Yazarlar Yasama ve yönetilme

Yasama ve yönetilme

01.10.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Yasama ve yönetilme

Yasama ve yönetilme

Ali SİRMEN

YENİ yasama yılı bugün başlıyor.
Milletimize hayırlı olsun diyerek başlayalım.
Ama bir gerçeği de görmezden gelmeyelim. Nicedir olduğu gibi, 1 Ekim 1997 günü de Türkiye'nin en önde gelen özelliklerinden biri yönetilemeyen bir ülke olmasıdır.
Bu yönetilememenin, yönetilenlerden mi, yönetenlerden mi kaynaklandığı sorusu elbette önemlidir. Ama olayın kaynağı ne olursa olsun, yönetilemediğimiz bir gerçektir.
Yönetilemeyen ülkelerde ise rejimler ister istemez, değişime uğruyor, iyi niyet ya da temenniler bunu değiştirmiyor.
Geçenlerde Fransız 3. ve 4. cumhuriyetleri ile ilgili yazıma, aziz dostum ve değerli siyaset bilimci Gencay Şaylan telefon ile itiraz etti.
- Benzerlikler o kadar büyük değil, Türkiye'nin sorunu başka dedi.
Sonra da görüşünü açıkladı: "Fransa'da hükümet bunalımlarının birbirini izlediği dönemlerde bile, bürokrasi böylesine talan edilmemişti. ENA, ENS vs. gibi büyük okullardan çıkan bürokratlar yerlerini korumakta, bürokrasi tıkır tıkır işlemekteydi. Bir de Türkiye'ye bakalım, her iktidar değişikliği, hatta aynı eğilimden, yelpazenin aynı yanından olan partilerden birinin gidip, öbürünün gelmesi, Türkiye'de bürokrasiyi darmadağın ediyor. Asıl bu patronaj fikrinden kurtulmak gerek."
Dostum haklıydı. Ben de haklıydım. Zaten yazıda da, hiçbir zaman iki ülke arasında birebir benzerlik olamayacağını belirtmiştim.
Ama siyasileri bürokrasiyi böyle allak bullak etmeye iten, müşterileri ile kendileri aralarında aracı durumunda olan delegelerin, partililerin talepleri değil miydi?
Gerçi girişimler kimi zaman bu talepleri de aşıp, müşteri kayırmadan akraba taallukat kayırmaya varıyor ama, sonuç değişmiyor.
Siyaset öyle hale gelmiş ki, Türkiye yönetilemiyor.
Bir ülke yönetilemez hale gelince (suç ister yönetende, ister yönetilende, isterse her ikisinde olsun sonuç değişmiyor) sistem tartışmasını kimse engelleyemez.
İşte bu yüzdendir ki, bir defaya mahsus seçilecek, görev süresi beş yıl olacak bir cumhurbaşkanının yetkilerini artıracak bir başkancı sistem tartışması, siyasi kadroların çoğundan iltifat görmese bile bu denli yaygınlaşmıştır.
Tabii o naktada da bir hususa çok dikkat etmek gerek.
Demokrasilerde, mucizevi çözümler ve sistemler yok. Anayasalar tek başlarına fazla bir anlam ifade etmiyorlar.
Fransa'da demokratik sonuç veren başkancı sistem, Weimar uygulamasında Almanya'nın felaketine yol açtı. Toplumun demokratik kültürünün, birikiminin ve kurumların sağlamlığının da gelişmelerde payı oluyor.
General De Gaulle, Anayasa'nın 16. maddesinin kendisine verdiği diktatoryal yetkileri saptırarak, demokrasiyi çiğnemeye teşebbüs etmedi.
De Gaulle aynı Anayasa'nın 3. maddesinin tanıdığı referandum yetkisini kullandı ama, son referandumdan onun isteğine "hayır" yanıtı gelince de, 24 saat bile beklemeden istifa etti.
Fransız sistemi, salt kendi mekanizmasının sağlamlığından yürümüyor. Hatta cumhurbaşkanı ve parlamento ile onun seçtiği başbakanın ayrı çoğunluklardan gelmeleri halinde sistemin çökeceği bile düşünülmüştü ama olmadı. İki tarafın siyasal uzlaşması demek olan cohabitation ile yürüdü sistem.
Şimdi aynı sistem "vermişsem ben vermişim, kime ne?" diyenlerin elinde ne olur bunu da düşünelim tabii ki.
Bütün bu gerçekleri görerek, tartışmaları sürdüreceğiz.
İstesek de, istemesek de. Çünkü bir ülke bir kez yönetilemez oldu mu, yukarıda da belirttiğimiz gibi, orada sistem tartışması kaçınılmaz hale gelir.



Yazara Email A.Sirmen@milliyet.com.tr

Yazarlar