SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Siz Hangi Frekansda Enerji Yayıyorsunuz ?

'' Her şey enerjidir ve her şey yalnızca bundan ibarettir. Sahip olmayı istediğiniz gerçekliğin frekansına uyumlandığınızda artık yapacak bir şey yoktur. O gerçeklik size ait olur. Bundan başka bir yol yoktur. Bu felsefe değildir. Bu fiziktir. '' Alberth Einstein.

Her gün aklımızdan farkında olmadığımız en az 60.000 düşünce geçer. Bilinç seviyesinde bu düşüncelerin çok azını hatırlarız. Acaba arka planda kalan, hatırlamadığımız, vızır vızır geçen ve İstanbul trafiği gibi yoğun akışı olan düşüncelerimizin nasıl farkında olabiliriz? Tabii ki duygu durumumuzun , enerji seviyemizin farkındalığıyla... Her bir düşünce kendi içinde bir enerjidir. Düşüncelerin yarattığı beyinsel elektrik sinir sistemiz aracılığıyla vücudumuzda dolaşır ve kendine uygun enerjiler üretir. Bu enerjiyi de duygu olarak hissederiz. Olumlu duyguların frekansı yüksektir ve kendimizi enerjik, aktif, keyifli hissetmemizi sağlar. Gözümüzden, auramızdan parlayan bir ışık çıkar. Zaman zaman size de mutlaka birileri "bugün harika görünüyorsun, ne oldu sana" diye sormuştur. Belki de sebepsiz yere kendinizi o gün iyi hissettiğinizi sanmışsınızdır. Oysa hiçbir şey sebepsiz ya da tesadüf değildir. Tam tersi ''sebebini bilmiyorum ama kendimi bugün çok yorgun, keyifsiz hissediyorum'' dediğiniz günler olmuştur. Ya da birileri size bunu söylemiştir ve cevabınız "gerçekten yok bir şeyim" olmuştur. İşte sebebini bilin ya da bilmeyin bu anlar hep düşünce ve duyguların yarattığı enerjinin ağırlığı ya da hafifliğinden kaynaklanır.

Olumlu düşüncelerin ürettiği duygular (sevgi, aşk, şefkat, mutluluk, güven, pozitif heyecan, umut...) hafif ve bedeninize enerji veren frekanstadır. Kendinizi gayet iyi hissedersiniz. Bedeninizdeki kasların hareketi yukarı doğrudur, tıpkı ağız çizginizin yukarı kaydığı gibi :) Olumsuz düşüncelerin ürettiği duyguların bedeninize verdiği düşük frekans sizi ağırlaştırır (kıskançlık, nefret, öfke, kızgınlık, ümitsizlik, hayal kırıklığı....) ve kendinizi bitkin hissedersiniz, kaslarınız aşağı doğru çeker sizi. Bazen bu enerji, bedeninizi ele geçirip dışarı taşmak istediğinde de saldırganlaşabilirsiniz. Veya ''çöktüm, bittim, yıkıldım '' dersiniz. Kendisini agresif bir şekilde bedeninizde gösterdiği anlardır bunlar.

Gerçekten kendisiyle barışık, mutluluğu alışkanlık haline getirmiş kişilere baktığınızda onların enerjilerinin ne kadar da yüksek olduğunu anlarsınız. Yaşamla savaşmak yerine yaşamın içinde adeta ritim tutarlar. Yaşamla beraber su gibi akarlar. Elbette bu tip insanların sayısı çok az. Ama son beş yılda kişisel gelişime verilen önemin hızla artması bu sayıyı arttırmaktadır. Siz de bu gruba, yani mutlu insanlar grubuna katılmaya adaysınız. :) Hatta belki aranızda çoktan mutlu insanlar grubuna katılmış olanlar vardır.

Herkes ne yaparsa yapsın hep mutluluğa ulaşmaya çalışıyor. Huzuru bulmaya çalışıyor, çünkü mutluluk bizim besin kaynağımız. İnsanın doğasında var. Bakın bebekler nasıl da mutludur üç yaşına kadar. Sonradan mutsuzluk öğreniliyor, mutluluk bir şeylere bağlanıp ya da bir şeylerin arkasına saklanıyor. Bu, çoğumuzun yanılgısıdır. Aslında mutluluğun bir yere saklandığı ya da bir şeylere bağlandığı, bir yere kaçtığı yok. Mutluluk bir yaşam felsefesidir, mutluluk bakış açısıdır, mutluluk düşünce şeklidir. Mutluluk içimizde olan ve bizim isteğimize bağlı harekete geçen bir duygudur. Olumsuz düşüncelerle kendimizi baltalarız. Tabii ki olumsuz duyguları da yaşayacağız, zaten sorun o duyguları yaşamamız değil; olumsuz duyguları besleyerek onlara prim vermemizden kaynaklanır. Olumsuz duyguların hayatınızı yönetmesine izin vermenizden kaynaklanır.

İnsanın kendisini mutlu edebilmesiyle ilgili pek çok çalışmayı adlı sitemde, kitaplarımda verdim. Ve mutlu olabilmeyle ilgili yazmaya devam edeceğim. Çünkü şu an, en acil konu kişisel mutluluktur. Mutlu birey, mutlu aile demektir, mutlu kurum demektir, mutlu çocuklar yetiştirmektir, barış demektir, mutlu devlet, mutlu ülke, mutlu dünya demektir.

Eğer mutluluk kaynağızı harekete geçirmek istiyorsanız 5 Aralık'da başlayacak ve her ay düzenli devam edecek olan '' Farkındalık Yolculuğu'' grubuma kayıt yaptırabilirsiniz. Birlikte yürüyerek sevgiyle ışık saçmaya, kanatlanıp kelebek olmaya giden ilk temel adımı atacağız 5 Aralık'da. Ayrıntılı bilgi ve rezervasyon için adresini ziyaret edebilirsiniz.

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

Depresyonu Hayatınıza Davet Etmeyin

Travmatik bir durum yaşayan kişi, olay sonrasında depresyona girebiliyor. Ani kayıplar, trafik kazaları, beklenmedik bir takım acı olaylar... Bunun dışında kendi kendini depresyona sürükleyenler de olabiliyor. Tabii ki kişi bu durumu farkında olmadan yaratıyor. Nasıl mı? İşte bir kaç örnek:

- Çok rutin ve kısıtlı bir hayat yaşayarak, hep aynı şeyleri yaparak kişi yaşam alanını daraltırken bir yandan da zihnini daraltıyor, tembelleştiriyor.

- Başkalarını ve olayları suçlayarak, kendini kurban olarak görüyor.

- Kendini çaresiz ve yetersiz buluyor.

- Özgüveni giderek azalıyor.

- Hayatın ve insanların sürekli ona haksızlık yaptığına inanarak öfkelenip, agresifleşiyor.

- Korkularından korku doğuruyor.

- Kendi kendine olumsuz diyaloglara giriyor. "Deliricem, çıldırıcam, depresyondayım, bunalımdayım, battım, bittim..." gibi.

Aslında bu gibi durumları yaşayan kişi, bakış açısını değiştirerek, kendine ve hayata farklı anlamlar yükleyip güçlenebilir. Harekete geçip, kendini toplayabilir. Bir zamanlar yukarıdaki örneklerde yazdığım gibi düşünen ama şimdi bambaşka gözlerle hayata bakan, gücüne güç katmış insanlar var. Kendileriyle barıştılar, kendi hayatlarının kontrolünün kendi ellerinde olduğunu fark edip, direksiyonun başına geçtiler. Özgüvenlerini artırıp, farkındalıklarını yükselttiler. Bunu nasıl mı yaptılar? Kendilerine vakit ayırarak, güzel bir hayat yaşamak için kendilerine yatırım yaparak, emek harcayarak.

Halinden şikâyet eden, "artık böyle olmak istemiyorum, değişmek, pozitif olmak, kendime güvenmek istiyorum ama hemen olmuyor, çok zor" diyen ve sabırla güçlenmek için çalışmaya hevesli olmayan, bedavadan bir sihirli değneğin gelip onlara dokunmasını bekleyen insanlara hep şunu söylüyorum: "Değnek de sensin, sihir de... Bundan sonraki hayatını şu halinden daha iyi yaşamak istiyorsan kendine yatırım yapacaksın, emek harcayacaksın. Sen buna değersin."

Nereden mi başlamalı? Okuyarak, pozitif insanlarla arkadaşlık ederek, seminerlere, grup çalışmalarına, seanslara katılarak. Gücünüz, imkanlarınız neye yetiyorsa onlarla doldurun vaktinizi. Ama mutlaka ve sürekli kişisel gelişim ve sağlıkla ilgili kitapları, makaleleri okuyun. Yalnız kaldığınızda olumsuz düşüncelere, korku senaryolarına dalmak yerine, arkadaşlarınıza şikâyette bulunmak, dert yanmak yerine okuyun. Kitaplar sizin dostunuz, can yoldaşınız, geleceğiniz, vizyonunuz olur.

En başta kendinizi ve duygu durumunuzu ifade ettiğiniz ağır kelimeler varsa onları da değiştirmeyi unutmayın... :)

"Deliricem, bittim, patladım..." gibi ifadelerin yerine "kendimi iyi hissetmiyorum, biraz sıkıldım ama birazdan iyi olurum" gibi daha iyi ifadeler kullanın. :) Eskiler "bir insana kırk kere deli dersen deli olur'' diye boşuna dememişler... :)

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

Yaşam Tarzınız Fastfood mu Alacarte mı?

Zaman ne kadar çabuk geçiyor, eskisinden de hızlı değil mi? Her şeyi çok çabuk tüketiyor, bir sonraki, bir sonraki diyerek hiçbir şeyi kaçırmadan yaşamaya çalışıyoruz. Çabuk tüketilen kıyafetler, yemekler, ardı arkası kesilmeyen programlar, iş, eş, arkadaş, ev, TV, aşk... Her şey fastfood yaşanır oldu. Tam bir tüketim toplumu, az sonra şu, az sonra bu... Reklamlar gibi. Bir şey izlerken araya giren reklamların "daha yenisi çıktı, daha iyisi çıktı, az sonra" diyen ve zamanı yaşanmadan, odaklanamadan alıp giden sesi gibi.

İnsan bir dur, bir tadını al, yaşadığının farkında ol demek istiyor. Bir dinginlik arıyor. Ama zihinler koşturuyor , her şey sirkülasyon içinde, gün geçip gidiyor. Kahve içerken kahve içtiğinin tadına varamıyor insan. Aynı anda sohbet, telefon, internet, çalan kapı zili. Kahve bitince nelere koşturacağı, akşam ne yapacağı uçuyor insanın zihninde. Bir diğerinden bir diğerine atlıyorsun. Fastfood olmuş yaşamlar... Aşklar da fastfood olmuş, uğraşmak, çabalamak, anlamak, emek vermek yok. Günübirlik, aylık ilişkiler...

Peki, ne yapmalı?

Bu yazıyı yavaş yavaş okumalı :)

Önce elindekinin kıymetini bilmeli.

Hayatının amacını bilmeli.

Ne istediğini bilmeli.

Sağdan soldan gelene kulağı tıkamalı.

İstediğini yapmalı yaparken de anda olmalı.

Hayatı sadeleştirmeli.

Ara sıra telefonu, interneti kapatmalı.

Güzel bir çift laf söylemeli.

Sevmeli, sevginin tadına varmalı.

Okumalı, yazmalı, çizmeli.

Seni yoranlara, kuru gürültüye bir DUR demeli.

Kendinin ve yaşamın farkında olmalı.

Kısaca alacarte (seçerek) yaşamalı...

Ve tadına vararak...

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

Saygı Kazanmanın Yolları

Hayatımızın pek çok alanında saygıyı ararız. İş hayatında, ilişkilerimizde, çocuklarımızda... Hatta pek çok ego çatışması bu yüzden çıkar. Sıkça kullanılan bir cümledir: "Bana saygı göstermiyorsun". Oturup değerlerimizi tartıştığımız sohbetlerde de karşımıza sıkça çıkar saygının önemi ve dışarıdan saygı beklentisi. Burada iki soruyla ilerlemekte fayda var. Birincisi: Nasıl saygı kazanılır? İkincisi: Ben saygılı bir insan mıyım?

Ama önce "saygı"nın anlamına bir bakalım. TDK açıklaması şöyle: Değeri, üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı, kutsallığı dolayısıyla bir kimseye, bir şeye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmaya sebep olan sevgi duygusu, hürmet, ihtiram. Evet, TDK saygıyı bu şekilde anlamlandırmış. Peki, acaba herkesin kafasının içinde saygı bu anlama mı geliyor? Tabii ki hayır. Herkes kendi zihninde yüklemiş olduğu anlamlarla dünyayı algılar ve beklentiler içine girer. Karşısındakinin farklı algılayabilme olasılığını kabul etmez. İşte, aslında bunu anlayabilmekle başlar saygı. Eğer TDK tanımıyla yola çıkacak olursak, saygı görmek isteyen bir insan değerli, yaşlı, yararlı ya da kutsal olmalı. Ya da bu özelliklere sahip birilerine saygı gösterilmesi gerekir. (Benim zihnimdeki saygı anlamına göre sadece var olmak yeterlidir, her canlı değerlidir.) Cümlenin sonuna dikkat edersek "özenli, ölçülü davranmaya sebep olan sevgi duygusu, hürmet, ihtiram" diyor. Burada en önemli kavram "sevgi duygusu" yani saygı, sevgi duygusunu içeren bir eylemdir. Peki o istenen saygı genelde nasıl elde edilmeye çalışılır? Sevgiyle mi, yoksa daha çok kokutarak mı? Şimdi, burada kendimize dönüp bir düşünelim. Gördüğüm saygının içinde sevgi duygusu var mı? Acaba çevremdekileri korkutarak mı saygı görmeye çalışıyorum. İnsanlar benden korktukları, çekindikleri için mi saygı gösteriyorlar (ki bu saygı değildir) yoksa sevgiyle mi saygı gösteriyorlar?

Bir işyerinde çalışanlarınızdan sadece sizden korktukları için saygı görüyorsanız siz aslında yoksunuzdur ... Ya da eşiniz, çocuklarınız sizden korktuğu için yanınızda saygı gösteriyorsa aslında ne gerçek bir saygı vardır ne de siz...

Saygı görmek istiyorsak madalyonun diğer kısmından yola çıkmak çok daha uygun olacaktır. "Ben saygılı bir insan mıyım?" Başkalarının, bu bir çocuk bile olsa, özgür iradesine saygılı mıyım? Başkalarının düşünce ve davranışlarına saygılı mıyım? Doğaya karşı saygılı mıyım? En önemlisi de kendime karşı özsaygım var mı?

Evet, her gün "dışarıda saygı kalmamış, saygı yok" demek yerinde oturup yeniden saygıyı tanımlamak gerek belki de... Saygıyı dışarıda değil özbenliklerimizde aramak lazım belki de.. . Okulda ya da aile ortamında açık açık fikrini söyleyen bir çocuk, yetişkinin işine gelmeyen bir noktaya, yüzleşmeye parmak basmışsa ve "sus, otur yerine saygısız!" diye azarlanmışsa saygıyı susmak, fikrini söylememek olarak öğrenir. Zaten saygısız etiketi de yapışmıştır kimliğine ve özsaygı uçup gitmiştir. Şiddet ve korkuyla aile içinde zoraki saygı gösterilmesi için sindirilmişse bir çocuk, özsaygısıyla tanışamamıştır bile. İşte böyle hatta daha kötü öğretilerle büyümüş yetişkinler olarak yeni baştan saygıyla tanışmalıyız. Onu yeni baştan anlamlandırıp, önce içimizde özsaygıyı yeşertmeliyiz.

Bu yazımda kendinizle ilgili her neyi fark ettiyseniz bu hafta tüm algınızı ona yöneltin. Artık biliyorsunuz ki uygulama yoksa dönüşüm de yok değişim de... :)

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

Sevgi - Ego ve Yalnızlık

"Seni seviyorum diyebiliyorsam bu; sende bütün insanlığı, bir anlamda canlı olarak her şeyi ve yine sende kendimi seviyorum demektir." Erich Fromm.

Sevgiye ve insanlığa dair söylenmiş bu sözü ilk duyduğumda beni derinden etkilemişti. Ve hemen odamın duvarına yazdım. Derin manalar bulduğum ve içimde derin hisleri harekete geçiren sözleri içselleştirmek, hücrelerime geçirmek için evde, ofiste duvarlara asarım. İşte Almanya doğumlu Amerikalı psikanalist ve sosyolog Erich From'un bu sözü de onlardan biri. Ve bu yazımda sizlerle Fromm'un bundan tam 60 yıl önce yazdığı adlı kitabından küçük birkaç alıntıyı paylaşacağım. Hoşunuza giderse ve merak ederseniz daha fazlası için kitabın kendisini okuyabilirsiniz.

Bölüm 1

"Sevmek bir sanattır, gerçekten sevgi istiyorsan bu sanata kendini adamalı insan. Sevgi önemliyse, en önemli değeriyse insanın, onun için emek harcamalı. Nedir bu emek harcamak;

- İlgi ve özen göstermek, tıpkı bir annenin bebeğini büyütürken gösterdiği özen gibi.

- Sorumluluk almak, görevden değil gönülden.

- Saygı duymak, onun da özvarlığı olduğunu hatırlayarak.

- Onu tanımak, bilgi sahibi olmak çünkü onu tanırken kendini de tanırsın.

- Gönülden vermek, sende yaşama dair her ne varsa paylaşmak..."

Bölüm 2

Birlikte olmak adına kurallara, rutinlere uyulan özden öze ilişki kurulamayan evlilikler (ilişkiler) yalnızlık duygusundan kurtulma sığınaklarıdır. Bu dünyaya karşı bir ortaklıktır. ''EGOİSME A DEUX'', iki kişilik egoizmi de sevgi ve yakınlık zannederler. Gerçek evlilik (ilişki) yüreklerde yaşanır. İşte o zaman özde bir olursun. Yoksa aynı evde yalnızlığına ördüğün duvarın arkasında hep kendini kandırırsın...

Sevgi, iki insanın birbirlerine varlıklarının özünden bağlanması, her birinin kendisini varlığının özünde yaşamasıyla mümkün olabilir. İşte yalnız bu '' Özünü Yaşama'' insan gerçekliğidir. Yaşam yalnız burada, sevginin temelindedir. Bu şekilde yaşanan sevgi sürekli bir meydan okumadır; dinlenme değil hareket etme, büyüme ve birlikte çalışma anlamına gelir. İster uyum egemen olsun, ister çatışma, ister neşe, ister üzüntü bunlar temel gerçeğin yanında çok önemsizdir. Temel gerçek iki insanın birbirlerini varlıklarının özünden tanımasıdır. Kendinden kaçmak yerine kendi özleriyle bütünleşerek bir olmalarıdır. Sevginin bir tek kanıtı vardır; ilişkinin derinliği ve seven kişilerin içindeki canlılık ve güçtür. Sevginin varlığını gösteren meyve sadece budur."

Evet bu hafta isterseniz Erich From'un sevgi tanımlamasına bakarak ilişkinizde, evliliğinizde ve kendinizde tespitlerde bulunabilirsiniz. Tabii ki tespit değil aslolan niyettir. Niyetimiz varsa sevmeye sevilmenin peşinde değil sevmenin içinde olmalıyız. Eğer seviyorum diyorsanız birinci bölümün maddelerini tek tek yerine getirdiğinizi somut örnekler vererek dile getirin, bakalım gerçekten seviyor musunuz yoksa sadece dilinizde mi sevgi... Bakın bakalım ilişkinizin derinliği, içinizdeki canlılık ve güç ne kadar? Bu derinlik, bu canlılık size neler yaptırıyor, neler yaşatıyor...

Sevdiğinize ilgili ve özenli, sorumlu, saygılı, meraklı olarak yaklaşın bu hafta... ve onu gerçekten sevdiğinize emin olduysanız sevginizi temsil edecek ama onun için de çok anlamlı olabilecek bir hediye alın ya da yapın, yaratın. :) Böylelikle sevdiğinizi ne kadar tanıdığınızı da anlarsınız :)

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

Bir '' Merhaba'' Çok Şey Değiştirebilir

Her gün en fazla kullandığımız kelimelerden birisidir "merhaba". Bir yere ilk adımımızı attığımızda, birisiyle karşılaştığımızda "merhaba" deriz. Bazen söze başlamak için, bazen kendi varlığımızı hissettirmek için başlangıç kelimemizdir. Aslında bu, otomatikleşmiş bir iletişime başlangıç kalıbıdır. Küçükken ne söyledi büyüklerimiz "merhaba desene kızım, bir selam versene oğlum, çok ayıp önce bir merhaba der insan".

Peki, bu sembolleşmiş "merhaba"nın gerçekte anlamı nedir ve bu anlamı bilerek, hissederek iletişime geçsek acaba nasıl olurdu? Farsçadan gelen merhaba kelimesinin anlamı "senin farkındayım şu an, benden sana zarar gelmez, ben dostum " ve gülümseyen gözler. :) İşte bu manada bir "merhaba" dediğimizde ya da böyle mana dolu bir "merhaba" aldığımızda iletişimimiz nasıl başlardı? Tanıdığınız ya da tanımadığınız birisi olsun, bir düşünün, iki taraf da bu anlamı biliyor ve bunu hissederek söylüyor... Daha yardımsever, daha hoşgörülü, daha sevgi dolu, daha insani bir yaklaşım içinde olmaz mıyız birbirimize karşı? Oysa şimdilerde kullandığımız "merhaba"nın anlamı, "alo" der gibi, kapıyı tıklatıp ben geldim, beni fark et der gibi ya da söze buradan başlanırmış, âdet yerini bulsun der gibi çoğu zaman.

Hindistan'da selamlaşma sembolü olan "nameste" benzer bir içerik taşır. Birisi karşısındaki kişiye "nameste" deyip hafifçe başını eğdiğinde "senin içindeki Tanrının farkındayım ve onu selamlıyorum" diyordur.

Pek çok ülkenin, inancın sembolleşmiş merhabaları, selamları vardır. Ve ülkeye, inanca bağlı insanlar bunları uygularlar ama günümüzde pek çok sembolün anlamı yitirilmiş ya da değiştirilmiştir. Tekrar hatırlamaya ve uygulamaya ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Bugün karşılaştığınız kişilerin gözlerine bakarak içi dolu, anlam yüklü bir MERHABA (senin farkındayım, senin dostunum) diyerek nasıl fark yaratabildiğimizi görmeye ne dersiniz? Ben güzel olur derim :) Ve şimdi kuralları kırıp sizden ayrılırken size merhaba diyeceğim...

Arzu: "Merhaba, senin şu an farkındayım, senin dostunum ve seni seviyorum."

İstersen kalbine odaklanarak bana cevap verebilirsin, emin ol ki seni duyacağım. :)

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

ww

Yazının devamı...

Yüzünüzdeki ve Zihninizdeki Derin Çizgilerin Anlamı

Yüzümüzdeki kalın çizgiler, hayatın bizde bıraktığı izlerdir. Kimileri güzelliklerin kimileri de acıların, kızgınlıkların izleridir. İşte bu çizgilerin aynısı zihnimizde de vardır. Zihnimizdeki alışkanlıkların, anıların izleri. Her biri ayrı bir nörolojik bağlantıdır içimizde. Kalın olan bağlantılar, üstlerinden defalarca geçilmiş yollar gibidir. İki nokta arasına kalemle bir çizgi çizsen sonra da üstünden defalarca geçsen hem rengi hem hacmi genişler, hatta derinleşir, kâğıdı bile deler. İşte zihnimizde tekrar eden düşünceler de böyledir. Ve o düşüncelerin bedenimize akıttığı duygular. Duygular da bedenimize titreşir acı veya tatlı. Her yanımız izlerle doludur aslında. Ama nedense insan önce yüzündeki, görselindeki izlere, kırışıklıklara takılır daha çok. Neden? Estetik kaygısı mı? Yoksa görselliğin baskınlığı mı?

Yüzümüze, vücudumuza estetik yaptırıp ya da aynalara küsüp izleri yok edebilir, yok sayabiliriz. Peki ya zihnimizdeki izleri, bedenimizin içindeki izleri nasıl yok edeceğiz? Tabii ki yok etmek için, değiştirmek için önce farkına varmak gerekir. O defalarca aynı hatların üstünden geçen olumsuz düşünceleri, o tekrar tekrar verilen olumsuz tepkileri ve onların bedenimizde yarattığı duyguları. Aklımıza bir kişi geldiğinde onunla yaşadığımız o kötü hatırayı tekrar hatırlayıp, tekrar öfkelenmemiz aynı nörolojik bağlantının, o çizginin tekrar üstünden geçiyor olmamız demektir. Ve çizgi bir kez daha kalınlaşmıştır. Ve kalınlaşan çizgiler kuvvetlenir, kendi kendini hatırlatmaya, varlığını hissettirmeye başlar.

Aynı durum, olumlu düşünce ve anılarımız için de geçerlidir. Hani o çok sevdiğiniz ya da âşık olduğunuz kişiyi andıran bir şey gördüğünüzde içinize mutluluk, heyecan dolar ya, işte o an mutluluk hattından geçersiniz, bir daha, bir daha...

Acaba içimizde hangi çizgiler daha fazla? Küçük bir test yapmaya ne dersiniz?

Sabahtan akşama kadar her yarım saatte bir duygu durumunuzu not alın. Aklınızdan her geçen düşünceyi fark edemeyebilirsiniz, gün boyunca altmış -yetmiş düşünce akar zihinden. Bu yüzden duygu durumunuzu takip edin. O an hissettiklerimiz bize, içimizde ne tip düşüncelerin aktif olduğunun gösterir. Bir hafta sonra bir hesap yapın bakalım (çok mu fazla geldi, hadi üç gün olsun) duygu durumunuz genelde nereyi işaret ediyor? İçinizde hangi çizgiler daha fazla, olumlu olanlar mı olumsuz olanlar mı?

Güzel bir hafta diliyorum :)

Bu arada yüzünüzdeki çizgilere de fazla takılmayın :) gözlerinizin içi güldüğünde yüze gelen nur bütün izleri yok edecek kadar parlaktır .

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

Bir Melek Sana Sesleniyor...

Mutsuz bir hayatın içinden çıkmaya çalışan bir insan varmış. Her gün Allah'a dua edermiş. "Allah'ım bana yardım elini uzat, birisini gönder ya da bir şeyleri değiştir de çıkayım bu hayatımdan, mutlu olayım" dermiş. Bir gece rüyasında bir melek gelmiş. Çok güzelmiş, ışıl ışıl parlıyor, gözlerinin içi gülüyormuş. Onu elinden tutup kendi düş bahçesine, cennetine götürmüş. Uzun uzun gezmişler, o insan gezdiği her düş bahçesinde kendinden bir parça bulmuş, gözü gönlü açılmış adeta mest olmuş. Sonra melek, ona gitme vaktinin geldiğini söylemiş. İnsan "hayır gitme, beni de cennetine, düş bahçene al" demiş ve derken rüyadan uyanmış... Uyandığında bir yandan cenneti kaybetmenin acısını yaşarken içinde bulunduğu hayatın cehennemini daha da fark etmiş. Belki tekrar meleği yakalarım diye hemen bir daha uykuya dalmış. Biraz derinlere indiğinde yine meleği karşısında görmüş. Hemen meleğe tekrar seslenmiş "beni de al, beni de al cennetine, düş bahçene lütfen" diye. Melek yanına yaklaşmış ve kulağına fısıldamış. "Bende gördüğün senin kendi cennetindir. Cennetini gördüğünde içinde bulunduğun cehennemim ateşini daha çok hissettin. Şimdi, yüreğinde yapacağın bir seçimle ya kendi cennetine, düş bahçene bir köprü inşa edeceksin ya da cehennemimde kalmak için bahanelerle yeni çapalar atacaksın diplere. Ben her zaman seni cennetinde bekliyor olacağım. Seçim senin" demiş ve uçmuş gitmiş.

Hepimizin hayatında kötü dönemler olmuştur, yanlış seçimler, yanlış kararlar, hatalar... ve cehennem gibi günler, aylar hatta yıllar... O anlarda etrafımızda cennetler de görmüşüzdür, bize ait olmayan başkalarının cennetleri. Belki gıcık oldunuz, belki özendiniz, belki de kıskandınız o cennetleri. Aslında başkasında görebildiğimiz cennetler de bizim cennetimizdir, eğer görebiliyorsak, fark edebiliyorsak onlar da bizimdir. Bizim yansımamızdır.Ve bizlere "bak cennet burada, hadi kurtul yarattığın, kendini hapsettiğin cehenneminden, gel, gel buraya" diye seslenirler. İşte, o an tekrar seçim zamanıdır. Cennete köprü inşa etmek ya da bahanelerle daha fazla cehennemimize çapa atmak arasında karar almak gerekir. Çapa atmak, bahane bulmak daha kolaydır ama acıdır. Cennetine, düş bahçene gitmek istiyorsan köprü işi daha meşakatlidir ama sonu tatlıdır. :)

Hiçbir yerden herhangi bir şekilde sana gelecek yardım yok, sadece mesajlar gelir, ışıklar, melekler gelir; ama hepsi de sana sadece yolu gösterebilir, cennetinin varlığının, bir anlık da olsa, tadını aldırır. Yapacak olan sensin. Ve ihtiyacın olan güç içinde kullanılmayı bekliyor. Eğer bir an bile olsa cennetini görebildiysen, bir an bile tadına bakabildiysen o güç senin içinde mevcuttur.

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.