Yaman Törüner

Yaman Törüner

yaman.toruner@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Önceki yazımda, Eswar S. Prasad’ın, “Dolar Tuzağı (Dollar Trap)” isimli kitabından yola çıkarak, doların dünya ekonomisindeki hakimiyetini nasıl sağladığını anlatmaya çalışmıştım. Doların “rezerv para” olma durumunun devamı amacıyla alınan sistematik tedbirlerden ve başarılardan bahsetmiştim. Doların “rezerv para” olması, ABD Merkez Bankası (FED)’e bir senyöraj yetkisi kazandırıyor ve bu sayede FED, matbaasında dolar basıp, bu karşılıksız paralarla ABD’nin dışarıdan aldığı mal ve hizmetler için ödeme yapabiliyor. FED bu konumu ile, bir bakıma “Dünya Merkez Bankası” konumuna yerleşmiş durumda. Doğal olarak, bu senyöraj olanağını, enflasyonu azdırmadan, yavaş yavaş kullanmak zorunda. Enflasyonu dizginleyebilmek için de, faizlerin çok düşük seviyelerde tutulması gerekiyor. Euro bölgesi ülkeleri ve Çin gibi diğer bazı ülkeler senyöraj olanağını en azından paylaşmak istiyorlar. Bu amaca yönelik çekişmelere, “para savaşları(currecy wars)” deniliyor.

Cepheler nasıl güçlendiriliyor?
Global kriz başlangıcında, 2008’de FED gereğinden fazla para basmış; krizle başa çıkamayacağı izlenimi vermeye başlamıştı. Quantum Fonu yöneticisi George Soros “Bu gidişle, ABD ciddi bir durgunluğa sürüklenecek; Dolar çökecek; ABD, tahvil borçlarını ödeyemeyecek” diyordu.
Nobel ödüllü ekonomist Paul Krugman “ABD’nin cari açık problemi doların ciddi değer kaybına yol açacak” demişti.
Alman Der Spiegel gazetesi, ABD’nin durumunu “ekonomik bir Pearl Harbor” olarak değerlendirmişti. IMF ve Dünya Bankası, doların “rezerv para” olmaktan çıkış olasılığının, tüm dünya ekonomilerinin sorunu olacağını söylüyordu.
Sonra aniden, beklenmeyen şeyler olmaya başladı. Krize rağmen, ABD’ye para yağıyordu. Amerikan yatırımcılar, dışarıdaki paralarını getirmeye başladılar. Sadece özel yatırımcıların ülkelerine getirdiği para, 2008 yılı Eylül-Aralık döneminde, yarım trilyon doları buldu. Gelişmekte olan ülke merkez bankaları dolar üzerinden ciddi ölçüde rezerv tutmaya başladılar. FED acayip ölçüde para bastığı halde, böyle bir durumda artması gereken faiz oranları düşüyordu. Hatta, bir ara ABD 3 aylık Hazine Bonoları negatif faiz vermeye başladı. Doların “rezerv para” olma konumunu kaybetmemesi için, herkes elinden geleni yapıyordu.
İşte tam bu sırada, Euro bölgesinde ekonomik kriz çıktı. Bu gelişme, dolara olan ilginin daha da artmasına neden oldu.
10 yıllık ABD Hazine Bonosu faizleri, Aralık 2009-Kasım 2010 arasında % 3.6’dan % 2.5’a geriledi. Bu dönemde, ABD Hazine Bonolarına 180 milyar dolar normal dışı giriş oldu. Bu girişin 1/3’ünü, yabancı merkez bankaları sağladılar.
Ağustos 2011’de, Standard and Poor’s tarihi hatasını yaparak, ABD’nin notunu AAA’dan AA+’a düşürme cesaretinde bulundu. Tabii ki, pişman edildi ve hatasını düzeltti. Nasıl oldu ise, S&P’nin not düşürmesi, tersi beklenirken, ABD’ye daha yoğun biçimde para girişi ile sonuçlandı. Eylülde, Bono faizleri net % 1 daha düştü.
Savaş dediğin böyle yapılır; her cephede.

Yaramaz Çin
Bu gelişmeler yaşanırken, Çin parasını “rezerv para” yapma uğraşısı içine girdi. FED’in doların değerini daha fazla koruyamayacağını düşünüyordu. Çin, bu iş için 360 milyar dolar harcamayı gözden çıkardı. Çin mallarını biraz daha ucuza alabilecekleri söylenerek, bazı ülkelerle Swap Anlaşmaları yapmaya başladılar. Bu ülke merkez bankalarına Çin parası Renminbi (Yuan), hesaben veriliyor; bu ülkelerdeki ithalatçılar da Renminbi ile ödemelerini yapabiliyorlardı.
Bizim Merkez Bankamız da, bu oyuna dahil oldu ve 21 Şubat 2012’de 10 milyar Yuan kullandı. Bir çok merkez bankası, bu anlaşmaları bilançolarında göstermedi; ama, not edildiler. Merkez Bankamızın anlaşması nispeten küçük tutarlıydı ve gizli tutulmadı.