Vedat Milor

Vedat Milor

Tüm Yazıları

Rodos Adası’ndaki Fotis Fish Restaurant’da hem birbirinden lezzetli deniz ürünleri yedik hem de ekonomik kriz zamanında bile cömertliklerini esirgemeyen komşularımızdan bir insanlık dersi aldık

Rodos’ta bir insanlık dersi

Rodos’un eski şehrinde sokaklar labirent gibi. Aradığımız lokantayı bulmakta zorlandık.

Jorgos Cala’yı tanıyor musunuz? Elbette, cevabını biliyorum. Tanımıyorsunuz. Kendisi Rodos’taki Fotis Fish Restaurant’ın işletmecisi. Lokanta Rodos eski şehirde.
(8 Menekleus Street. Telefonu: +30-2241027359)
Benim tanışmam tamamen tesadüfen oldu. Bir arkadaşım rehber ve Rodos’a grup götürmüş. NTV ile çekim yapacağımızı söyleyince bu lokantayı tavsiye etti. Jorgos ona kartını bırakmış. Jorgos’u aradı ve benim bir yemek-şarap eleştirmeni olduğumu, Rodos’ta bir kanala çekim yapmak için bulunduğumu ve altı kişilik bir grupla akşam yemeğine geleceğimizi bildirdi.
Çekim programını yapmıştık. Maalesef Fotis’i programa alamadık.
Açıkçası korka korka gittim lokantaya. Korka korka gittim çünkü ülkemde, özellikle İstanbul dışında, diyelim bir kebapçıyı çekip diğerini çekmezsek çekilmeyen en azından sitem ediyor. Bazen de yetkililere “Haksız rekabet bu abiler, bana yardım edin” diye şikayette bulunuyor.

Çiğ deniz ürünlerinden sonra masaya beyaz şarapla pişmiş midye geldi
Kıskançlık, haset, bel altından vurma ve kaçak güreşme sadece biz Doğululara özgü bir şey değil. Ama sanki Doğu’da daha fazla öne çıkıyor bu özellikler. Çıkıyor çünkü hem kültür buna izin veriyor hem de yapanın yanında kalıyor.
Yunanistan komşumuz ama aramızdaki kültür farkı Fotis lokantasında, Jorgos’un kişiliğinde ortaya çıkıyor. Etnik olarak Yunan olmamasına, bize daha yakın olmasına rağmen Jorgos, Batılı davranış türünü benimsemiş. Lokantanın sahibi belli ki bu tip davranışa prim veriyor.
Yunanistan ciddi bir ekonomik krizde olmasına rağmen hiç kimse tutup sizi kolunuzdan lokantaya çekmiyor.
Rodos’un eski şehri cok cazip ama sokaklar labirent gibi. Lokantayı bulamadık. Başka lokantacılardan yardım istedik. Bize gel demediler. Elimizden tutup Fotis’in önüne getirip bizi Jorgos’a teslim ettiler. Elimizi sıktıktan sonra da kendi lokantalarının kartını vermekle ve “İnşallah fırsatınız olursa bize de bekleriz” demekle yetindiler.
Güzel bir Rodos akşamı Fotis’in ağaçlı avlusunda tertemiz, bembeyaz keten örtülü ve sandalyeleri çok rahat bir masaya kurulduk. Kağıt değil, keten peçeteler. Adam gibi şarap kadehleri.
Hafif hafif çalan ve birbirimizi duymayı engellemeyen romantik Fransız müziği ruhumuzu gıdıklarken ne yemeyi ve içmeyi arzu ettiğimiz soruldu. “Deniz ürünleri ve beyaz şarap” dedik.
“Lokantamızın özel bir deniz ürünlü rizottosu var, onu da ister misiniz?” diye sordular.
“Tabii” dedik.
Ağzına balık koymayan, kabuklu deniz ürünlerini görünce de yerini değiştiren Ceylan’a ne yiyeceği özel olarak soruldu. Makarna ve kroket ve süt ya da meyve suyu!
“Çiğ istiridye ister misiniz?” diye sordular. “Hepatit A kapmak istemeyiz ama çok severiz” diye cevapladık. “Merak etmeyin” dediler.
İstiridyeler iyiydi, çiğ akuvadisler de harikaydı.
Arkadan bir sürpriz. Benim çok sevdiğimi söylediğim çiğ deniz kestanesi. Lezzetleri hem keskin hem de tatlımsı, iyotumsu. İstiridye gibi, deyim yerindeyse zengin ve yağlı değil. Bu yüzden deniz kestanesi ve avokado püresi bileşimi hem dokusal uyum hem zıtlık yoluyla lezzet uyumu açısından harika oluyor.
Çiğ deniz ürünlerinden sonra çok iyi bir midye geldi. Beyaz şarapla pişmiş. Fransız usulü.
Tabii beyaz peynirli çoban salata (Yunan salatası diyorlar), zeytin, tarama, süzme yoğurttan cacık konuldu masaya.
Bu arada Ceylan’ın peynirli kroketleri geldi. Ceylan öyle bir yedi ki, biz de imrendik. Onun üzerine bize de kroket yaptılar. Gelince Ceylan onları da kaptı. Babasının yediklerini garip, bazen de “iğrenç” bulduğu için kızcağızın diyeti çok sınırlı. Gülüp bize tekrar kroket yaptılar!
Bu arada kalamar tava ve ahtapot ızgara geldi. Ahtapotu bizim gibi yumuşak yapmıyorlar. Sanırım güneşte kurutuyorlar. Ben seviyorum.

Taze sübye mürekkebi ile pişmiş rizotto karşı konulamaz lezzetteydi
Asıl karşı konulamaz lezzet rizotto idi. Taze sübye mürekkebi ile pişmiş. Rengi siyah. İçinde taze kalamar. Bir de harika bir rayiha var. Limon kabuğu mu diye sordum. Portakal kabuğu imiş. Maalesef baştan balık yeriz demiştik.
Koca bir lagosu güzel pişirmişler. Akdeniz ülkelerinde mangalda ızgara balığın nasıl pişirilmesi gerektiği genellikle biliniyor. Yani üzerine deniz tuzu, pişerken de kurumaması için zeytinyağlı sos.
Yanında ıspanak püresi ile sunuldu balık. Arkasından ise “Artık doyduk, nefes alacak halimiz kalmadı” dememize rağmen, “müessese ikramı” diye bütün tatlılarından seçme koca bir tabak kondu önümüze. Aralarından sakızlı sütlaç ile kremalı ve vişne taneli milföy tipi bir pastayı çok taze bulup beğendiğimi hatırlıyorum.
Otelimize dönüşte tek arabaya sığamayacaktık. Bir taksi istedik. Jorgos “Ben sizi bırakırım” dedi.
Dönüşte tamam dedim kendi kendime. Şimdi çekim konusunu açacak! Herhalde kafamın bir tarafı Doğulu olduğu için öyle düşünmüşüm. Havadan sudan ve şaraptan konuştuk.
Çekim konusunu hiç açmadı Jorgos. Gazetede yazdığımı da bilmiyor.
Ben Asirtiko üzümünü çok seviyorum. Özellikle de Santorini Adası’nda bu sepaj çok iyi sonuç veriyor. Volkanik teruar tütsü-duman tipi bir aroma ve güçlü bir mineralite kazandırıyor bu şaraplara.
Jorgos’a içtiğimiz şarabı çok sevdiğimi söyledim. Maalesef bizde bu tip zengin asidite ve mineraliteli beyaz şarap yok dedim ve fiyatını sordum.
Ertesi gün Rodos’tan ayrılıyorduk. Feribottaki yetkili beni görünce önce “Vedat bey, sizi yorgun gördüm” dedi. Sonra da ekledi: “Bir emanetiniz var.”
Jorgos hatıra olarak o sevdiğim şaraptan bulmuş, biz otelden sabah ayrıldığımız için de ta feribota kadar getirmiş.
Pes vallahi. Ne diyeyim?
Kriz zamanı bile insan olduklarını unutmayan ve cömertiklerini esirgemeyen komşumuzdan ders almasını dileyelim bazı turizmcilerimizin.

Haberin Devamı

DEĞERLENDİRME: HHHHH