SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Kendi Aklını Kullanma Cesaretini Gösterebiliyor musun?

"Sorgulanmaya hayat yaşanmaya değmez" derken Sokrates bir fanteziyi değil, evrensel bir gerçeği dile getiriyordu. Sıradan bir insan evrende olup biteni, canlı cansız varlıklar arasında cereyan eden olayları merak ve hayranlık duygusuna kapılmadan, sıradan ya da kaderci görüp doğal sayabilir. Bu durum zihin tembelliği, alışkanlık ve şartlanmanın getirdiği çok sınırlı bir bakış açısıdır. Oysa düşünen insan, görünenin ötesindeki sırları, incelikleri ve derinlikleri, nedensellikleri, varoluşları, etkileşimleri bilmek ister. Tıpkı şu an bazı insanların, başına gelen olayları, başarı ve başarısızlıklarını, mutluluk ve mutsuzluklarını, hayatı sorguladıkları gibi.

Felsefe, varlık ve olaylar karşısında insanın duyduğu merakı gidermeye yönelik bir entelektüel çaba olsa da toplumun siyasi, sosyal, kültürel açıdan değişimini ve gelişimini de derinden etkiler. İnsanlara siyasi ve sosyal olaylar karşısında zekice tavır alma yeteneğini kazandırır. Toplumsal kuralları ve kurumları yeniden sorgulayan dinamik bir yapısı olduğundan her zaman gelişime ve bilime önayak olmuştur.

Sokrates’in sözüne dönersek biz birey olarak hayatımızı nasıl sorgulayacağız? Birincisi, bize ailemiz ve çevremiz tarafından kendimizle ve hayatla ilgili verilmiş, giydirilmiş olan tüm bilgileri, öğrenmişlikleri, kodlamaları bir kenara ayırıp, farkındalıkla tekrar ele alarak yapacağız bunu. Ben şöyleyim, ben böyleyim, hayat şudur, budur... gibi durumları aklımızla yeni baştan inceleyeceğiz. Burada amaç, karşı çıkmak değil kendi aklımızla şimdinin farkındalığında yeni bir keşiftir.

Toplumsal sorgulamamızdaysa modern teknoloji ürünleriyle âdeta küçük bir köy haline gelen sanal dünyanın ve buradan yapılan bazı etkileşimlerin manevi, ahlaki ve kültürel değerleri olumsuz yönde değiştirdiğinin farkında olmak önemli bir aşamadır. İnsani değerlerin hızla yitirilmesi, geçici değerlerin dayatılması, dikkatlerin maddeye, tüketime yönlendirilmesi, korku ve zevk salınarak kitle yönetimlerinin ve etiketlerle kimlik sahibi olmanın illüzyonundan çıkıp, olup biteni kendi aklımızla sorgulayarak aydınlanma çabası insani amacımız olmaz mı?.

Aydınlanma çağı filozoflarından Immanuel Kant şöyle der: "Aydınlanma, insanın kendi suçuyla düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçuyla düşmüştür. Bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır. 'Spare Aude!' Aklını kendin kullanmak cesaretini göster."

Peki, neden insanlar çoğunlukla bu ergin olmama, kendi akıllarını kullanmama durumunu tercih eder? Çünkü rahattır, çünkü her zaman birileri sizin yerinize düşünür, sorumluluk yoktur, başkalarını suçlamak ya da alkışlamak, kurban rolü oynamak her zaman daha kolaydır. Bu rahatlıkta insanı giderek karanlık bir kuyuya çekerek hayatı boş, acı ve anlamsız kılmaktadır. İşte o zaman da yaşamın hiçbir değeri kalmaz. Şimdi hâlâ hayattayken, yaşamı anlamlı ve değerli kılmak adına aklımızı kullanma cesaretini göstermenin tam zamanıdır.

Hatırlamamız gereken diğer bir husus da kutsal kitabımızda defalarca hikmet ve akıl sahibi olmaktan bahsedilmiştir. (el-Bakara 2/129) "Allah hikmeti dilediğine verir; kime hikmet vermişse ona çok hayır verilmiştir. Bunu ancak aklı sahipleri düşünür." Pek çok tesvir âlimine göre buradaki mana; din ve dünyaya ait meseleleri enine boyuna ve derinlemesine araştırıp inceleme, dünyanın inceliklerini keşfe yarayan bilgiden bahseder (hikmet). Bunu da ancak aklını çalıştıranların anlayıp takdir edeceklerini bildirmektedir diye yorumlanır ayet. Görülüyor ki felsefi ve dini öğretiler, bize aklı kullanmayı, düşünmeyi, hikmet arayışı içinde olmamızı öğütlüyor. Peki şimdi soru şu: Biz başkalarının menfi akıllarına, yargılarına mı hizmet ediyoruz yoksa kendi aklımızın kılavuzluğunu kullanma cesareti göstererek aydınlanmaya mı çalışıyoruz?

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

instagram @arzu.biyiklioglu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

Düşüncelerimizi Görebilmek Mümkün

İnsanın en çok güvendiği duyu organı gözdür. Çok sık kullanılan deyimlerden biridir hatta "gözümle görmediğime inanmam". Diğer yandan da görmediğimiz pek çok şeye inanırız. Örneğin duyguları göremeyiz ama kendimizin veya başkasının kızgın ya da neşeli olduğunu fark ettiğimizde duyguları dolaylı yönden görmüş oluruz. Bedene yansıyan duyguların bedendeki hareketi ve değişimiyle duyguların varlığını fark eder, onların varlığına inanırız. Duyguyu duygu olarak görmüyoruz ama onun form değiştirmiş haliyle, yansıması aracılığıyla onu fark ediyoruz. "Kızgın birini gördüm" dediğimizde aslında kaşlarını çatmış, hızlı nefes alıp veren, kasları kasılmış bir insan görürüz. Ama dile getirirken kızgınlığı gördüm deriz. Aslında kızgın olduğunu anlamışızdır. Görme duyumuza çok güveniyorsak özellikle görsel algımız yüksekse, ki çoğu insanın öncü temsil sistemidir, bu yüzden "görme" kelimesini hem çok kullanır hem de anlamak ve inanmak için görmek isteriz. Oysa görme duyumuz bizi bir o kadar da yanıltabilir JAlgımıza göre zihnimiz illüzyonlara girer ve çok hata yapar. Ama bu yanılgılar bugünkü yazımızın ana konusu değil JBugün konumuz, düşünceleri görmek J

Peki, düşüncelerimiz görebilir miyiz? Fiziken hayır ama bu, onların yok olduğu anlamına gelmiyor. Elimizi, ayağımızı ya da karnımızı görüyoruz, yüzümüzü, arkamızı göremiyoruz ama bir ayna aracılığıyla onları da görüyoruz. Ona göre de bedenimizin bir yerinde sorun varsa fark ediyoruz ve düzeltmek için çaba harcıyoruz. Yıkanıp temizlenmek, üstümüze başımıza çekidüzen vermek ya da doktora gitmek gibi.

Peki, düşüncelerimizi görebiliyor muyuz? Yapılan araştırmalar, insanların günde ortalama 60.000-70.000 düşünceyi zihinlerinden geçirdiklerini söylerken biz bu düşünceleri özellikle de kalıplaşmış düşüncelerimizi nasıl görebiliriz?

Düşünceler, dil aracılığıyla görünür olur, konuşma dilimizi takip edersek düşüncelerimizi görebiliriz. Düşünceyi dil yansıttığı gibi dil de düşünceleri yeni baştan inşa edebilir. Şöyle ki "biliyorum ki benim sorunlarım zor şeyler, problem büyük anlayacağın, kendimi sıkışmış hissediyorum" gibi dilde olan bir yansımanın düşünce kökleri "zor, problem, sorun, sıkışmışlık" kelimeleridir ve bunu tekrar tekrar dile getirdiğimizde bu kullandığımız dil tekrar aynı düşünceleri zihnimize geri verir. Ve kısır döngü devam eder. Oysa konuştuğumuz dilde kelimeler aracılığıyla düşüncenin kökünü fark edip yeni baştan inşa edersek zihni de yeni baştan kurgulamaya başlarız. Örnekteki dilde yansıyan düşünceyi şöyle değiştirebiliriz: "Çözülmeyi bekleyen durumlarım var, kolay değil ama bir şekilde çözerek rahatlayabilirim". Dilimizin içinde kullandığımız kelimelerin köklerini olumlu hale dönüştürmek, hem kendimizi daha iyi hissettirir hem de zihni olumlu yönde yeniden kurgular. Böylelikle düşünce şeklimiz değişmeye başlar, anlamlar değişir, tepkiler, davranışlar değişir, sonuçlar değişir. J

Sorunlarınızın neden devam ettiğini anlamak istiyorsanız o konuyla ilgili düşüncelerinizi dile dökün. Sonra onları çözüm odaklı, olumlu kök kelimeler kullanarak değiştirin. Ve öyle yazın, öyle konuşun, zihninizde yeniden yapılansınlar. Zihnimiz yeniden yapılandırmaya müsaittir. Zaten bunu kendi başına da yapar ama çoğu zaman olumsuzca yapar maalesef.

Evet güzel insan, bu hafta dilinde düşüncelerini gördüğün bir hafta olsun J

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

instagram @arzu.biyiklioglu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

Senin Yaşam Felsefen Nedir ?

İnsanların kendilerini ya da olayları sorgulaması için konunun derinine inmeye yönelik bir yaklaşımda bulunduğunuzda onları düşünmeye zorlarsınız. Karşı tarafta bu sorgulama sonucunda ya inandığı doğruları kaybetme (yanılmış olmanın) korkusu oluşur ya da kafa yorup düşünmek zor gelir, kaçmak için de "felsefe yapmayı bırak" derler. Diğer kullanım da yargılara sıkıca bağlı olmayan, farklı bakış açılarını göstermeye çalışan ve derin düşünen insanları anlamadıklarında demogoji yapıyormuşcasına eleştirmek için kullanılan bir deyimdir. Bazen geyik muhabbeti yapanlar için de kullanılır ki bu tamamen yersiz, bilinçsizce bir kullanımdır. Avrupa ve Amerika’da "felsefe" denildiğinde insanlar neredeyse kalkıp düğmelerini iliklerken, Ege kıyılarımızda doğan "düşünce sanatına" karşı bu kadar duyarsız ve bilgisiz oluşumuz, biraz komik J

Felsefenin derinliğini, filozofları, akımları herkes bilmek istemeyebilir ama herkesin kendine ait bir yaşam felsefesinin olması, kendini ve hayatı sorgulayan bir tavrı olması çok önemli. Bunun için felsefenin ne olduğunu ve ne işe yarayabileceğini en basit ama doğru şekliyle anlamak iyi olacaktır. Böylece hem felsefe kavramını daha iyi tanımış oluruz hem de kendimize ve hayata karşı yeni bir yaklaşım elde edebiliriz. Felsefe otoritelerinin, üstatların iznine sığınarak en basit şekliyle ve her insanın ihtiyacına hitap edebilecek şekilde anlatmaya çalışacağım.

Öncelikle şunu bilelim: Felsefe Yunancada "Hikmet seven" anlamına gelir. Şimdi, bazı ünlü düşünür ve filozofların felsefe tanımlarına göz atalım.

İslam filozoflarından Kindi’ye göre "İnsan sanatlarının değer ve mertebe bakımından en üstünü felsefedir. İnsanın gücü ölçüsünde varlığın hâkikatini bilmesidir."

Karl Jasper'a göre "İnsanın düşünerek kendi varoluşunun bilincine vardığı her yerde felsefe vardır. Çünkü düşünen insan, doğru-yanlış, sığ-derin, kısa soluklu-uzun soluklu, bir temellendirme içinde felsefe yapıyor demektir."

Sokrates "İnsanın kendini bilmesidir. İnsanın kendi zihin dünyasını tanımasıdır" diye tanımlar felsefeyi.

Platon "Felsefe insanın gücü ölçüsünde ebedi ve külli olan varlıkların hâkikat ve mahiyetini bilmesidir. İnsanın gücü ölçüsünde Tanrı'nın fiillerine benzemesidir. Tanrı en yüksek iyidir. Her iyilik, güzelliğin kaynağıdır. İnsanın bu ideal güzelliği her yönüyle kavrayabilmesini, kendi fiil ve davranışlarının da mükemmel ve erdemli olmasını sağlayacak ancak felsefedir."

Yine İslam filozoflarından Farabi’nin güzel bir açıklaması: "Hikmet bilgisi insana gerçek mutluluğun ne olduğunu, ameli hikmet de bu mutluluğu elde etmenin yollarını bildirir. Nitekim ruhun varoluş amacı kendisini nihai mutluluğa ulaştıracak olan hikmet ve fazilettir."

Şimdi biraz da daha modern tanımlara bakarsak FELSEFE:

- Mantık, ahlak, estetik, fizik ötesi ve bilgi kuramı gibi alanlardan oluşan geniş bir sosyalbilim alanı.

- Bir konuda soyut düşünme.

- Bir filozofun, bir felsefi okulun, bir çağın öğretisi.

- Olguları ve değerleri sorgulayan. Tümel kavramları, anlamları, amaç ve idealleri sorgulayan.

Bireyselliğe indirdiğimizde de "Bir kişinin davranış ve düşüncelerine kılavuzluk yapmaya yarayan toplu ve tutarlı görüş."

Şimdi, bu bilgilerin ışığında felsefeyi kendi hayatımıza uygularsak nasıl olur? Kendimizi ve hayatı anlamlandırma, yaşam kalitemizi artırma, arınma ya da Tanrı’yı daha çok bilme yolculuğunda giderken başkalarının akıllarını ezberleyerek gitmek yerine felsefi bakış açısından yararlanmak çok daha iyi olmaz mı? Öğrendiğimiz kalıpları yeni baştan sorgulasak, kalıpları kırsak, düşünüp araştırsak, farklı açılardan baksak, esnek ve özgür düşünsek, kendimizi tanıyıp, başkalarının bize giydirdiği, üstümüze oturmayan yaşam tarzından sıyrılıp kendimizi bilme yollarını araştırsak nasıl olurdu? Başkalarının aklıyla değil kendi aklımızı etkin bir şekilde kullanarak kendimize bir yaşam felsefesi oluştursak, kendimizin filozofu olsak nasıl olurdu?

Kolay değil tabii ki bunları yapmak. Alışılmışın dışına çıkıp sürüden ayrılmak. Kolay değil tabii ki hazır akıllardan vazgeçip, bildiklerinin yanlış olduğu durumlarla yüzleşmek. Kolay değil tabii derin düşünmek, sorgulamak, araştırmak. Ama bu yazıyı buraya kadar okuduysanız siz ya hazırsınız ya da zaten bu yolda gidiyorsunuz J Şimdi çok uzatmayayım yazıyı, bir sonraki yazımda felsefenin işlevlerinden bahsedeceğim. Bu yazı için son sözüm şu: "Bana felsefe yapma" değil "gel biraz felsefe yapalım" yeni mottomuz olsun J

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

instagram @arzu.biyiklioglu

Yazının devamı...

İlişkilerde Dinleyebilmenin Önemi

İnsan sosyal bir varlık olarak hayatını idame ederken sözlü veya sözsüz olarak sürekli bir iletişim halindedir. Evet, konuşmadığımız zamanlarda bile bedenimizle, iç sesimizle ve enerji alanımızla sürekli bir iletişim halindeyiz. Bugünkü yazımın konusu "dinlemek". İşte bizim konuşmayıp karşımızdakinin konuştuğu an sessiz kalarak dinlememiz ya da dinleyemememiz.

Bu hafta bu konuyla ilgili kendi üzerinizde sıkı bir gözlem yaparsanız kendinizle ilgili iyi bir teşhiste bulunabilirsiniz. Böylelikle de daha iyi bir iletişim kurabilirsiniz. Dinlemek dediğimizde sadece susup karşımızdakinin sözünü beklemekten bahsetmiyorum. Bazıları için bu bile imkânsız olabiliyor o ayrı... J

Nedir bu dinleme hataları?

- Karşımızdaki konuşurken aklımızdan "sussa da ben de söyleyeceğimi söylesem" modundaki zoraki dinlememeler.

- Karşımızdaki konuşurken onun söylediklerine dair sürekli bir içsel yorum, tahmin veya yargıda bulunmalar.

- Karşımızdaki konuşurken biraz sonra yazacağımız sosyal medya mesajını düşünmek ya da "akşam ne pişirsem, ne giysem…" düşünceleriyle dinliyormuş gibi yapmak.

- Karşımızdaki konuşurken cep telefonuyla ya da saçımızla başımızla ilgilenmek.

- Karşımızdaki konuşurken onun konusuna hiç ilgi duymadan "bitse de ben anlatacaklarımı anlatsam" düşüncesinin sabırsızlığı.

Peki, karşılıklı bir iletişimde (bu ister çocuğumuzla ister eşimizle ya da iş arkadaşımızla olsun) yüzde yüz ona odaklanarak, tam olarak ne demek istediğini, ne hissettiğini anlamaya çalışarak; hiçbir yargıda bulunmadan sadece ve sadece onu dinlesek ne olurdu? Şahane olurdu JÇünkü her şeyden önce böyle bir dinleme şekli, karşı taraftan da algılanır ve daha rahat olmaya başlar. Ve her insan yargısızca, dikkate alınarak, değer görerek dinlenilmekten hoşlanır. Böylelikle aranızda güzel bir enerji alanı oluşturduğunuz gibi karşınızdakini gerçekten anlamaya başlarsınız Jİşin bonusu da bu şekilde dinlediğiniz birinin de size daha samimi davranmasıdır. J

Aynı zamanda hepimizin konuşmaya ihtiyacı var; konuşma da iyi bir dinleyen olduğunda anlam kazanıyor. Siz birini anlamaya, dikkatlice dinleyerek değer vermeye yönelirseniz ilişkilerinize sihirli bir dokunuş yapabilirsiniz. Bütün hayatımız da ilişkilere dayandığına göre iyi bir dinleme yaşam kalitemizi artıracaktır. En önemlisi de sevgiyle dinleyebilmek :)

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin…

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

instagram @arzu.biyiklioglu

Yazının devamı...

Erkeklerin Bilinçaltını Yükleyen Kadınlar

Geçen hafta yine sosyal medyada gördüklerimden sonra dayanamadım bilgisayarın karşısına geçip yazmaya başladım; ama sonra vazgeçtim "Arzu, elinden sert bir yazı çıkacak, vitesi geri al biraz" dedim ve yazmayı bıraktım JAra sıra da olsa benim içimden de bir "başkaldıran" çıkıyor JNeyse şimdi ölçüyü buldum, biraz da şaka şekeri kattım, yazıyorum; ama siz konuyu çok ciddiye alın J

Aslında sözüm daha çok kadınlarımıza, daha doğrusu önce kadınlarımıza. Hep şikâyet edilen, "erkeklerin kadınlara yaptıkları" diye bir liste var ya; aldatan, değer bilmez, ezer, döver, kaba, maço, adaletsiz, reis, sadece kendine özgür... diye uzayıp giden liste. İşte o listenin oluşumunda anne, teyze, abla, komşu olarak kadınların küçük erkek çocukları büyütürken nasıl da etkili olduğunun farkındalığını yazmak istedim. Kadınlar, kendi elleriyle yetiştiriyor, şekillendiriyor, erkek çocuğunun bilinçaltını kurguluyor, bugün şikâyet edilen erkek modelini zihnine yüklüyor. Sonra da hep erkekler suçlu, hep erkekler kötü; oldu mu şimdi? Bu arada erkek okurlarım, sözüm meclisten dışarı Jlütfen alınmayın, ama bir bakın kendinize, var mı küçük de olsa bir payınız J

Sosyal medyada gördüklerime gelince şöyle ki: Anneler, erkek çocuklarının resimlerini paylaşıyor ve ablalarım, teyzelerim yorum yazıyor. "Maşallah, çok canlar yakacak bu çocuk büyüdüğünde", "Ne kadar da büyümüş kerata, çok yakışıklı, kız bu çok zampara olacak", "vallahi kızlar peşinde sürünecek bunun"... diye ilerleyen yorumlar. Tabii bir de bunun ev içinde muhabbet kısmı var. Anne sürekli "oğlum ne yer, ne içersin, oğlum sana ne yapayım, erkekler ağlamaz, erkek dediğin sert olur, aslan oğlum, kaplan oğlum, yürü kim tutar seni, erkek adam yapar, erkek adam coşar"… Dahası da var ama yazamayacağım. Şimdi sorarım bu ablalarıma, teyzelerime, kardeşlerime; siz bunları kocanız ya da sevgiliniz için de söyleyip alkış tutuyor musunuz? Bir yandan çocuğa yüklediniz eril egoyu, doldurdunuz bilinçaltını sonra ağlatsın bizim kızları. Ya da şimdi belki de sen ağlıyorsun, zamanında Hebibi Teyzemin oğluna yaptığı yüklemelerden dolayı. Hebibi'nin oğlu koskoca adam oldu, birinin de sevgilisi ya da kocası oldu, bir kadının canın yakıyor belki de. Hebibi Teyze de nereden çıktı derseniz, o zaten hep aramızdaydı. Hepimizin hayatında her şeyi bilen bir Hebibi Teyzesi, annesi ya da komşusu yok mu? Ben yeni tanıştım bu teyzeyle desem yalan olur, zamanında teyze kıvamında olmasa da bazen abla, bazen arkadaş kıvamında hep bir akıl hocası vardı etrafımda. Çok bilen, çok konuşan, salkımı verip talkımı yutan ( her bişeyi bilen teyze kısaca Hebibi) Allah'tan kendi bildiğine giden bir tiptim de fazla zarar görmedim Hebibi teyzelerden J

Neyse ana konuya döneyim, erkek çocuklarına ayrımcılık yapmayalım, onları gereksiz havalara sokmayalım, hele bir de ileride kadınlara zarar verebileceği halleri şaka bile olsa yüklemeyelim lütfen. Erkek çocuklarımıza kibar olmanın, dürüst olmanın, yardımsever ve adil olmanın erdem olduğunu, erdemin de insanı güçlü kıldığını öğretelim. Kadınların değerli olduğunu, iyi bir kadını hak etmesi için iyi bir erkek olması gerektiğini söyleyelim. Lütfen Hebibi teyzelere, ablalara uymayalım J Bu arada son olarak bir şey daha diyeceğim: Hebibi amcalar, sizin için de bu sözlerim aynen geçerli.

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

instagram hesabı @arzu.biyiklioglu

www.arzu.biyiklioglu.com

Yazının devamı...

Kötü Duygulardan Nasıl Kurtuluruz?

Geçenlerde ne yazsam diye düşünürken en iyisi Instagram'daki takipçilerime sorayım dedim, sordum da JVe sağ olsunlar bana çok güzel ilham verdiler. Onlara tekrar teşekkür ederim öncelikle. Şu anki yazı başlığım da bu konulardan biri. Evet, olumsuz bir şeyler yaşadık ve sonrasında mantıken bunun bittiğini, durumu artık arkada bıraktığımızı biliyoruz ve ileriye doğru gitmeye çalışıyoruz. Hatta mantıklı açıklamalar bile getiriyoruz duruma ama hâlâ o anıyı hatırladığımızda içimizde kötü, olumsuz duygular hissediyoruz. Nasıl kurtulacağız bu durumdan?

Öncelikle şunu fark etmemiz önemli: Duyguyu yaratan bizim olaya, duruma verdiğimiz anlamdır. İçimizde nasıl bir anlamlandırma yapıyorsak öyle duygular hissediyoruz. Sonradan yaptığımız mantıklı ya da bilinçli açıklamalar, ne kadar olumlu olsa da bilinçaltımıza durumu farklı anlatamadığımız için aynı duyguları yaşayıp duruyoruz. İşin sırrı bilinçaltında değişiklik yapabilmek. Bunun için pek çok teknik var ama şu anda bir uzmana ihtiyaç duymadan kendi başınıza uygulayabileceğiniz en basitini yazacağım.

Uygulama:Size kendinizi kötü hissettiren durumun sizdeki tüm anlamlarını yazın.

Örneğin:

- Bana yalan söyledi.

- Beni değersiz hissettirdi.

- Beni kandırdı.

Sonra bunların karşısına size sağladığı faydaları yazın. Faydası yok demeyin Jmutlaka vardır. Ya size bir şey öğretmiştir ya da size kendinizle ilgili bir şeyi fark ettirmiştir. Örneğin yalan söylenilmesi çoğu insana, aslında kendisini kandıran bir yapısı olduğunu fark ettiriyor. Ya insanları anlayışla karşılamadığı ya da sert tepkiler verdiği için korkuttuğunu fark edebiliyor. Ya da özgüven eksikliğini… Değersizlik hissettiren davranışlar karşısında kişi aslında özdeğer eksikliğini fark edebiliyor. Ya da kandırılma durumunda aslında bu kandırılmaya kendisinin göz yumduğunu, zemin hazırladığını, ilgi ve algısının aslında başka bir yerde olduğunu ya da aslında kendisinin boş vermişliği olduğunu fark edebiliyor. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Hatta belki de defalarca o kişiye ya da duruma HAYIR demeniz gerekirken hep EVET dediniz (Ses çıkarmamak, görmezden gelmek de bir evet, yap, devam et anlamına gelir) ve en sonunda kendinize büyük bir HAYIR demiş oldunuz J

Evet, şimdi bu yeni çıkarımlarınız sizin kazançlarınızdır. İşte odaklanacağımız nokta da burasıdır. Ve bu kör noktaları bize fark ettirdiği için şimdi duruma ya da kişiye teşekkür ederek onu serbest bırakabiliriz. Artık tüm odağımızı kendimizle ilgili keşfettiğimiz kör noktaya çevirip onu aydınlık hale getirmek için ne yapmamız gerekiyorsa onu yapmak olmalıdır. Bu da bizi geliştirir ve güçlendirir. Bu arada olumsuz duygular oluşturan durum artık sizde nötr bir durum oluşturur; hatta pozitif bile olabilir. Çünkü artık anlam değişti J

Tabii bunu yapmak için kabul etmemiz gereken birinci kural şudur: "Her ne oluyorsa hayatımda bu durumdan payıma düşen yüzde elliden sorumluyum." Tabii bazen çok enteresan durumlar da oluyor. Mesela gerçekten durumun sizle hiç alakası yoksa (ki bundan emin olmak zordur ve çoğu zaman yanılabilirsiniz) ve gerçekten de öyleyse; bu size Tanrının lütfu olabilir. Bugün kahrolduğunuza yarın şükredebilirsiniz. Belki henüz göremediğiniz bir mucize barındırıyordur içinde J Sizi daha kötü bir şeyden koruyor ya da sizi bir hayalinize sürüklemeye çalışıyordur J

Evet bugünlük de bu kadar güzel insan Jne demiştik? Uygulama şart J

Fark et, uygula, değiş...

NOT: Eğer travmatik bir durumunuz varsa bu konuda uzman bir doktora gitmelisiniz.

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin…

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

instagram @arzu.biyiklioglu

Yazının devamı...

Başınıza Gelen Olumsuz Olayın Suçlusu Kim?

İstenmeyen bir durum başınıza geldiğinde ne yapıyorsunuz? İlk aklınıza gelen nedir? Bakış açınıza göre zihniniz bir yorum yapar. Ya ders alıp bir şeyler öğrenmeye çalışarak krizi fırsata çevirmek ister ya da olumsuz bir bakış açısıyla soruna sorun eklemek ister.

Her iki bakış açısında da aslında niyet rahatlamaktır. Olumlu bir çıkarımda bulunarak düşünen bir zihin, farkındalıklı bir bilinçtir ve doğru yoldadır. Soruna sorun katarak bakan bir bakış açısı, suçlu arayarak rahatlamaya, haklı olmaya çalışan zihin ise kendisini haklı çıkartarak rahatlamaya çalışan ve farkındalığı olmayan bir bilinçtir. İstenmeyen olayla, kişiyle veya kendinizle ilgili bir yargıya varıp, suçlu arayan bir zihin işleyişiniz varsa tehlike çanları çalıyor demektir.

Ego, iş başındadır ve kendini güçlü kılmak, beslemek adına radarlarını açmış, fıldır fıldır suçluya sorumluluğu yüklemek için çalışmaktadır. Egonuz sizi yönetmeye başlamıştır ve bunu bilinçsizce hızlı bir şekilde yapar. Başınıza gelenlerden dolayı kişileri, olayları suçlamak, sizi yerinize çiviler. Hayatınızla ilgili kurduğunuz cümleler hep "onun yüzünden böyle oldu, keşke öyle olmasaydı" diye başlar. Oysa sorumluluğu sadece kendinizde algıladığınızda " .... rağmen yaptım, aştım, değiştirdim" gibi cümleler kurarsınız. Yüzde yüz haklı olsanız bile, suçlama hayatınızdan enerji çalmaktan ve benzer bir şeyi hayatınıza çekmekten başka işe yaramaz. Bazen suçlamalar üzerine çalıştığım danışanlarımdan şunu duyuyorum: "İyi o zaman, ben mi suçluyum, tamam benim suçum olsun." Tabii ki öyle değil; neden bir suç ve suçlu arama ihtiyacı duyuyorsunuz? Kimse suçlu değil; çünkü ortada bir suç yok. Eğer suç dediğiniz şeyi ortadan kaldırırsanız zaten suçlu da olmaz.

Herkes, kendi kafasının içindeki programa göre (düşünce şekline göre) hareket ediyor. Herkes o an için kendine göre doğru, kendine göre haklı... Burada yapılacak şey, sorunlarımızı çözmek için kendi sorumluluğumuzu ele alıp, kendi gücümüzle olayların üstesinden gelebileceğimizi fark etmek. (Değişim Seansları sf. 70)

Evet bugünde sizlere ‘’ Değişim Seansları’’ kitabımdan bir bölümle merhaba demek istedim JDevamını ve uygulamaları merak ediyorsanız kitabıma kitapçılardan ve online kitap satiş sitelerinden ulaşabilirsiniz.

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin …

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

instagram @arzu.biyiklioglu

Yazının devamı...

Kendinle Ne Kadar Samimisin?

“İçsel yolculuğa çıkarken açılması gereken ilk kapı samimiyet kapısıdır. Kendinle samimi olmadı mı insan, yolculuk labirentte gezmeye dönüşür…”

Bana bu sözü öğreten hem kendimle hem de danışanlarımla yaptığım deneyimlerim oldu. Ve gerçek samimiyeti anladığım gün, bu söz dudaklarımdan dökülüverdi. Evet, konuşmaya geldi mi, ya da başkalarını eleştirmeye çoğu zaman aranan “dürüstlük ve samimiyetin” eksikliğinden şikâyet edilir. Burada asıl soru yani ilk soru: “ben kendimle ne kadar samimi ve dürüstüm?” Burada bahsettiğimiz samimiyet, güvenli, içten bir alan oluşturak dürüst olabilmek.

Bu yazıyı okuyorsanız bir şekilde siz de kendi içsel yolculuğunuza çıkmış, yaşamınızın sorumluluğunu elinize almışsınız demektir. Şimdi önemli olan bu yolu nasıl gideceğimizidir. Eğleşe eğleşe mi, yoksa koşa koşa mı? Yolun sonu olmadığına göre koşmaya gerek yok diye düşünüyorum JAyrıca hazır olmadan bir şeyleri öğrenmek ya da bir şeylere ulaşmak bize anlamsız gelebilir. Hani ortaokulu, liseyi okumadan üniversiteye kaydolmak gibi… Eğleşme kısmı da işte bu labirentte dolaşıp dolaşıp hep aynı noktalarda gezerek vakit kaybetmek gibi bir şey. Çünkü yüzleşmediğimiz, itiraf etmediğimiz, kabul etmediğimiz her şey bizi bir labirentin içine hapseder. Hem de kendi yarattığımız bir labirenttir bu. Aslında kimsenin bize bir şey yaptığı yoktur. İşte böyle olunca bir üst basamağa geçemeyiz. Nedir o üst basamak? Çözüm tabii ki. Önce farkına varmalıyız, sonra kabul etmeliyiz ve sonra da çözüm için harekete geçmeliyiz. Bu da uygulama kısmı J

Tüm bu bahsettiklerimi kabul etmiyorsak ne yaparız? Diğer alternatif: “Sorunlarımdan sorumlu değilim, onlar (hayat) suçlu, onlar (hayat) sorumlu. O zaman ben de kurbanım, edilgenim, çaresizim, çözerse onlar çözer sorunumu.” Şu an bu kelimeleri yazmaktan bile hoşlanmadım J

Diyeceğim şu ki: siz bu yola çıktıysanız ne eğleşerek vakit kaybedin ne de koşa koşa ulaşılacak bir yer arayın. Herkesin kendi tarzında ve kendi hızında gitmesi en doğru olandır. Kimine nefes, kimine dua, kimine reiki, kimine NLP, kimine koçluk, kimine mürşitlik… rehberlik edecektir. Hangi yoldan gidersek gidelim zaten bütün yollar bir gün Hakikate çıkacaktır. Önemli olan sorumluluk almak ve kendinle samimi olmaktır. Her insanın parmak izi farklı olduğu gibi içsel dünyası ve ihtiyaçları da farklıdır. Size birileri rehberlik edebilir, bu iyi bir şeydir; ama bu süreçte kendimize samimiyet ve dürüstlük göstermiyorsak içimizdeki o labirente hapsoluruz. O zaman da ya rehberimizi, ya kendimizi ya da onları suçlayabiliriz. Ki bu da yeni bir labirente daha düşmemizi sağlar J

Kendinizle ilgi çözmek istediğiniz ne varsa bu konuyla ilgili tüm duygu ve düşüncelerinizi anlatın (sizi sadece dinleyecek ve yargılamayacak birine) ya da oturun her açıdan yazın, yazın, yazın… İnsan yazdıkça ve anlattıkça kendinin farkına varır. Farkına varmak için de samimi olmak, cesur olmak gerekir.

Kendimizle samimi ve cesur olduğumuz bir hafta olsun güzel insan J

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin…

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

instagram @arzu.biyiklioglu

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.