SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Doğurganlığı arttıran besinler

Çocuk sahibi olmak isteyen çiftlerin bazı besinleri mutfağında daha sık kullanması hem anneyi mutlu bir gebeliğe hazırlıyor hem de hamile kalma yüzdesini arttırıyor.

İşte o besinler;

Yeşil Yapraklı Sebzeler

Ispanak, marul, roka, tere, brokoli ve diğer koyu yapraklı yeşillikler yüksek miktarda folat içermektedir. Folat B grubu bir vitamindir ve yapılan çalışmalar yumurtlamayı arttırıcı etkisi olduğunu göstermiştir. Erkeklerin de yüksek miktarda folat alması spermlerin daha sağlıklı olmasını sağlar ve doğacak bebeğin genetik problemli olmasını önler. University of California Berkeley's Public School of Health’de 97 sigara içmeyen erkek üzerinde yapılan çalışma yüksek miktarda vitamin alımının anormal sperm sayısını %20 azalttığını göstermiştir.

Somon

Somon balığının içeriğinde bulunan omega 3 yağ asitleri kan dolaşımını hızlandırır ve sperm kalitesini yükseltir. Yale Üniversitesi’nde yapılan bir çalışma sonucunda araştırmaya katılan, çocuk sahibi olamayan kadınların yüzde 63’ünde D vitamini yetersizliği olduğu saptanmıştır. Her ne kadar D vitamini için güneş en ideal kaynak olsa da, somon da D vitaminin zengin besinsel kaynaklarındandır. Bu nedenle bebek sahibi olmak isteyen çiftlerin düzenli olarak haftada 1-2 kez somon balığı tüketmesinde fayda var.

Arı Poleni

Arı poleninin zengin amino asit, karbonhidrat ve antioksidan madde içeriği ile birlikte sperm kalitesi ve doğurganılık üzerinde olumlu etkileri olabileceği vurgulanıyor. Tavşanlar üzerinde yürütülen bir çalışmada 10 hafta boyunca arı poleni tüketen tavşanlarda doğurganlık oranının yükseldiğine işaret ediliyor. Fakat saklama koşulları oldukça önemli. Uygun koşullarda saklanmadığında hastalık yapan mikropların gelişimi için ideal ortam sağlıyor. Bebek sahibi olma hazırlığında olan çiftlerin günlük olarak yarım veya bir çay kaşığı kullanımı yeterli olacaktır.

Lahana ve turpgiller

Östrojen dengesi üzerinde etkili olabilecek bir fitobesin olan indol 3 karbinol içerir. Aynı zamanda C vitamininden de zengin olup, yumurta ve spermleri serbest radikallerden koruyarak gebe kalma oranını yükseltebilir. Bol su altında yıkadıktan sonra gerek salatalarda çiğ olarak gerekse az su ilave edilerek pişirildiğinde öğün olarak tüketilebilir.

Kurubaklagiller

B grubu vitaminlerden özellikle folik asit ve fitoöstrojenlerden oldukça zengin bir kaynaktır. Folik asit özellikle spermin DNA bütünlüğünü sağlamada oldukça büyük bir role sahiptir. Harvard School of Public Health’de hamile kalmaya çalışan 19.000 kadın üzerine yapılan araştırmaya göre yüksek oranda hayvansal protein tüketen kadınların %39’unda kısırlık yaşandığını göstermiştir. Ancak daha çok bitkisel protein tüketen kadınlarda bu sorun daha az gözlenmiştir. Bu nedenle gebelik planlayan kadınların kurubaklagilleri haftada 2-3 kere haşlayarak salatalarda veya yemeği öğün olarak tercih etmelerinde fayda var.

Kırmızı et

Çinkonun vücut tarafından kullanılabilen en iyi kaynaklarından biridir. Erkeklerde sperm üretiminde etkili olan çinko, kadınlarda da cinsel organların gelişmesi, cinsel gücün ve doğurganılığın artmasında rol alır. Adet ağrılarının hafifletilmesi ve kısırlığın önlenmesinde de aktifdir. Bu nedenle bebek sahibi olmak isteyen çiftlerin düzenli olarak her hafta 1 ya da 2 kez fırında veya ızgara kırmızı et tüketmelerinde fayda var.

Sağlıklı yağlar

Günlük beslenmede yeterince yağ asidi tüketmemek hormon üretimini de olumsuz etkiler. Bu yağlar için iyi kaynak oluşturan besin maddeleri kuruyemişler, çekirdekler ve yağlı balıklardır. Bu arada anne adaylarının özellikle hidrojenize edilmiş çiçek yağlarından kaçınmaları, bunun yerine soğuk pres yapılarak elde edilen rafine edilmemiş çiçek yağlarını kullanmaları daha sağlıklıdır. Hamile kalmak isteyen kadınların her gün 2-3 çorba kaşığı eşdeğerinde yağ grubu besini tüketmeleri gerekir. Ayçiçek, susam ve sızma zeytinyağı veya fındık, ceviz, badem gibi bir yağlı tohum tavsiye edilebilir. Fakat tüketilen miktar büyük öneme sahiptir. Örneğin; günlük olarak yemeklerinde 2 çorba kaşığı sıvıyağ kullanan bir bireyin günlük 10 adet badem veya 10 adet fındık veya 4 tam ceviz içi veya 2 silme çorba kaşığı çekirdek veya ½ adet avokado tüketmeleri yeterli olacaktır.

Uyarmakta fayda var;

-Glisemik indeksi yüksek gıdalarla beslenen kadınların glisemik indeksi düşük gıdalarla beslenen kadınlara göre yumurtalarında %92 oranında verimsizlik görülmüştür. Yani gün içerisinde pirinç pilavı veya patates veya beyaz un içeren besinler yerine; tam buğday ürünleri ve bulgur, meyve ve sebze tercihi daha verimli olacaktır.

-Özellikle bitkisel kaynaklı proteinler tercih edilmelidir. Çok fazla hayvansal kaynaklı protein tüketen kadınların %39 oranında yumurtalarında verimsizlik görülmüştür. Protein açısından en iyi seçimler kurubaklagiller, fındık-ceviz gibi sert kabuklu tohumlar ve yumurta olacaktır.

-Trans yağ asidi içeren hazır besinlerin tüketimi kısıtlanmalıdır çünkü bu yağlar yumurtlama döneminde verimsizliğe yol açmaktadır.

-Hamilelik dönemine hazırlanırken tüketimini kısıtlamamız gereken bazı besinler de söz konusudur. Bunlar; konserve yiyecekler, tuz oranı yüksek yiyecekler, sakatatlar, şarküteri ürünleri, çok yağlı besinler ve kızartmalardır.

Yazının devamı...

Yedikçe Acıktıran Gıdalar

Gün içerisinde severek tükettiğimiz besinlerden bazıları birkaç saat sonra çok daha fazla acıkmanızı tetiklerken bazı besinlerin çok küçük bir porsiyonu bile uzun saatler tok kalmanızı sağlar. Glisemik indeks herhangi bir yiyeceğin kan şekeri düzeyini yükseltme eğrisine verilen isimdir. Glisemik indeksi yüksek gıdalar, kan şekerini ani bir şekilde yükseltip düşürdüğünden daha erken açlık hissetmenize sebep olur. Lif ve protein oranı yüksek gıdalar ise daha uzun süre tok kalmanızı sağlayabilir.

Meyve suları: Vitamin, mineral kaynağı olarak görülse de 1 bardak meyve suyunda ortalama 3-4 porsiyon kadar meyve bulunur. İçeriğinde yüksek miktarda posa barındırmadığından kan şekeri üzerine agresif etkisi oldukça yüksektir ve çok çabuk acıkmanıza sebebiyet verir.

Mısır gevreği: Yüksek glisemik indeks değerine saihp bu tür gıdarlar sabah kahvaltılarında pratik bir seçenek olarak kabul edilse de uzun süre tokluk sağlamak adına yetersiz kalabilir. Tam tahıllı gevrekler ve yulaf yüksek lif oranı ile birlikte hem yüksek besinsel içeriğe sahip hem de

Beyaz un ile hazırlanmış gıdalar: Kek, kurabiye, bisküvi, kraker gibi yüksek oranda beyaz un içeren gıdalar, buğdayın en sağlıklı ve besleyici kısımlarından arındırılmış kısmıdır ve nişasta oranı yüksek olduğundan özellikle sıcak tüketildiğinde daha erken acıkmanıza neden olur. Bu nedenle en azından evde pişirilen bu tür karbonhidrat oranı yüksek gıdaların kepekli veya tam buğday unundan tercih edilmesinde fayda var.

Alkollü içecekler: Yapılan araştırmalarda alkollü içeceklerin, tokluk hissi yaratan bir hormon olan leptinin üretimini azaltarak, iştahı açtığına işaret ediliyor.

Yapay tadlandırıcılar ve yapay tadlandırıcı içeren gıdalar: Yapılan son bilimsel araştırmalarda, kalori içermeyen suni tatlandırıcıların da insülin üretimini tetikleyerek açlık hissine yol açtığı görülmüş. Hatta uzun vadeli tadlandırıcı tüketiminin insülin hormonu salınımını bozduğu ve insülin direncine sebebiyet verebileceği üstünde de duruluyor. Bu nedenle en olumlu tercih şeker ya da tadlandırıcı içeren gıdalarda uzak durmak olacaktır.

Mısır: Glisemik indeks değerinin yüksek olması nedeniyle kan şekeri seviyesini ani yükselten mısır, yendikten kısa bir süre sonra açlık hissi uyandırır.

Patates: Glisemik indeksi yüksek gıdalardan biri olan patates özellikle sıcak ütketildiğinde kan şekeri üzerinde agresif bir etki oluşturarak daha çabuk acıkmanıza sebebiyetr verebilir. Bu nedenle patates tüketiğinizde yanında mutlaka salata veya yoğurt, ayran, süt gibi protein içeriği zengin bir besine veya fındık, ceviz, badem gibi bir yağlı tohuma yer vermeye dikkat edin. Bu şekilde tokluk sürenizi uzatabilirsiniz.

MELİS TORLUOĞLU

BESLENME VE DİYET UZMANI

ACIBADEM ETİLER TIP MERKEZİ

Yazının devamı...

Kas yoğunluğunu arttırmak adına protein tozu kullanılmalı mı?

Vücut geliştirme ve kaslı bir vücuda sahip olma son dönemde hemen hemen herkesin ilgilendiği ve çalıştığı bir alan. Spor salonlarında eğitmenlerle birlikte oluşturulan profesyonel programların yanında bilinçsizce kullanılan besin destekleri ise vücut geliştirme adına rutin bir adım oldu.

Protein tozları egzersiz sonrası ilk çalınan kapı ve proteinlerin yapıtaşları olan aminoasitlerin kuvvet antremanı yapan sporcular arasında anabolik etkiyi uyarma, kilo kaybı ve kas yoğunluğunu arttırma amacıyla tek tek ya da birlikte kullanım yaygın. Spor yaparken yeterli ve kaliteli protein alımı tabiki çok önemli fakat bilinçsizce kullanım; yüksek kalsiyum kayıplarını, vücutta sıvı yetersizliğine, aminoasitlerin birbirlerinin emilimini olumsuz yönde etkilemesi sonucu kas yapımında gecikmelere dahi sebebiyet verebilir. Spor yaparken daha hızlı kas yapımı için kullanılan fazlaca protein tozu karaciğer ve böbreklere yük bindirirken vücudun kullanabileceğinden fazlası maalesef her besin öğersinde olduğu gibi yağ olarak depolanıyor. Günlük yaşam temposu içerisinde her bireyin ortalama ağırlığı başına 1 gr kadar proteine ihtiyacı varken bu durum sporcularda 1,5 gr a çıkabilir. Yoğun spor yapan sporcularda bu miktarların üzerine de çıkılabilir. Örneğin; 70 kg ağırlığındaki bir bireyin günlük ortalama 70 gr kadar protein alması aynı ağırlıktaki bir sporcunun ise günlük ortalama 70*1,5=105 gr protein alması yeterli gelecektir. Yapılan çalışmalarda; profesyonel olarak sporla uğraşan bireylerde bu tip desteklerin yararlı olabildiği fakat sadece fitness ile uğraşan kişilerde uzun vadede etkisiz olduğu vurgulanmaktadır. Yiyeceklerle tüketilen ve toz olarak kullanılan aminaoasitler vücutta aynı şekilde metabolize olmaktadır. Doku sentezi için organizmanın yaklaşık 20 aminoaside ihtiyacı vardır ve bu aminoasitler yiyeceklerle tüketilen proteinlerden de sağlanmaktadır. Beslenmede yağsız kırmızı et, derisiz tavuk veya balık eti, yumurta, süt, yoğurt vücut için gerekli aminoasitleri sağlarken kas yapımına yardımcı olacaktır. Kısaca kas dokusunu geliştirmek adına; yeterli uyku, düzenli egzersiz, protein kalitesi ve enerji içeriği iyi ayarlanmış bir beslenme yeterli olacaktır.

Karbonhidratlar da proteinler kadar önemli

Kas yapımını hedefleyen bir egzersiz programında proteinler dikkatleri üzeri toplasa da yeterli miktarda karbonhidrat (ekmek, meyve, makarna, çorba, pilav) içermeyen bir program kas kaybını tetikleyecektir. Bu nedenle egzersizde performansın arttırılması ve kas kaybının engellenmesi adına egzersiz öncesi kompleks karbonhidrat (tam buğday unu içeren ekmek, kepekli makarna, glisemik indeksi düşük meyveler) kullanımı oldukça önemli bir yere sahip.

Bazı besinlerdeki protein miktarları;

Az yağlı kırmızı et (100 gr) 23 gr

Tavuk (göğüs eti, 100 gr) 30 gr

Balık (100 gr) 21 gr

Yumurta (1 adet) 6 gr

Yumurta sarısı (1 adet) 3 gr

Yumurta beyazı (1 adet) 3 gr

Süt (1 su bardağı) 7 gr

Yoğurt (1 su bardağı) 8 gr

Yazının devamı...

Düz bir karın için 5 süper besin

Günümüzde ideal kilo aralığında olsa dahi karın bölgesindeki yağlanmadan şikayet eden insan sayısı giderek artıyor. Hareketsizlik, uzun saatler oturarak çalışmak, şeker oranı ve glisemik indeksi yüksek gıdalar ile beslenmek ve yüksek insülin seviyeleri bu duruma zemin hazırlarken karın bölgesindeki yağlanma da karaciğer yağlanması, kalp ve damar hastalıkları, yüksek tansiyon ve şeker hastalığı riskini artırıyor. Kadınlarda bel çevresinin 88 cm ve erkeklerde 102 cm in üzerinde olması ile tehlike sinyalleri çalmaya başlıyor. Düzenli egzersiz yaparak insülin seviyelerini dengelemek karın bölgesi yağlanmasına engel olmanın en iyi yollarından biri olsa da günlük beslenmenizde yer vereceğiniz birkaç besin de yardımcınız olabilir.

Yağlı tohumlar

Fındık, ceviz, badem gibi yağlı tohumların içerisinde bulunan sağlıklı yağ asitleri erken doygunluk hissetmenizi sağlarken kan şekeri seviyelerini normalize eder ve daha uzun süre tokluk sağlayarak fazla enerji alımının önüne geçer. fakat yüksel enerji içeriği unutulmamalı ve günlük 10-15 adet badem veya fındık veya 4 tam ceviz içi ölçüsünün üzerine çıkılmamalıdır.

Kefir

Probiyotik adı verilen sağlıklı bakteri içeriği ile birlikte sindirim sistemini rahatlatırken iştah kontrolünü düzenler ve enerji alımını dengeler. Bağırsaklarınızın düzenli çalışmasına yardımcı olur ve ödem, şişkinlik gibi şikeyetlerin azaltılmasında rol alır. Sağlıklı bir sindirim sistemine sahip olmak ve düz bir karın için günlük 1 bardak kefir tüketmekte fayda var.

Yumurta

Kalsiyum, magnezyum, ferritin, selenyum, iyot, biotin gibi vitamin ve minerallerden zengin olan yumurta anne sütünden sonra en kaliteli protein kaynaklarından biri olup zengin besinsel içeriği ile birlikte yağ yakımını destekler. Haftada 3-4 kez haşlanmış olarak tüketebilirsiniz.

Koyu yeşil yapraklı sebzeler

Maydanoz, roka, tere, pazı, ıspanak, lahana gibi koyu yeşil yapraklı sebzelerin içeriğinde bulunan kalsiyum yağ yakımına desteko lur ve posa içeriği ile birlikte bağırsakların çalışmasını sağlayarak düz bir karına sahip olmanın temellerini oluşturur. Günlük beslenmenizde özellikle çiğ olarak salatalarda ve öğünlerde yer vermeyi ihmal etmeyiniz.

Peynir

Protein kalitesi ve içeriğinde bulunan whey proteinleri ile yağ yakımına destek olur. Yapılan çalışmalarda; 23 hafta boyunca günlük 55 gr protein tüketmenin aynı miktarda karbonhidrat tüketimine göre 2 kg daha fazla kayıp sağladığına işaret ediliyor. Günlük enerji ihtiyacına göre düzenli olarak 60-90 gr peynir tüketmekte fayda var.

Tüm bu besinler düzenli olarak tüketilirken düzenli egzersiz ihmal edilmemeli ve günlük enrji alımı da dikkate alınmalıdır. Tek bir besinden mucize beklemek ve sonuç alma isteği maalesef hayal kırıklığı yaratabilir. Bu nedenle yağ yakımının tek bir unsurdan oluşmadığı ve kompleks bir yöntem olduğu unutulmamalıdır.

MELİS TORLUOĞLU

BESLENME VE DİYET UZMANI

ACIBADEM ETİLER TIP MERKEZİ

Yazının devamı...

Kırmızı et yemeli mi, yememeli mi?

Son yıllarda kırmızı et tüketiminin kanser sebebi olduğuna dair söylentiler giderek artarken; vejetaryen beslenme eğilimi hızla yayılıyor. Et fiyatlarının giderek artması ve yaratılan spekülasyonlar ise bu durumun tuzu biberi oluyor. Peki bu konuda ne yapılmalı?

Dünya Sağlık Örgütü'nün kanser araştırmalarını taradığımızda Batılı ülkelerde kanser vakalarının %30'unun beslenmeye bağlı olduğu görülmektedir. Amerika, Almanya ve İngiltere'de yapılan araştırmalarda vejetaryenlerin et yiyenlere göre yüzde 40 daha az kansere yakalandıkları bildirilmiştir. Harvard Tıp Fakültesi çalışmalarında ise düzenli olarak et yiyenlerin nadiren et yiyenlere göre kolon kanserine yakalanma riskinin iki kat daha fazla olduğu tespit edilmiştir. Bu konuya ait fazlaca hipotez olsa da konu aslında tüketim miktarı ve pişirme yöntemiyle ilgilidir. Amerika Kanser Derneği yaptığı bir açıklamada, aşırı miktarda et tüketimi ve bunun yanında yetersiz meyve ve sebze tüketiminin, mide kanseri ve benzeri rahatsızlıkların oluşmasında önemli rol oynadığını belirtmiştir. Bu sebeple etle birlikte bol sebze tüketimi önemlidir. Her besin maddesinin olduğu gibi kırmızı etin de fazla tüketilmesi sağlığımızı olumsuz etkiler, buna karşın hiç tüketmemek de sağlık sorunlarına sebep olabilir. Çünkü kırmızı et protein bakımından oldukça zengin bir besin kaynağıdır. Protein, vücuttaki dokuların gelişmesi, yeni dokuların oluşması ve hasar gören dokuların tamiri için gereklidir. Ayrıca ette yüksek miktarda, kırmızı kan hücreleri için çok gerekli olan B12 vitamini, yanı sıra deri sağlığı ve yeni hücrelerin yapılanması için çinko bulunur. Kansızlık problemi için özellikle kadınların kırmızı et tüketimine özen göstermeleri gerekir. Çünkü kırmızı ette yüksek miktarda demir bulunur.

Koruyucu tuz ilavesi bulunan sucuk, salam, sosis, jambon gibi işlenmiş et tüketimindense hem vitamin, mineral içeriği yüksek hem de besin kalitesi olarak oldukça değerli bir bileşime sahip kuzu veya dana eti tercih edilebilir. Kuzu etinin bir miktar zeytinyağına benzer tekli doymamış yağ içeriğine sahip olması diğer et türlerine göre fark yaratmaktadır. Pişirme yöntemi olarak ise daima kısık ateş, fırın ya da ızgara önerilebilir. Yüksek ısıda pişirilen etlerde sıvı kaybı yüksek miktarda olurken bunula birlikte B vitamileri ve folik asit de kaybettiği su ve yağ damlacıklarıyla birlikte kayba uğrar. Et pişirirken ekstra yağ kullanımı ise trans yağ oluşumunu tetiklerken kansere davetiye çıkarır. Bu nedenle pişirme esnasında ekstra yağ kullanılmamalı eğer etin yağsız olduğu düşünülüyorsa zeytinyağ ile marine edilerek pişirilmelidir.

The American Journal of Clinical Nutrition çalışmasında mönülerinde kırmızı et yer alan ve almayan kişilerin diyetleri karşılaştırıldığında kırmızı etin, diyet sürecinde kas kaybının önlenmesine destek olduğu tespit edilmiştir. Kızartma olmamak şartıyla haşlanmış, ızgara veya fırın olarak bol sebze ya da salata eşliğinde haftada 2 kez; bağışıklık sistemini korumak, kansızlık riskini azaltmak, hücre yenilenmesine katkıda bulunmak, enerji ihtiyacını karşılamak, yaşam kalitesini yükseltmek adına tüketilmelidir.

Melis Torluoğlu

Beslenme ve Diyet Uzmanı

Acıbadem Etiler Tıp Merkezi

Yazının devamı...

Selülit ile savaşma rehberi

Selülit bayanlarda özellikle bacak ve kalça bölgesinde bulunan küçük damarlardaki dolaşımın yavaşlaması ve damar dışında yağ hücrelerinin arasına sıvı sızması ile oluşur. Metabolizma yanıt olarak sıvıların etrafını kapsüllerle ve bağ dokusu ile çevreler. Sonuç olarak cildin düzgün ve pürüzsüz görünümü kaybolur ve portakal kabuğuna benzer bir görüntü oluşur. Beslenme bozukluğu olan ya da fiziksel aktivite düzeyi yeterli olmayan kişilerde daha sık görülür. İlk hedef ideal kilo aralığına inmek ve fiziksel aktiviye düzeyini arttırmaktır fakat bazı besinler bu konu da yardımcınız olabilir.

Selülit problemi ile baş etmeye çalışıyorsanız;

Taze limon suyu: limon C vitamininden en zengin kaynaklar arasındadır ve içeriğinde yüksek miktarda bulunan vitamin C; kolojen yapımını arttırarak cildin elastikiyetini tekrar kazanmasına ve yenilenmesine yardım olur. Bu nedenle salata ve çorbalarla birlikte ya da suyunuza ila ve ederek gün içerisinde sıklıkla tercih edebilirsiniz.

Yumurta: Lesitinin başlıca kaynağıdır ve selülit ile verdiğiniz mücadelede eğer herhsngi bir sağlık sorununuz yoksa yağ kullanmadan pişirebilir ya da haşlayarak her gün dahi tüketebilirsiniz.

Kuşkonmaz: Antioksidan kapasitesi oldukça yüksek bir besindir. Her ne kadar bizim mutfaklarımızda alışık olmadığımız bir lezzet olsa da lif, fitokimyasallar ve mineraller açısından oldukça zengindir ve selülit oluşumunu engeller. Günlük olarak öğünlerin yanında fırında veya ızgara olarak tercih edebilirsiniz.

Biberiye: Kan dolaşımını hızlandırarak selülit oluşumunun önüne geçer. 1-2 tatlı kaşığı dolusu ince kıyılmış biberiyeyi 1 bardak kaynar suyla ağzını kapatarak cam bir bardak içerisinde 10 dakika kadar demleyip herhangi bir sağlık probleminiz yoksa gün içerisinde 2 bardak şeklinde tüketebilirsiniz. Ayrıca yapılan araştırmalar selülit oluşumunu azaltmada antioksidan öğeler olan A, C vitaminleri ve çinkonun etkili olduğunu göstermektedir.

Ananas: İçeriğinde bulunan bromelin enziminin protein ayrıştırıcı ve sindirimine yardımcı bir enzimdir. Kükürtlü bileşikleri de içeren bromelin enzimi sadece protein sindirimine yardımcı olmakla kalmaz, şişkinliğin ve ödemin atılmasına da katkıda bulunur. Böylece selülit oluşumunu engellemeye yardımcıdır. Günlük olarak 1-2 dilim kadar ara öğünlerde veya kahvaltıda tüketilebilir.

Keten tohumu: Östrojen salınımını normalize ederken doku oluşumuna katkı sağlayarak cildi kuvvetlendirir ve selülilt oluşum riskini azaltır. Taze çekilmiş olarak bol su eşliğinde kullanılmalı ve günlük 2 silme çorba kaşığı miktarının üzerine çıkılmamalıdır. İlaçlarla etkileşebildiğinden birlikte kullanılmamalıdır. Gebelik döneminde ve çocukluk döneminde kullanılmamalıdır.

Mücadelede başarıyı arttırmak içinse;

1. Günlük olarak ağırlığınızın kg'ı başına 30 ml su içmeye çalışın. Örneğin; 60 kg ağırlığına sahipseniz günlük; 60*30=1800 ml su içmeniz gerekir.

2. Günlük orta düzey kafein alımı; 300 mg’ı geçmemelidir. Yani 2 fincan şekersiz türk kahvesi ve 2 kupa şekersiz çay içtiğimizde bu miktarı aşmaz.

3. Sakatatlar vücuttaki bağ dokuyu bozarak selülit problemini tetikler. Uzak durmaya çalışın.

4. Hayvansal ve bitkisel protein kaynaklarını dengeli ve ölçülü tüketmeye çalışın. Örneğin; haftada 2 kez kırmızı et tüketiyorsanız, 2 kez balık ve 2-3 kez kurubaklagillere ağırlık vermeye çalışın.

5. Hayvansal gıda içeren hiçbir yemeğe ekstra yağ ilave etmeyin.

6. Şekerli ve gazlı içecek tüketimine son verin.

7. Tuzlukları masadan kaldırın ve yerine baharatlardan yararlanın.

8. Haftalık 150 dakika egzersiz yapmayı ihmal etmeyin.

MELİS TORLUOĞLU

BESLENME VE DİYET UZMANI

ACIBADEM ETİLER TIP MERKEZİ

Yazının devamı...

Dünyada sudan sonra en çok tüketilen içecek; siyah çay

Türkiye'de her gün 245 milyon bardak çay tüketiliyor. Yılda kişi başına 1250 bardak çay tüketimi ile Türkiye dünya sıralamasında İngiltere ve İrlanda'yı geride bırakarak birinci sıraya yükselmiş durumda. 2013 yılında Türkiye'de Değişen Çay Tüketim Alışkanlıkları Projesi kapsamında yapılan bir çalışmalar; erkeklerin kadınlara göre daha fazla çay tükettiğine işaret ederken; yaş ortalaması düştükçe, çay tüketiminin de azalması yine çalışmanın işaret ettiği enteresan sonuçlar arasında. Çay tüketimi araştırmaya katılanlar arasında son beş yılda tüketimi en fazla artan içecek türü olmakla beraber, dünya çay tüketiminde de paralel artış söz konusu.

FAO verilerine göre dünya çay tüketimi 2006 yılındaki 3473 bin ton düzeyinden 2010 yılında 4042 bin ton düzeyine çıkmış durumda. Çay, dünyada sudan sonra en çok tüketilen içecek olma ünvanını kimseye kaptırmazken ve her gün keyifle tüketirken bakalım tam olarak ne işe yaradığının farkında mıyız?

ÇAYIN BESİNSEL İÇERİĞİ

Çay yapraklarında kafein, tein, teofillin, teobromin alkolitleri, flavonoidler, tanen, uçucu yağ ve az da olsa B vitamini bulunur.

Kalp krizi riskini azaltıyor

Kalp sağlığı ile arasında doğrudan bir ilişki olduğu üzerinde durulan bulgulardan birtanesidir. Harvard Üniversitesi'nde yapılan bir araştırma; siyah çayın, kalp krizi riskini %44 oranında azaltabildiği ve kötü kolesterol dediğimiz LDL kolesterol seviyesini ise %11 oranında düşürebildiğine işaret ediyor.

Zihinsel performansı artırıyor

Siyah çayın içeriğinde bulunan Theanine’in; insan zihninde konsantrasyonu artırmaya yardımcı olduğuna yönelik bilimsel araştırmalar da giderek ilgi odağı olmaya başlamıştır.

Kanserden koruyor

Yapılan çalışmalar siyah çay tüketimiyle alınan polifenol ve kateşinlerin bazı kanser türlerinin oluşumuna karşı koruyucu etki yarattığını göstermiştir. Örneğin düzenli olarak günde 2-3 fincan siyah çay içen kadınlarda meme ve over (yumurtalık) kanseri oluşumunun azaldığı tespit edilmiştir.

Kan basıncının doğru ayarlanmasına yardımcı oluyor:

Kan basıncı yani tansiyonun önerilen düzeylerde olması için günlük 3 fincan kadar çay tüketimi önerilirken; 6 aylık bir süreçte çayın kan basıncını düşürücü olan pozitif etkisi kendini göstermektedir. Ancak yapılan çalışma 3 aylık tüketimin bu etkinin gözlemlenmesi için önemli olduğunu belirtmiştir.

Diyabet riskini düşürüyor

Akdeniz Bölgesi'nde yaşayan yaşlı bireyler ile yapılmış çalışmalar da düzenli olarak günde 1- 2 fincan siyah çay tüketimi yapıldığında, Tip 2 diyabet (şeker hastalığı) oluşumunun yüzde 70 oranında düşürülebildiği ihtimali üzerinde durulmuştur.

Stres karşıtı etki yaratıyor

Siyah çayda bulunan L- theanine kişide rahatlama sağlarken gün içinde ortalama 2-3 fincan çay tüketimi ile birlikte stres hormonu olan kortizol seviyesinin düştüğü gözlemlenmiştir.

Vücuttan sıvı kaybına neden olur mu, günlük ne kadar tüketilmeli?

İngiltere'de yapılan bir çalışma; günde 4 fincan çay içmenin aynı miktarda su içme kadar etki yapabildiğini göstermiştir. Başka bir çalışma ise tek seferde yüksek dozda kafein yüklemesini (250-500 mg) orta düzeyde sıvı kaybı yaratabileceğini ancak 38-400 mg kafein alımı (1-8 fincan çay) çok iyi tolere edilebileceğini belirtmiştir. 1 fincan çayda ortalama 40-60 mg kadar kafein bulunur. Tüm bunlardan yola çıkarak günlük 8 fincana kadar çayın vücut sıvı ihtiyacına katkıda bulunabileceği söylenebilir.

Kimler siyah çay tüketmemeli ya da kimler daha dikkatli olmalı?

-Böbrek taşı oluşan kişilerin okzalat zengini yiyecek ve içeceklerden sakınması öneriliyor. Bu nedenle böbreğinde taş oluşma riski bulunan kişiler, günlük çay tüketimi konusunda dikkatli olmalı ve 2-3 fincanı geçmemelidir.

-Demir eksikliği anemisi Türkiye’de sıklıkla rastlanan bir anemi türüdür. Çayda bulunan tanenler demirin vücut tarafından kullanımına engel oluyor. Bu nedenle demir eksikliği bulunan kişilerin çayı mümkün olduğunca açık ve limonlu içmesi öneriliyor. Ayrıca yemeklerle birlikte değil, en az 1-2 saat sonra tüketilmelidir.

-Bağırsak tembelliği ve bağırsak hareketlerinde yavaşlama olan kişiler, çay tüketimini azaltmalı.

-Gastrit, ülser, reflü gibi sindirim sistemi problemleri olanlar ise aç karnına asla çay tüketmemeli. Çayın içinde bulunan tanik asit, sindirim sistemi yaralanmalarını tetikleyebiliyor.

-Hamileler çayın içeriğindeki tanenlerden dolayı bu dönemde çay tüketiminde dikkatli olmalı. Günlük 2-3 fincan açık ve limonlu tükilebilir.

-Emzirme döneminde de çay tüketimi konusunda dikkatli olunmalı. Çayın içeriğindeki kafein anne sütü ile direkt bebeğe geçtiğinden; bebekte huzursuzluk, uykusuzluk ve hiperaktivite problemi görülebiliyor. Bu nedenle emziren annelerin çayı mümkün olduğunca açık ve limonlu içmesi öneriliyor.

MELİS TORLUOĞLU

BESLENME VE DİYET UZMANI

ACIBADEM ETİLER TIP MERKEZİ

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.