SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Hakikat Aşığı

“PLATON”

Sevgili günlük hazır mısın? Bugün üstat Platon ile buluşuyoruz. Sokrates’in öğrencisi. 20. yüzyıl filozofu Alfred Whitehead’ın “Tüm felsefe, Platon’a düşülmüş bir dizi dipnottur” diyerek onurlandırdığı, felsefe tarihinin ilk sistematik filozofu Platon. Onunla ilgili söylenecek o kadar söz var ki bugün sana öğrendiklerimin hangi birinden bahsetsem bilemiyorum… :)

Aklıma ilk geleni yazayım o zaman. Bilinçaltım seçti konuyu, Jen doğrusunu zaten o bilir. Platon’un öğretisi ahlaksal ve siyasal yanıyla ayrılmaz bir bütündür. Çünkü Platon “insanın ruhuyla toplumun ruhunu ayırmak imkânsızdır. İnsan kendi ruhunun karmaşasına çekidüzen verip dengeye getirirken doğal olarak içinde bulunduğu toplumun karmaşasını da dengeler. Karmaşık ya da düzenli toplumlar da bireysel ruhları etkiler. Bu yüzden devlet düzen ve dirliğini korursa bu da bireye yansır” der. Ve şöyle devam eder üstat Platon: “İyi ve mutlu insan, aynı zamanda iyi ve mutlu bir vatandaştır.”

Bak sevgili günlük, iyi ve mutlu bir insan olursak bu, devletimizin, toplumumuzun da işine yarayacakmış. JO zaman önce “iyi ve mutlu insan olmak nedir” sorusunun cevabını bulmamız iyi olacak. Eminim ki Platon burada göreceli değil mutlak bir iyiden ve mutlak bir mutluluktan bahsediyor…

Platon’un cevabını duyar gibi oldum bir an, “ruhun erdemlerine bakın” diye fısıldıyor bu ses; bu erdemlerin en başta gelenleri “ölçülülük, cesaret, bilgelik ve adalet”. Üstat bu erdemlerin hem bireyin hem de devletin ruhunda var olması gerektiğini söylüyor. Adalet, dengeyi sağlar, denge de ölçülü olmayı. Adaleti de bilgeliği olan, sağduyu sahibi insan, cesaretiyle sağlar. Sevgili günlük, yine görüyoruz ki her şey birbiriyle bağlı. Tıpkı bencilliğin çıkarcılık ve açgözlülükle bağlantısı olduğu gibi… Tabii şimdi burada önemli olan, bizim hangi zincirin halkası olduğumuz ve hangisi olmak istediğimiz, değil mi sevgili günlük. Neyse fazla derine inmeyelim, yavaş yavaş paylaşayım ve yavaş yavaş sevdirteyim sana felsefeyi… :)

Bak, Platon filozofu nasıl tanımlıyor: “Filozof hakikat âşığıdır, görüntüler âleminin üzerinden yükselir, kanatlanır ve tinsel yuvasına sevdalanır. İlahi olanı bize hatırlattığı için o kıza, bu oğlana âşık olur. Sonra onların daha yüce ve evrensel bir şeyin sadece tezahürü olduğunu anlar ve böylece yavaş yavaş tekil olandan Bütün’e doğru yükselir. Ve nihayet mutlak güzelliğin yüzüne bakarak aşk ateşinde eriyip gider. Sonra geri döner ve olgular dünyasının sadece bir yansıma olduğunu anlar, tıpkı mağara duvarına vuran gölge oyunları gibi. Yansımaları seyreden insanları uyandırmak ister yanılgılarından ama çoğu insan uyanmak istemez ve filozofa ya öfkelenir ya da onunla alay eder.”

Şimdilik bu kadar günlüğüm, sende birazcık da olsa Platon ve felsefe aşk kıvılcımı canlandırabildiysem ne mutlu bana… :) Şimdi, mağaraya girip biraz gölge oyunu seyredelim ama uyanık olarak…

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

instagram.com/arzu.biyiklioglu/

facebook.com/arzubiyikliogluofficial/

Yazının devamı...

Öfkesiz Bir Yaşam Mümkün mü?

Öfke dediğimiz duygu, sözlü veya fiziksel şiddetli bir tepki olarak açığa çıkar. Aslında bu, içimizdeki yüksek bir korkunun açığa çıkmasıdır. Kişiye göre değişen korku kaynakları vardır. Örneğin bir olayı veya bir kişiyi tehdit olarak algılamak, haksızlığa uğradığını düşünmek ya da farklılığı kötülük, yanlışlık olarak algılamak gibi. Daha derinlere indiğimizde bir yerde insanın yaşamda kalma mücadelesine kadar gider. Hatta bazen çarpıtılmış öfkeler de vardır, asıl öfkenin konusu o an olmakta olan değildir. Ama içe hapsedilmiş potansiyel olarak bekleyen bir öfke vardır ve incir çekirdeğini doldurmayacak bir olay yüzünden volkan patlaması gibi açığa çıkabilir. Trafikte yol vermeyen veya restoranda arka sandalyeyi yanlışlıkla iten birinde çarpıtılmış öfke patlayabilir.

Toplumsal açıdan bakacak olursak bir yandan çok duygusalız; bir yandan da duygularımızı nasıl yöneteceğimizi bilmiyoruz maalesef. Çok fazla “elâlem ne der”, “ayıp olmasın”, “erkek adam ağlamaz” gibi düşünce kalıplarının altında bastırılmış duygularımız, kendimiz olamamalarımız var. Ben bunların da çok etkili olduğunu düşünüyorum. Çünkü bastırılan duygular, yeteri kadar şiştiğinde bir gün patlayacaktır. Hiçbir şeyi saklayarak yok edemezsiniz ancak dönüştürebilirsiniz. Diğer bir sebep de hoşgörü yoksunluğumuz maalesef. Ya siyah ya beyaz, ya doğru ya yanlış, benim gibi düşünenler ya da benim gibi düşünmeyenler… Hoşgörü olmayınca ayrımcılık ve dolayısıyla önyargılar, bizi gitgide birbirimizden uzaklaştırıyor, çatışmaları artırıyor. Tabii ki eğitim seviyesi düşüklüğü, okurluk oranının çok düşük olması da önyargıları artırıyor. Eğitim seviyesi derken sadece akademik kariyerden bahsetmiyorum; öncelikle insanın kendini yetiştirmesinden bahsediyorum :) Oysa topraklarımızda nice Veliler, nice Nebiler yetişmiş tüm dünyaya seslenmiş Mevlanalar, Hacı Bektaşı Veliler, Yunuslar var :) Bizi hoşgörüye, vicdanın sesine, birliğe davet etmişler. Öfke ve buna benzeyen hem kendimize hem çevremize zarar veren duygu ve düşüncelerimizden arınmak için kendimizi, nefsimizi terbiye edebiliriz.

NLP de bize öfke ve duygu kontrolü, hoşgörüyü artırma, önyargıları azaltma konusunda yardımcı olan modern bir yöntemdir. NLP’nin temeli bize öncelikle insanların her birinin farklı algı sistemlerinin olduğunu, algılamanın ve dışa geri vurumun nasıl olduğunu hepsinden de önemlisi insan düşünce, duygu ve davranışlarının farlılıklarının her insanın içdünyası için kendi doğrusu olduğunu anlatır. Sırf bunu anlamak bile yargılarımızdan uzaklaşıp daha hoşgörülü olmamıza yardımcı olur. Diğer bir faydası da içimizdeki duygularımızla tanışmamızı ve onları nasıl dönüştürebileceğimizin yolunu bize buldurtmasıdır. Herkesin kendisi için en iyi ve en doğru yöntemi bulmasını sağlar. En sihirli yanı da budur JKimseye sen böyle yap demez; kişinin kendisinin “doktoru” olmasını sağlar. Başlangıca dönerek sorunun cevabını bir cümleye indirgersek: “Herkes kendiyle uğraşıp, kendini tanıyıp-geliştirmeye yönelirse başkalarıyla da derdi olmaz”. Bu noktada da NLP yardımcı bir kaynaktır.

Peki, öfke insanın hayatını ne yönde etkiler sorusuna da kısaca bir cevap verelim. Kısaca diyorum ama cevabımın kısa olup olmayacağından emin değilim JKalemden ne çıkarsa artık JBir insan çok fazla öfke halleri içine giriyorsa en başta kendine hem psikolojik hem de fiziksel olarak zarar veriyordur. Her duygu bedenimize bir hormon salar ve bu hormonlar bizim için ilaç da olabilir zehir de. Sık sık öfkelenen insanlar, sıklıkla stres altında olurlar; bu da bedenlerinde sürekli bir alarm çağrısı yapar. Bağışıklık sistemlerinin çökmesine kadar gidebilir. Etraflarındaki insanlara zarar verebilirler, ilişkileri bitebilir, evlilikleri yıkılabilir. İşlerini kaybedebilirler, giderek artan bir mutsuzluk dünyası yaratırlar kendileri ve çevreleri için. Hatta ileri seviyede çok ciddi fiziksel zararlar bile verebilirler. Ki bunların bazılarının hiçbir şekilde geri dönüşü olmaz. Çevrelerindeki insanların kendilerinden uzaklaşmasına sebep olurlar, yanında mecburen kalanlar da sevgiden değil korkudan kalıyorlardır. Ki bu insan için aslında çok acı bir şeydir.

Tabii burada dikkat edilmesi gereken en önemli ve öncelikli konu, öfkeyi başkalarının ya da olayların yaratmadığının farkında olmaktır. Genelde her öfkeli insan karşı tarafı suçlar “sen beni kızdırıyorsun, sen beni öfkelendiriyorsun” bahanesine tutunur. Oysa bu bir yanılgıdır. Öfke içimizde mevcuttur; kişi veya olaylar onu tetikler. Düşünce ve bakış açılarımızı değiştirebilirsek kişilere ve olaylara yüklediğimiz anlamlar da değişir. Anlam değişince duygularımız da değişir, böylelikle duygularımızı kontrol etmeye ve derecelerini daha zararsız boyuta yani insani boyuta çekebiliriz. Bu da hepimizin gelişim alanıdır. Hepimiz duygusal yanı olan varlıklarız, duygularımız bize bizi anlatır, sorun duyguların esiri olup yüksek dozda yaşayarak duyguların peşinden sürüklenmektir. Çözüm de öfkenin sebebini dışarıda değil içimizde arayıp bulmak ve dönüştürebilmektir. Hacı Bektaş Veli ne demiş: “Ne arasan ara kendinde ara”. İşte biz de daha kaliteli bir yaşam istiyorsak öfkemizin sebebini de çözümünü de kendimizde arayıp bulabiliriz.

NOT: Cevap sanırım kısa olmadı :) Umarım bu duruma öfkelenen biri yoktur :) Hoşgörülü ve sevgi dolu olduğumuz bir hafta olsun güzel insan :)

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin…

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

instagram.com/arzu.biyiklioglu/

facebook.com/arzubiyikliogluofficial/

Yazının devamı...

Yol Deyip Geçme Hele Kalp Yolunu Bulduysan Vazgeçme!

İnsan bulunduğu mekândan iş için, tatil için, bazen keşif için, bazen sevgili için bazen de kendini bulmak için ayrılır. Yollar ve köprüler insanın bu amaçlarına ulaşması için aracı görevini yapar. İlginç tarafı insanı bir yandan birleştirirken bir yandan da ayırır. Bir şeye kavuşmak için yola çıkarsınız ama aynı zamanda bir şeyden de ayrılırsınız. Ayrıldığınız yer kopmak istediğiniz bir şeyse ne âlâ :) Ama kopmak istemediğiniz ya da kopmaya korktuğunuz bir şeyse ya yola çıkamazsınız ya da sürekli gel git yaşarsınız. Yollarda geçen bir başka hikâye de umduğunu bulamamaktır. Onca yolu göze almışsınızdır ama vardığınızda umduğunuzu bulamamışsınızdır. Ya da bulursunuz ama bulduğunuzu yanınıza alamadan tekrar dönmek zorunda kalabilirsiniz. Belki de hiç dönmez hep orada kalırsınız; bütün gemileri yaktım misali. Bir seçenek te iki mesafe arasında güzel bir mekik dokursunuz iki yeri de yaşama imkânı veren yolların köprülerin varlığına şükrederek :) Mevlana’nın zamanla ilgi yaptığı yorum gibi: “Zaman iyi ki akıp gidiyorsun, ya en acı anımda donup kalsaydın.” Peki ya yollar olmasaydı :) İşte böyle acı tatlı hikâyelere vesile olur yollar, kimi zaman yakınlaştırır kimi zaman uzaklaştırır. Aslında yolu, mesafeyi acı ya da tatlı yapan yine insan değil mi? Biz neye ne anlam verirsek öyle oluyor. Demem şu ki ‘’ iyi ki varsınız yollar. ‘’

Başka bir kapıdan baktığımda yollardan geçerken bir nevi hayatlardan geçtiğimizi fark ediyorum. Yolda mekânlardan geçiyorsun, tarihten, kültürden geçiyorsun bir de iyi ya da kötü bazı insanların hayatından geçiyorsun… Bazı insanların aklından ya da kalbinden geçip gittiğin gibi yollardan geçiyorsun. Nasıl yolda en sevdiğin yerde bir mola verip duruyorsan işte bazen de sevdiğin bir kalpte mola verip durmak istiyorsun. Nasıl bazen mola verdiğin o mekân ruhuna o kadar iyi geliyor ve oraya yerleşmeyi bile düşünüyorsan, işte bazen birinin kalbi de ruhuna öyle iyi geliyor ki o kalbin mabedinde yaşamak istiyorsun. Aslında her gün, her insan bir yola çıkıyor. Sabah kalktığında kafasındakilerle yeni bir gün için olan niyeti, yaşama bakışı hayatının yola çıkışı oluyor. Aslolan Simyacı’nın hikâyesinde olduğu gibi “insan nereye giderse gitsin kendisine gider” gerçeği değil midir :)

Bütün bu yol hikâyesini yazmama son seyahatlerimde tanıştığım üç kadın vesile oldu. Biri sevdiğinden ayrılıyordu, biri sevdiğine kavuşmaya gidiyordu, diğeri sürekli kendinden kendine seyahat ediyordu…

İster havadan, ister karadan ya da deniz yolundan git güzel insan, çok bir şey fark etmez. Değişen sadece manzara olur; yani dekor :) önemli olan kalp yolun açık olsun. Her zaman hatırla ki düşüncelerin de bir yoldur, her gün yeni bir güne başlarken ve günü yaşarken hangi yolda olduğunun farkında olmazsan gün sonunda demir aldığın liman seni mutlu etmeyebilir. Sabah uyanınca önce kalp yolunu aç ve gülümse, nasıl olsa bütün yollar sana çıkar :) İyi hallerine çıkman dileğimle :)

Yol deyip geçme, hele kalp yolunu bulduysan hiç vazgeçme!

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

instagram.com/arzu.biyiklioglu/

facebook.com/arzubiyikliogluofficial/

Yazının devamı...

Anlamlı Sözlerin Kıymetinde Bir Yaşam

Hepimizin kendine göre sevdiği sözler vardır. Düşünürlerin, filozofların ya da ataların ağzından çıkmış; kulağa küpe olacak, yaşama ders olacak sözler. Hatta yaşam felsefesi şeklindedir bazıları. Sosyal medyada da bazen birilerine gönderme olarak, bazen ben buyum, buna inanırım demek için bazen de duvar süsü olarak kullanılır. Hani derler ya on numara beş yıldız söz :) Hatta yanına kuyruklu bir yıldız daha takabiliriz bazen :) Ben de çok severim bu sözleri, sosyal medya duvarından ziyade bir de çerçeveleyip evimin, ofisimin duvarına asarım. Niyetim her gün onu görüp uygulamak, iliklerime kadar işleyebilmektir. İlk filozoflardan Pythagoras’ın okul öğretilerinde de çok önemli ve uygulama konusudur. Pythagoras, öğrencilerini eğitmek istediği konuları özetleyerek bir söze dönüştürür, bunu bir kâğıda yazıp yanlarında taşımalarını ve günlerce içselleştirmek için pratik etmelerini istermiş. Burada hemen aklıma bir Yeni Gine sözü geliyor: “Kasa geçmemiş bilgi sadece bir söylentiden ibarettir.” İşte bu anlamlı, beğenilen sözler sözde kalınca hiçbir işe yaramıyor. Uygulayıp, içselleştirip o sözü yaşayan olmak, o sözle dönüşebilmek, bedenin, aklın her hücresinde yaşayabilmek önemli olan.

İnsanın dönüşmesi, yeni alışkanlıklar kazanması, bildiğini yapabilen olması için bir özdisiplin çabası olduğuna inanıyorum. Ciddi anlamda vakit ayırıp emek vermek istediğimiz sonucu getiriyor. Taş ustası gibi :) Taşı kıran yüzüncü darbe değil ondan önce vurulan 99 darbenin birliğidir. Diyeceğim şu ki sözle davranış, yaşam tarzı bir olmalıdır. Ancak o zaman söz anlam kazanır. Kendim de dahil olmak üzere önce söylenene hemen arkasından da o sözün eyleminin varlığının olup olmadığına bakarım. İşte bu yüzden sevdiğim bir sözü duvara asıp en az 40 gün ona bakar uygulama gayretine girerim. :) İşe yarıyor size de tavsiye ederim :) sözünüzü yaşadığınız bir gün olsun :)

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin…

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

instagram.com/arzu.biyiklioglu/

facebook.com/arzubiyikliogluofficial/

Yazının devamı...

Kendini Yaşayamamak

Binlerce yıl geçmesine rağmen nasıl olur da insanlık adına aynı sorun devam eder diye sormadan edemiyor insan, yani ben :)… Çocukluk zamanında öğretilmiş çaresizlikler, korkular, devredilmiş miras düşünceler ve sonuç olarak yaşanılamayan hayatlar. İşte bu yüzdendir o yaşanılan hayatlar sanki üstüne oturmayan bir elbise gibidir. Kolu bacağı sıkar ya da sırtı beli bol gelir. Rahatsızsındır ama giymeye devam edersin. Sanırsın ki çıkarıp atsan çıplak kalacaksın. Oysa yok mudur bunun başka bir yolu? Mesela kendine terzi olamaz mı insan? Tabii hemen şimdi aklına “terzi kendi söküğünü dikemez” sözü geldi değil mi :) işte bu da öğretildi bize :) Niye dikemesin ki çıkarır üstündekini keser, biçer, diker. Hatta isterse üstündeyken bile diker, yeter ki istesin, yeter ki niyetine girip emek ve zaman harcasın…

Bir çocuk düşün 30-40 yıl öncesinden sen gibi, ben gibi… 8-10 yaşlarında. Öğrenmeye, araştırmaya, sorgulamaya aç bir ruh. Öğretmeni ne anlatsa kale alıyor ve daha çok bilmek istiyor. Eve gidince koca koca ansiklopedileri açıp daha da öğrenmek istiyor. Yetmiyor bulduğu daha fazla bilgiyi okula taşımak istiyor. Küçücük boyuna, minicik bedenine fazla gelen üç beş ansiklopediyi de yüklenip sırtına, düşüyor okul yollarına. Ve bir gün öğretmeni şikâyet ediyor ailesine “yeter artık bu kadar kurcalamasın her şeyi” diye… Ve ailesi, mirasını emanet ediyor küçücük çocuğun zihnine: “Dikkat çekme, farklı olma, herkes gibi uy olup bitene. Sonra sevmezler seni, dışlarlar. Kötü olursun”. Öğretmen de çocuğu çok yanlış bir şey yapıyormuş gibi sınıf içinde azarlıyor. Ve bu çocuk, bugün 30 yaşında bir yetişkin olarak istediği hiçbir hayali yapamamaktan, kendini geliştirememiş olmaktan acı çekiyor. “Tüm hayallerim karşıdan bana el sallayan, giderek ufuk çizgisinde kaybolan tablolar gibi bakıyor” diyor. “Aynı olmaktan öte silik bir insan oldum, korkumdan kendim olamadım” diye ağlıyor. “Yalnız kalmamak, dışlanmamak için kendimi bırakırken daha da yalnız kaldım” diyor 30 yaşında olan bedenin içinden bakan 10 yaşındaki gözler… Kim bilir sende de ne anılar vardır böyle.

Olan olmuştur olmayan da olmamıştır derler. Doğrudur ama daha doğrusu; olan olmuştur olmayan henüz olmamıştır :) İstersen olacaktır. Çocuklukta yüklenen miras devredilmiştir ama farkındalık ışığına geldiğinde istersek değiştirebiliriz. Şimdi bu yazıya konu olan güzel kardeşimiz gibi. :) Farkındalık, cesaret, adım atıp sorumluluk almak ve sen olmayan kendinden kendini özgürleştirmek. Yazının başına dönecek olursak belki de bu miras düşünceler, daha binlerce yıl devam edecek. Ve olan olacak ama olmayan halimiz biz istersek olacak. FARKINDALIK-CESARET-SORUMLULUK.

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

instagram.com/arzu.biyiklioglu/

facebook.com/arzubiyikliogluofficial/

Yazının devamı...

Sokratik Yaşam ve At Sineği

(Arzu'nun felsefe günlüğü 3)

Felsefe günlüğü tutarım da Sokrates’i bekletir miyim hiç? :) Hadi sevgili günlük, aç kalbini ve aklını, topla bütün dikkatini, Sokrates’le buluşuyoruz bugün. Daha doğrusu içimizdeki Sokrates’i uyandırıyoruz bir nebze de olsa…

Felsefeyi göklerden yere indiren filozof. İlk kez “insan” sorununu ele alan filozof. Düşünceleri ve yaşama biçimi uğruna ölmeyi bile göze alan bir filozof. Dünya tarihinde düşünüş ve yaşayış birliğini sağlayan az sayıdaki kimselerden biri olan filozof. Kısaca bildiğini, inandığını sonuna kadar uygulamış, hatta inandıklarını yapmaktan vazgeçmektense ölmeyi tercih etmiş. En önemli özelliklerinden biri de nutuk vermek yerine insanlarla diyalog kurarak kendilerini fark etmelerini, bildiklerinin yanlış olduğunu ya da aslında o konuyu bilmediklerini fark etmelerini ve pek çok yeni bilgiye maotik yöntemle (doğurtma yöntemiyle) ulaşabilmelerini sağlamıştır. Günümüzde bu yöntemi KOÇLUK kullanır :) Koçluk da SOKRATES gibi her insanın ihtiyacı olan bilgiye, kendi içinde hatırlayarak ulaşabileceğine inanır. Bir başka deyişle sanıların farkına varıp onlardan ayıklanarak, düşünerek, sorgulayarak kendi içindeki ışığı çıkartır. Bence kimse koçluğa sahip çıkmasın, sen koçluğun babasısın üstat… :)

Sokrates’in felsefeye bıraktığı en büyük miras “nedir?” sorusudur. İnsan nedir? Adalet nedir? İyi nedir? Barış nedir? Aslında bu sorularla, kavramın ne anlama geldiğini değil doğasının ne olduğunu bulma çabası vardır onda. Sokrates, her insanın içinde onu iyiye, doğruya, güzele yönelten (burada episteme dediği, şeylerin gerçek doğasına ait evrensel bilgiden bahseder) “daimonion” adında bir iç sesin olduğunu bahseder. Bu sesi duyabilmek için de tüm sanrıları bırakıp yeni baştan, yeni gözlerle dünyaya bakmamız gerektiğini söyler.

Üstat Sokrates’in “kendini bil” çağrısı neyin doğru neyin yanlış olduğunun farkına varılmasıdır. Bu da insanın kendini tanımasından geçer. Sokrates’e göre insanın “aretesi” erdemdir, erdem de bilgidir. Ve onun açısından ahlaki değerler, göreceli değil, tüm insanlar için birdir. Bu birliğe, kişinin kendini tanıması, yeterlilik kazanması ve bilgilenmesi sonucu ulaşılabileceğini söyler. İşte bu aşamalar tamamlandığında iç ses DAİMONİA’nın kişiyi doğruya, iyiye, güzele yönelteceğini söyler. Ah üstat ah, şimdilerde ne kadar çok ihtiyaç var bu iç sese JZihinler o kadar dolu ki, egolar o kadar yüksek ki duyulmuyor senin DAİMONİA’nın sesi.

Sokrates’in yazdığı hiçbir kitap olmadığı için hep başkalarının aktarımlarından tanırız onu, özellikle öğrencisi Platon’un yazdığı diyaloglardan. Sanırım bir sonraki felsefe günlüğünün misafiri Platon olacak sevgili günlük… :)

Sokrates’ten bahsedip onun kendine taktığı meşhur lakabını söylemeden günlüğü sonlandırmak olmaz. Gerçi başka bir günlükte tekrar misafir edeceğim Sokrates’i J Evet, lakabı “At sineği”. Çarşı pazar gezip sokaklarda insanlara nutuk vererek değil de, düşünmeleri, sorgulamaları için sorular yönelten Sokrates, insanları uyuşukluklarından çıkartarak kendilerine gelmeleri için bir nevi rahatsızlık verirmiş, daha doğrusu insanları düşünmeye kışkırtırmış kendi tabiriyle, kendi için “at sineği” metoforunu kullanmış. Ayrıca “tecrübeli bir ebe” olarak da tanımlarmış Sokrates kendisini, doğurma yetisini yitirmiş ve başkalarının doğurmasına yardım eden biri olduğu için… Tabii bu tümüyle ruhsal nitelikte bir doğurtma JFilozof, ruhun doğurmasına yardım eder sevgili günlük. Ve ruhun derinliklerinden ortaya çıkacak olan “evrensel bilgi”dir. Sokrates kişiye hiçbir bilgi, tavsiye vermeden, o genç beynin kendi içinden bilgiyi çıkarabilmesini sağlarmış. Ne muazzam değil mi JOysa insanoğlu hâlâ ne kadar çok seviyor tavsiye vermeyi, akıl vermeyi hele “ben bilirim, ben haklıyım” diyerek savaşmayı. Ah Sokrates ah! Daha çok insan içindeki Sokrates’i uyandırsa, senin değiminle ruhundan doğursa ne güzel olur JBu arada ben de iyi bir “at sineği” ve “ebe” olma yolundayım, bilesin JKendi çapımda tabii ki hocam… Umarım iyi bir öğrenci olabiliyorumdur sana, küçük at sineği Arzu… :)

Ve tabii ki son söz, o meşhur söz, şu an hepimizin ihtiyacı olan ya da bazılarımızın çoktan cevabını bulmak üzere yola çıkmamızı sağlayan söz: “Sorgulanmamış bir hayat yaşanmaya değmez.”

Bir dahaki felsefe günlüğünde buluşmak üzere sevgili günlük, bir hikmet âşığı olarak sorgulamaya, düşünmeye devam. :)

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

instagram.com/arzu.biyiklioglu/

facebook.com/arzubiyikliogluofficial/

Yazının devamı...

Mutluluk Arzusu

Sizlerle Mutluluk Arzusu için yaptığım ropötajlardan birini paylaşmak istiyorum. Ayrıca sormak istediğiniz sorular için e-mail veya sosyal medya adreslerimden bana ulaşabilirsiniz.

Kendinizden biraz bahseder misiniz? Nerelerde eğitim aldınız? Yazarlık dışında ne işle uğraşıyorsunuz?

1971 doğumluyum, NLP (zihin dili programlaması & algı yönetimi), Yaşam Koçluğu, Reiki, Meditasyon, Felsefe eğitimleri aldım. Benim için öğrenme yaşam boyu devam edecek bir süreç. Özellikle de öğrendiklerinizi uyguluyorsanız dönüşüyorsunuz, bilinciniz genişliyor ve karşınıza yeni öğrenmeler kendiliğinden geliyor. Platon’un, Sokrates’in ve pek çok bilgenin dediği gibi aslında öğrenmediğimize sadece hatırladığımıza inanıyorum ben de Jve hatırlanacak çok şey var bu evrende…

Hem bire bir kişisel dönüşüm seansları hem de gruplara seminer, workshop veriyorum. Özellikle bire bir seanslarda kişinin kendisiyle ve hayatla ilgili olan algısını değiştirmesine aynı zamanda da olumsuz bilinçaltı kayıtlarını dönüştürmesine vesile oluyorum.


”nu henüz okumayanlar için beş kelimeyle nasıl tanımlarsınız?
Mutlu olmak için temizlik şart :) ya da ‘’Mutlu olmak için kendini bil’’

Kitabın sonunda farkındalık yolcularından yazılar paylaşmışsınız. Okurken çok imrendim, bu tarz geri dönüşlerde kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

– Muhteşem hissediyorum Jmanevi bir beslenme diyebiliriz. Ruhum ruhuna karışıyor, insanların kendi içlerindeki gücü ve değeri fark ederek kendilerini gerçekleştirmelerine şahit olmak ayrı bir mutluluk benim için… O anlarda önce ayaklarım yerden kesiliyor ve yükseliyorum sonra buraya dönmek için şükran ve minnet duygularımla secdeye kapanıyorum…

Okudum ve hayatım değişti, diyebileceğiniz bir kitap var mı?
Hayatım bir anda değişti diyemem ama 1996 yılında Anthony Robins’in “Sınırsız Güç” kitabını okuduğumda çocukken düşündüğüm pek çok şeyin hayal değil gerçek olduğunu anladığımda kapattığım sır kapılarını tekrar aralamaya karar vermiştim. İnsan bir yola girmeye niyet edip eyleme geçtiğinde Evren de ona hizmet ediyor. Ben düşünce gücü ve Re iki ile yola çıktım sonra koçluk, NLP, meditasyon, felsefe, tasavvufla tanışarak ilerledim… Ve yol beni buraya kadar getirdi. Daha çok yolum var Jgüzel insan olma yolculuğu bu dünyada olduğum sürece de devam edecek…

Kitabın kapağına bakmak bile bir huzur veriyor. Kelebekler içimde ve etrafımda dolaşıyor gibi hissettim ve kitabı okuduğum süre boyunca beni hiç yalnız bırakmadılar. Kapağın vermek istediği mesaj neydi?

Kelebek özgürlüktür, mutlu olmak için özgürleşmelisiniz. Kelebek dönüşümdür, tırtıl kozada karanlıkta kalır ve bir gün vakti geldiğinde kozayı yırtarken kanatlarını güçlendirmek için zorlanması gerekir. Eğer biri, ona kozadan çıkması için yardım ederse kelebek kanatlarını güçlendiremediği için uçamaz ve ölür. O yüzden herkes kendi mutluluğu için, özgürlüğü için çaba harcamalı… Kapaktaki kelebekler sizi özgürleşmeye ve içinizdeki inci tanesini bulmaya çağırıyor. Ve siz zaten başaracağınız için kapaktaki kelebekler sizi şimdiden kanat çırparak alkışlıyor :)

Esen Kitap-Bibliyon Yayınları ile nasıl tanıştınız?

İlk kitabım ‘’ ’’i yazmaya başladığımda hayatıma kendiliğinden çok güzel bir editör girdi JEvren mesajı almış ki bana editörümü de yolladı sevgili Özlem Özdemir. Yayıneviyle onun vasıtasıyla tanıştım. Anlaşılan Özlem de mesajı almış ki bana yayınevini getirdi.

“Kimse kimseye bir şey öğretemez, sadece içindekileri bulmaya yardım edebilir.” diyen Galileo’dan bir alıntı yapıyorsunuz kitabın giriş kısmında. Kitabın son sayfasında hissettiğim tam olarak oydu. Uzun zamandır üzerinde düşünmediğim mutluluk konusu şu an benim için en önemli konu haline geldi. Okuyuculardan ne gibi yorumlar aldınız?

Kitabı okuyanlar, kendilerine yaklaştıklarını, kendilerini sorguladıklarını, sorunlarının cevaplarını ve çözümlerini ürettiklerini iletiyorlar. Bazıları ergen Arzu’nun yazdığı notlardan çok etkileniyor ve çocukluğuna dönerek kendiyle ilgili önemli bilgileri hatırlıyor. Tabii en çok da kendilerini ve mutluluklarının kendilerinin elinde olduğunu hatırlattığım için teşekkür ediyorlar… Bu kitap diğer kitaplarımdan farklı olarak okuyucuyla benim aramda samimi bir tarzda baş başa vakit geçirerek yazıldı. Kitabı yazarken ben hayalimde zaten çoktan okuyucuyla buluşmuştum JBu da okuyucuların daha iyi hissetmesini sağlıyor, doğal olarak zaten hepimiz birbirimize bağlıyız :)

Sosyal medyada üzerinden okuyucular ile yazarların bir mesaj uzaklığında olmasını nasıl buluyorsunuz?

Bence bu çok iyi bir fırsat, yazar ve okuyucu arasındaki bağı kuvvetlendiriyor. Hem yazarı hem de okuyucuyu besliyor.

E-kitap hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce şimdiki kitapların yerini alabilecek mi?

Ben kâğıt kalem kullanarak yazmanın sihrine inananlardanım. Aynı zamanda kitabın kokusu, dokusu ve hepsinden öte bir enerjisi vardır. Bir kitabı okumak istediğinizde elinize alın dokunun ve göğsünüze koyup sarılın :) Size iyi gelip gelmeyeceğini hissedersiniz :)

Ne yazsa okudum/ okurum dediğiniz yazarlar kimler?

“Yaşama Sevinci” dışında hayatta hiçbir şeyin fanatiği olmadım :) Ama sevdiğim yazarlardan bazılarını sayacak olursam; Louise Hay, Darel Rutherford, Richard Bandler…

Sosyal medyadan sizi takip etmek isteyenler nasıl ulaşabilir?

Instagram’dan @arzu.biyiklioglu ve www.arzubiyiklioglu.com adreslerinden ulaşabilirler.

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

instagram.com/arzu.biyiklioglu/

facebook.com/arzubiyikliogluofficial/

Yazının devamı...

Felsefe Günlüğü 2 (İslam Filozofu Kimdi ve Alem Tasavvuru)

FELSEFE GÜNLÜĞÜM
“KİNDİ”

Kişisel gelişime ilgisi olan, kendisiyle bir yola çıkmış her insanın yolu, bir zaman sonra felsefeyle mutlaka kesişecektir. Ama elimizde akıcı dille yazılan, felsefeyi basitçe her insanın anlayabileceği üslupta anlatan pek az kaynak var. İşte ben de bu noktada bir olarak devreye gireyim, ucundan kıyısından tutarak bir “felsefe günlüğü” yazıp bazılarını da sizlerle paylaşayım dedim. :) Aslında benim kimseye bir sözüm yok, bütün mesele benim ve günlüğüm arasındaki muhabbetten ibaret.

Açılışımızı ilk İslam filozofu “KİNDİ” ile yapalım.

Sevgili günlük uyan ve tüm dikkatini şimdi felsefeye ver, çünkü içimizdeki Kindi’yi bulacağız birlikte. Kindi 9. yüzyılda yaşamış ve felsefeyi İslam medeniyetiyle tanıştırmıştır. Tıp, astroloji, matematik, felsefe gibi pek çok alanda çalışmalar yapmış çok önemli bir filozoftur. Kindi’nin felsefe anlayışı “GERÇEK BİR” olarak Tanrı tasavvuru ve Tanrı-Âlem ilişkisi üzerinedir.

Şimdi bugün bizi hâlâ ilgilendirebilecek, bize ışık olabilecek, düşündürtecek felsefesinden birkaç cümleye bakalım:

“İnsan nefsi şehvet, öfke ve akıl olmak üzere işlevleri farklı üç ayrı güce sahiptir. Şehvet; neslin bekasını, öfke; korunmasını, akıl ise fikri ve ahlaki erdemleri edinmesini sağlar.”

Peki, biz şimdilere baktığımızda modern toplum çağında hâlâ neler yaşıyoruz? Şehvet, kontrol edilemeyen bir güç olarak başıboş bir şekilde etrafımızda dolaşıyor. Öfke, korunmak için değil adeta kendini var etmek için her yere, her şeye ateş ediyor. Akıl kılığına girmiş ego kurtlukla, çakallıkla meşgul olduğu için öfke ve şehveti dizginlemeye çalışmıyor, gerçek amacı dışında kullanılmasını engelleyemiyor. Bu sorunlar eski çağlarda yok muydu? Vardı tabii ki. J

İnsan, “AKIL” aracılığıyla insan olabilecektir. Yoksa kimine göre beşer, kimine göre de düşünen hayvan olarak kalacaktır. AKIL’ı kullandığımızda insanlık onuruna yakışmayan tüm eylemlerden kendimizi sakınabiliriz. İnsanlık onurundan uzaklaşan insan, Tanrı’dan uzaklaşıp kendine ve çevresine bir cehennem yaratır. Hadi ben şimdi sözü fazla uzatmadan yine kelamı büyük üstat Kindi’ye vereyim:

“Aklı sayesinde şehvet ve öfkesini bastıran kişi, bir de ilimin derinliklerine dalarak varlığın hakikatini araştırmayı karakter haline getirirse, hikmet, kudret, adalet, hakikat, iyilik ve güzellikle nitelenen yüce Allah’a yakın benzerlikte faziletli bir insan olur, yani bu nitelikleriyle o; yüce Yaratan’ın kuvvet ve kudretinden bir çeşit pay almış olur.”

Burada Kindi bizlere, yüce yaratandan pay alabilmek ve ona yakın olabilmek için nefsimizin arınması gerektiğini söylemektedir (bayağı, aşağı duygu ve düşüncelerden arınmak). Arınma bilgiyle başlar, eylemle devam eder. Bir şeyi bilmek, doğru konuşmak yeterli değildir; insanlığı bilmek ve buna uygun yaşayabilmek mühimdir hepimiz için, değil mi sevgili günlük.

Şimdi son sözü yine üstadımıza bırakarak aradan çekiliyorum güzel günlük: “Zira arınan nefis, varlığın hakikâtini bilme konusunda çok düşünür ve araştırma yaparsa, nesnelerin görüntüsünün parlak aynada belirmesi gibi varlığın bütün suret ve bilgisi nefiste belirir. Olgunluğa eren nefse yüce yaratan nurundan ve rahmetinden akıtır.”

Üstadım seninle daha çok vakit geçireceğim, öyle hissediyorum ki bende çok kapılar açacak, çok şey arındıracaksın. Merakım büyük, aşkım ondan da büyük. Hani sen demişsin ya adlı eserinde kısaca “Hak birliği olarak bize düşen, hakiki ve ciddi konularda kendilerinden büyük ölçüde yararlandıklarımız şöyle dursun, basit ve küçük ölçüde yararlandıklarımız dolayısıyla bizim atamız ve ortağımız sayılırlar. Hepsine şükür borcumuz büyük olmalı. Nerden gelirse gelsin, isterse bize uzak ve karşıt milletlerden gelsin, gerçeğin güzelliğini benimsemekten ve sahip olmaktan utanmamalıyız.” diye yazmışsın ya... Ben de sana ve tüm filozoflara teşekkür etmek ve minnetlerimi sunmak istedim bu yazıyla…

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

instagram.com/arzu.biyiklioglu/

facebook.com/arzubiyikliogluofficial/

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.