SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Kasım indirimleri ve tüketim

Hadi yine iyisiniz, kasım ayı indirimleri başladı. Şimdi yine fiyatlar düşmüş diye gerekli gereksiz çokça şey kargolarla eve doğru yol alır.

Salgın gerçeğiyle normal yaşamımızı sürdüremediğimiz uzun bir dönem yaşamaya başlayınca düşüncelerin değişeceğinden umutluydum ama olmadı. Belki de karantinanın psikolojisiyle daha da kapıldık tüketim çılgınlığına.

Birkaç farklı noktadan ve kendimden anlatmak, irdelemek istediğim bir husus bu.

Bundan 12 yıl önce Bilişim Hukukçusu kimliğimle yabancı ülkelerdeki sanal dünyanın Türkiye’ye getirilmesi projelerinde yer aldığımda biliyordum bunun bir çılgınlığa döneceğini. Hediye çeklerinin, puanların ve indirimlerin hatta ünlülerin paylaşımlarının nasıl bir tüketim cevabı yaratacağını daha o zamanlar hesap etmiştik. O zamanlar hukuki kısmında yer aldım ama asla bu çılgınlığın bir parçası olmadım. Yani bu sistemi getirenlerin uzak olduğu bir çılgınlığın parçasısınız.

Tabi manuel alışveriş çılgınlığına kapılmadığımı söyleyemem. Kendimi sanal dünyadan kurtarmış ama alışverişin tutkusuna kaptırmıştım seneler önce, bir ara. Günün birinde evimdeki giyinme odasını gören babamın “Ben bu tablodan utandım, her şeye sahip olabileceğini düşünmen her şeye sahip olmanı gerektirmiyor.” dedi. Tabi eski toy hallerim olsa onun beni anlamadığını düşünürdüm ama mesajı çok derinden aldım. Gerçekten kış bitince giymediğim kazaklar ya da ayakkabılar vardı ve evet her şeye sahip olma güdümün bunu yapmamı gerektireceğine inanmam hataydı.

Ardından aslında neyden zevk aldığıma baktım. Aldığım kıyafetler ya da eşyalar değil, almak isteyip alabilmenin yarattığı hazdan kurtulamıyordum hepiniz gibi. Ekonomi yapan insanları yanlış bulurdum, hayat harcayarak yaşanır sanıyordum. Sonra bir söz verdim kendime ve düşünce kalıbımı değiştirdim. Gerekeni almak, istediğimi alabilme özgürlüğümü içimde hissedebilmek mümkündü ve bunu hissetmem için fiziken bir şeyler almam gerekmiyordu.

Bu, beynimizin bir sistem tanımı ve bu halde kalmıyor. Bunu alın aşka koyun, işe koyun ve paraya koyun, bu mantık her konuda aynı denklemle işlemeye başlıyor. “Mutlu olmak için birine, bir aşka ya da paraya muhtacım” diyor beyin. Bir yerden tutup düzeltmedikçe bu sarmalın içine etrafta olan biten her duygunuzu katarak dönüyorsunuz. Bu bir çığ!

Günün birinde salgın diye bir gerçek girdi dünyamıza. Zavallı kıyafetlerim öylece dolapta duruyorlar. Bitmeyen karantinamın Kasım ayında bütün sanal alışveriş siteleri “Kasım Ayı İndirim Çılgınlığını” başlattı. Ortalık kapış kapış! Dedim kendime küçük sürprizler yapıp bir şeyler mi alsam, sepete koydum koydum çıkardım ürünleri. Kendimi eğitmek üzere değerlendiğim izole dünyamda bunun üzerine yine bir eğitim planı çıkardım kendime. Düşünün zaten bunu sizin gibi yapmayan biriyim. Belki bir şeyler anlatabilirim size bu planımla.

Salgın uzun yıllar sürse, ülke batsa, ekonomi çökse bu dünya bizi ne hale getirir? Alamadığımız ve sahip olduklarımızı kaybettiğimiz bir olasılığı düşündüm. Ben kendimi her durumda savaşabilir ve yaşayabilir bir modele dönüştürmek istedim.

Evimde yaptığım denemelerden en ilginci tuvalet kağıdı konusu:) Bundan 17 sene önce üniversitenin ilk yılında kaldığım yurtta, bir arkadaşım tuvalete giderken hep 4 yaprak tuvalet kağıdı alırdı yanına. Sorduğumda bu düzende kullandığı ve tüketimini kontrol ettiğini söylemişti. Fakir sanmıştım ama benim zihnim fakirmiş (ki bu arada fakirdim o zamanlar, zengin sanmayınız). Aklıma o olay geldi ve taktım kafayı, 4 yaprak tuvalet kağıdıyla sınıyorum karantinada tüketim dengemi:)

Normal düzenimizde yapamayacağımız ve vazgeçeceğimiz bir imkan karantina sayesinde önümüzde duruyor. Dizginlemeyi ve düzenlemeyi başlatabiliriz. İhtiyacımız kadar almayı, almadan yaşayabilmeyi, hazzı “satın almalarla” değil alabilme imkanımızı hissederek yakalamayı, sağlığı en büyük zenginlik saymayı, kendini severek mutlu olabilmeyi deneyebiliriz.

Kasım indirimleri değil de kasım dizginleri başlatabiliriz. Tüketimle geçirdiğimiz zamanı fikir ve sevgi üreterek geçirebiliriz. Aksi halde kazaklar, ayakkabılar, makyaj malzemeleri, kremler, paltolar gibi ilişkiler, sevgiler, dostluklar, ahlak, inançlar, mutluluk ve insanlık tükeniyor olacak.

Eşyalara değer vermeyişiniz gibi kendinize ve insanlara değersizlik göstermeye başlıyorsunuz. Bunu en iyi ne mi ispatlıyor?

Bunca vaka sayısına, hastanelerde yer kalmayışına, ölümlere rağmen evde duramayışınız, mekanlar ve restoranlar kapandığı halde elinizdeki dürümleri caddelerde sokaklarda yemeniz, gece kulüpleri kapalı diye onlarca kişiyle ev partileri yapmanız kendinize ve insanlığa 2-3 kez giyip yenisini aldığınız o kırmızı kazaktan farklı bir gözle bakmadığınızın göstergesi, bu çok açık.

Yine de değişmemekte kararlı mısınız?

Yazım da burada tükenmiştir, yeni yazı stoğumuz haftaya bedava:) Sevgiler.

Betül Yergök

İnstagram: @betulyergok

Youtube: @mentalizasyon

Yazının devamı...

Covid ve analitik farkındalık

Salgınla ilgili bir şeyler okumaktan bile sıkıldık neredeyse. Ama salgından yola çıkarak analitik farkındalığı ve doğru-yanlış düşünce ayrımını ortaya koyalım.

Bu söz hayatımızda salgın dışında da neredeyse çok yerde var olmaya başladı. “Nasılsa herkes yalan söylüyor, ilişkiler hep böyle ve bu yüzden ben de takılacağım, herkes kolay yoldan para kazanıyor nasılsa” gibi tonlarca söylem ve düşünce bizi olduğumuzdan daha yanlışa meyilli ve daha umarsız yapıyor. Herkesin yaptığı yanlışı önce normalleştirip sonra aynısını yapmayı seçiyoruz.

Analitik farkındalık doğru ve yanlışı sadece sayısal çokluğa göre ayırmaz. Analitik farkındalığımız yüksek ise evrensel mutlak doğruları, kendi doğrularımızı, esnek yanlarımızı biliriz. Kendimize de doğrularımıza da sahip çıkarız. Başkalarının yanlışı sayısal çokluğa erişse bile sürü güdüsüne kapılmaz, analizle eriştiğimiz farkındalığımızı sürdürürüz. İnsanların umarsızca hayatını sürdürmesi (zorunlu çalışan kesim hariç) yüzünden daha çok hastalık, daha çok ölüm ve daha çok kısıtlamayla karşı karşıya kalmaya devam ederiz. “Herkes” diye başlayıp umarsızlık zincirine kapıldığımız anda kendimize ve insanlığa verdiğimiz değer varsa da yok ederiz. (ki o değer zaten yoktur.) Analitik farkındalık sahibi olursak eylem ve seçimlerimizin bizi nasıl bir “herkes gibi” haline sürüklediğini fark ederiz ve herkes gibi olmak değil “herkes bir yana doğruyu yapmak” yönünde irademizi oluştururuz. Bu da matematik işi!

Madem böyle düşünüyorsunuz hepimiz sokaklara çıkalım, sarılalım ve olacaksak hep birlikte olup ölelim derim ben!

Analitik farkındalığı yüksek insanların yapacağı bir analizi yapalım ve ne diyeceğimizi öyle anlatalım:

- Mutlaka covid olacaksam istatistikler azaldığında olayım.

- O zamana kadar kendimi koruyayım.

- Ayakta da atlatabilirim ama kötü de olabilirim.

- Tedavi olabilme olanağımın düşük bir dönem daha riskli.

Hepimizin bir gün mutlaka covid salgınına yakalanacağı düşüncesiyle “haydi olalım” diye serbest stil koşturduğu günlerin sonrasında şimdilerde ağır geçirenlerin hastanelerde yer olmadığından tedavi göremediği günleri yaşıyoruz. Ama siz yine de nasılsa hepimiz olacağız diye hasta olmak istiyorsanız, en yakın hastanenin bahçesine gidip birkaç hasta öpünüz, sarılınız ve olunuz, ne diyelim.

Bu düşünceye tutunanların beyin matrisleri kıyasın tek tarafını seçerek kendine özgür bir alan yaratma güdüsündedir. Cümle içindeki “de” bağlacı aslında bu cümlenin bir başka cümlenin aynası olduğunu gösterir. Ayakta geçirenler de var AMA ÖLENLER VE KÖTÜ GEÇİRENLER DE VAR. Kıyasın kazanç yönünü almıştır kişilerin beyni ve kayıp olasılığını görmek istememektedir. Analitik farkındalığı yüksek insanlar bütün bu ihtimallerin olabileceğini aynı anda görür, birini diğerine kırdırmaz ve herhangi birini yok saymaz. Bu 3 seçenekten en iyisini seçmek yerine “ayakta geçirebilirim ama ölebilirim ya da bedenimde hasar kalacak ya da uzun sürecek şekilde kötü de geçirebilirim.” “ben ayakta geçirsem de başkalarına bulaştırabilirim” diye düşünür. Olasılığın her yerinden çatallar çıkar ve çokça olasılık doğurur bu durum.

Nasılsa hepimiz olacağız diyerek yalandan maske takarak hiç keyfini bozmayan insanlardan olmayın, onlar ki -bırakın analitik olmasını- zerre farkındalığı olmayan insanlardır.

Analitik farkındalığı yüksek insanlar, düşünen ve düşündüklerini evrensel boyutta anlamaya çalışan insanlardır. Bunun okumakla da alakası yoktur. Binlerce kitap okuyanların bile iğne ucu kadar sahip olamadığı bir zenginliktir bu (onlar öyle olduğunu sansa da).

Çünkü insan ne kadar parası olursa olsun kendini ve yaşamı sevmedikçe mutlu olamaz, yetinemez. Yani ilk zenginlik kendine değer vermek, insanlığa değer vermek, dünyayı izlemek, yaşamayı anlamak ve analitik/holistik/farkındalıkla bakabilmektir.

Betül Yergök

İnstagram: @betulyergok

Youtube: @mentalizasyon

Yazının devamı...

Hangi aşktan pişmansın?

İnsan aşktan yana pişman olmaz. Pişmanlık dediğimiz şey bir aşka dair yapılan ve yapılmayan eylemlerin yarattığı duygudur. Belki fazla ısrarcı olmuşsundur, sevdiğini göstermek ve ikna etmek için. İçine atmış ve ardından gereksiz yere patlamış olabilirsin veya söyleyemediğin cümleler içinde koca koca dağlar gibi sıralanmış olabilir.

Ya gerçek duygularımızı saklamış ya da gerçek duygularımızı biraz saklamamız gerekirken aşırıya kaçacak şekilde ifşa etmişizdir. Ya zamanı yakalayamamış ve sevdiğimiz kişiyle bir olasılığı kaçırmış ya da kendi yarattığımız koşullarla arkamızı dönüp içimizde bunun sesini susturmaya çalışmışızdır.

Aşka dair bir duygudan pişmansak, örneğin birini sevdiğimizden pişmansak onu gerçekten sevmemişizdir. Kendimizi bir sevme eylemine sürüklemiş ve ardından bunun farkına varıp bu eylemden pişman olmuşuzdur. Bazen de karşımızdaki insanın eylemleri yüzünden onun sevgimizi hak etmediğini düşünmüşüzdür. Burada da onun eylemleri ve onun hak edip etmediği devreye girmiştir yani.

Üniversite yıllarımda bir sevgilim vardı ve sevgili olmanın nasıl bir şey olduğunu sanırım ikimiz de pek bilmiyorduk. Asker arkadaşı gibi olmamız bir yana anti romantik kişilik sergilemesi nedeniyle kısa zaman sonra benim isteğim üzerine ayrıldık. Bir süre sonra durumu toparlamak için beni yemeğe çıkardı. Yemekten sonra bana bir şey vermek istediğini söyledi ve evlerine uğradık. Evde bizim koloni ekibimiz, arkadaşlarımız vardı. Beni bir odaya götürdü ve odadaki dolaptan bir buket çiçek çıkardı. Benimle barışmak istiyordu ve romantik olarak beni ikna etmek istiyordu ama bana aldığı çiçek neden dolapta duruyordu? “Bu çiçeği sana aldım ama dolaba geri koyalım, ben evde kimse yokken çiçeği çıkarır getiririm” dedi. Hala romantik olmak ona utanç verici geliyordu. Seneler sonra bir konuşmamızda bana “Senden sonra birine değer verdiğimde çiçek aldım hemen, o gün benim pişmanlığımdır.” dedi.

Gerçek bir sevginin, aşkın normalde pişmanlık dürtüsü gelişmez. Geriye pişman olmadan nasıl sevebiliriz sorusu kalıyor? Eğer kavuşmamış isek, yani mutlu bir son yoksa her durumda pişmanlık belirebilir. Bilgelik seviyesinde farkındalığımız yüksek olsaydı ve Limbik sistemimizi komple kontrol altında tutabilseydik pişman olmamayı başarabilirdik.

Mutlaka duygu dünyamıza hitap eden kişiler, eylemler ve kalbimizdeki hisler herhangi bir pişmanlığın nedeni olmaya devam edecek. “O sözü söylemeseydim, o kıyafeti giymeseydim, oraya gitmeseydim” diye seslendirdiğimiz ya da sessizce hissettiğimiz pişmanlıklarımız devam edecek. Kalbimiz sevmeye devam ettiği sürece, bir gün bir yerde yine yeniden bir şeylere pişman olduğunu bize söyleyecek.

Pişman olmamanın yolu olsa hiç sevmemek olurdu, seçerseniz! E o halde pişmanlık denilen mecburi duyguyu kabul etmeyi, normalleştirmeyi ve pişmanlıklarımızı sessizleştirip azaltmayı deneyelim.

Bunun için sadece duygu dünyasının bu anlattığım gibi bir bütün olduğunu, pişmanlığın sevmeye dair bir parça olduğunu, sevmenin ve pişmanlığın da herkese ait olduğunu bilelim. Sen ve o, sırası ve zamanı bilinmez ama biri birini mutlaka sever ve mutlaka bir pişmanlığı da ruhuna eker. İnsanız ya, bunu normal kabul edelim yeter. En azından pişman olmaktan korkup aşktan kaçanlar yapsın yeter!

Aşkla aramın pek iyi olmadığı zamanların şimdilerinde, sevgili dostum Emrah Arıca’nın “Belki Dönmem” şarkısı katman katman aşkın perdesini araladı bana. Bir aşkın hem pişmanlıklarını hem de kabule dayanan güzelliğini anlatan şarkısı, daha ilk dinlediğim andan beri “her şeyiyle sevmek ne güzel!” dedirtti bana, çok zaman sonra. Güzel sesine ve aşkı dirilten sözlerine sağlık.

Betül Yergök

İnstagram: @betulyergok

Youtube: @mentalizasyon

Yazının devamı...

Çocuklarımızı yanlış koruyoruz

Bu yazıyı yazmadan evvel o herkesin ekrana kilitlendiği Masumlar Apartmanı dizisini izlemiştim. Gördüğümüz, yaşadığımız her şey bize hayatın doğrularını ve yanlışlarını her seferinde başka bir yerden hatırlatır ya, bana da öyle oldu işte.

Çocuklarımızı kötülüklerden koruma yöntemi saydığımız çok şey ve koruma içgüdümüz hep yanlış sonuçlar veriyor. Üstelik neredeyse tüm ebeveynler bir dizi sahnesinde yahut bir günün haberinde buna hak veriyor ama uygulayamıyor.

Çocuklarımızın hata yapmasından korkuyoruz ve onlara “hata yapmaktan hep korkacakları” bir kod ve güdü yerleştiriyoruz. Hata yaptıklarında yıkılacakları, utanacakları, başarısız hissedecekleri ve artık korkarak yaşayacakları bir algı hediye ediyoruz. Haklı çıkarız ya da çıkmayız, hata yapar ya da yapmaz çocuk ama nihayetinde onu böyle bir hayata sürüklemenin hangi doğru sonucu alkışı hak edebilir ki? Yanlış adamı ya da kadını sevmedi diyelim, sevdiğine cesur olmayı, iş hayatında cesur olmayı ya da hayalleri için mücadele etmeyi ve güçlü olmayı da unutuyorlar, peki ya bunu nasıl kurtaracağız hiç düşündünüz mü?

Hata yapmalarından korktuğumuzu o kadar belli ediyoruz ki, çocuklarımız hangi duygu, düşünce veya iş içindeyse onun hata olmadığından emin olmadan bizlere bunu söyleyemiyor. Bu yüzden onlar durumun “hata olup olmadığından emin olana” kadar da iş işten geçmiş olabiliyor. Bazen de hata ihtimali yasak gibi cazip geliyor ve ebeveynlerine söyleyemediği her an bir aşka sürükleniyor çocuklarımız. Anlatabilseydi ve hata yapmaktan korkmasaydı, “yasak” olarak görmeyecekti belki. Üstelik bu meselenin ergenlik mevzusu olduğunu sanmayınız, bu hediye çocuklarınızın saçları ağardığında bile zihin ve bedenlerinde kalabilecek kadar güçlü!

Ne zaman değişecek bu algılarımız?

Örneğin ben mutsuz giden evliliğimi hiç söylememiştim, hata yapma korkum ve başarı takıntım olmuştu çünkü. İşin ilginç yanı, bekar hayatıma döndükten sonra annemle artık arkadaş olmayı deneyimlemeye başlamıştım. Bundan önce ben de herkes gibi ebeveynlerimin beni anlamadığını ve korumak adına sıkıştırdığını düşünüyordum, belki de eskiden biraz öyleydi de. Anlatmadığım, anlatamadım ve hata yapmaktan korktuğum için!

Ama artık öyle arkadaşız ki, beni benden bile koruyabildiğini ama beni koruma pahasına sıkıştırmadığını iliklerime kadar hissediyorum. Ona her şeyi anlatıyor ve hata yapmaktan korkmuyorum. Hata yaptıysam da anlatabilmeyi, o yanlış bulsa da yanlışı konuşabilmeyi ve birlikte net bir sonuca varabilmeyi, bazen onu dinlememeyi ama fikirlerini önemsemeyi, belki de çoğunlukla onun haklı bile çıkmasını seviyorum. Her iki taraf için de tüm olumlu ve olumsuz yanlarıyla güzel bu durum, yeter ki açıkça her şeyimizi konuşabilelim.

Çocuklarımızı korumak onlara “hata yapmamayı öğretmek” değildir, “başarının önemini” vurgulamak değildir. Çocuklarımızı korumak onlara “hata yapmayı öğretmektir”, hata yaptığında ne yapacağını öğretmek, başarının önemi kadar başarısızlığında normalliğini anlatmak ve o düştüğünde gözleri devirmeyeceğimizi, yanında olacağımızı hissettirmektir. Çocuklarımızı korumak adına duvarlar ve kurallarla, hatta korkularla dolu bir hayat armağan etmek yerine onlara yaşamayı sevmeyi, özgürce yaşamanın üstünlüğünü öğretip hayat yolunda da onların yanında olmak gerek.

Korkmayın özgürlüğü öğretirseniz sizi terk etmez, hata yapmayı öğretirseniz yerlerde sürünmez; hatta yaşamın her şeyiyle güzel olduğunu öğretirseniz kendisine en iyi hikayeyi yazmayı, içine de mutlaka sizi koymayı ister.

Betül Yergök

Yazının devamı...

Kadınlar nasıl erkekleri sever?

Daha önce erkeklerin nasıl kadınları beğendiğini ve sevdiğini yazmıştık. Bu hafta da tam tersi kadınların nasıl erkekleri beğendiğini ve sevdiğini yazalım isteriz.

Erkeklere kıyasla kadınların sorunsuz seçimleri var diyemeyiz. Kadınların isteklerine bakacak olursak yine bir orta nokta arayacağız belli ki.

Kadınlar her güzel olan şeyi hem duymak hem de görmek ister: sevildiğini, beğenildiğini, o an güzel olduğunu… Üstelik ilgi görüyor ama güzel ses duymuyorsa ya da tam tersiyse yetmez, yani ikisini de alabilmelidir. Hem ilgi görecek hem de ağzından duyacak! Ama örneğin sevildiğinin durduk yere söylenmesini de sevmez ya da sürekli hissettirilmesinden de hoşlanmaz (bunun adı da şüphedir?). Yani anlayacağınız onların duymayı ve görmeyi arzu ettiği zamanları ve zamanlamasını iyi yakalamak lazım.

Kadınlar iletişimde olmayı severler. Öyle hafta bir iki mesaj yazıyorsanız, size belli etmiyorsa bile evde duvarları kemiriyor olabilir. Duvarlarla da kalmaz, ilk fırsatta öfkesinden nasibinizi alırsınız. Kadınlar gün içinde ailesi ve dostlarıyla bile her fırsatta konuşan varlıklardır, ne demek aramamak:) Ama yine bu noktada da kendi iletişim dünyasını zorlayacak derecede “zırt pırt” denilesi şekilde sürekli aranırsa da uzaklaşabilirler. Ortayı alınız ancak asla az tutmayınız iletişimi beyler.

Kadınların bir kısmı sahiplenen ve kıskanan erkeklerden daha fazla hoşlansa ve bir kısmı da kıskanç birini istemediklerini söylese de temelde kadın kıskanılmayı önemser. Aslında kıskanılmak, değer vermek ve kaybetmek istememek anlamına geldiğinden, bunu hissetmeyi severler. İşte bu his her kadında farklıdır, yani ne kadar değer hissetmek istiyorsa ona göre daha kıskanç ya da daha az kıskanç erkek olması gerekecektir. Önce tanıyın, ona göre kıskanın derim:)

Kadınlar paylaşmayı severler ve bu paylaşım asla bir yatak ya da bir an değildir. Aklından geçen en ufak kargaşayı, sıkıntıyı ya da fikri bile paylaşmak isterler. Güzel zaman geçirmeyi, film izlemeyi, birlikte uyumayı ve dertleşebilmeyi isterler. Kimi zaman yumuşak yastık bir omuz, kimi zaman eğlence arkadaşı, kimi zaman da dert ortağı olmalı erkek; sadece tutku ortağı aramaz kendine yani. Zamanın hastalığı “ilişkisizlik sorunları” da buradan gelir. İlişki istemeyen erkeklerin atladığı en önemli şey budur. Kadın ilişkisizlik isteyen erkeğin arzu ettiği bir denklemi kabul edemez, ederse de geçicidir o! Cinsellik biter, paylaşımsız zamanların huzursuzluğu başlar kadında.

Kadınlar da erkekler kadar dış görünüşe çok dikkat eder ama gerçeği şu ki kadınlar akıllarındaki özelliklerde birine değil aksine bile aşık olabilirler, hatta daha çok böyle olur.

Kadınlar sevdikleri adam için fedakarlık yapmayı, emek harcamayı severler ve bu yüzden hep de karşılığını hesaplarlar. Bu kötü ama ne yapalım, doğaları bu diyelim. Bu yüzden ilişkiye ve kendisine emek harcayan, önem veren, hatta fedakarlıklar yapan erkekleri baş tacı edebilirler. Herkes herkesi seviyor, daha fazla hissettirmeniz gerek beyler!

Ve kadınlar baştan sona, çoğunlukla anlaşılmaz varlıklardır. Ne istediğini ve ne beklediğini anlamak bir erkek için çok zordur. Kadınlar beklentilerini açıktan söylemez ve erkeklere de gizli okuma yeteneği verilmemiştir, kaos hep burada:) Ancak kadınlar, bu anlaşılmaz haline rağmen anlayan bir erkeği sevmeyi arzu ederler. Anlayamasanız da anlamaya çalışın ve empati gücünüzü artıracak kitaplar okuyun beyler. Kadınlar sizi anlamak üzere çılgınlar gibi kitap okuyor, kaçınız zaman lütfedersiniz daha iyi bir ilişki için iki satır okumaya.

Betül Yergök

İnstagram: @betulyergok

Youtube: @mentalizasyon

Yazının devamı...

Hikayedeki Seni Bul

Her yaşadığımız an bir hikaye oluşturuyor. Her bir hikayede başka bir insanız ve her yeni biz ile de yeni birer hikaye yaşıyoruz.

Yazarlığımın ilk zamanlarında sadece beni benden eden aşk hikayemi yazmaya başlamıştım. Ardından her tanıştığım ve içinde bulunduğum hikaye sayfalarıma akıverdi. Yaşamı yazmaya başladığımda fark ettim aslında her anın bir hikaye olduğunu! Sonra “en güzel hikayem” ne olmalı dedim ve yaşam yoluma bu arzuyu ektim. Bakmaya başlayınca görmeye, görmeye başladıkça da daha fazlasını arzu etmeye başladım. Hikayelerimi sevmeye başlayınca yaşamayı istediğim hikayelere koşmam gerektiğine inandım ve bu inançtan da yolumdan da hiç çıkmadım.

Benim hikayem sizlere örnek olsun, hepimizin hikayeleri bir başkasına emsaldir zaten. Satın alacaksanız da güzel hikayeler satın alın, ben öyle yaptım.

Zamanı paradan daha hızlı ve umarsızca harcıyoruz, ama yine de güzel bir hikaye hayaline gidecek zaman insanların gözünü korkutuyor. Ben hiç korkmadım, zaman başıboş akıp gideceğine bir hayal ve bir hikaye uğruna akıp gitsin istedim: 3 yıl ve 5 kitap!

Bugün “Hikayedeki Seni Bul” kitabımla huzurlarınızdayım. Her şeyden önce ben kendime ilhamım, ben kendi yoluma ışığım ve bıraksaydım “üstüne tanımadığım bu mutluluğu” yaşamazdım.

Ben vazgeçmemeniz, zamanı harcayacaksanız bir hayal ve güzel bir hikaye uğruna harcamanız için emsalim. Daha güzel bir hikaye içinde olmak ya da ona varmak istersen eğer bu çok kolay:

Her gün onlarca hikaye yaşıyor ve hikaye oluyoruz. Korktuğumuz ve kaçtığımız şeyler bile bir hikaye, iyi ve kötü onlarcasıyla. Bu yüzden “Hikayedeki Seni Bul” kitabı, her bir hikayede kendini bulacağın, sorularına cevaplar alacağın, meditasyonlarını uygulayarak değişeceğin bir baş ucu kitabı. Avuçların değerse hikayeni bulacak, kendine yeni hikayeler arayacaksın.

Bu kitap her avuca değdiğinde benim hikayem kainata yine bir kez daha şükredecek eminim. Çünkü artık ben akıldan satıra dökülmüş sözlerimle ruhlara dokunacağım tılsımlı bir hikayenin hemen öncesindeyim.

Betül Yergök

İnstagram: @betulyergok

Youtube: @mentalizasyon

Yazının devamı...

"Anda kalmak" nedir?

“A”! Geçmiş bir önceki harfi seslendirdiğiniz andan öncedir. Şu an okuduğunuz her kelimeyi okuduğunuz an bile geçmiştir. Siz an’ı yaşadığınızı hissedene kadar, o an çoktan uçup gitmiştir.

“Anda kalmak” yanlış bir tarif ve tabirdir aslında. Çünkü gerçek anlamda hiçbir zaman an’ı yakalayamayız. Yine de şuan diye bakacak olursak olaya karşılaştığımız durumlara hiç bakmadan hafızamızı yitirmişçesine yaşamaya devam etmemiz gerekir. Bu yüzden yanlıştır, “anda kalmak” derken anlatılmak istenen şey farklıdır. Tam da bu farklılık anlaşılmadığından yanlış uygulanır.

Aslında “anda kalmak” derken, karşılaştığımız durumla ilgili geçmiş tecrübelerle kıyaslayarak hızlı ve olumsuz akışlara kapılmamak beklenir. Sakin kalmak ve analiz etmek için söylenir. Beynin her hikayeyi kaydetme biçimi zaten geçmiş tecrübelerle şimdi olanın kıyaslaması sonucunda olduğundan zaten beyin geçmiş deneyimlerimizi her yaşadığımız olayda ele aldığı için bunu hissediyor ve düşünüyor olacağız mecburen. Ancak buna ağır ve baskın biçimde teslim olmak zarardır.

Beyin her hikayeyi birkaç noktasıyla yazar, bir bütün olarak her anın tüm detayı beynimizde yazılı değildir ve kıyasla analiz eden beynin getirdiği o eski anıda yazılı olan küçük bir iki detayla benzerlik yakalandığı anda çoğu zaman yanlışlara sürükleniyoruz. Ya kendimiz ya dostlarımızın dilinde ise tam da o an dökülen söz: “anda kalmak”!

Bunu uygulamak zordur, uygulandığı iddia edilir herkesçe ama yapabilen nadirdir. Geçenlerde sevdiğim bir arkadaşımın flörtüyle ilgili gerilim anında kurduğum bu cümleye verdiği cevap “Tamam zaten andayım, hiçbir şey yapmayacağım, bakalım ne yapacak, şöyle yaparsa şöyle yapacağım, şunu derse bunu yapacağım” sözleri oldu. İşte bu anda kalmak değil! Bu geçmişi ve hatta geleceği de kurmaktır, buradaki an nedir?

Bunu yapmak zordur, çünkü hislerimiz var, kırılganlıklarımız var ve aksini yaratamayacağımız biçimde geçmiş kayıtlarla şimdiki anı kıyaslayarak kayıt tutan bir beyin var, yani geçmiş he var!

“Anda kalmak” şu an hissettiğin hislerde kalmak demektir. Aklına tonlarca düşünce ve kızgınlıklar gelse de “şu an üzgünüm, yıkıldım, kızgınım, öfkeliyim” diyerek oturmak demektir anda kalmak. Çünkü kalmak istediğin anda sadece olan olay ve ondan dolayı hissettiklerin vardır. Olan olayların geçmişle benzerliği an değil geçmiş, olacak olasılıklar ve beklentiler ise an değil gelecektir. Zamanın tanımlarına dikkat ederseniz ne olması gerektiğini çözebilirsiniz. Bugün üzüldüyseniz üzgün uyumaktır ya da sakinleşmektir, hesap yapmak ya da geçmişin hesap defterini açmak değildir.

Anda kalacaksanız şu an içindeki olanlar ve hislerinizle oturmalısınız, sağınıza geçmişi solunuza geleceği almak yanlış olandır. Geçmişi masaya getiren beyindir ama bırakın o işini yapıp bitirsin ama siz onun getirdiği geçmişin saliselik benzerlikleriyle inanç oluşturmayın ve o inançlarla yarın için inat oluşturmayın.

Anda kalacaksanız şimdi ne hissetmek istiyorsanız onu hissedin ama ne hissediyor ve düşünüyorsanız onda kalın. Tabi ki sıkıntılı durumlar haricinde geleceği planlayın yani bir sonraki anda nasıl olmak istiyorsanız onu düşünün, hissedin ve o olmaya çalışın. O an geldiğinde de her ne iseniz onu görmeyi ihmal etmeyin. Düşünün ki an dediğimiz şey şu an bile değil, o bile geçmiş!

Betül Yergök

İnstagram: @betulyergok

Youtube: @mentalizasyon

Yazının devamı...

Mantık mı, aşk mı?

Erkekler de kadınlar da aşkın artık kolay bulunmayacağına, kimsenin aşık olmayı seçmediğine inanıyor. İlişki arayışları ya da evlilik kararları bile “mantık” kelimesinin sıfata dönüştüğü denklem olarak karşımıza çıkıyor. Yani artık herkes aklına göre birini arıyor, aşkın acısı olacağına akıl uyuşması olsun diyor.

Peki hala neden aşk şarkılarından etkileniyorsunuz? “Mantığımı dinledim” diye bir şarkı yazsınlar bakalım aşkın kalp çarpıntısı mı mantığın sesi mi nakaratı dile dolayacak!

Duyguların karşılıklı olması, üzülmemek, terk edilmemek, kaybetmemek için arzular ve beklentiler en aza indirildi. “Sohbet edebilelim, aklımız ve tenimiz uyuşsun yeter” dendi! “Şöyle kalbimi alıp yakıp kavursun ve o da öyle olsun” sözlerini hala söyleyebilen (aşkın en acı halini yaşamış olsam da) bir ben miyim:)

E o zaman bir meydanda buluşalım ve aklı uyuşanlarla eşleşip evlere dağılalım, ne dersiniz? Aşk böyle bir şey değil, kabul edin. İçiniz ve ruhunuz bana katılıyorken dilinizle ve aklınızla bu gerçeğe karşı savaş açmayın. Bu savaşı kazanacaksanız bile kazanmayın, bu bir zafer bile değil!

Üstelik “mantık” sıfatıyla tanımladığınız ilişki modeline dair yine “mantık” ile açıkladığınız beklentileriniz de aslında aşka dair, kılıfına uydurmayın. Sizin “bir ilişkide iletişimli olmak mantıklıdır” dediğiniz şey “beni arasın, özlesin, sevsin” diyerek aşkı arzulayan beynin sözüdür. Herkes gerçek anlamda sevmek ve sevilmek ister. Sadece son bilmem kaç yıldır bu olasılığın zayıflaması üzerine, adına “mantık” diyerek suları geri çekmeye başladınız. “Mantığımla ilerlerim ama aşkı garanti ederse de kalbimi salarım meydana” diyorsunuz yani. Her baktığınız kadın ya da adamla ilgili en önce “beni sever mi ki?” sorusunun cevabını arıyorsunuz. Peki ya siz sever misiniz? Her şeyden önce, en önemlisi bizim kendi kalbimizin hissi değil midir?

Bu yüzden mantıkla başladığı savunulan, umursamıyor görüntüsü verilen, sosyal medyadan tanışılan ve öylesine gibi davranılan flörtlerinizin ardından yıkılıyorsunuz. Çünkü baskıladığınız duygularınız ve arzularınız çıkıyor, hırs ve hazmedememe duygusu da onun koluna girip yanı başınızda beliriyor. Mantık kılıfının mumu flört bitene kadar yanıyor en fazla işte. Mantığınızı seçiyorsanız sizi üzen ve tercih etmeyen biri de mantığınıza göre size uygun biri değildir, saniyesinde aklınızdan çıkarmalısınız bu denklemi baz alırsak. O zaman bu “mantık” seçimini buruşturup çöpe atmanız gerekmiyor mu artık?

Aşk böyle bir şey değil. Sevmek mantıkla olacak şey değil. Kendinize eziyet etmeyin, sevmeyi seçin. Karşınızdaki insanların, evrenin ya da zamanın hiçbir zaman garantisini alamazsınız. Garantisi yok yaşamanın bile. Garanti almak bu derecede önemli olsaydı bilincimizin oluştuğu zaman yaşamaktan da vazgeçmeliydik, kim garanti etti ki ömrümüzün kaç yıl olduğunu?

Aşkın garantisi yok, riski var ya da yok, az ya da çok. Sevilme şartına tabi değildir sevmek! Bence sadece doğup yaşayıp öleceğimiz bir yaşam hikayesinde birini gerçek anlamda sevmeme, birine aşık olmama riski var. Yani aslında aşık olacağımızın ve seveceğimizin garantisi yok. Ya bu olsaydı!

Kaçacaksak, korkacaksak, garanti bekleyeceksek ve dahi şarta bağlayacaksak ne bileyim yani, yazıktır sevme özgürlüğü kısıtlanmış kalplere!

Betül Yergök

İnstagram: @betulyergok

Youtube: @mentalizasyon

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.