Mehmet Soysal

Mehmet Soysal

mehmet.soysal@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İkiye ayrılan bir sokağın başındayız...
Biri uzun bir yol, diğeri çıkmaz bir sokak...
Ve biz çıkmaz sokaklardan geriye dönüp sürekli başka bir yola saptırılıyoruz.
Gerçek yolu bir türlü bulamıyoruz.
“Önce yol, sonra yoldaş” diyerek vardığımız yolun sonu, çıkmaz sokak.
Ve büyük tuzakların döşendiği yollarda sayısız pusuya ve gizli oyunlara yenik düşme nedeni de bu.
Asırlardan beri terörün bin bir yüzüyle tanışıyoruz, tanıştırılıyoruz.
Etrafımızı saran büyük bir labirente ve bin bir kapısı bulunan bir coğrafyada yaşadığımızı çoğu zaman unutuveriyoruz.
Oysa, “Önce yoldaş, sonra yol” stratejisine artık geçilmeli...
***
“Yüzü olmayan düşman” sürekli içimizdeki aktörleri satın alarak sahneye çıkartıyor!
On altı devletimizin nasıl yıkıldığını, tasfiye edildiğini ve ihanetlerin öyküsünü bilen, soran, yazan, çizen, arayan, konuşan, gelen, giden yok!
Sayısını bilemediğimiz kadar çöpçatanlıktan başka bir adı olmayan yarışmalar, halkı düşündürmenin uzağında bir yerlerde oyalayan lunapark eğlencelerinden farksız magazin başlığı altında yayınlanan programlar ve düğüm üstüne düğüm atılan hayali senaryoların uzayıp giden dizilerine süre ayıran televizyonlar, ülkenin bin yıllık ihanet dolu tarihine dönüp bakmıyor, yazmıyor, çizmiyor, sormuyor, konuşmuyor, konuşturmuyor!
Geçmişi kimileri karaladı, çizdi, aşağıladı, inkâr etti; diğer bir kısmı da methiye dizmekle bir ömür tüketti...
Ve adeta söğüt ağacının altında Sultan Alparslan, Osman Gazi, Fatih Sultan Mehmed, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman ve Sultan Abdülhamid Han diyerek destan okumakla yetinildi.
Başka bir kesim de harem, entrika gibi esrarengiz yalan ve efsanelerle farklı bir misyon üstlendi.
Kimse, “Bir Fatih, Yavuz, Kanuni daha niye çıkmadı?” sorusunu sormuyor.
Asıl kördüğüm burası işte...
***
Tarihin sayfalarında destansı hikâyeler yazılmış.
Methiye tarihinden başını kaldıramayanlar yüzü olmayan düşmanı bu yüzden göremiyor, tarif edemiyor.
Düşmanını tanıyamadan büyüyen bir nesil doğuyor, büyüyor ve aldatılıyor ve sonra ölüyor...
Kimi kahrından, kimi kendisini ifade edememenin üzüntüsünden çekip gidiyor.
Elli yıldan beri Necip Fazıl, Nâzım Hikmet diyerek şiirden bahsettik...
Söyledik, yazdık, çizdik, anlattık, bağırdık, çağırdık...
Kimse; “Bir Necip, bir Nâzım Hikmet daha niye çıkmıyor?” diyerek yazmıyor, çizmiyor...
***
Timsahlar, yılanlar, kertenkeleleri öğrettiler bize.
Ve tunç, taş, cilalı devirlerini...
Lakin, terörün, fitnenin, namerdin ve hainin, yani “yüzü olmayan düşmanı” bir türlü öğrenemedik ve öğretmediler...
Ve bir Kurban Bayramı daha geliyor.
Bin yıldan beri kaç kurban verdik, kaç bin defa yenik düştük sayısını bilmiyoruz.
Bir kez daha söylüyoruz; önce yoldaş, sonra yol zamanıdır...