SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Aşk ve mutluluk mümkün mü?

'' Yıldızlar bile AŞK için dönerken, senin yüzünü Aşk'a çevirmemen olur mu? Aşk sana bakarken, senin için akarken almamak olur mu? Haydi dön yüzünü, aç gönlünü Aşk'a... AŞK bizi çağırıyor... Aşk ola...''

Sevgiye giden yoldur aşk. Öyle bir enerji ki alev alev yakar da seni, kurtulmak istemezsin yanmaktan. Deli dalgalar durulduğunda sevgiye teslim eder emanetini. Aşkla yaşayabilmek bambaşkadır, egonun var olmadığı tek andır. Aşk insanın her hücresini titreştirir, aklını başından alır, kanatlanıp uçurur. Bilirsin sen de güzel insan, mutlaka aşık olmuşsundur en az bir kere, belki kaç kere... Evet o kalmaz, hep gelir gider, giderken yerini ya sevgi alır ya da ego. Kim kazanırsa....

Aşk her yerde yeniden doğar, görebilene, almaya hazır olana tabiki. Sadece karşı cinste değil, her canlıda, her işte kendini göstermeye hazırdır. Ama biz hep karşı cinste ararız aşkı, oysa kendisi olmakta var. Aşkla hayata bakabilmek, aşkla yaşayabilmek...

Yoksa acıtır diye, hayatın allak bullak olur diye aşktan korkuyor musun?

Aşk ve mutluluk mümkün mü ?

...............................................................................................................................

Fazla söze gerek yok, bu yolculukta herkes kendi yöntemiyle AŞK'ı bulacak :)

Bu yazım '' MUTLULUK ARZUSU'' kitabımın AŞK bölümünden bir alıntıdır...

Kitabı okuduktan sonra sizin Aşk yazılarınızı va yorumlarınızı bekliyorum :)

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin....

NLP Uzmanı Ve Yaşam Koçu

Arzu Bıyıklıoğlu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

Zihnindeki Direnç Kapısı

Pek çok insanın direnç gösterdiği alanları vardır. Kim ne derse desin, kim ne yaparsa yapsın sımsıkı elinde tuttuğu, kimsenin girmesine izin vermediği alanlardır bunlar. Aslında başkasının girip girmemesi değildir konu, kişinin kendisi girmek istemiyordur. Yüzleşmeye cesareti yoktur. Direnç zihinde demir bir kapıdır. O kapının arkasında da bir inanç gizlidir. Eğer o demir kapı açılırsa içerideki inancın yanlış olduğu ortaya çıkabilir, çirkin olduğu ortaya çıkabilir veya yalan olduğu ortaya çıkabilir. Bu da inanç sisteminin çökmesi demektir. Ve inanç sitemi çökerse kişi kendi kimliğini kaybettiğini sanır. (Aslında bunu sanan EGO'dur). O yüzden bu ölüm gibi bir şeydir. Sistem çöktüğünde ona bağlı olan tüm mazeretler, şikayetler ve akabinde konuyla ilgili tüm düşünce ve davranışlar da değişmelidir. Bir nevi haksız duruma düşmek, kaybetmek, vazgeçmektir bu yüzleşme anı. Bununla yüzleşmeye hazır olmayan insan işte o demir kapıya sığınır her gün.

Eğer konuşmaktan korktuğunuz, çekindiğiniz bir konu varsa ya da konuşurken başka birinin size ters düşen bir sohbetini dinlemek bile istemiyorsanız, konuşmaktan ya da karşı fikirleri dinlemekten bile kaçıyorsanız bilin ki o demir kapı sizde de var. DİRENÇ!

Demir kapının dışında olan insanlar ve olaylar o kapıyı açmanız için sürekli baskı yapar. Ve siz kaçarak bundan kurtulmaya çalışırsınız ya da karşı tepki gösterirsiniz. Fakat bilinmesi gereken önemli bir şey daha var ki o da o kapı açılmadan huzur bulamayacaksınız. Neye direnç gösteriyorsanız onunla bir gün yüzleşeceksiniz. Direnç göstermekle yarattığınız baskı bir gün patlamaya sebep olacak.

Peki ne yapmalı? Direnç gösterdiğimiz, kapalı olduğumuz noktaların mesajını iyi okumalıyız. Direnç gösteriyorsak "hey! burada çözülmesi gereken önemli bir şey var... boşaltılması gereken bir blokaj var... anlamam, öğrenmem gereken bir şey var..." diyerek o demir kapıyı hafifçe aralama cesaretini göstermemiz gerekir. Bu cesareti de egomuzu bir kenara bırakabildiğimiz, kendi varlık bilincimizde olduğumuz an yapabiliriz. İçsel mutluluğumuzu yakalamak için bunu yapmalıyız. Şimdi bu hafta direnç gösterdiğiniz noktaları tespit ederek bir kenara yazın. Sadece farkına varın ve yazın :) Hazır olduğunuzda kapıyı aralayın :)

Bu arada sizlere güzel bir haberim var. 25 Mart itibarıyla üçüncü kitabım "Mutluluk Arzusu" tüm kitapçılarda :) Sizlerin evine sohbet etmeye geliyorum, misafir kabul eder misiniz?

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

Yazı Yazmanın Sırrı

E5’te trafikte gidiyorum ve bir an içimden o ses konuşmaya başlıyor, şiir gibi bir üslupta kelimeler akıyor ardı sıra, sayfalarca... O an, hadi anlat konuş desen sözcüklere dökülmüyor, konuşarak anlatmaya çalıştığımda sihir bozuluyor. Akış duruyor, kekelemeye başlıyorum adeta. Sadece parmaklarım anlıyor onu. Bir kalem ya da bir bilgisayar olsa elimin altında arabayı çekip sağa, parmaklarıma emanet yazmalıyım diyorum. Ama içimde konuşan, o kadar güzel konuşuyor ki onu kesintisiz dinlemekten kendimi alamıyorum. Sonra bir bakıyorum ki park yerine ulaşmışım... (Zaten E5’te sağa çekip yazmak da çok parlak bir fikir değil) İşte, araba kullandığım anlar, içimden gelen sesi dışarıya akıtamadığım anlar :) ve o kitapları sadece ben okuyabiliyorum maalesef :( Ama çoğu zaman, yani parmaklarımı kullanabildiğim anlar, en güzel yazılarımın çıktığı, sesin somutlaşabildiği anlar. Parmaklarım o sesin anlattığı her şeyi olduğu gibi kâğıda aktarabiliyor ve o an aslında hiçbir şey yapmıyorum, parmaklarıma emanet her şey... Hiçbir şey düşünmüyorum, ne bir önceki cümleyi, ne bir sonraki cümleyi. Ya da yazının nasıl biteceğini... Her şey zaten kendiliğinden olup bitiyor. Henüz sizlerle bu şekilde yazıp paylaşmadığım pek çok yazı ve şiir var. Ama yakın zamanda paylaşacağım… :)

İnsan, yazma teknikleri öğrenebilir, pratik yapabilir, düşüncelerini planlayıp ortaya güzel yazılar çıkarabilir. Ama benim için yazmak bu değil. Benim için yazmak; sanki içimdeki nehrin parmaklarımın ucundan sayfalara damlaması gibi bir şey. Ya da bir ressamın eline fırçayı alıp içinden akana teslim olarak, onun kendini göstermesine izin vermesi gibi bir şey...

Bu şekilde yazdığım yazılara, şiirlere dönüp baktığımda çoğu zaman kim yazmış acaba bunları diyen gözlerle bakıyorum. Aralarında yazdığımı hatırlamadığım yazılar, şiirler bile var. Şimdi parmaklarıma bakıyorum ve onları seviyorum. Bir şeyleri tutabilmenin de ötesinde... İçimdeki ırmakların dışa açılan çeşmesi gibi, bir ressamın fırçası gibi, bir gitarın telleri gibi benim için. Parmaklarımı seviyorum ve onlara teşekkür ediyorum. Ve tabii ki içimdeki ırmakları coşturana, bana bu kanalı verene de çok şükür diyorum... Ve böyle anların birinde parmaklarımdan damlayan mısralardan biriyle size veda ediyorum şimdilik :)

“Gözlerim seni arar gecenin gölgesinde

Yüzün ışık saçar hayal perdesinde

Tam dokundum dereken sana

Aynalar kırılır

Sen tuz buz, ben paramparça boşlukta dağılırken

Ruhum ruhuna kavuşur...”

NOT: 25 Mart itibariyle üçüncü kitabım '' MUTLULUK ARZUSU'' tüm kitapçılarda :) Bu kitapla evine seninle sohbet etmeye geliyorum :) beni kabul eder misin güzel insan ?

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

Yaşamaya Vaktin Var mı ?

İşte veya özelde yaptığım pek çok sohbette en çok karşıma çıkan konulardan biri: "Zamanım olunca bir gün" diye başlayan cümleler. Hani o hep bekletilen, bir türlü yapılamayan, küçük veya büyük özlemini duyduğunuz, aslında ruhunuza çok iyi gelecek ama hep bekletilen o hayallerden bahsediyorum. Hayal olmaktan öteye gidemeyen, daha doğrusu olmasına, gerçekleşmesine izin verilmeyen hayallerden. Hani çok istersiniz ama onlardan bahsederken ya da hayalini kurarken "keşke" diyen gözlerle baktığınız küçük büyük işte o hayallerden bahsediyorum :)

O an hep aklıma Osho'nun sözü gelir: "Ego; her şey tam olduğunda huzurlu olacağım. Ruh; sen huzurlu olduğunda her şey tam olacak". Bazı insanlar, evlensem, çocuğum olsa, çocuklar okulu bitirse, evlense... ben o zaman kendim için şunu bunu yapacağım gibi düşünce kalıplarıyla kendi mutsuzluklarına kendilerini emanet etmiştir. Ya da "şu işim büyüsün, şu kariyerim olsun, bu bitsin, bu başlasın... sonra ben biliyorum ne yapacağımı" diye vakit geçirmeler. Hep vakit sıkıntısı ya da yanlış zaman... Doğaya koşmak için müsait değil insan, çocuklarıyla oynamak için, resim yapmak için, kitap okumak için, dans etmek için, sırtına bir çanta alıp yola çıkmak için, bir kitap yazmak için ya da aşkı yaşamak için, özgür olmak için... hiç müsait değil insan. Başkalarına, sisteme, maddeye o kadar bağımlı olunmuş ki hep egonun yönetiminde kalıp, egoda olduğunun farkında değil. Zavallı ruh hep ihmalde, son günler için bir kenarda bekletiliyor.

Peki gerçek ne? Acaba öyle bir zaman gelecek mi? Her şeyin hallolduğu, o kendine ruhuna ayıracağı zaman gelecek mi? Hadi geldi diyelim acaba kendiyle baş başa kalmayı, ruhuyla temas kurmayı bilebilecek mi insan? Belki de ruh çoktan onu terk etmiş mi olacak?

Belki de bu bekleyişler, senin yarattığın bir illüzyondur. Belki de bu bekleyişler, kendini kandırmandır. Belki de hayallerini gerçekleştirmek, ruhuna dokunmak için vaktini beklemek yerine şimdi sen vakit yaratmalısın. Ne yapmak istiyorsan şimdi seçmeli ve adım atmalısın. Osho'nun dediği gibi şimdi huzurlu, mutlu olmalısın. Şimdi doğaya sarılmalısın, şimdi dans etmelisin, şimdi yola çıkmalısın ya da şimdi âşık olmalısın...

Peki ya sen? Şimdi ne için adım atmalısın?

Yaşamaya vaktin var mı :)

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin...

NOT: Üçüncü kitabım '' Mutluluk Arzusu'' sizleri tüm kitapçılarda bekliyor :) bu kitapla birlikte evinize sizinle başbaşa sohbet etmeye geliyorum... Beni misafir eder misin ? Birlikte yol almaya, sohbet etmeye vaktin var mı :)

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

Yazının devamı...

Yaşamaya Vaktin Var mı ?

İşte veya özelde yaptığım pek çok sohbette en çok karşıma çıkan konulardan biri: "Zamanım olunca bir gün" diye başlayan cümleler. Hani o hep bekletilen, bir türlü yapılamayan, küçük veya büyük özlemini duyduğunuz, aslında ruhunuza çok iyi gelecek ama hep bekletilen o hayallerden bahsediyorum. Hayal olmaktan öteye gidemeyen, daha doğrusu olmasına, gerçekleşmesine izin verilmeyen hayallerden. Hani çok istersiniz ama onlardan bahsederken ya da hayalini kurarken "keşke" diyen gözlerle baktığınız küçük büyük işte o hayallerden bahsediyorum :)

O an hep aklıma Osho'nun sözü gelir: "Ego; her şey tam olduğunda huzurlu olacağım. Ruh; sen huzurlu olduğunda her şey tam olacak". Bazı insanlar, evlensem, çocuğum olsa, çocuklar okulu bitirse, evlense... ben o zaman kendim için şunu bunu yapacağım gibi düşünce kalıplarıyla kendi mutsuzluklarına kendilerini emanet etmiştir. Ya da "şu işim büyüsün, şu kariyerim olsun, bu bitsin, bu başlasın... sonra ben biliyorum ne yapacağımı" diye vakit geçirmeler. Hep vakit sıkıntısı ya da yanlış zaman... Doğaya koşmak için müsait değil insan, çocuklarıyla oynamak için, resim yapmak için, kitap okumak için, dans etmek için, sırtına bir çanta alıp yola çıkmak için, bir kitap yazmak için ya da aşkı yaşamak için, özgür olmak için... hiç müsait değil insan. Başkalarına, sisteme, maddeye o kadar bağımlı olunmuş ki hep egonun yönetiminde kalıp, egoda olduğunun farkında değil. Zavallı ruh hep ihmalde, son günler için bir kenarda bekletiliyor.

Peki gerçek ne? Acaba öyle bir zaman gelecek mi? Her şeyin hallolduğu, o kendine ruhuna ayıracağı zaman gelecek mi? Hadi geldi diyelim acaba kendiyle baş başa kalmayı, ruhuyla temas kurmayı bilebilecek mi insan? Belki de ruh çoktan onu terk etmiş mi olacak?

Belki de bu bekleyişler, senin yarattığın bir illüzyondur. Belki de bu bekleyişler, kendini kandırmandır. Belki de hayallerini gerçekleştirmek, ruhuna dokunmak için vaktini beklemek yerine şimdi sen vakit yaratmalısın. Ne yapmak istiyorsan şimdi seçmeli ve adım atmalısın. Osho'nun dediği gibi şimdi huzurlu, mutlu olmalısın. Şimdi doğaya sarılmalısın, şimdi dans etmelisin, şimdi yola çıkmalısın ya da şimdi âşık olmalısın...

Peki ya sen? Şimdi ne için adım atmalısın?

Yaşamaya vaktin var mı :)

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin...

NOT: Üçüncü kitabım '' Mutluluk Arzusu'' sizleri tüm kitapçılarda bekliyor :) bu kitapla birlikte evinize sizinle başbaşa sohbet etmeye geliyorum... Beni misafir eder misin ? Birlikte yol almaya, sohbet etmeye vaktin var mı :)

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

Yazının devamı...

Zayıflamanın En Önemli Ve İlk Noktası

Her işte olduğu gibi zayıflamanın da ilk adımı "karar vermek ve kararlı olmak" arkasından da niyet ederek niyetin doğrultusunda adımlar atmak, seçimler yapmaktır. Şimdi zayıflamak isteyen pek çok kişi ben karar veriyorum ama olmuyor, yetmiyor diyecektir :) Bunu kilo sorununu çözemeyip bana gelen pek çok kişiden duyuyorum. Ve kısa bir süre içinde onlar da anlıyorlar ki aslında kararlı değillermiş :)

Karar verdiyseniz ve kararlıysanız iki ay çaba harcayıp istediğiniz sonucu alamadığınızda neden vazgeçiyorsunuz o zaman? Kararlı olan insan vazgeçmez, yöntem değiştirebilir, farklı bir yol deneyebilir ama vazgeçmez :) Acaba sıkıntı karar aldığınızı "sanmak" olabilir mi? Evet olabilir :) Mesela sözde zayıflamak isteyip, bunun için adım atmaya karar almış olabilirsiniz. Peki bilinçaltınızın bu karardan haberi var mı? Ona durumu bildirdiniz mi? Eğer içsel olarak bir karar aldıysanız bu kararı tüm bedeninizde, her hücrenizde hissedersiniz. Bedeninizde hissedemiyorsanız, sadece kafanızın içinde kalmışsa bu karar, sağlam bir karar değildir. Havada kalmıştır. Bu yüzden de en ufak terslikte, kısa sürede sonuç alamadığınızda vazgeçersiniz.

Peki, tüm hücrelerinizi bu karardan nasıl haberdar edersiniz? Geçmişten referans alalım :) Daha önce çok önemli bir karar alıp sonuna kadar uyguladığınız, başardığınız, "tutuğumu kopardım" dediğiniz bir anı hatırlayın. O anki içsel durumu yakalayın, işte tam onun gibi bir anı yakalamaktan, o derce kararlı olmaktan bahsediyoruz. Ve şimdi aynı içsel durumu zayıflama kararınıza kopyalayın :) Ya da aynanın karşısına geçin ve kendi gözlerinizin içine bakarak "hemen şimdi kilo vermeyi, zayıflamayı seçiyorum. Bunun için ne kadar süre ve ne gerekiyorsa sağlıklı bir şekilde yapmaya hazırım her daim" diye sesli bir şekilde söyleyin... Ses tonunuz nasıl, bedeninizde ne hissediyorsunuz? Kendinizi tüm varlığınızla kararlı hissediyor musunuz? Eğer içsel kararlılığı hissetmiyorsanız dışarıda çözümler aramak sizi hep aynı noktaya geri getirecektir. Belki de "beni ne zayıflatır"ı aramak yerine önce bu konuda kararlı olmak, bilinçaltınıza da bunu bildirmek için çaba harcamanız gerekiyordur. İçsel kararlılığınızdan emin olmadan zayıflamak için yola çıktığınızda hep geri dönersiniz, sonra da kendinizi boşu boşuna başarısız olarak etiketlersiniz. Buna ne gerek var? Hiç gerek yok :) Çünkü siz yapabilirsiniz :) Siz başarabilirsiniz :) Belki de tek ihtiyacınız olan hücre bazında KARAR ALMAK :)

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin....

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

Aranızda Dünyalı Olan Var mı ?

Çocukluğumda ne zaman yabancı bir yetişkinle karşılaşsam değişmeyen bir soru vardı: "Nerelisin sen?" Şaşkın şaşkın bakardım, ne anlamı var bunun, neden bu soru yetişkinler tarafından sık sık soruluyor diye hep düşünürdüm. Hani ne seversin de, ne istersin de, hayalin ne de ama bana bu soruyu sorma, çünkü benim için hiçbir anlamı yok...Ve bu soru, büyüdüm, kırk beş yaşıma geldim maalesef hâlâ soruluyor. Sosyal medyadan mesaj atarak bile bu meşhur ve anlamsız soru sorulmaya devam ediyor...

Hatırlıyorum da dokuz on yaşlarındayken oturduğumuz evin karşısında bir köşk vardı ve orada doğudan gelmiş bir aile oturuyordu. Çocuklarıyla arkadaşlık ederdim, çok kalabalık bir aileydi. Büyük küçük hepsi benim arkadaşımdı. Çok eğlenirdik, en çok da acıkınca onların mutfağına dalıp lavaş arası toz şeker, bulgur, mercimek ya da çökelek koyup sokakta yediğimiz anları hatırlıyorum. Bu aile Kürt bir aileydi, benim için tek farkları onların benden fazla yabancı dil daha bilmeleriydi. :) Gerisi benim dostlarım olmalarıydı. Sonra da Alevi arkadaşlarım oldu, onlar da çok canayakın arkadaşlarımdı ve çok eğlenirdik. Üniversiteye başladığımda Türkiye'nin pek çok şehrinden arkadaşlarım oldu, onlarla da çok eğlenirdik, pek çok şeyimizi paylaşırdık. En çok da ders notlarını ve paralarımızı :) Sonra ülke dışından arkadaşlarım olmaya başladı. Alman, Hollandalı, İngiliz, Hıristiyan, Katolik, Musevi... Onlarla da çok güzel günlerimiz, paylaşımlarımız oldu. Her biri bana ayrı bir zenginlik, ayrı bir değer kattı. Ama hiç bir zaman aklıma o garip soru gelmedi: "Nerelisin sen ya da dinin ne?"

Şimdilerde kızım da karma bir okulda okuyor, pek çok değişik yerden ya da değişik inançlardan ailelerin çocukları var. Geçenlerde o da bana sordu bu soruyu, belli ki ona da bir yetişkin sormuş:) "Anne nereliyiz biz?" "Dünyalıyız kızım" diye cevap verdim. "Tamam da onun dışında nereliyiz" dedi. "Onun dışında bir yer yok kızım, hepimiz dünyalıyız" dedim. Çocukken o soruyu soran yetişkinlere bulup da veremediğim cevabı verdim. Belki şimdi kızıma bir daha soran olursa benim o zamanlarda vermem gereken cevabı o verir.

Bugüne kadar hiç kimseye sormadım bu soruyu, sormayı da düşünmüyorum. Çünkü senin nereli olduğun, neye inandığın beni hiç ilgilendirmiyor. Çünkü ben sadece senin şu anda, şimdide olan varlığınla ilgileniyorum. Çünkü ben senin ne kadar insan olduğunla ilgileniyorum. Çünkü ben sendeki benle ve bendeki senle ilgileniyorum. Çünkü ben senin içindeki sevgiyle, vicdanla temas kurmak istiyorum...

- Arzu Hanım nerelisiniz?

- Dünyalıyım :)

- Güzel cevap :) Ama onun dışında, gerçekten nerelisiniz?

- İnsan boyutunda dünya dışında bir yer yok, sizin gibi ben de dünyalıyım; memnun oldum :)

-Sahi, siz nerelisiniz ?

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.