SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Bir Melek Sana Sesleniyor...

Mutsuz bir hayatın içinden çıkmaya çalışan bir insan varmış. Her gün Allah'a dua edermiş. "Allah'ım bana yardım elini uzat, birisini gönder ya da bir şeyleri değiştir de çıkayım bu hayatımdan, mutlu olayım" dermiş. Bir gece rüyasında bir melek gelmiş. Çok güzelmiş, ışıl ışıl parlıyor, gözlerinin içi gülüyormuş. Onu elinden tutup kendi düş bahçesine, cennetine götürmüş. Uzun uzun gezmişler, o insan gezdiği her düş bahçesinde kendinden bir parça bulmuş, gözü gönlü açılmış adeta mest olmuş. Sonra melek, ona gitme vaktinin geldiğini söylemiş. İnsan "hayır gitme, beni de cennetine, düş bahçene al" demiş ve derken rüyadan uyanmış... Uyandığında bir yandan cenneti kaybetmenin acısını yaşarken içinde bulunduğu hayatın cehennemini daha da fark etmiş. Belki tekrar meleği yakalarım diye hemen bir daha uykuya dalmış. Biraz derinlere indiğinde yine meleği karşısında görmüş. Hemen meleğe tekrar seslenmiş "beni de al, beni de al cennetine, düş bahçene lütfen" diye. Melek yanına yaklaşmış ve kulağına fısıldamış. "Bende gördüğün senin kendi cennetindir. Cennetini gördüğünde içinde bulunduğun cehennemim ateşini daha çok hissettin. Şimdi, yüreğinde yapacağın bir seçimle ya kendi cennetine, düş bahçene bir köprü inşa edeceksin ya da cehennemimde kalmak için bahanelerle yeni çapalar atacaksın diplere. Ben her zaman seni cennetinde bekliyor olacağım. Seçim senin" demiş ve uçmuş gitmiş.

Hepimizin hayatında kötü dönemler olmuştur, yanlış seçimler, yanlış kararlar, hatalar... ve cehennem gibi günler, aylar hatta yıllar... O anlarda etrafımızda cennetler de görmüşüzdür, bize ait olmayan başkalarının cennetleri. Belki gıcık oldunuz, belki özendiniz, belki de kıskandınız o cennetleri. Aslında başkasında görebildiğimiz cennetler de bizim cennetimizdir, eğer görebiliyorsak, fark edebiliyorsak onlar da bizimdir. Bizim yansımamızdır.Ve bizlere "bak cennet burada, hadi kurtul yarattığın, kendini hapsettiğin cehenneminden, gel, gel buraya" diye seslenirler. İşte, o an tekrar seçim zamanıdır. Cennete köprü inşa etmek ya da bahanelerle daha fazla cehennemimize çapa atmak arasında karar almak gerekir. Çapa atmak, bahane bulmak daha kolaydır ama acıdır. Cennetine, düş bahçene gitmek istiyorsan köprü işi daha meşakatlidir ama sonu tatlıdır. :)

Hiçbir yerden herhangi bir şekilde sana gelecek yardım yok, sadece mesajlar gelir, ışıklar, melekler gelir; ama hepsi de sana sadece yolu gösterebilir, cennetinin varlığının, bir anlık da olsa, tadını aldırır. Yapacak olan sensin. Ve ihtiyacın olan güç içinde kullanılmayı bekliyor. Eğer bir an bile olsa cennetini görebildiysen, bir an bile tadına bakabildiysen o güç senin içinde mevcuttur.

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

Niyet ve Hareket

Dün akşam bu yazıyı yazmaya niyet ettim ve sabah kalkınca yaptığım günlük ritüellerimden hemen sonra bilgisayarın başına oturdum, yazmaya başladım. Niye; çünkü niyet ettim :) aklımı, kalbimi bu yazıyı yazma yönüne doğru çevirdim ve niyetim doğrultusunda adım attım.

Her an aklımızdan istekler, arzular, hayaller geçebilir. Ama niyet etmek başka bir şeydir. Aklını ve kalbini sorgusuz sualsiz niyet ettiğin şeye doğru çevirmek, onu oldu bittiye, kabule getirmektir. Bu da ancak niyete uygun yaşamakla, niyete uygun adımları atmakla olur. Nasıl ki akşamdan oruca niyet eden bir kimse sabah kalkınca buzdolabının kapağını açıp dolabı karıştırmaz, kendini yeme-içmenin dışındaki diğer işlere ve güzel davranışlara yöneltirse aynen öyle... Niyete ters düşen, çelişen düşünce ve davranışlardan uzak kalıp tamamen niyetine uygun adımlar atmalı insan. Niyeti her ne olursa olsun.

Zayıflamaya niyet ettiyseniz oturup da üç dilim pasta yiyemezsiniz, çalışmaya niyet ettiyseniz tüm gün evde pijama terlik dolaşamazsınız, okulu bitirmeye niyet ettiyseniz sabaha kadar internette oyun oynayamazsınız... Niyetinizi edip o niyete sırt çevirici davranışlarda bulunduğunuzda ya da öylece kal gelmiş gibi durup beklediğinizde o niyet değil sadece bir istektir. İnsanın niyetiyle içinde bulunduğu frekansı bir olmalı. Bir olmalı ki niyetiyle buluşabilsin. Zaten bu yüzden çok az kullanılır bu kelime. Genelde istemek olarak dile getirilir tüm arzular.

Niyet etmenin kendi içinde bir gücü vardır. "Niyet ettim" dediğinizde bunu içinizde bir yerlerde hissedersiniz. Niyet etmek bağlanmaktır, isteğinize bağlanmak. O anda, şimdiden olmuş gibi, kendinizden çıkan bir kabloyu alırsınız o niyetinizin prizine fişi takarsınız. Artık işlem bitmiştir, bundan ötesi niyetle bir frekansta yaşamaktır.

Bu hafta gerçekten yapmak istediğiniz bir şeyi seçin ve niyet edin. Kendinizi niyetinizin kanalına kablolayın. Ve o andan itibaren niyetinize uygun düşünün, ona uygun eylemler içinde olun, bakalım nasıl bir fark hissedeceksiniz, neler yaşayacaksınız ? :) Eğer niyet etmeye cesaret edemiyorsanız ya da niyetiniz doğrultusunda adım atamadığınızı fark ediyorsanız sizi engelleyen korkunuzla yüzleşme vakti gelmiştir.

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

Sasece Sevebilmek Nasıl Olurdu?

Bazen düşünüyorum da tüm insanlık sadece sevmeye, sevgi olup sevgi verebilmeye odaklansa nasıl bir dünya olurdu? Hani sevdiğin şeyden, sevdiğin kişiden hiçbir şey beklemeden sadece onu sevdiğin için sevebilmek. Belki hiç senin olmayacak, belki hiç görmeyeceksin, belki seni hiç sevmeyecek ya da kendince sevecek seni ve sana istediğin hiçbir şeyi vermeyecek. Sıfır beklentiyle sevebilmek...

Onun seni sevip sevmediğine takılmadan, senin için hayatında ya da kendisinde bir şeyleri değiştirmesini istemeden öylesine; sadece sevebilmek. Beni sevseydi şunu yapardı ya da bundan vazgeçerdi diye kendi koyduğun ölçüleri bırakarak, bütün beklentilerden sıyrılıp sadece kendi sevgisine odaklanabilse insan. :) İşte o zaman nasıl olurdu dünyamız?

"Sadece kendi sevgine, kendi verebildiklerine odaklan, bırak öteki tarafın yapıp yapmadığına" diye düşününce pek çok insanın aklına hemen şu soru geliyor: "Ama öyle yapmazsa, şundan vazgeçmezse onunla birlikte olamam ki." İşte, işin inceliği, koşulsuz sevgi de buradan doğuyor ya :) Birlikte olmasan da, görmesen de, bir karşılık almasan da sen yine sev, sadece sev, o kadar... :) Her sevdiğimiz şey, her sevdiğimiz insan bize ait olmak zorunda değil ki... Sahip olmak isteyen egomuz.

Bazen çocuğumuzdan bekleriz verdiğimiz sevginin bedelini, bazen arkadaşımızdan ya da eşimizden. "Ben senin için yapıyorum ya sen de yap" deriz . Oldu mu şimdi? Pazarlıklı sevgi, zorla gelen, korkuyla gelen değişimler... olmadı tabii :) O an olsa da sonradan yıkılıyor zaten... Kimse kimse için ne değişebiliyor ne adım atabiliyor, olsa da geçici oluyor. Herkes kendi gibi olmalı, kendi bildiği gibi değişmeli ve ne yapıyorsa her şeye rağmen önce kendi için yapmalı. Zaten sevdiğinize iyi gelen size de iyi gelmeli :) Hani gerçekten seviyorsan onun için en iyi olan mutlu etmeli seni...

Serbest bırakabilmeli insan sevdiğini, onun alanlarına müdahale etmeden, ondan isteklerde bulunmadan, beklentiye girmeden sadece içinden, gönlünden sevebilmeli insan. Bunun bedeli kavuşmamak, ayrı kalmak olsa bile...

Herkes sadece sevgi olmaya ve kendinden sevgi akıtabilmeye odaklansa zaten hiç kimse yalnız ve sevgisiz kalmaz :)

Eğer gerçekten sevip de serbest bırakmanız gereken birileri varsa avuçlarınızdan uçan bir kelebek gibi sevgiyle özgür bırakın onu...

Eğer gerçekten sevginizi akıtamadığınız birisi varsa şelale gibi akıtın yüreğinizden sevginizi...

Eğer sevdiklerinizden sizin için yapmalarını beklediğiniz varsa salıverin gökyüzüne tüm beklentileri güvercinler gibi... Bedeli onu uzaktan sevmek olsa bile...

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

Sevdiğiklerini Kaybetmenin Acısını Azaltabilmek Mümkün mü ?

Bir şeyleri kaybettiğinde acır insanın canı. Aslında acıyı yaratan düşüncedir. Nedir bu düşünce? Kaybetme, sahip olmanın zıttıdır. Kim sahiplenir? Tabii ki egolarımız. “Benim” deriz. Benim telefonun, benim arabam, benim annem, benim kardeşim... Çocukken öğrendik ait olmayı ve sahip olmayı. Sonra ait olduğumuz yeri veya sahip olduklarımızı kaybettiğimizde acı çektik. Çünkü “benim” eksik kaldı o zamanlarda.

İnsanın en çok acı çektiği de sevdiklerini kaybettiği anda yaşanır. Bir daha göremeyeceğimiz, dokunamayacağımız ve birlikte vakit geçiremeyeceğimiz için acır içimiz. Bir anda yok olur hayatımızdan; sadece anılar kalır elimizde. Belki de pişmanlıklar, söylenmemişlerin, yaşanamamışlıkların pişmanlığı. Bütün bunlar, bu dünyada kalan düşünceleri, bakış açısıdır ve onların yarattığı acı duygu. Bilirsin hani, bu bir araba, ev değil ki bir daha çok çalışıp kazanırım, yenisini alırım diyerek kendini teselli edesin. Bilirsin imkânı yok, dönüşü yok, giden gelmiyor ki... Ama bunun yanında bilmediğimiz başka pek çok şey var. Herşeyden önce ölüm bir yokoluş değil bir dönüşüm. Çünkü evrende herşey bir enerji ve enerjiler yok olmuyor; sadece format değiştirerek dönüşüyor. Ve biz sadece belirli frekansta titreşen enerjileri görebiliyoruz. O zaman giden de frekans değiştirdi. Kayıp olan bizim insan algısında, zahirde olan algılamamızın kaybolması.

Ölümün arkasından herkes kendi inançlarına göre yorumlar yapar. Cennete gitti, melek oldu, yok oldu vs. Bu yorumlar iyi gelir insana ama anlık, sonra yine bu dünyadaki onun yokluğuna dalıp bir daha, bir daha üzülür insan. Ve aslında bu çok da normal, bastırmadan belli bir süre yaşamak gerek acıyı. Sonuçta insanız, eğer duygularımız varsa bunnlar yaşanmak için. Sadece duygularımızın esirir olmamaya, duygularımızın hayatımızı şekillendirmemesine dikkat etmeliyiz. Biz aklımızdan, duygularımızdan, yaşanmışlıklarımızdan, bildiklerimizden çok daha fazlasıyız.

Aslında belki de bilemediğimiz için bu kadar acır içimiz. Ne kadar inancımız olursa olsun bir haber alamak, ne olduğunu bilememek acıtır bizi, zihnimizi çeler çünkü. Peki kaybettiğiniz yakınınızdan şöyle bir mektup alsaydınız ya da bir an kulağınıza şıunları fısıldasaydı:

“Sizleri görebiliyor ve duyabiliyorum. Sizleri çok seviyorum. Artık özlem bitti, özüme kavuştum. Zaten aradığım, beklediğim buydu. Şimdi burada, anda, huzur içindeyim. Herkesin bir eve dönüş zamanı vardır, kimse ondan önce eve dönemez, dönmemeli de. Benim vaktim gelmişti ve çok şükür özüme kavuştum. Benim adıma sevinebilirsiniz, beni sevgiyle anabilirsiniz çünkü ben sizlere sevgiyle bakıyorum. Her an yaşadığımız tatlı anıları hatırlayıp tekrar benimle yaşayabilirsiniz. Hatta yenilerini bile hayal edebilirsiniz. Ama yeter ki sevgiyle anın, gülümseyin, benim varlığımı kalbinizle hissedebilirsiniz. Ben sizlerin güzel gülen yüzlerinizi görmek istiyorum. Bende beğendiğin her ne varsa şimdi sen onları yap, bak ben nasıl da sen oluyorum o zaman içinde. :) Benim için yapmak istediğin her ne varsa onları kendin için yap, bak ben nasıl da sen oluyorum o zaman :) Sizleri görüyor ve duyuyorum. Acı çeken hallerinizi değil sevgi dolu kalplerinizi, gülen yüzünüzü görmek istiyorum. Bunu benim için yapar mısınız? Şimdi bana bak ve gülümse, işte böyle :) Bana ne zaman istersen ulaşabilirsin, çünkü ben sizin gönlünüzdeyim yeryüzü melekleri :) Sizlere vasiyetimdir, kendinize iyi bakın ve bildiğiniz en iyi, en sevgi dolu insan siz olun :) Sizleri çok seviyorum, Allah'a emanet olun.”

İşte böyle bir mektup alsaydınız ona nasıl bir cevap yazardınız? Ya da kulağınıza bu cümleleri fısıldasaydı ona nasıl cümlelerle cevap verirdiniz? Unutmayın ki eğer onu gerçekten seviyorsanız size söylediklerini uygulamanız gerekir :)

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

Yalnız mısın yoksa kendinle başbaşa mı?

Yalnızlık insanların en büyük korkularından biridir. Yalnız kalmamak için bir eş ister, sosyal bir çevre ister, itibar, güç ister, muhabbet ister... Eğer bunlar etrafında yoksa kendini kalabalığın içinde bile yalnız hissedebilir insan. Anlaşılmadığını düşünmek ya da kendisi gibi düşünenlerin olmaması da insana kendini yalnız hissettirebilir. Ve böyle düşündüğümüzde yalnızlık pek de hoş bir şey değildir. Çünkü bunların hepsi kendini ayrı görmekten kaynaklı bir bakış açısının ürünleridir.

Peki yalnızlık, yalnız kalmak eğer "kendinle baş başa kalmak, kendine dönmek" gibi bir anlama dönüşürse nasıl olur? Dış dünyaya olan bağlarımızı bir süreliğine durdurup tüm odağımızı içimize verip, kendinle yüzleşmek, kendini fark etmek, kendinle iletişime geçmek olsa nasıl olur?

Bütün kişisel gelişim çalışmaları, filozoflar, dinler insana seslenirken hep "içine dön, kendi tanı, kendini bil, sen değişirsen dünyan değişir" demişler. Hepsinin ortak dilidir bu, "sorun da sensin, çözüm de; cennet de sensin cehennem de". Kalabalık ve keşmekeş içinde insan kendini bulamaz. Orada ancak şu anda ne olduğunu ya da ne olmadığını görür insan. Ama özünde ne olduğunu bulması için kendine karşı samimi olup, kendiyle baş başa kalabilmelidir.

Kendinle kalabilmek, önce yüzleşmeyle başlar ve bu da cesaret ister. Sonra üstüne yapışmış kirlerden arınmak ister. Bu arınma da zaman ve emek ister. Sonra kendi toprağına güller, umutlar ekmek ister sevgiyle. Aslında tüm insanlar bir gün özüne dönmek ister , tüm acısı sancısı bundandır da farkında değildir.

Bu hafta kendinizle baş başa kalma deneyimi yaşamaya ne dersiniz? Her gün kendinize bir saat ayırın, sadece siz ve kendiniz baş başa. Sakin ve doğa içinde bir yer olursa çok daha iyi olur. Kendinizi tanımaya niyet edin. Okunmayı bekleyen sayfalar var içinizde ve açın kitabınızın kapağını. Bakalım neler dökülecek o sayfalardan yavaş yavaş. Kendinizi sevgiyle inceleyin, sevgiyle kucaklayın. İçinizden gelen seslere kulak verin, kaba ve ağır olanlara ve sonra ince ve latif olanlara.

Her zaman olduğu gibi hatırlatmak isterim ki bütün olup bitenleri kişisel gelişim defterinize yazın, yazın, yazın. :)

Kendinizle kucaklaştığınız bir hafta olsun :)

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

Yalnız mısın yoksa kendinle başbaşa mı?

Yalnızlık insanların en büyük korkularından biridir. Yalnız kalmamak için bir eş ister, sosyal bir çevre ister, itibar, güç ister, muhabbet ister... Eğer bunlar etrafında yoksa kendini kalabalığın içinde bile yalnız hissedebilir insan. Anlaşılmadığını düşünmek ya da kendisi gibi düşünenlerin olmaması da insana kendini yalnız hissettirebilir. Ve böyle düşündüğümüzde yalnızlık pek de hoş bir şey değildir. Çünkü bunların hepsi kendini ayrı görmekten kaynaklı bir bakış açısının ürünleridir.

Peki yalnızlık, yalnız kalmak eğer "kendinle baş başa kalmak, kendine dönmek" gibi bir anlama dönüşürse nasıl olur? Dış dünyaya olan bağlarımızı bir süreliğine durdurup tüm odağımızı içimize verip, kendinle yüzleşmek, kendini fark etmek, kendinle iletişime geçmek olsa nasıl olur?

Bütün kişisel gelişim çalışmaları, filozoflar, dinler insana seslenirken hep "içine dön, kendi tanı, kendini bil, sen değişirsen dünyan değişir" demişler. Hepsinin ortak dilidir bu, "sorun da sensin, çözüm de; cennet de sensin cehennem de". Kalabalık ve keşmekeş içinde insan kendini bulamaz. Orada ancak şu anda ne olduğunu ya da ne olmadığını görür insan. Ama özünde ne olduğunu bulması için kendine karşı samimi olup, kendiyle baş başa kalabilmelidir.

Kendinle kalabilmek, önce yüzleşmeyle başlar ve bu da cesaret ister. Sonra üstüne yapışmış kirlerden arınmak ister. Bu arınma da zaman ve emek ister. Sonra kendi toprağına güller, umutlar ekmek ister sevgiyle. Aslında tüm insanlar bir gün özüne dönmek ister , tüm acısı sancısı bundandır da farkında değildir.

Bu hafta kendinizle baş başa kalma deneyimi yaşamaya ne dersiniz? Her gün kendinize bir saat ayırın, sadece siz ve kendiniz baş başa. Sakin ve doğa içinde bir yer olursa çok daha iyi olur. Kendinizi tanımaya niyet edin. Okunmayı bekleyen sayfalar var içinizde ve açın kitabınızın kapağını. Bakalım neler dökülecek o sayfalardan yavaş yavaş. Kendinizi sevgiyle inceleyin, sevgiyle kucaklayın. İçinizden gelen seslere kulak verin, kaba ve ağır olanlara ve sonra ince ve latif olanlara.

Her zaman olduğu gibi hatırlatmak isterim ki bütün olup bitenleri kişisel gelişim defterinize yazın, yazın, yazın. :)

Kendinizle kucaklaştığınız bir hafta olsun :)

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

Başkasını Zorla İyileştiremezsiniz

Her insanın bulunduğu farkındalık seviyesi ve geçmişinden gelen zihin kayıtlarının farklılığı onun neden öyle olduğunun cevabıdır. Her insan kendi içinde bir dünyadır ve dünyasına sımsıkı bağlıdır. Hiç kimse gelip, başkasının dünyasına eline sokup, bir odayı kendi isteğine göre düzenleyemez ya da temizleyemez. Her insan kendi dünyasına kendisi hâkimdir. Bunu anlayabildiğinde insan başkalarına akıl vermekten ve yargılamaktan kurtulur. Tabii ki bu da bir anda olacak bir şey değildir; bunun için de insanın kendi zihnini eğitmesi gerekir.

Bugün bizim üzerinde duracağımız konu; başkalarına sürekli akıl vererek, yardım amacıyla onları düzeltmeye, değiştirmeye çalışmanın ne kadar da boş olduğunu hatırlamak. Düşünsenize; size doğru olan, hatta genele göre de doğru olan bir yöntem var ve siz bunu biliyorsunuz. Karşı tarafa da aynı aklı verip onun da öyle yapmasını istiyorsunuz; fakat o bir türlü bunu anlamıyor ve sizin dediğiniz gibi yapmıyor. Zorlama akıl işe yaramıyor. Hatta o kişiyi daha da kötü bir duruma itiyor olabilirsiniz. Kişi hazır değilse, farklı bir zihin programındaysa, farklı bir bakış açısındaysa size "evet" dese bile yine kendi bildiğini yapacaktır. İşte bu noktada geri çekilmek ve o kişinin kendi gelişim sürecine saygı duymak en güzelidir.

Eğer sık sık başkalarının yanlışlarını düzeltmek için akıl veriyor, müdahale ediyorsanız. Bir adım geri çekilip durun ve dikkatinizi kendinize yöneltin. Herkesin kendi dünya deneyimini yaşamasına izin verin. Eğer kendinizi sevdikleriniz için öğretmen konumunda, kurtarıcı konumunda görüyorsanız; böyle bir gücünüz olsa bile öğrencinin hazır olmasını beklemelisiniz. :)

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

Nasıl Keyif Alabilirim ?

Başlangıcı olan ama sonu olmayan bir yolculuk. Belki ilk bakışta bazılarına yorucu gelen bir yolculuktur bu. Çünkü insan zihni hep bir sona ulaşmak ister. Ne olacaksa olsun, bileyim, anlayayım da rahata ereyim der durur. Bu yüzden sonucu da almadan bir türlü huzura kavuşup rahat yaşayamaz. İşin ilginç tarafı sonucu alsa yine de rahata ulaşamaz. Hep yeni bir "eee şimdi ne olacak?" tatminsizliği zihin kapısında bekler.

İstanbul'dan arabayla Antalya'ya yola çıksak bir an önce tatil bölgesine ulaşmanın hayali, heyecanıyla saatleri, kilometreleri sayarak gidersek yolun bize sunduğu tüm güzellikleri, vereceği farkındalıkları kaçırırız. Eğer tatile ulaşma yolculuğu 12 saatse bu 12 saati ziyan ederiz. Oysa tatil başlamıştır. O saatler öyle ya da böyle yaşanacaktır. Geçtiğimiz doğa güzellikleri, geçtiğimiz şehirlerin havası, kültürü her an bizimle konuşur. Ama bu konuşmaları duyabilmek için hazır ve farkında olmak gerekir.

Düşünsenize sahilde çocuklar gibi eğleniyorsunuz. Kumdan kalelerle, bahçelerle bir şehir yapıyorsunuz. Sonra karşısına geçip bakıyorsunuz, çok da güzel olmuş :) Ama o sırada bir dalga geliyor ve tüm kumdan şehrinizi alıp götürüyor. Yarattığınız şehir artık orada yok, onu sizden aldı. Ama o şehri yaparken eğlendiğiniz, yaşadığınız güzelliği sizden alabilir mi? Hayır, alamaz, o siz de saklı her daim. Tabii ki kumdan kaleleri yaparken o tadın farkında olmadıysanız sadece bitişe odaklandıysanız dalgalar sizin için büyük bir hüsran yaratmış olur. O yüzden tatil yolculuğunda da, hayat yolculuğunda da her daim farkında olmak ve keyif almaya niyet etmeliyiz.

Kumdan şehri yıkan dalgalar da bize çok şey anlatır. Bazımıza; "bu kadar kıyılarda gezme" der. Bazılarımıza "hiçbir şeye bağımlı olma, her şey gelip geçicidir" der. Ya da "artık tecrübelisin şimdi daha sağlamını yapabilirsin" der.

Hayatın kendisi yolculuktur. Ve bu yolda farkındalık yolcusu mu olacağız, bir uyurgezer mi ya da bir isyankâr mı? Bu da bizim seçimimize kalmış. Hedeflerimize, hayallerimize körü körüne de gidebiliriz, keyif alarak, öğrenerek de gidebiliriz. Bu yol öyle ya da böyle gidilecek. Siz bu yolculuğu nasıl yapmak istersiniz?

Farkındalık dolu, keyif dolu bir hafta diliyorum :)

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.