SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Sen Hiç, Bir Ağaca Sarıldın mı?

Sen hiç, bir ağaca sarıldın mı? Çıplak kollarını, yanağını değdirip tüm bedeninle kucakladın mı bir ağacı? Gözlerini kapatıp yüreğinle cansuyunun sesini dinledin mi hiç? Gövdesinden çok daha büyük bir titreşimi olduğunu hissedebilecek kadar sessiz ve uzun uzun sarıldın mı? Sen hiç, omurganı dayayıp bir ağaca, senin için yapraklarının çaldığı senfoniyi dinledin mi can kulağınla? Sen hiç, bir ağacın varoluştaki kutsallığını, form ötesi varlığını fark edip doğayı onurlandırdın mı?

Ya da sen ne yaptın ne yapıyorsun benim bilmediğim, benim yapmadığım… Ağaçları kesmenin, yakmanın dışında. Nasıl bir iletişim kuruyorsun, nasıl bir aşk yaşıyorsun ağaçlarla? Anlat bana, hatırlat bana varoluşun gizeminde unuttuklarımızı.

İnsan, doğa olmadan yaşar mı? Hiç sanmıyorum, ama doğa, insan olmadan da yaşar, zaten biz var olmadan önce doğa vardı. Biz ne yaptık? Yaşamımız için sunulan cana kıymaya başladık, oysa can bulduğumuz anayı onurlandırmamız gerekiyordu. Fark edenlerimiz olmadı mı? Oldu tabii ki, bu yüzden Kızılderililer, Şamanlar “ilkbaharda yavaş ve sessiz yürü, çünkü doğa ana hamile” dediler. Ağaçlarla konuştular, saygı duydular, onları onurlandırıp kutsadılar…

Şimdilerde bakıyorum da binalar binalar… Betondan ruhsuz yaşam(ama) alanları. Evet, yaşam değil yaşamama alanları sardı her yerimizi. Ağaçları göremiyoruz, insan görmediğini zamanla unutuyor. Bir gün elektronik ya da plastik ağaçlara sarılmak zorunda kalmamak için bugün daha çok sarılmalıyız ağaçlara. Bedenimizle, ruhumuzla sımsıkı sarılmalıyız. En güzel hediyenin fidan dikmek olduğunu hatırlamalıyız. Bir değil bin dikili ağacımız olsun :)

Şimdi söyle bana; sen hiç, bir ağaca sarılıp cansuyunu dinledin mi, onu onurlandırıp varlığına minnet ettin mi? Ya da benim bilmediğim hangi güzelliği yaptın? Söyle bana, söyle ki öğreneyim, bir güzelliği daha hatırlayayım… Teşekkür ederim…

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

instagram.com/arzu.biyiklioglu/

facebook.com/arzubiyikliogluofficial/

Yazının devamı...

Dedikodu Yapsan Ne Olur Yapmasan Ne Olur?

Bir bilmece sorsam size, “insana konunun öznesiyken keyif; konunun nesnesiyken ıstırap veren şey nedir?” diye yukarıdaki başlıktan sonra hemen dedikodu cevabını verirsiniz. Peki, yazının başlığı olmasaydı cevabı hemen bulabilir miydiniz? Bugün birkaç arkadaşınıza sorarak deneyebilirsiniz :)

Farkında olarak ya da olmayarak sık yapılan insan iletişim şekillerinden biridir dedikodu. İletişim şekli diyorum çünkü dedikodu yapmak için en az üç kişiye ihtiyaç vardır. İki özne bir araya gelir, birbirine bağlanır ve üçüncü özneyi konunun nesnesi yapar, bu durumda üçüncü kişi sanal olarak ortamda varlığını sürdürür :) Konu içeriği, sanal olarak o anda bulunan kişinin alehinde doğru veya yanlış konuşmalardır. Dedikodunun ne olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz da acaba bu dedikodunun yan etkilerinin farkında mıyız? Ahlaki ve dini boyuttan baktığımızda ne olursa olsun başkaları hakkında arkadan konuşup çekiştirmek, gıybet yapmak iyi bir davranış değildir. Ama yine de yapılıyor; çünkü öncelikle dedikodu yapan, kendisine de zarar verdiğinin farkında değildir. İkincisi, ahlaki veya dini boyutta kabul görmeyen bu durumu kendisinin yaptığının farkında değildir ya da kendi yaptığının dedikodu olmadığını iddia eder, “gelsin ben onun yüzüne de söylerim” gibi savunmalar üretir…

Acaba dedikodu yapmanın başka ne gibi yan etkileri olabilir…

Mesela:

- İzinsiz olarak başkasının düşünce boyutunda enerji alanına girmiş olursunuz ve o istemediğiniz ya da sevmediğiniz kişiyle bağlarınızı pekiştirirsiniz.

- Sevmediğiniz kişi ya durumları hayatınıza davet edersiniz.

- Dedikodu konusu kuvvetli bir yargıdır, yargıladığınız şeyi deneyimlemek üzere hayatınıza davet edersiniz.

- Dedikodu yaparken hissettiğiniz tüm olumsuz duyguları bedeninize akıtırsınız.

- Dedikodu yaptıkça bilinçaltında sizin de dedikodunuz yapılacağı inancı yerleşir ve başkalarının da sizin hakkınızda dedikodu yapmasından korkar, sürekli bir endişe duyarsınız.

- Derinlerde bir yerde ahlaki ya da dini olarak yanlış bir davranışı yapmanın içsel çelişkisini yaşar, huzursuz olursunuz…

Anlaşılıyor ki ne yaparsak yapalım kendimize yapıyoruz. Ama kendimize iyi mi kötü yapıyoruz farkında değiliz. Sonra “hayat niye böyle, neden başıma kötü şeyler geliyor” diye hayatı ya da başkalarını suçluyoruz. Tek çözümümüz REFLEKSİYON! Yani zihnimizi kendi üzerine döndürüp sahip olduğumuz bilgiler, düşünceler hakkında muhakeme yapmak. Ne düşündüğümüze, ne söylediğimize, ne yaptığımıza dikkat edelim :) Ki kendi çözümlerimizi üretebilelim.

Bugünün yazısını da Şems-i Tebriz’in sözüyle bitirelim:

“Sözü süz de söyle, gönlü bulandırmasın. Sözü diz de söyle, kulağa inci diye takılsın. Sözü yüze söyle, gıybet olup utandırmasın.”

Bir başka yazıda görüşmek üzere, sevgi ve sağlıkla ilerleyin…

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

instagram.com/arzu.biyiklioglu/

facebook.com/arzubiyikliogluofficial/

Yazının devamı...

Hayat Bir Puzzle Gibi

Herkes hayatı boyunca sanırım bir kez de olsa puzzle (yap-boz) yapmıştır ya da ne olduğunu biliyordur. Anlamsız, orantısız şekilde kesilmiş parçaların, uygun bağlantılı bir diğer parçasını bularak resmin tamamını ortaya çıkartmaya çalışırız. Puzzle parçalarının bazıları bizi çok zorlar, üstündeki şekillere hiçbir anlam veremez, bir şeye benzetemeyiz. Hatta bu parçayı puzzledan ayrı düşünürsek tek başına iyice anlamsızlaşır ya da gerçekte temsil ettiğiyle alakası olmayan bir şey de sanabiliriz onu. İyi veya kötü fark etmez, sonuçta bu bir zandır. Şimdi, bakalım ben konuyu nereye bağlayacağım… :)

İşte hayata veya insanlara da bazen böyle bakıyoruz ve onlar hakkında kararlar, hükümler veriyoruz. Hayatta karşımıza çıkan olayı kendi algımızla, tablonun tamamını düşünmeden, tek başına bir puzzle parçasını değerlendirir gibi değerlendirebiliyoruz. Bir insanı kendi algımızda ve tek bir davranışından, tek bir görüntüsünden ya da anlık bir sözünden yola çıkıp o insanın bütününü göz ardı ederek tek bir parçayla anlamlandırıp karar verebiliyoruz.

Nasıl ki tek başına bir parça bir anlam taşıyor ama bütünle değerlendirildiğinde anlamı ve hatta işlevi değişiyorsa hayata ve insana bakış açımızda da aynı durum söz konusu. Mesela tek başına karabiberi yemeye kalksanız acı gelir, tadından keyif almayabilirsiniz ama yemeğin içine karışırsa bütünde lezzet verir. Mesela bir insanla stresli olduğu bir anda tanışırsanız onunla ilgili verdiğiniz o anki hüküm, o insanı farklı zamanlarda tanımanızdan çok daha farklı olur. Ya da bir burun resmi görseniz beğenmeyebilirsiniz ama sonra yüzün tamamını gördüğünüzde karşınıza çok güzel duygular uyandıran bir yüz çıkabilir.

Bazen başınıza bir olay gelir, çok kötü diye yakınırsınız ama bir zaman sonra geriye dönüp baktığınızda aslında o olayın sizi daha kötü bir şeyden koruduğunu ya da sizin için iyi olacak bir yere sürüklemiş olduğunu anlarsınız JHiç olmadı mı böyle bir durum? Mutlaka olmuştur, “bana olmadı” diyorsanız belki de dirençli sabit noktalarınıza bakmanın zamanı gelmiştir :)

Hadi şimdi biraz daha yukarı çıkalım, ölçeği büyütelim. Her birimiz kendimizi ve başka insanları güzelliği, çirkinliği, kişiliği, dini, ırkı için yargılıyor ya da beğeniyoruz. Şimdi dünyanın üstüne çıkıp bakalım, acaba bu kadar insan bütünde neyi oluşturuyor, neye benziyor, bütünün verdiği resim nedir? Ve bu bütünde acaba ben neyi temsil ediyorum, sen neyi temsil ediyorsun güzel insan :) Zor soru değil mi? Olsun zor sorular zihin açar :)

Zihnimizin açık olduğu parça ile bütünü birleştirebildiğimiz bir hafta olsun…

Sağlık ve sevgiyle ilerleyin…

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

instagram.com/arzu.biyiklioglu/

facebook.com/arzubiyikliogluofficial/

Yazının devamı...

Mutluluk Emek İster

‘’Bir kırlangıçla tek bir gün bile bahar olmaz. Ve nitekim, mutluluk ve büyük sevinçler öyle bir günde ya da benzer bir küçük zaman diliminde gelmez.’’ (Aristoteles)

‘’Herkes cennete gitmek ister ama kimse ölmek istemez’’ sözünde olduğu gibi herkes mutlu olmak istiyor ama bunun için çoğu insan emek harcamak istemiyor :) Kendi dışında çabasızca bir şey oluversin de mutlu olsun istiyor. Ama bu kalıcı bir mutluluk için mümkün değil; insanın içinde yeşermeyen bir şey, dışındaki dünyada da can bulamaz. Bugün genel olarak mutsuzluk içinde olan bir insanın kafasında yılların mutsuzluk programı vardır. Zihin mutsuz olmaya programlanmıştır. Ve bu programın mutluluk programıyla yer değiştirmesi gerekir, bun için de emek şart. Öyle bir anda, ‘’Aaa, evet ya, ben bundan sonra ne olursa olsun mutlu olacağım!’’ cümlesiyle dünyanın değişmediğini sen de farkındasın zaten güzel insan. Üç tane kitap okuyup, üç hafta olumlama yapmayla içsel dönüşümü tamamlamadan hayatının değişmesini bekleyen kişiler yanılgı içindedirler. Mutluluk yolculuğu farkındalığın kollarında yapılır.

Peki şimdi ne olacak? Olimpos Tanrılarını da alt ettik, içimize saklanan mutluluğun yerini de bulduk, saklambaç oyunu da bitti. Mutluluk içimizde onu da biliyoruz ama ona nasıl kullanacağız?

Evet bu sorunun cevabını Mutluluk Arzusu Kitabımda seninle birlikte bir yol arkadaşlığı yaparken kendin bulacaksın :) Mutsuzluk zihin programından çıkarman gerekenleri çıkarıp yerine mutluluk programından ihtiyacın olanları koyacaksın. Kısaca bunun için emek vereceksin güzel insan :)

Kitabı okuyacağınıza göre bu son söz olmasın :) ara söz olsun… Rusuf Wainwright der ki; ‘’Mutluluk için uğraş vermelisiniz. Mutluluğa iş, para, aşkla ulaşılmaz. Mutluluk sizinle kendiniz arasındaki bir meseledir.‘’

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin….

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

instagram.com/arzu.biyiklioglu/

facebook.com/arzubiyikliogluofficial/

Yazının devamı...

Başkalarının Ne Düşündüğünü Nasıl Bileceksin?

Başkalarının ne düşündüğünü anlamak için harcayacağımız çabayı kendimiz ne düşünüyoruz ve nasıl düşünüyoruz diye harcasak çok daha verimli bir çaba içinde oluruz. Farkındalık pozisyonuna geçip, kendi düşüncelerimize gözlemci olmamız, bilincin ışığında tekrar eden kalıplarımızı görmek kendi sınırlarımızı aşmak demektir. Bunu yapabiliriz ve hayatımızda çok şey değişir. Ama başkalarının düşüncelerini tahmin etmeye çalıştığımızda yanılma payımız çok fazladır.

Çoğu zaman başkalarının davranışlarını ya da söylediklerini yorumlarken dayanak noktamız, kafamızdaki referanslardır. Evet, herkesin bir beyni var ve herkes beyniyle düşünür, hareket eder. Ama farkında olmak gerekir ki her beynin içinde farklı bir program var. Kişi beynindeki bu programa göre düşünür, davranır, hayatı algılar. Sık sık kullandığım bir cümle var: ‘’ Hepimiz Türkçe konuşuyoruz; ama anlaşamıyoruz.’’ Kelimelerin çoğunu TDK’nın sözlük anlamına göre değil, kafamızdaki kişisel sözlüğe göre kullanıyoruz. Evrenselleştirdiğimiz doğrularımız, değerlerimiz, anlamlarımız tamamen kişisel yaşantımızın yansıması. Her insan, farklı bir aileden, farklı bir çevreden ve farklı tecrübelerden geçerek beynine bilgileri kaydediyor. Beyin yaşadığı her saniye bir şeyler öğrenir ve öğrendikleri doğrultusunda da bize geribildirimde bulunur.

Etrafımızdaki insanların düşünce ve davranışlarını kendi beyin programımızla yorumlamak, değerlendirmek ve tahminde bulunmak çok büyük yanlışlar yapmamıza neden olur. Herksin beyninin nasıl bir programda çalıştığını bilemeyiz ama en azından farklı bir programı olduğunu kabul edebilirsek tahminlerden ve önyargılardan kurtulabiliriz. Bizi çelişkiye ya da kuşkuya düşüren durumlarda cesareti toplayıp ‘’ Tam olarak ne demek istediğini açabilir misin benim için ? ‘’ gibi bir cümleyle iletişimimizi güçlü hale getirebiliriz. Ve kendi üzerimizde iyi bir iç gözlem yaptığımızda çoğu zaman başkalarının düşüncelerinin asıl kendi düşüncelerimiz olduğu gerçeğiyle karşılaşırız. Evet bu biraz acı bir durum ama öyle :)

Diyeceğim şu ki :) başkalarının düşüncelerini tahmin etmek ya da konuşmak yerine kendimize refleksiyon yapalım. Bilince gelip kendi düşüncelerimizi gözlemleyelim, kalıplı öğrenilmiş, kendini tekrar eden düşünceleri fark edelim ve sonra yeni baştan bir düşünme etkinliğine girelim. Hepimizin kafasının içinde düşünceler var ama asıl soru ‘’ Düşünebiliyor muyuz? ‘’

Refleksiyon ve düşünme etkinliği içinde olduğumuz bir hafta OLSUN :)


Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

instagram.com/arzu.biyiklioglu/

facebook.com/arzubiyikliogluofficial/

Yazının devamı...

Kendini Doğurabilir misin?

“Kendini doğurabilir misin?” sorusunu fiziksel olarak okursak cevabımız “hayır” olacaktır. Ancak sorumuz manevi boyuttadır ve cevabı koca bir “EVET”tir. Hayatta hiç kimsenin bizim için yapamayacağı belki de tek şeydir. Ama bunu pek az insan yapabilmektedir.

Doğduğumuz andan hatta ana karnından beri maruz kaldığımız emanet bilgilerin, kayıtların dışına çıkıp farkındalığın, aklın ve kalbin hizmetinde yeni baştan kendini yaratmak, kendini doğurmak neden bu kadar zor? Hatta kimileri için bu soru bir öncesindeki evrede; yani “bu mümkün mü acaba?” evresinde. Durum böyle olunca ilk kitabımın da adı olan FARK ET, UYGULA, DEĞİŞ’te değindiğim gibi kendini doğurma evresine geçmeden önce “ikna” evresinden geçmek gerekiyor. İş şu ki direnç göstererek ikna olmayı beklemek vakit kaybı. İkna olmaya niyeti varsa insanın peşine düşüyor ve kendini ikna edecek yolları da buluyor. Aslında çoğu insan içinde, derinliklerinde bir yerde değişimin olabileceğine inanıyor ama gel gör ki EGOmuz devreye girip bizi yönetiyor. İnsan değişmez, 7’sinde neyse 70’inde de odur, bak işte denedin olmadı gibi iç ve dış ses olarak beynimizde tınlıyor :) Sonra da kendi kendimizin engeli olup oturuyoruz aynı kalıpların içinde. Ve yetersiz, mutsuz, başkalarından ya da hayattan fayda görmeyi bekleyen beşerler olarak yaşıyoruz.

Kendimizi doğurmak, bilincimizi yükseltmek, algılarımızı, aklımızı, kalbimizi bir üst seviyede açmak hepimizin bu dünyadaki tekamülünün parçası. Buna inanıyorsanız bunun yolunun da yordamının da varlığına mantık yürütebilirsiniz. İnanmıyorsanız kırlent yastığı gibi yaşam kotanızı dolduruncaya kadar size iğnelenmiş aynı nakış motifleriyle bir köşede vaktinizi dolduracaksınız.

Diyelim ki değişebileceğimize, kendimizden yeni bir ben doğurabileceğimize inandık, peki sonraki adım ne? Ya da neden zorlanıyoruz, vazgeçiyoruz? Çünkü bu sürece kendimizi teslim edemiyoruz. Nasıl çocuk doğurmak için dokuz ay gibi bir zamana ihtiyaç varsa kendini değiştirmek için de bir zamana ihtiyaç var. Sonra istikrarlı bir çalışmaya, emek vermeye ihtiyaç var. Ektiğin tohumu suladığın gibi. Ben buna kendine yatırım yapmak diyorum, her gün yeniden yeniden kendine emek ve çaba harcamak. Öz iradeni kullanmak, hayal gücünü, bilinçaltını ve üst bilinci kullanmak… Tabii bir de CESARET :) Çünkü kendini yeniden doğurma yoluna düştüğünüzde, bu yola düşmeyenler ya da inanmayanlar sizinle dalga geçecek, kızacak ya da sizi caydırmak için elinden geleni yapacak :) Eh uyuyanların sayısı uyananlardan çok olduğuna göre pek çok insanın olumsuz tavırlarıyla karşılaşmanız mümkün. Yola çıkarken bu gibi durumları kabul edip yolda kalmamak için yüreğimizdeki cesaret kapısını sonuna kadar açmakta fayda var. Zaten şu an bu yazıyı okuyorsanız ya kendinize gebe evresindesiniz ya da gebe kalmanın yollarını arıyorsunuz :) Ne mutlu size ve ne mutlu bana :)

O zaman yazımızı Erich Fromm’un sözüyle bitirelim (Tüm kitaplarını da tavsiye ederim):

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin…

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

instagram.com/arzu.biyiklioglu/

facebook.com/arzubiyikliogluofficial/

Yazının devamı...

Mutlu Olmanın Yolları

kitabımda mutlu insanlar, mutsuz insanlardan farklı neye sahipler ki mutlu bir yaşam sürebiliyorlar sorusuyla yola çıktım. İlk mutluluk arayışım ve sorgulayışlarım 13 yaşındayken başlamıştı. O zamanki görüşlerimi aynen, olduğu gibi ergen Arzu’nun dilinden ve gözünden aktardım kitabımda. Dilerseniz kitabı okuyup uygulamaları yaparak siz de benimle birlikte kendinize doğru bir yolculuğa çıkabilirsiniz.

İlk sorumuzun cevabına dönecek olursak: Mutlu insanların sahip olduğu fark ne para, ne aşk, ne güç, ne de şan şöhret gibi bir şey tabii ki. Dikkatli bakarsanız bunlara veya benzerlerine sahip ve aynı zamanda mutsuz olan insanların sayısı azımsanmayacak kadar fazla olduğunu görürsünüz. Diyebilirsiniz ki “ o zaman deneyimlemeniz gerekir doğru cevabı bulabilmek için. (Umarım en kısa zamanda deneyimlersiniz.) Oysa asıl fark, mutlu insanların sahip oldukları zihin programıdır. Düşünce kalıpları, hayata ve kendilerine olan olumu bakış açılarıdır. Kısaca bahsedecek olursam; suçlayan, “keşke”lerle cümleler kuran, yargılayan, sabit fikirli olan, kurban rolü oynayan, şikâyet eden, bardağın boş tarafını gören, atalet içinde olan, değişime kapalı, geçmişin acılarını şimdide yaşayan, affedemeyen… gibi kalıplara sahip olan insanlar ne olursa olsun mutsuz bir yaşam sürerler. Dış dünyalarında olumlu bir değişiklik olduğunda kısa süreli bir haz alırlar; ama hemen yine eski mutsuzluklarına dönerler. Oysa mutlu insanların zihin programları kısaca; sorumluluklarını bilen, aktif, eyleme geçen, kendi hayatlarının lideri olan, esnek düşünen, hoşgörülü, kendileriyle barışık, yaşam sevinci olan, bir amaca bağlanmış… (bu konuları ’nda ayrıntılı olarak bulabilirsiniz) olumlu ama kendini kandırmayan, hayatın akışını kabul etmiş bir programdır. Ve kendilerini bu hayatta nasıl mutlu edeceklerini bilirler. Kendilerine bağlı bir mutluluk anlayışları vardır. Doğayla vakit geçirmekten, kendilerini geliştirmekten, bedenlerine iyi bakmaktan, meditasyon yapmaktan, çocukla çocuk olmaktan, yaşamda manevi bir amaca bağlanmaktan mutlu olurlar. Bu içsel mutluluk kaynaklarından biri de “yardım ederek mutlu olmak”tır. Karşılık beklemeden kendindekinden ihtiyacı olana vererek, paylaşarak mutlu olmak. Bu, maddi olduğu kadar manevi yardımı da içerir; hatta daha fazlasıdır manevi olan kısmı.

Böylesine güzel yürekli insanlar tanıyorum ve şimdi bu yazı vasıtasıyla da bu CANLARA teşekkür etmek istiyorum. Ekim ayında biz de biraz tohum ekelim istedik. Hem de okuyan çocuk tohumu ekelim istedik. Ve Adana’nın Seyhan ilçesinde okuyan çocuklarımıza elimizi, kalbimizi uzattık. Bu gönül projesinde yardım ederek mutlu olmayı seçen başarılı iş kadınlarından Mali Müşavir Vildan Altan’a, Galeries Lafeyette Genel Müdürü Simge Telman’a, Yayıncı ve editör Özlem Özdemir’e hem kendi adıma hem de çocuklarımız adına teşekkürlerimi, minnetlerimi sunmak isterim. Bu üç yüreği güzel kadın “BİZ yardım ederek mutlu olmayı seçtik” dediler ve MUTLULUK dağıttılar. BİZ kimiz? Hiç kimse… Sadece güzel insan olma yolunda ilerleyen farkındalık yolcularıyız.

Eğer siz de mutlu bir zihin programına sahip olmak istiyorsanız ya da zaten sahipseniz gelin BİZ olalım. Birlikte farkındalık kazanalım, birlikte yardım ederek mutlu olalım. Çünkü BİZ birlikte daha güzeliz. Selam olsun, mutluluk olsun tüm yüreği güzel insanlara :)

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin…

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

instagram.com/arzu.biyiklioglu/

facebook.com/arzubiyikliogluofficial/

Yazının devamı...

Ödev Yapmak Sevilebilir mi?

Ne yazsam diye düşünürken hem öğretmen hem öğrenci olan değerli bir okurumdan “ödevi öcü olmaktan, zor olmaktan nasıl çıkarabiliriz” diye bir soru geldi. Ben de ihtiyacı olanlar için bu konuya dair fikirlerimi paylaşmak istedim. Ödev dediğimizde aklımıza hemen okul ödevleri geliyor; ama tek ödevimiz bu değil. Yaşamda da bazı ödevlerimiz var. Sosyal bir varlık olarak, insan olarak yerine getirmemizin zorunlu değil de sorumlu olduğumuz evrensel ahlak ilkelerini uygulamak ve kendimizi bilmek için aklımızı kullanmak. Ama bugünün ana konusu: okul hayatından gelen ödevi nasıl isteyerek yapabiliriz…

Öncelikle ödev kavramının kişide göreceli bir anlamı vardır ki bu da ödevi o kişi için sevimli ya da sevimsiz yapar. Sevimliyse motivasyonumuz yüksek olur, istekli bir şekilde ödeve yaklaşabiliriz. Sevimsiz bir anlam olduğunda kaçmak isteriz ama zorunluluk varsa ıstırap halinde yaklaşırız. Ancak ıstırap içindeyken beynimiz öğrenmeye direnç gösterdiğinden ya öğrenemeyiz ya da gereğinden fazla zaman harcarız. O zaman sorumuz şu: “Ödevin bende yarattığı anlamı değiştirebilir miyim?” Cevap: EVET (İstersek bunu yapabiliriz).

Zorunluluk getiren her şey bizim tarafımızdan tepkiyle karşılanacağı için ödev konusunda bir anlam değişikliği yaparken öncelikle onu zorunluluktan çıkartabiliriz. Mesela kendi rızamızla ödevin bizim sorumluluğumuz olduğunun seçimini yapabiliriz. Eğer zorunluluktan çıkaramıyorsak ödevden de vazgeçemiyoruz demektir; o zaman ödevin anlamını daha olumlu bir yere taşıma çabasına girebiliriz. Tabii ödevden vazgeçebilirim diyorsanız hemen vazgeçin ve sonrasında olacakların da sorumluluğunu alın derim :) Yok vazgeçemiyorsak ödevi severek yapmanın ya da en azından bizim için olumlu bir amaca bağlayacak bir köprü görevi gördüğünün anlamını yaratmanın yollarını aramalıyız.

Tekrar anlam değişikliğine dönersek; ödev bizi belirli bir amaca ulaştırmak için aracı olmaktadır. Peki, neye ulaştıracaktır? İyi bir not, sınıfı geçmek, okulu bitirmek, duruma-bilgiye hâkim olmak, bilen olmak… gibi. Sorumuz şu: Ödev yapmak (ya da ders çalışmak) bana ne sağlar? Bana ne kazandırır? Muhakkak kayda değer birkaç cevabınız vardır. Eğer ödev yapmak (ders çalışmak) sınavlardan rahat geçmemi, dolayısıyla vaktinde okulu bitirmemi ve yaz tatilini uzun uzun yapmamı; ileride de mesleğimi çok daha iyi icra etmemi sağlayacaksa bütün bunlar olduğunda ne hissederim sorusunu sorup bedenimizde hoşluk yaratan duyguyla temas ederek motivasyon fitilimizin ucunu ateşleyebiliriz.

Eğer bir durum kaçınılmazsa acı çeke çeke kendimize ıstırap yaratmak yerine durumu kabul edip o duruma karşı olan tepkimizi, bakış açımızı değiştirebilme irademizi kullanmak çok daha akıllıca olacaktır. Ünlü filozoflardan Epiktetos’un yaşam felsefesi yöntemi gibi: “Başıma gelenin ne olduğu değil, benim onunla nasıl baş ettiğim önemli. Benim kontrolümde olan durumları çaba ve emek harcayarak değiştirebilirim, kontrolümde olmayanları kabul eder ona verdiğim anlamı ve tepkimi değiştirebilirim.” İşte bu bakış açısıyla ödevle ilgili bir değişiklik yapabiliyorsanız yapın, yapamıyorsanız ödeve verdiğiniz anlamı, ödeve olan bakış açınızı değiştirin. :)

Diğer yaklaşım da ödevi biri size vermeden önce siz seçebilirsiniz. “Ödevi (ders çalışmayı) kendi irademle bana ileride fayda sağlayacağı için kendim seçiyorum” zihniyetine geçebilirsiniz. Yazacaklarım şimdilik bu kadar :) Her insan kendi içinde ayrı bir dünyaya ve ayrı nörolojik bağlantılara sahip olduğu için mümkün olduğu kadar genel yöntemler sunmaya çalıştım. Umarım bu yılki okul döneminde bazı kişilerin daha rahat ödev yapmasına ve ders çalışmasına vesile olabilmişimdir. :)

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin…

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

instagram.com/arzu.biyiklioglu/

facebook.com/arzubiyikliogluofficial/

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.