SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Haklı olmak ve mutluluk

Çocukluğumuzun Nasrettin Hoca fıkralarından birini hatırlayarak başlayalım bugüne de :)

Nasrettin Hoca bir gün ağacın altında bir arkadaşıyla otururken yanına koşa koşa iki kişi gelir. Belli ki birbirleriyle anlaşamamışlardır ve dertlerine dermanı Hoca'dan beklemektedirler. Önce adamlardan biri verip veriştirir, arkadaşını suçlar ve haklı olduğunun teyidini de Hoca'dan almak ister. Cümlelerini de "ya Hocam haklı değil miyim şimdi ben" diye bitirir. Hoca da "haklısın" der… Sonra diğer adam alır lafı. Konuşur, konuşur; kendini savunur, diğerini suçlar; o da cümlelerini "şimdi ben haklı değil miyim yani Hocam" diye bitirir. Hoca da "haklısın" der. Hoca'nın yanında oturan arkadaşı, duruma anlam veremez, hafiften hesap sorar gibi döner Hoca'ya ve "Bu nasıl iş hocam, buna da haklısın dedin, şuna da, olacak iş mi" diye söylenir. Bildiğiniz gibi Hoca da "Sen de haklısın" der.

Çoğunuz hatırlamıştır bu fıkrayı, tabii fıkranın komikliği yanında derin anlamlar barındırdığını da her zaman hatırlamakta fayda var. Herkes kendi algısında haklıdır. Benim kanımca ortaokul ya da liselerde mutlaka "algı yönetimi" diye bir ders olmalı :) İnsanlar birbirlerinin ne kadar farklı algılarda olabileceğini bilse hem kendi algılarını değiştirebilmeyi hem de başkalarına karşı daha hoşgörülü olmayı kolayca öğrenebilirler. Zihinsel algımız neyse, nasılsa dış dünyaya açılan penceremizden o şekilde bakarız, o şekilde tepkilerde, yargılarda bulunuruz. Her birimizin içi farklı bir dünya. Ama bunun farkında değiliz çoğu zaman. Kişisel algılarımızı oluşturan pek çok filtre sistemi var içimizde. Bunlardan birkaçı; tecrübelerimiz, değerlerimiz, inançlarımız, meta programlarımız… İnsana bu dünyada bir benim gibi düşünenler, bir de benim gibi düşünmeyenler varmış gibi gelir çoğu zaman. Ya da ben doğruysam bana uymayan yanlışmış gibi gelir… O zaman da konuyu, iletişimi, sevgiyi, paylaşımı bırakıp sadece haklı olabilmenin peşine düşer insan. Artık ok yaydan çıkmıştır ve kazanılacak bir savaş vardır: "haklı olma savaşı". Oysa konu çok daha derindir; çünkü insan zihnindeki farklılıklar çok daha fazladır. Eğer yaşamımızı güzelleştirmek istiyorsak odağımızı anlamaya, algılarımızı fark etmeye yöneltmeliyiz. Haklı çıkma çabası egonun işidir ve egoyu besler... Bir insan algı farklılıkları ve algı yönetimiyle ilgili ne kadar çok şey biliyorsa, konuya ne kadar hâkimse o kadar huzurlu olacaktır. Kafayı başkalarına takmayacak, onları değiştirmeye çalışmayacak, haklı olma savaşlarına katılmayacaktır. Onun yerine daha yapıcı, hoşgörülü ya da yeri geldiğinde yardımcı olacaktır… Bu da daha güzel, daha huzurlu bir yaşam demek :) Belki de haklı olamak ve mutlu olmak arasında bir seçim yapmak gerek güzel insan...

Şimdi, bu yazdıklarıma karşı gelecek bir sözün varsa ya da yazdıklarıma katılıyorsan güzel insan sen de haklısın... :)

Algılarınızın farkında bir hafta olsun :)

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

@arzu.biyiklioglu

Yazının devamı...

Hoşgörü ve yargının değişimi

HOŞGÖRÜ

Özellikle yaşadığımız şu son günlerin bize vermek istediği mesajlardan biri de ciddi anlamda hayatımıza hoşgörüyü davet etmemiz gerektiği. Kişisel ve toplumsal yargılardan sıyrılıp hoşgörünün samimi kollarına kendimizi bırakabilmek, hayatımızda tahmin bile edemeyeceğimiz güzellikleri sunacaktır bize. Bunun için önce hem küçük ölçekte yani kişisel çevremizde, ailemizde; hem de büyük ölçekte yani milletimizde kıyasıya uçuşan yargılarımızın farkına varmamız gerekir. Sonra da hoşgörülü olmanın ezilme, katlanma değil de aslında bir olgunluk, bir erdem olduğunu anlamamız bize huzurun kapılarını açacaktır..

Yargılarımız egonun sen, ben, onlar ayrımından, doğru-yanlış, iyi-kötü dualitesinden kaynaklanır. Hele bir de toplumda "ayıp olmasın" ve "elâlem ne der" gibi kökleşmiş düşünce kalıpları varsa (ki bu yargının onaylamasıdır) ciddi anlamda herkes birbirine, öncelikle de kendine zorluk çıkarmaktadır. Başkalarında ya da kendimizde beğenmediğimiz, eleştirdiğimiz, yanlış olduğunu düşündüğümüz her şey hayatımızı etkileyen yargılardır. Yargılarımızdan kurtulabilmenin ilk adımı yargıladığımızı kabul etmektir. Kabul ediyorum ama... diye başlayan bir cümle kurmadan, sadece kabul etmek :)

İkinci adımımız da yargılamanın yerine koyacağımız, kendimizde geliştireceğimiz "hoşgörü"yü tanımlamak ve isteyerek, sevgiyle, olgunlukla hoşgörülü olmayı deneyimlemek olmalıdır. Hoşgörü; doğru-yanlış demeden o kişiyi ya da durumu olduğu gibi insanın kendi rızasıyla kabul etmesidir. İşin içinde kazanmak-kaybetmek, haklı olup olmamak diye bir şey yoktur. Öncelikle kendimize karşı hoşgörülü olmayı öğrenmeliyiz.

Yargılardan kurtulup hoşgörülü bir insan olabilmek bir anda olacak, kolay bir iş değildir. Çünkü doğduğumuz andan itibaren yargılar ve onların etiketleriyle büyüyoruz. Ama bunun hayatımıza getirdiği zorlukları fark edip hoşgörülü olma niyetine girerse insan, bu değişim mümkündür. Ve hayatın her alanına yayılan bir huzuru beraberinde getirecektir.

Danışanlarımla yargılama farkındalığı çalışması yaptığımızda herkes hayret içinde düşüyor :) Yani bu olaya farkındalık ışığında bakmadığımız sürece ne kadar da çok yargıladığımızın farkında olamıyoruz. Ayrıca çoğu kuvvetli yargının kuvvetli olumsuz frekansına bağlanarak hem kendimizi hem de dünyamızı kirletiyoruz. Sonra da "neden bu kötülükler başıma geldi" diye hayıflanıyoruz.

Yargımız çekim alanımızdır, yargılarımız hayatımızı şekillendiriyor. İyileşme, dönüşüm ise hoşgörülü olmakla başlıyor… Bu hafta başkalarının değil sadece kendi yargılarınızın farkında olma çalışması yapabilirsiniz. Yedi gün boyunca kendinizi gözlemleyin ve yargılarınızı yakaladıkça not alın. Bakalım en çok hangi konularda yargılıyorsunuz ve ne tip yargılama mekanizmaları kullanıyorsunuz, bir keşfedin...:)

İnsan, kendinin ne kadar çok yargıladığını fark edince başkalarını da daha iyi anlayabiliyor. Ve böylelikle hoşgörülü olmaya daha çok istek duyabiliyor. Hele bir de hoşgörülü olmanın bir eziklik, katlanmak, zoraki kabullenmek olmadığını açık gönüllülükle, olgunlukla gelen bir erdem olduğunu algıladığında değişim çok daha kolay ve gönüllü oluyor :)

Kendimizi fark ettiğimiz ve hoşgörüyü hayatımıza davet ettiğimiz bir hafta olsun :)

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

instagram @arzu.biyiklioglu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

İçimizdeki kurtlar

Her insan kendi içsel inanç sistemine göre yorumlar yapar. Anlamlar, bağlamlar çıkarır, kararlar verir, tepkiler gösterir. Kimimiz karşımıza çıkan olayların bir kader olduğuna inanırken kimimiz kendimizin yarattığına inanır. Şimdi, konumuz bunun hangisinin doğru olup olmadığını tartışmak ya da ispatlamak değil. Asıl önemli olan, başımıza gelen durumla ilgili ne yapacağımız, nasıl bir tepki vereceğimiz. Her insan hayatında önemli değişiklikler yaratan, büyük duygusal dalgalanmalar yaratan durumlarla karşılaşmıştır. Ve çoğumuz bu durumda içimizde bir kararsızlık, bir kargaşa hissederiz. Bir yanım şunu yap diyor, isyan et, vur, kır, geçir diyor; bir yanım da başka şeyler söylüyor, kal, bekle, ama ama… gibi.

Nedir bu içimizdeki konuşan, kimdir? Ego, sabotajcı, vicdan, kalp? Peki hangisine uymalıyım, hangisi doğru, hangisini dinlemeliyim?

Bütün bunlara cevap veren bir Kızılderili hikâyesi var, sizlerle bu hikâyeyi paylaşmak isterim Bir Kızılderili köyüne saldırıp, yakıp yıkarlar. Sadece bir dede ve torun sağ kalmıştır. Acı acı enkaza bakıp çaresizce seyretmektedirler köyün yağmalanmış halini. Dede Kızılderili fazla sessizlik içinde kalınca küçük torun sorar: "Dede neler oluyor, neden susuyorsun?" Yaşlı adam cevap verir:

"Dinliyorum, içimdeki kurtların sesini dinliyorum. Biri siyah kurt, diğeri beyaz kurt. Durmadan kavga ediyorlar. Siyah kurt 'yak, yık, saldır, intikam al' diye uluyor. Beyaz kurt ise 'sakin kal, sev, yeniden başla, yapabilirisin' diye uluyor. İçimde durmadan birbirleriyle savaşıyorlar."

Torun merakla soruyor: "Peki hangisi kazanacak dede?" Ve yaşlı Kızılderiliden gelen cevap: "Ben hangisini beslersem o kazanacak evlat..."

Evet, kurt benzetmesiyle yapılan o dualite, o savaş hep içimizde var. Başımıza gelen olaylara tepki verirken hangi yanımızla tepki vermek istiyoruz, hangi kurdu beslemek istiyoruz o da bizim bilincimizle vereceğimiz karar.

Başka bir bakışla da anlık kararlar, tepkiler verip günü mü kurtarmaya çalışacağız? Ya da aynı tarzda yaklaşıp anlık rahatlamalar yaşayıp aynı zamanda yeni bir soruna mı gebe kalacağız? Yoksa sakin kalıp, vicdanla konuşup, sevgiyi hatırlayıp, akıldan mı güç alacağız? Krizi fırsata mı çevireceğiz?

Aklımızın ve kalbimizin el ele tutuştuğu, beyaz kurtların beslendiği, güzelliklere gebe kalan bir haftamız OLSUN…

NOT: Günlük motivasyon ve mutluluk için açılan yeni kişisel instagram hesabı takip edebilirsiniz @arzı.biyiklioglu

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

sevwww.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

Sevmek mi Önemli, Sevilmek mi?

"Seni seviyorum" diyebilmek mi, yoksa bu cümleyi duyabilmek mi önemli senin için? Muhtemelen ikisi de diye cevap vereceksin :) ama öncelik hangisinde, birini feda etmek durumunda kalsan hangisini feda ederdin, sevmeyi mi sevilmeyi mi?

Bu sorunun cevabını vermek kimileri için çok zor, kimileri için kolay olabilir. Zaten bu sorunun tek bir doğru cevabı da yok. Herkesin farkındalık seviyesi neredeyse ona göre cevap verecek ve o cevap da onun için doğru cevap olacak :)

Mevlana sevgi aşamalarını anlatırken sevgiyi dört basamağa koymuş, her bir basamakta sevgi algısı değişiyor. Hamlıktan pişmeye, yanmaya gitmek gibi.

Birinci seviyede sevilmek için seversin.

İkinci seviyede seversin ama sevilmeyi de beklersin.

Üçüncü seviyede seversin, ama sevdiğin de bilinsin, takdir görsün istersin, sevilmesen de olur.

Dördüncü seviyede seversin gerisi boştur, sadece seversin, sevgi haine geçersin sadece J

Bizlerde farkındalık seviyemiz yükseldikçe bu evrelerden geçiyor olacağız. Her insan kendiyle samimi bir şekilde konuşursa şu an hangi sevgi basamağında olduğunu anlar. Ve artık o basamakta kalmak istemiyorsa kendi üzerinde biraz daha çalışabilir. Tabii ki sevmekle birlikte sevilmek de çok güzel; ama içimizdeki sevgi sevilerek çoğalmıyor ya da sevildiğimiz için hayatımıza mutluluk akmıyor… Ama sevdikçe sevenimiz de artıyor, mutluluğumuz, huzurumuz da. Çünkü kendinden kendine sevmek Tanrısaldan beslenmektir.

Bütün danışanlarımla hayatlarının en önemli değerlerini gözden geçirmeleri ve yeniden yeni farkındalık seviyeleriyle yapılandırmaları için " değerler" çalışması yaparım. Özellikle sevgiyi seçen danışanlarımla da yeni sevgi yolculuğuna çıkarız. Bize küçükken öğretilen sevgi anlayışından çok daha büyük, geniş bir alana yayılan "yeni baştan sevmeyi öğrenmek" yoluna gireriz. Eğer sizin için de sevgi hayatınızın en önemli beş değerinden biri arasındaysa, kendinize şu soruyu sorarak başlayabilirsiniz: "SEVGİ tam olarak ne demek?" ve "sevgi benim için bu kadar önemliyse ben bütün gün ne kadar sevgi doluyum?". Bu arada farkındayım bir dedim iki soru verdim :)

Evet güzel insan cevaplar sende, şifa sende :) SEVGİ dolu bir haftan olsun... :)

Yeni açılan instagram hesabı takip etmek isterseniz @ arzu.biyiklioglu adresinde her gün sizleri bekliyor olacağım J

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

Karşımıza Çıkan Her Durumdan Ve Duygudan Sorumluyuz

Ne kadar çok kötülük uçuşuyor etrafımızda değil mi? Kötü insanlar, yanlış yapanlar, bize karşı olanlar, dengesiz, değersiz olanlar... Kızalım, isyan edelim, lanetleyelim… hadi hep beraber lanetleyelim. Olur mu sence? Bir şey değişir mi? İşe yarar mı? Hiç bu yöntemle başardığın bir şey var mı? Bir kötülü iyiliğe, güzelliğe, sevgiye dönüştürebildin mi bu yöntemle?

Kötülüğe kızarak, lanetleyerek cevap vermek, sadece onu besler; onun frekansına inip aynen onun gibi oluruz. Bu, hepimizin çok iyi anlaması gereken bir konu. Hatta anlamakla kalmayıp uygulamamız gereken bir konu. Yoksa insanoğlu mutluluktan ve sevgiden payını alamayacak. Çatışmalar tüm ilişkilerimizde devam edecek, evde, işte, ülkede, dünyada birbirine bağlı tüm enerji alanlarımızda.

Budist Bilge Shantideva şöyle der: “Kötülerin kaçını öldüreceğim ki? Sayıları uzay kadar sonsuz. Oysa kin beslemeyi öldürürsem, bütün düşmanlarım aynı anda ölecek.” Tüm kadim bilgelik öğretileri dışarıyı içimizdeki iyileşmeyle dönüştürebileceğimizi anlatır. Tabii bu kolay bir yol değil ama insanın kendini tanıması ve iyileştirmesi, dünyasını güzelleştirmesi sadece bu yoldan geçiyor. Facebook’ta terörü lanetlemek yerine içimizdeki terörü susturmalıyız, terörü lanetlemek yerine barışı hayatımıza davet etmeliyiz. Kendi içimizde barışı büyütmeliyiz. İşyerinde iş arkadaşlarımızla, komşumuzla, akrabalarımızla, her şeyden önce kendimizle barışık olmalıyız.

kitabında Dr. İhaleakala Hew Len şöyle der: “Karşıma çıkan herşeyden, herkesten sorumluyum, iyileşme için kendi içimde arınmalıyım… Özür dilerim, lütfen beni affet. Seni seviyorum, teşekkür ederim.” Mutlaka herkesin okuması ve uygulaması gereken bir kitap. Bu yaz okunacak ve uygulanacaklar arasına şimdiden yazın JTabii “Mutluluk Arzusu” ve “Fark Et, Uygula, Değiş” kitaplarımı henüz okumadıysanız onları da okuma ve uygulama listenize alın JKitapların sonlarında uygulamaları yapan güzel insanların dönüşüm hikâyeleri de eminim sizleri motive edecektir… Kim bilir belki bir gün siz de dönüşüm hikâyenizi benimle paylaşırsınız J

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin…

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.