şebekesi. O nedenle bu olayı sorgularken de yargılarken de bu kapsama sokmak şart. Çünkü bu işin sonu insanın parasından çok yaşamını çalmakla ilgili. Yani sonunda ölüm var. Düşünebiliyor musunuz? Kanser hastası doktorun yazdığı ilacını eczanede bulamıyor. Tomarla para ödeyip el altından ulaştığında da, şifa diye kullandığı şey, şekerli su, nişasta ya da tuz çıkıyor. Şimdi bunun silahla insan öldürmekten farkı var mı? Tedaviyi engelleyen, umutları söndüren ve bunu bile bile yapan çete bozuntusu bu kişilerin “kasten adam öldürmek” suçundan yargılanıp ceza almaları gerekmez mi?..
Yanıt kesinlikle evet. Ama ne oluyor? Kronik kanser, kalp, böbrek hastalarının hayatlarına kast edenler, marka bir çantanın, ayakkabının benzerini üretip piyasaya sürmekle eşdeğer ceza alıyor. Bunun karşılığı da bir ila beş yıl arası hapis cezası. Bu adama “devam et hemşehrim” demek gibi bir şey. Bunun açık kanıtı da 2005 ve 2011’deki operasyonlara rağmen piyasadaki sahte ilaç sayısının hızla artması, hastanelere dahi sızması ve uluslararası boyuta ulaşması. Sözümona TCK’da değişiklik yapılacak ve sahte ilaç üretenler “kasten adam öldürmek” suçundan yargılanacaklardı...

400 kalem ilaç yok
Vatandaşın parasını alıp ölüm satanların iştahını kabartan sadece yasal boşluk değil.. Asıl sorun, hayati önem taşıyan çok sayıdaki ilacın eczanelerde olmaması. Bunun nedeni de üretici, ya da ithalatçı firmayla bakanlık arasındaki fiyat anlaşmazlığı. Biri kar etmiyorum diye aranan kanser, kalp ilaçlarını üretmiyor ya da ithal etmiyor, öteki piyasada var diye inat ediyor. Sonuç, cinayet şebekesinin eline düşmek. İstanbul Eczacılar Odası Başkanı Semih Güngör, bugün piyasada 300 - 400 kalem ilacın bulunmadığını söylüyor. “Yok”lar listesinin de her geçen gün uzadığına dikkat çekerek şöyle diyor:
“Var denilen ilaçlar bile yok. Örneğin bir ilacın ihtiyacı bin kutuysa 100 - 200 kutu getirip, birkaç eczaneye ikişer, üçer dağıtılıyor, bu da ‘piyasada var’ oluyor. Oysa gerçekte yok. Fiyatla ilgili uzlaşma sağlanmadığı sürece listenin uzaması kaçınılmaz. Türk Eczacılar Birliği’nin bu konuda sürdürdüğü zoraki görev (talep üzerine ithal ediyor) de yeterli olmadığı için çaresiz kalan hasta, yurtdışından kendi getirtme ve kaçak gibi son derece tehlikeli yolu deniyor. Cezai yaptırımların komikliği de sahteciliği teşvik ediyor.”

Haberin Devamı

Karda kışta en güvenli yol!

Haberin Devamı

Kim ne derse desin, kar yağdı mı İstanbul felç. Bunda tüm uyarılara rağmen aracına kış lastiği takmayan vatandaşın rolü büyük. Ancak bilmem kaç ton tuz, kar küreme makinaları, çekici filoları falan da hikaye... Çünkü önemli olan bunların göstermelik varlığından çok doğru yerde doğru zamanda bulunması. Tabii bu özellikle trafik polisleri için de geçerli...
Açıkcası demem o ki; yaşanan her kaosun faturasını sadece vatandaşa kesmek en azından haksızlık. Çünkü adama sen ne yaptın diye sorarlar. Doğru, dün sabah toplu taşıma araçlarında ciddi sorun yaşanmadı, ancak bazı ana yollardaki önlemler yine yetersizdi. Örneğin, Kağıthane sapağından TEM’i E-5’e bağlayan ve de üzerinde Afet Koardinasyon Merkezi’nin bulunduğu yol.. Aslında burası, fizyolojik ve psikolojik olarak kapanmaması gereken tek yol. Ama ne mümkün? İşte dün sabah tanık olduklarımız;
06.20’de Bahçeşehir’den yola çıkıp, Kağıthane sapağından Okmeydanı’ yönüne kıvrıldığımızda saat 06.45’i gösteriyordu. Tam “Ne güzel yollarda sorun yaşamadık “ diye düşünüyorduk ki, solumuzda kalan İstanbul’un tüm yollarından sorumlu “Kriz Merkezi” binasını geçer geçmez trafik yavaşladı. Sadabad viyadüğüne gelmeden de tamamen durdu. Nedeni belliydi, zaten yolun kenarındaki levhada da “viyadükler, yollardan daha çabuk donar” diye açık açık yazıyordu. Araçlardan inip yürüyenleri görünce “acaba mı” diye yeltendik, ama “burası en güvenli yol birkaç dakikaya açılır” diye düşününce vazgeçtik. Yanılmışız, dakikalar saatleri buldu ve yol ancak saat 08.00 de hareketlendi. Üstelik de çekici ya da polisin değil vatandaşın çabasıyla. Çünkü onlar yoktu, var olan tek şey Okmeydanı sapağını tıkayan ip gibi dizilmiş hafriyat kamyonlarıydı.