Verda Özer

Verda Özer

verdaozer@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Türkiye’nin AB üyeliği geldi gündemin yine en tepesine oturdu. Elbette geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Paris ziyaretinde muadili Macron’la görüşmesi sonrasında.
*
Macron her ne kadar tam üyelik perspektifinin gerçekçi olmadığını ve bunun yerine yeni bir ortaklık modeli geliştirilmesi gerektiğini söylese de asıl vurgusu öne çıkmadı. Oysaki Fransa Cumhurbaşkanı’nın en önemli mesajı, “Asıl amaç, Türkiye’nin ve Türk halkının Avrupa’nın içinde kalmasını sağlamak” sözü oldu. Bu bağlamda da Türkiye’nin Avrupa Konseyi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kapsamında kalması gerektiğini söyledi.
Yani Türkiye’nin AB sisteminin içinde kalması için yeni bir yol bulunması ihtiyacını vurguladı. Aynen seleflerinden Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin hep dile getirdiği gibi. Almanya Şansölyesi Merkel’in de tutumu hep “imtiyazlı ortaklık” olageldi. Ancak bu hiçbir zaman Almanya’nın resmi devlet politikası haline getirilmedi. Şimdi Macron’un çıkışı sonrası Merkel de (koalisyon kurmayı başardıktan sonra) bu söylemi daha sesli dile getirebilir. Ve hükümetin resmi politikası yapabilir.
Tam üyelik biterse
Peki, bu durumda Ankara ne yapabilir? Yapmalı? Buna karar verebilmek için önce tam üyelik perspektifinin sonlandırılmasının bize neler kaybettireceğini görmek gerekir.
Her şeyden önce Avrupa’da yaşayan Türk vatandaşlarının hukuku bundan olumsuz etkilenir. Zira orada ayrımcılığa tabi olmadan yaşayabilmelerinin, çalışabilmelerinin temeli “ortaklık hukuku”na dayanıyor. Yani Türkiye’nin tam üyeliğini öngören Ankara Anlaşması’na. Bu perspektif ortadan kalkarsa, vatandaş- larımızın hukuki kazanımları da kaybolur.
2.si; dış yatırım ve uluslararası piyasalara verilen mesaj açısından Türkiye ekonomisi olumsuz etkilenir. Zira her ne kadar AB gündeminde durgunluk olsa da Birlik’e teknik mevzuat uyumu devam ediyor. Yani çıkarılan yasalarda hep AB mevzuatı referans alınıyor. Bunun ortadan kalkması, piyasalar için hayati olan belirginliği de ortadan kaldırır.
Pozitif gündem
EDAM (Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi) Başkanı Sinan Ülgen’e göre 3. kayıp da geleceğin ipotek altına alınması olur. Zira tam üyelik kapısı kapatılırsa, bu süreci tekrar başlatmak siyaseten çok güç. Bunun için tüm AB üyelerinin onayı gerekiyor. Ülgen, “Bu nedenle, bu siyasi fırsat penceresinin muhafaza edilmesi lazım. Evet, koşullar şu an zor. Ama yine de tam üyelik sürecini ilelebet sonlandırmayalım, uykuya bırakalım” diyor. Ve bu sırada da başka alanlarda ilerleme sağlanabileceğine dikkat çekiyor.
Bunların başında Gümrük Birliği’ni derinleştirmek geliyor. Vize muafiyeti konusunda ilerleme sağlamak, AB programlarının (Erasmus gibi) geliştirilmesi, enerji alanında işbirliği, terörle ortak mücadele, mülteci anlaşmasının devam ettirilmesi, ekonomik diyaloğun devamı... Bu adımlar arasında. Ancak bunlar tam üyeliğin alternatifi değil, tamamlayıcısı olarak ele alınmalı.
*
Kısacası, tam üyelik süreciyle ilgili sorunlar aşılana kadar böyle bir “pozitif gündem” belirlenip odaklanılmalı. Ülgen’in vurguladığı gibi: “Tam üyelik müzakerelerini başlatan bu hükümetti. Bu başarıyı ilelebet heba edecek bir adım atmayalım.”