SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Kusurlarımız güzelliğimiz mi?

Hepimiz kusurlarımızla biziz ve güzeliz ama bu klişeden daha fazlası var:

Kusurlarımız bizim etiketimiz, fişimiz, ismimiz, tanınma ve sevilme aracımız. Kusur saydıklarımızla ya da sayılanlarla biliniriz bize dair her şeyden önce.

Doğru bakabilseydi insan, kusur saydıklarının kusur olmadığını, öyle olsa bile onun bu hayattaki özelliği olduğunu ve gerekirse onu kullanarak yükselebileceğini çözerdi.

Hiç kimse kusur saydığı şeyi istemez kendinde, azı ve çoğu olacak şekilde hepimizde problemdir kusur bildiğimiz şeyler. Yanlış bakmışızdır ve yönetmişizdir mevzuyu esasen, bu yüzden.

Geçenlerde Hasan Can Kaya’nın "Konuşanlar" isimli programını izledim, Selin Şekerci vardı. Gelen soru üzerine Şekerci, çocukken en çok gözlerinin pörtlek oluşuna güldüklerini söyledi. Hasan Can’ın ona cevabı netti, oysaki gözlerinin güzelliğiyle tanınıyor ve para kazanıyordu artık. (mizahen)

Belki Tarkan’ın buğulu sesine gülmüştü ilkokul arkadaşları ya da Beyaz’a en çok “r” harfli kelimeleri söylettiler her fırsatta. Ancak onları var oldukları kişi yapanlar da bu özellikleri. Bembeyaz teninden nefret ediyordu belki birçok gözde kar beyaz tenli oyuncu. Candan Erçetin güneşle ilgili çok sıkıntı yaşar mesela ama sanki o güzel sesi saf beyazlığıyla kalbimize dokunur ya hani! Tığ gibi ince bir Ata Demirer’i de severiz ama o kilosuyla dalga geçerek güldürmüyor mu en çok bizi? En iyi besteciler sessiz ve melankolik olabilir ama tam da buradan yazmıyor mu en güzel sözleri. Erol Evgin’in o tatlı sıcak sesi peruğundan gelmiyor, o dert etmiş saçlarını ve naifliği belki bundandır ama o kusur saydığının hemen altındaki zihni, ruhu özeldir bizim için. Tarık Akan Hababam Sınıfı'nda bile uzunluğuna dair esprilerin muhatabıydı ve çocukken de belki sınıfın en son sırasında oturuyordu. Hatta hafif öne eğik duruşu boyundan utanmış oluşundan kaynaklanmış bile olabilir. Ama hepimiz uzun filinta gibi ve inanılmaz yakışıklı bir jön biliriz kendisini. Çünkü biz hepsini bu yönleriyle sevdik zaten.

İyi bakın, çoğu bu kusur sayılan hatta kendilerinin de daha önceden kusur olarak gördükleri yönleriyle ünlüler ya da tam da o yönlerini iyi kullanıyorlar artık. Kimi o yönleriyle dalga geçiyor ya da o yönüyle kendini pazarlıyor bile.

Ve biz tüm insanları kusur sanılanların özgünlüğüyle hatırlarız, sadece ne yaptıklarıyla değil! Beyazıt Öztürk için başarısına kurduğumuz cümlelerin yanında “r” harfini söyleyemediği mutlaka vardır mesela. Yani kimliğimizdir kusur saydığımız şeylerimiz! Bizi biz yapan, bizi tanıtan ve insanlardaki izlerimizdir.

Yazarlığımla ilgili ya da benimle ilgili ne düşündüğünüzü sorsam kendi kusurlarımı da katarak yazdığımı ve samimiyetimi söylersiniz belli. Deli cesaretim ve aşktaki başarısızlıklarım olmasa bu satırlarla buluşmamıştım bile. Yamuk dişlerimden nefret ederdim ama artık biliyorum onları çıkarsam eksiğim hafızalarda. 

Halt etmiş “kusursuzluk” nidaları atanlar! İnsanların kusursuz görünme çabasını hissettiğinizde nefret etmiyor musunuz? Bu yüzden kusurlarınız ya da öyle görünen güzel izlerinizle doğal ve güzelsiniz.

İşte bu yüzden sevin fiziksel-düşünsel-enerjisel kusurlarınızı, daha doğrusu kusur saydıklarınızı. Onlar size bu hayatta sizi tanıtan izler olarak verildiler, kusur değiller aksine kimlikler. Ayrıca dikkat edin özel bir güce sahipler, onları kullanırsanız aslında sizi yükseltecek en büyük varlığınız, bileziğiniz ve silahınız olarak elinizdeler.

 

Betül Yergök 

 

Yazının devamı...

Erkekler nasıl kadınları sever?

Erkekler bazı kadınlara hayran olup bazısına da sadece bakar ama baktıkları ya da hayran oldukları özellikleri taşımayan bambaşka bir kadına da aşık olurlar.

Onlar daha çok güçlü kadın profiline hayranlık duyar. Ancak istisnaları olmakla birlikte güçlü kadın genel olarak hayran olunan, bakılan kadın olsa da kendisinden uzak durulan ve ilişkiden kaçınılan kadındır.

Erkekler güçlü kadınlara hayran olup bakmakla kalmaz, o hayran olduğu kadının dikkatini çekmek ister. Onun gücünün yanında güçsüz kalacağını bilir, güçsüz kalmamak için kendinden güçlü kadını seçmez çoğu erkek bu yüzden. Ama güçlü kadının beğenisini almak güç verir erkeklere, hatta kendinden hoşlanması inanılmaz büyük bir egodur! En azı uzaktan hayran olur, en fazlası onun ilgisini kapıp kaçar bu erkekler, ardından da son çıkıştan sıvışıverir. Güçlü kadınlar üzülmesin, o erkeklerin de gücü ve kendine güveni o kadardır işte.

Erkeklerin çoğu dış güzelliğe bakar kadında. Cinsiyetçilik yapmayalım, ben de bakarım. Kadını erkeği de yok bu işin, güzel insana bakılır, güzelliğinin hakkı verilir diyelim. Ama gerçekleri konuşuyorsak, kadınların yaradılış harikası dış güzelliklerine bakmaktan alıkoyamaz kendini erkekler. Sarışın ya da esmer, zayıf ya da balık etli beğenisi vardır erkeğin ve kadının; beğenisine göre algıda seçicilik işler, buna göre de gözü çelinir bakar mutlaka. Ama erkekler, fiziksel olarak en çok beğendiği çekicilikteki kadının başka erkekler tarafından dikkat çekmesi olasılığı yüzünden ilkel dürtüyle çekici kadından da kaçar. Kıskanç olanı daha fazla uzak durur, özgüveni yüksek olan daha yakına gelebilir tabi.

Evcimen ve ciddi ilişki yaşanılacağı daha başından belli kadından da korkar erkekler. Sinyali baştan almak ürkütür. Aslında bu onları ilişkiye ve evliliğe sürükleyecek şey olsa da anlamadan sürüklenmeyi tercih ederler, başında anlarsalar yakalanmak istemezler. Bu da kaçma dürtüsü uyandırır birçok erkekte. Hele ki ilişki konusunda çok emin değilse anında görünmez olurlar.

Aslına bakarsanız erkeklerin yaradılışındaki zihinsel kodları yani ilkel kodları gereği onlar ormanına hakim olmak isteyen avcıdır, aslandır. Bu yüzden hakimiyet kurabileceği (hükmetmek anlamında değil), güvende hissedebileceği ama aynı zamanda onu kazanmanın büyük bir zafer hissi vereceği kadını sever. Sonuç olarak erkekler çok güçlü değil ama güçsüz de olmayan, kendisi için çok çekici ama dışarıya karşı bunu çok teşhir etmeyen, eğlenceli ama biraz da evcimen, zor elde edebileceği ve peşinde koşarak kazanma zaferi hissedebileceği kadını sever, aşık olur ya da evlenir.

Öyle ortayı bulmak zordur yani bu karışıma bakarsak. Tabi bu genel tarifin istisnaları olsa da ortayı bulanın şansı da çoktur.

Yalnız olan kadınlar;

Ortayı bulup kendinizde uygulayın, seveniniz bol olsun inşallah.

Betül Yergök

Yazının devamı...

Sosyal medyanın flört dili

Sosyal medya ile değişen iletişim dünyası onunla değişmeyenleri şaşırtmaya devam ediyor:) Bu işin devamının ne olabileceği ise endişeyle karışık bir merak konusu açıkçası.

Efendim geçenlerde bir ünlü yakışıklıyla bakışarak flört ettik, ben de hani daha fazla keşif peşindeyim o sıralar. Sonra benim “story”’e baktı kendisi ve bu bakış sizin gibi bizi de tebessüme sürükledi. Ardından “bu ünlülerin flört adımı” diye bir yorum duyduğum da oldu “üç adet fotoğrafını beğen ve sen de karşı adım at” diyen de oldu. Kendimi tuhaf bir komedya içerisinde hissediyorum.

Nasıl yani, gerçekten ilişkiler ve flört iletişimleri böyle mi olacak artık? Bir reset atıp eskiye dönebilir miyiz rica etsem? Şöyle şeyler var:

-Hikaye paylaşımına biri baktığında sık bakıyorsa üstte çıkıyor ve bu çok anlamlı, seyrek bakıyorsa kendini gösteriyor ve dikkat çekmeye çalışıyor.

-Eğer bir flört başlangıcı olmuşsa ve ardından hikayen bakmıyorsa “kasıtlı” bakmıyor ki sen ona daha çok çekilesin.

-Paylaşımlarını görmüştür de görmemiş gibi yapmıştır.

-Kendisi bir şey paylaşıp çıkmış ve neden senin paylaşımlarına bakmamış ve beğenmemiştir.

-Paylaşımlarının 3 tanesini üst üste beğenmişse “iş atmıştır”.

-Hikayelerine bir emoji ile mesaj atıyorsa “ben buradayım” diyordur ya da “beğendiğimi illa duy” diyordur. (bunu salladım, emin değilim)

-Paylaştığı şarkıların sözleri iyiyse sana söylemiştir, kötüyse depresiftir. Sözlerine bakarsın şarkının, cımbız cımbız hem de. Bir de arada geçen diyaloglar üzerine veya olanlar üzerine paylaşılan şarkıdan yorumlar çıkarılır, “bana yazdı ve cevap vermedim bu yüzden uslanmıyor bu şarkısını koymuş”. Yok daha neler!

-Hep beğenirken beğenmemişse en son paylaştığın fotoğrafta kıskandığı ya da kızdığı bir şey olmuştur. Hemen analize ve 5 yıllık ilişki yaşanıyormuş gibi yorumlar yapılmaya başlanır.

-Çok sık sosyal medya kullanan biri bir süre ara vermişse biri vardır hayatında ya da hayatında kötü giden şeyler de olabilir.

-Sana yazmayıp da senin cinsten birini takibe almaya başlamış, kesin ona yönelmiştir. Birilerini takipten çıktığı zaman da bir anlam vardı ama unuttum:)

-İki şarap kadehi koyarsın eller görünmeden ki hayatında biri olduğu düşünülsün. En garipsediğim de bu. Çünkü birinin dikkatini çekmek için yapılıyordur ve “hayatımda biri var” imajının karşı cinste “köprüden önce son çıkış, haydi yürü bana” demektir yapana göre. Eski kafalı ben ise bunu yapanlara hala “peki ama 100 kişi bakıyorsa kalan 99 kişinin ve olası aşk ihtimallerinin önüne set koymak neden?” sorusunu soruyorum. E haliyle hedef “1”, gerisi unutuluyor.

-Ayrılmışsan veya flört kopmuşsa eğlenceli paylaşımlar yaparsın ve bunun anlamı “umurumda değilsin”dir. O aynısını yaparsa da “umurunda değilmişim gibi davranıyor, böyle çok paylaşmazdı, koymuş ona” dersin. İlginç olan sen yaparken onun senle ilgili de böyle düşüneceğini hiç aklına getirmemen.

-Bağı koparmak istiyorsundur takipten çıkarsın, o artık seni göremesin kudursun diye onu engellersin, görüp etkilenmemek için “sessize alırsın”, senin için özel olduğunu ima etmek için “yakın arkadaşlar” listene alırsın, mesafe koymak için paylaşımlarını gizlersin falan filan.

Ah yazarken kirlendi ruhum, yeter bence bu örnekler, dayanamayacağım. Az biraz okurken saçma gelmedi mi, geldi deyin lütfen rica ediyorum.

Böyle flört böyle ilişki mi olur? Beyniniz yanmıyor mu bunlarla uğraşırken?

Bu gerçek dünyada cesaretsizlik, bu gerçek dünyada yetersizlik, bu gerçek dünyada boşluk üzerinedir. Kendi boşluğunda kendine başka bir dünya yaratmaktır. Ya da yaratılmış bu dünyaya kapılmak da aynıdır. Her denize de taş var mı ya da temiz mi diye bakmadan atlanmaz ki canım! Herkes gibi oldukça olunan dünya büyüyor, “düzen böyle” diye diye dalanlar yüzünden iletişim dünyasının ilişki dünyasının denizi kirlendi.

Bak insanlar gerçek ve dolu dolu ilişkiler yaşıyor, sokağa bak ve hayata bak sen. Bak gerçek insanlar sevdiğine sevdiğini söylüyor, aşıklar şu restoranda yemek yiyor, şu gerçek dostlar sohbete öyle koyulmuş ki saatlerdir telefonlarını ellerine almadılar, sosyal medya açmadı ve poz paylaşmadılar. Yola düşen yolcu yollara baka baka güzellikleri keşfederek vardı gideceği yere sen hala her bulduğun tabelanın altında fotoğraf çekiliyorsun. Zaman aktı, yaşın geçti, gün bitti, ay doldu, yıl sonu geldi sen hala emojiler ve stalk dünyasında mı yaşayacaksın?

Bak seni yazıyorum görüyor musun? Bu yazıyı okuyan gerçek dünyalılar bana hak verecek ama sen ya böyle olmadığını iddia edecek ya da “düzen böyle” diyeceksin biliyorum. Hatta belki benim de söylediğimin aksine böyle olduğumu düşüneceksin, delil de yakalamışsındır, hikayeme kim bakmış diye bakıp yakışıklı ünlü beyefendinin bana baktığını görmüşüm zira:)

Söyleyeyim, canım isterse birini stalklaya stalkyala kendi profilime gelebilirim ben de ama bunu ne kadar ve ne zaman istediğime göre değişir durum. Yılda bir iki kez sıkılır canım benim, gerisinde dünyayı gerçeğinden yaşamayı severim:)

Betül Yergök

İnstagram: @betulyergok

Youtube: @mentalizasyon

Yazının devamı...

İnsanlar seni nasıl tanıyor?

Seni tanıyanlara sorsalar “Nasıl biridir?” diye, cevapların ne olacağını düşündünüz mü hiç? Benim epey zorlandığım bir konu aslında ve en iyi kendi üzerimden anlatabilirim bu yüzden.

Yaptığımız iş, mesleğimiz, hayatın değişik yerlerinde uzun süreli üstlendiğimiz misyonlarımız kimliklerimiz haline geliyor. Anneliğimiz, kadınlığımız, erkekliğimiz, sorumluluk alan evlat misyonumuz, ciddiyetimiz, mizahımız ve bir sürü türlü vasıf ve varlık biçimi bizi de kendine göre biçimlendiriyor ve ardından o kimlik oluyoruz.

Bunda bir yanlışlık yok aslında ama oluşan kimliğin geldiği yer ve yayıldığı alan dikkate alınınca sıkıntı kendini belli ediyor. Benden örnek vereyim, on beş yıldır avukatlık mesleğinin içinde oluşum, toplumsal misyonum, mesleğin getirdiği ciddiyet gibi birçok unsur beni artık sosyal yaşamımda bile aşırı ciddi ve tedirgin edici olarak yansıtıyor. Evvel ilişkilerimde tepkilerimden korkanlar olduğu gibi annem ya da yakın dostlarıma bile bu imajı verdiğimi birçok örnekten alabiliyorum. Neyse ki yine beni çok yakından tanıyanlar aynı zamanda sempatik ve esprili halimi biliyor.

Peki ben hangisiyim?

Evet hepsiyim ama bu hepsi oluşum birçok alanda iyi olsa da bazı alanlarda yaşam yoluna taş koyuyor. Mesela kesinlikle ilişki dünyamı etkiliyor, çekinilen bir yapı sergilediğim söyleniyor. (Yoksa kapımda sıra olurdu gibisinden bir ego tatmini olsa gerek bu:)) Geçen gün yayın için video çekerken de isyan etmiş, isyanımın videosunu paylaşmış, mahkeme salonunda savunma yapar gibi anlattığıma sinirlenmiştim.

Hepimizde var bu, hangi işi yapıyorsak, hangi burcun insanıysak, hangi misyonları uzun zamandır yerine getiriyorsak, yani yüzümüz ve mizacımız uzun zamandır nasıl durmuşsa artık dışarıya hep o yansıyor.

Yüzünüzü hayal edin, en çok hangi şekilde duruyor gün içinde? Yılın, ayın, haftanın ve günün en çok denilecek zamanında yüzünüz ciddi mi, sorumluluk içinde, stresli, anaç, maço vb. nasıl duruyorsa artık osunuz. Yani öyle değilseniz bile etrafa verdiğiniz kimliğiniz, mizacınız o, “nasıl biri?” sorusunun cevabı o!

Sorun yoksa yok tabi ama iç dünyamız ile dış dünyamız çoğunlukla farklılık gösterir. İç dünyanızda kendinizi romantik hissederken çok duygusuz görünebilir, çok şakacıyken bir şekilde ciddi tanınabilir, aşkı isteyen içiniz bilinmez ve umarsız olduğunuz düşünülebilir. Bu pek iyi değil! Bu zamana kadar sorun da olmamış olabilir, hiç sorun da olmayabilir. Ancak her koşulda iç ve dış benliğimizin, ruhumuzun aynı ya da dengede olması esastır. Hepsi olmak, motif olmak, yerine göre davranmak güzeldir ama Mevlana yanlış diyor olamaz. “Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol”

Her ortamda ve duruma göre davranmak iyidir evet ama hayat o kadar koşturmaca halinde gidiyor ki, çoğunlukla hangi ortamda ve hangi durumda olduğumuza ve hangi hal-tavır içinde olduğumuza bakmıyoruzdur. Bir bakmışız ki duruma göre davranayım derken, o olmuşuz!

Mozaik iyidir, örneğin mozaik karoları severiz ama evin yerini, duvarlarını ve tavanını aynı mozaikle kaplı düşünün, boğulursunuz. Sürekli bir döngüde giden yansıma davranışlar içinde de aynı şekilde gerçekliğinizi kaybedersiniz.

Bu yüzden hangi ortam, hangi iş ya da hangi misyon olursa olsun, tüm hallerinizin ortasını bulup iç ve dış halinizi hep dengeli tutacak şekilde yaşayabilirsiniz. Hayatınızı en çok hangi yüzünüzle geçirdiğinize bakarak sonuçlar alabilir ve bunu iç dünyanızdaki sizle kıyaslayarak bir tarafı diğerine göre yumuşatabilirsiniz.

Bir gün gelir birilerini gerçekliğiniz konusunda ikna etmek zorunda kalırsınız ya da altına imza atmayacağınız bir tanım yapılır sizle ilgili ve belki hatta bir aşkı, parayı, kariyeri kaybedeceğiniz bir sorudur “Nasıl biridir?” sorusu.

Haftanın size sorusu bu olsun: “Sana göre nasıl birisin, sence insanlara göre nasıl birisin?”

Betül Yergök

Yazının devamı...

Kişisel gelişim hastalığı

Daha gazla kapılıp gideceksiniz değil mi? Bunun daha ilerisi ne olacak sizce? Oturup bir konuşsak diyorum.

İnanılmaz bir ruh kıyımı gerçekleşiyor. Kişisel gelişim güzel, farkındalıklar iyi ama her şeyi vurup belini kıracak dozajda yaptığımız gibi burada da tüm ayarları bozmak neden?

Farkındalıklarla hayatın güzelleşeceğini sandık ve öyle de olmalıydı ama durum biraz yanlış gitti:

İyi düşünmeyi aşılayan yöntemlerdeki “kendini düşün ve kendine değer ver” mottosu biraz bencilliğe sürükledi herkesi. Oysaki bir bütün içinde olmayı benimsemek ve o bütünlüğün içinde kendini unutmamak gerektiği anlatılıyordu. Yani “kendini unutma ve kendine de değer ver” diyen algıyı, “kimseyi umursama, bencilce kendine değer ver” olarak alıp koydu herkes hayatına.

“Kendini sev” dedi birçok kişisel gelişimci ve haklıydılar ama kendini severken diğer insanları sevmenin de ne kadar önemli olduğunu söylemeyi mi unuttular acaba, çünkü kimse kimseyi sevmemeye başladı nedense!

İnsanlar alma-verme dengesini konuşmaya başladı evrenle ve bu dengeyi bulmaya çalışırken “verme” kısmını çıkarıp hep alıcı olmayı seçti herkes, çok matah bir şeymiş gibi. İyi de o bir denge ya hani, hem alıcı hem verici olacaksın, yani ikisini de yap ve orantılı yap diyordu kurallar. İnsanlar sadece alıcı olmayı seçmeye başladı, çaba ve fedakarlıklar çöplerde.

İçini darladıysa, biraz hayatı zorlaştırdıysa aşktan ya da aileden gelen muhatapla bağları kesmek moda oldu. Elleri kaldır, makas hayal et ve irini akıtıp kesiver gitsin. Ortalık kopmuş bağlarla dolu maalesef. Yahu bağ kesmek bağ içindeki sorunları ve irinleri akıtmak demek ve bu bir temizlik için yapılıyor, kese kese bir hal oldunuz iletişimleri, ilişkileri.

Evrene, kadere ve olasılıklara inanmak iyi güzel ve ben de öyleyim ama istemeden, çabalamadan olmaz, bunu niye unuttunuz? “Ben evrene inanıyorum, eğer bu adam da beni seviyorsa gelir” deyip beklerken gitti o, haberiniz yok! Evren “bana bırak ve bekle” diye söz mü verdi size, neden istemeyi ve isteklerinize ulaşmak için bir şeyler yapmayı bıraktınız?

Teknoloji ve hayat bu kadar hızlıyken telepatiyle mesajlaşmak bayağı keyif veriyor sanırım. Karşınızdaki insanları “iletişimsiz” olarak yargıladığınız gibi bir kez yargılasaydınız kendinizi de keşke, tam da sadece telepatiyle birine mesaj atarken. Neden her şeyi unutmaya çalışıyorsunuz. Yaşadığım hayatın her bir zerresini unutmaya çalışırsam yüzüm kırışsın :) Yahu yaşadığın her şeyden dersini çıkarman ve bu dersi unutmaman gerekiyor, yaşam düzeni bu. Neden çılgınlar gibi bilincinizin altını üstünü temizletip duruyorsunuz?

Bu işlerle ilgilenmeye başladıktan sonra da düşünce ve hislerine aşırı bağlananlar da çoğaldı. Sezgileri güçlü ve fedakarlığı yüksek olduğu için ne düşünüyor ve hissediyorsa ona tek doğru geliyor. Bunu savunurum, insan içindeki hisse ve düşünceye bakmalı ama 2 kez, objektif dengede bakmalı. Kesinlik ve keskinlik de iyi değildir hani. Psişik yeteneklerime rağmen durugörülerime yüzde yüz güvenmeyip sağlama alıyorum ben, vizyonlara ve hislere bu kadar kıymet verip iddia etmeniz biraz abartı değil mi? Olaylar “o beni düşünüyor o yüzden his geldi, şöyle görüyorum bizi, şunlar olacak...” diye kehanetlere ve kandırmacalara kadar gitti, durum fena!

Bana farklı farklı sorular geliyor. Cevabım hepsinde net oluyor aslında “iste, söyle, inan ve çabala”. Cevap da hep aynı geliyor “kolayı yok mu?” Amuda kalkın bence her şey çözülüyor. Bir şeyi istemek ve istememek, istediğini arzulayıp mücadele etmek, istemediğini de hatırlayıp hatırlayıp direnmek çok mu zor?

Kişisel gelişim hastalığına yakalandınız ve durumunuz gitgide artıyor:)

İstemek, istememek, çabalamak, cesaret etmek, sevmek, reddetmek, koşmak ve durmak, düşünmek ve bırakmak, inanmak, konuşmak ve iletişim o kadar zor değil yani. Asırlar boyu da bağ kesmeye, havaya uçmaya, alt üst temizliğe, telepatiye ya da astral yöntemlere muhtaç olmadı insanlık. Yoksa sen ve ben doğmazdık bile!

Kendine meseleyi ve yaşamayı zorlaştıran sensin. Hiçbirimize ikinci bir yaşam vaat edilmedi, zamanı durdurmaya, kendini bulmak yerine bozmaya ya da ne bileyim her bulduğun yemeği yer gibi her yolu doğru saymaya ne gerek var yani!

Tam da bana sorulduğu gibi, kolayı nedir bu işin:

“İste, isteme, kendine söyle, inan ve yap şu işi, yaşa!”

Betül Yergök

Yazının devamı...

Ego ve duygusal ego testi

Her şeyi kendine özgü yapmayı seven ben, sizler için “betülce” testler hazırlamaya ve kendinizi sınayarak mesajlarınızı almanıza vesile olmaya devam ediyorum. Umarım hem eğlenirsiniz hem de kendinizi tanıyarak değişim fikirleri alırsınız.

Bu haftaki test egonu ve duygusal egonu sınayacak ve bu test sadece “evet/hayır” cevabı vermekle bitmeyecek. Haydi aşağıdaki soruları cevaplamakla başlayalım:

1. Aynı işi yaptığınız bir arkadaşın bulunduğunuz ortamda işi hakkında kendini överse ya da ortamdaki insanlar onu överse ne hissedersin/yaparsın?

a. Övgüyü hak ediyorsa överim, diğer insanlar onunla ilgili konuşurken iş konuşarak sohbete dahil olurum.

b. Övgüyü hak ediyorsa ben de mutlaka överim, diğer insanlar onunla ilgili konuşurken ya dinlerim ya arkadaşımla ilgili dahil olurum.

2. Bir ortama, topluluk içine girdiğinde:

a. Bütün ilginin bende toplanmasını tercih ederim. Kendimle ilgilenirim.

b. İlgi görmek elbetteki güzel hissettirir. Birlikte olduğum insanlarla ilgilenirim.

3. Her ne iş yaparsan yap o iş nasıldır?

a. Yapamayacağım işe zaten kalkışmam, ben yapmışsam iyidir, alkışı kesinlikle hak eder.

b. Dikkatime ve özverime güvenirim. Genelde başarılı sonuçlar alırım, almazsam da mücadeleye devam.

4. Senden yaşça çok küçük biri var karşında, tanımıyorsun. Çok zengin ve lüks hayat yaşıyor. Sence?

a. Baba parası yiyordur. Ben onlardan daha iyi olduğum halde onların benden daha iyi hayat yaşıyor olmalarına çok sinir oluyorum.

b. Aile desteği vardır büyük ihtimalle. Bazı insanlar doğuştan şanslı tabi ama şansı sürdürmek de önemli. Şans dilerim kendime.

5. Dış görünüşünle ilgili hangisini kabul edersin?

a. Beğenilmeyi hak edecek biriyim. Kendime bakıyorum bence güzelim/yakışıklıyım.

b. Beğenmediğim yönlerim var ama kötüyüm de demem yani, kendimi iyi hissediyorum.

6. Birlikte eğlendiğiniz mekanda bütün karşı cins insanlar yanındaki yakın arkadaşına baktı ve senle ilgilenen olmadı, akşamın nasıl geçmiştir?

a. Enerjim kapalıydı ve dikkat çekmek gibi bir çabam yoktu zaten.

b. Benim için etkileyici olmasa da arkadaşım için keyifli bir akşamdı.

7. Yakın arkadaşın ilişkilerinle ilgili iletişim kurmayan tarafın sen olduğunu ve bu yüzden ilişkilerinde sorun yaşadığını, egolu olduğunu söylüyor, sence?

a. İletişimsiz olduğumu düşünmüyorum, karşımdaki iletişim adımı atarsa cevap veriyorum ben. Arkadaşım yanlış düşünüyor egolu değilim ben.

b. Normalde iletişimsiz biri değilimdir ama ilişkilerde biraz geri durup karşımdan adım bekliyor olabilirim. Arkadaşım haklı olabilir, biraz ego yapıyorumdur belki.

8. İlişkilerini karşı taraf bitirdiğinde ya da onun manipülasyonuyla sen mecburen bitirdiğinde çoğunlukla halin hangisine uyar?

a. Kızgın ve kırgınımdır. Hak etmemişimdir ve beni hak etmemiştir. Genelde işin peşine düşerim, geri dönmesini, pişman olmasını beklerim. Onun hayatını merak ederim.

b. Üzgün ve kırgınımdır. Güzel bir ilişkiyse bitmesi haksızlık gibidir. Genelde yapabileceğim bir şey varsa yapar, dönmesini beklerim. İntikam duygum yoktur, herkes mutlu olsun isterim.

Sonuç- Değerlendirme:

Çoğunlukla (a) şıkkını seçtiysen bir ego sorunun var demektir. İnsanların kendini övmelerine, senden çok beğenilmelerine ya da senden daha iyi durumda olmalarına bile tahammülün olmayabilir. İnsanları kıyasa tabi tutan, kendini daha iyi gören bir yapın olabilir. Bu genelde zedelenmiş bir egonun sonucudur. Ego kötü bir şey değildir ve olmalıdır ama önemli olan zaten onun olağan ve iyi bir dengede olmasıdır. Ego benlik duygusudur ama dengesinin yukarı doğru bozulması bencillik, aşağı doğru inmesi ise kendine değer vermemek olarak sonuçlar verir. Genelde normal yaşamımızda ya da ilişkiler dünyasında zedelenmiş bir ego varsa ego dengesi bozulmuş olduğundan hayatın her yerine yansıması başlıyor. Zedelenen egoyu beden, zihin ve ruh tekrar bulmaya çabalarken de yüksek çıkışlar yapıyor ve gerçeğin dışında bir yüksek ego tavrı gelişiyor. Aslında kişi gerçekte yüksek egoya sahip bir kişi olmuyor, kendini öyle hissetmek istediği için dili ve tavrı bunu gösteriyor ancak gerçek durum da kendini çok belli ediyor. Yani egolu tavır gösteren her insanın egosunun gösterdiği gibi olmadığını ve ezilen egosuyla öyle davrandığını genelde ve hep fark ederiz. Bu yüzden egonun normalden yüksek olması yahut zedelenmiş bir ego ile normalden yüksek bir insan formatında egosal davranışlar sergilemenin insana her zaman zararı vardır ve olacaktır. Çoğunlukla (a) dediysen eğer, daha önce egonun zedelendiği veya tamamlamak, yükseltmek istediğin bir içgüdüsel durum söz konusu olabilir.

Sorulardan 5 ile 8 aralığındaki cevaplarına bir daha bakmanı isterim. Yani son 4 soruda çoğunlukla “a” dediysen egonun kökünde zaten “duygusal ego” sorunu var demektir. Egoda yükseklik sorunu genelde “ezici ve kötüleyici” bir davranış yansıması çıkarırken, duygusal ego sorunu da ilişkiler konusunda “eylemsizlik ve ezicilik” yansıması yaratır. İletişimlerinde hep “en değer verilmesi gereken, peşinde koşulması gereken kişi” olarak kendini görüyor ya da öyle görünüyor olursun. Bu da her zaman ilişkilerde ve iletişimlerde aleyhine sonuçlar verir. İnsanların görüşlerine değil sadece kendi düşündüğüne bakarsın ve bu her zaman da iyi bir tutum olmaz.

Çözüm olarak sadece farkındalık bile yeterli olacaktır. İnsanları eleştirmeyi, kendinle kıyaslamayı, küçük görmeyi ya da güç savaşına girmeyi her nüksettiği anda fark etmeli ve vazgeçmelisin. Ayrıca en iyi olmayı, en beğenilen olmayı isteyebilirsin ve bu bir olumlamadır evet ama “en,en,en,en…en” sadece “ben” demektir ve bu kadarı doğru bir denge değildir, bunu da unutmamalısın. Gerçek şu ki

Yani sen çok özel birisin, değerlisin ama aynı zaman da herkes gibisin, “birlik içinde benlik” gerek hepimize.

Betül Yergök

Yazının devamı...

Kadın-erkek ve insan olmak

Hangi toprakta yaşıyorsanız yaşayın bu bir Dünya meselesidir. Çocuklarınıza ve tüm sevdiklerinize insan olmayı, paylaşmayı ve değer vermeyi öğretin.

Bizim toplumumuzun inancı haline gelen “sağlamcılık” yüzünden değil mi sürekli bir refah planı yapmak? Kızlarınıza refahın bir adamın gücüyle değil, kendi ayakları üzerinde durarak sağlandığını öğretin. İşi gücü yerinde kocalar aramak yerine, işi gücü yerinde olan bir kadın olmayı, kendini ve sevdiklerini her kim olursa olsun kötülükten sakınmayı öğretin.

Erkeklerinize insana değer vermeyi, bir kadının onu doğuran ana kadar kıymetli olduğunu öğretin. “Gelin” diye tanımlamayla ötelenen algının sonucu olamaz mı erkeklerin de anneden ayrı bir varlık gibi görüp kadına hor davranması? Kocanın sana yapmasını asla istemeyeceği şeyleri evladının katiyen bir kadına yapmaması gerektiğini öğretin ona.

Öğrettiğiniz refah algısına uyuyor diye alelacele evlenmesinler, boşanmak kötüdür diye her ne olursa olsun evliliği sürdürmeye kendilerini mahkum etmesinler, bedenlerine şiddeti hak görmesinler; en önce size diyebilsinler, elinizi tutup o evden çıkabilsinler. Bunu en önce siz her kadın ve her ana, siz öğrenin. Evlatlarınıza bedenine, ruhuna ve aklına sahip çıkmayı, kendi ayakları üzerinde savaşmayı öğretin. Bunu tüm kadınlar ve tüm erkekler ve tüm insanlık hepiniz öğrenin. Çocuklarınız için katlandığınızı söylemeyi bırakın, her çocuk için bu her durumdan daha kötü bir yaşam bu; onları mutsuz bir ortamda büyütmeyin ve “zulme katlanmayı” öğretmeyin. Ben annemden gördüğüm “sineye çekip sabretme” üzerine uzun ve hastalıklarla süren zamanlar boyu boşanamamıştım, bize bunu aşılamayın. Katlanmak ya da sabretmek değil bu, bu gidememek, bu savaşamamak ve buna saygım var ama bize olanı, olduramadığınızı ya da olması gerekeni açıklıkla söyleyin, “sen böyle yap” deyin. Gösterdikleriniz doğru değil, bunu görün ve bize asıl gerçeği gösterin.

Empatiyi ve analitik düşünmeyi anlatın çocuklarınıza, bir kadını annesi gibi ya da bir erkeği babası gibi ve hatta karşısındaki bir insanı kendisi gibi düşünüp doğru davranabilmeyi anlatın onlara.

Çocuklarınızla her şeyi açıkça konuşmayı ve onların sizinle rahatça paylaşabileceği bir ebeveyn olmanız gerektiğini öğrenin siz en önce. Evlatken kendi kısıtlandığınız yaşlarınızda ne düşündüyseniz evladınızın da aynı yollardan geçtiğini hatırlatın kendinize. Yani çocuklarınızdan önce empatiyi ve farkındalıkla düşünmeyi siz doğru öğrenin ki öğretebilesiniz.

Kızlarınızın ya da oğullarınızın sevdiğini, kara sevdalarını, platonik aşklarını veya başına gelen kötü olayları kızarsınız diye anlatmamak yerine sizinle paylaşabilmelerini sağlayamadıktan sonra dizlerinize vurmanızı kim geçirebilir, bunu unutmayın. Bir insanı her türlü yakın arkadaş ya da sevgiliden daha çok düşünen anne ve babası değil midir; aklınızdan ve dostluğunuzdan, hatta çözüm bulma çabanızdan mahrum bırakmayın onları.

Cinsel tercihleri daha çocuk yaşta farklı olan çocuklarınızı görmeyi öğrenin. Ona zorla etek giydirmek ya da saçlarını zorla erkek tıraşına tabi tutmak yerine, onun kimliğini kabul etmeyi bilin. Siz doğurdunuz onu, “bozuk” dediyseniz de siz yaptınız ya hani, sorumluluk almayı bilin işte. Bu bozukluk değil, bu varoluşsal seçimdir, yaradanın planı ve yarattığı candır, inancınızı ya da tekamülü unutmayın.

Yargılamayı bırakın komşularınızı, arkadaşlarınızı, başkalarının çocuklarını, yaşıtlarınızı, tanıdığınız ve tanımadığınız insanları içinde bulundukları durumlar ya da seçimler konusunda yargılamayı, yermeyi bırakın. Bir kere en başta yerdiğiniz şey başınıza gelir, dönüp bakarsanız aynısını bir zaman önce başkasında görüp eleştirdiğiniz anı rahatlıkla bulabilirsiniz; çok can sıkıcı ve onları gerekirse bulun isterim. Rahatsız oldukça rahatsız huylarınızdan vazgeçersiniz, başkalarına değil kendinize bakın.

Kıyaslama, ötekileştirme, kötüleme, eleştirme gibi olumsuz toplumsal güdülerinizi fark edin ve fark ede ede çöpe atın. Yok demeyin, hepimizde var. Her gün ve her an doğru insan olmak, öyle kalmak zor, bu hayat sınavı ve çalışmayı unutmayın.

Çocuklarınıza, sevdiklerinize ve tüm temas ettiğiniz insanlara ihtiyaç halinde hakkını aramayı, güçlü olmayı anlatın, telkin edin ve destek çıkın. Birbirine değen omuzlarla yükselir bir toplum, tek olmayı değil bir bütün olarak bir olmayı seçin lütfen haydi.

Bu toprakta yaşanan her hikaye hepimizin. Onun değil, başkasına olmuş değil, bugün onun başına gelmiş değil. Bu hepimizin hikayesi!

Kaç yaşındasın ve hangi cinsiyettesin bilmem ama son zamanlarda hepimiz çokça ve vahşetle kesildik, kollarımız bacaklarımız birçok çöpe atıldı, her birimizin anası evlat acısıyla ağladı, çocuklarımızı kaybettik ciğerimiz yandı. Biz bu sıralar çok öldük, bu bizim hikayemiz bunu hissetmeyi unutmayın.

Birilerini suçlamak, devletten beklemek ya da katilin katli değil çözüm, çözüm omuz omuza akıl birliği ve farkındalık yayılımıyla bir toplum olmakta ve bir olmakta. Diliniz eleştirmeye değil çözüme çalışsın, yoksa daha çok öleceğiz, hayatlarımızı artık gerçek anlamda umursayın.

Betül Yergök

Yazının devamı...

Önyargı, yargı ve dışlama

Herkesin bildiği gibi önyargı, yeterli bilgi olmaksızın erkenden ve peşinen bir karara ve düşünceye varmaktır. Önyargı çoğunlukla beyinde otopilot bir yaşam şekline döner. Önyargılı insan geçmiş deneyimlerini ve etrafından satın aldığı hikayelerin tanımlarını beyninde bir listeye dönüştürür ve bu listeyle yaşar. Karşısına çıkan her kişi ve olayı bu listedekilere göre bir gruba dahil eder ama bunu daha olayları görmeden, ilk bakışta yapar.

Önyargı bir düşünce biçimidir ve davranışa dönüşürse “dışlama” dediğimiz eylemsellik ortaya çıkar. Yani insan önyargıda bulunduğu bir kişiyi tanımayı seçmiyor, erken verdiği kararla hareket ediyorsa bu bir dışlamadır. Aslında bir “varsayım” olan önyargısına kesin inanmış seviyeye erişmeye meyillidir ve bunu bir inanca dönüştürdüğünden bu varsayımın değişme olanağı yoktur. Örneğin birey, bir olayın ya da ilişkinin kendisi için doğru olmadığına dair bir önyargıya inanmışsa, muhtemelen bu kişi bu girişimde bulunmayacak, o kapıyı kapatacak ve yanılma payı ise her koşulda yüze elli elli olacaktır.

Benim asıl mesele gördüğüm ise “yargı koyma güdüsüdür” ve bu önyargıdan daha geniş bir alana temas eder. Önyargı bildiğimiz ve dediğim gibi “erken yargı” halidir, kişiyi tanımadan ya da olayları yaşamadan peşin gelen fikirdir. Ancak bazı insanlarda ve günümüzde ilişkiler konusunda çoğu insanda olan bir diğer şey ise “yargı oluşturma” halidir. Yolun başında olan önyargı dışında hayat akışının her anında ve her olayla ilgili bir yargısının olması gerektiğine inanır bazı insanlar.

Bir kadın ya da erkek ile ilk tanışmada oluşan şey önyargı olsa da flört, ilişki yolunda ve diğer tüm ilişkilerde anlık gelişen olaylarda da bir yargıya varma güdüsü gelişebilir. Kişi bunu çoğunlukla duygusal iniş çıkışlarda meydana çıkarır ve genelde sevgi ve ilişkiler konusunda güvensizliğe sebep olmuş olaylar yaşamıştır.

Yargıya varma güdüsü aslında beynin “hayatta kal” ve “savaş-dur” kodlarıyla ilgilidir. Yargıya varma güdüsü varsa bu kodların neden aktive olduğuna bakmak gerekir. Çünkü muhtemelen kişinin beyni kendine yönelen olay ve durumlara karşı hızlıca fikir üretme ve bu fikirle kendine dair bir koruma planı yapmak üzere çalışmaya kodlanmıştır. Yine muhtemelen yargıya varma güdüsü olan insanın daha önce değer verdiği bir kişiyle olan diyaloğunda dikkatsiz davrandığına, gerçekleri görmediğine dair kendini suçlaması söz konusudur. Aslında kendini suçladığı bu durumdan dolayı dikkatli davranmak için beyni “önce dışarıdan bak ve yargıyı bul” der ama aldanma ve kırılma korkusuyla da en kötü yargıya varma ihtimalini de tetiklemiş olur.

Genel örnekler verecek olursak, bir erkeğin/kadının sende ne bulduğu ya da bulmadığı, neden ayrıldığı/istemediği, sosyal medyada beğeni-izleme-gözleme-takip durumları, aynı mekana eski flörtün gelmiş olması, dostun dinleyici olmaması ya da fazla anlatıcı olması, talepler hakkında “talepkar insan” fişlemesi, karşı cinsin yaklaşımlarını cinsellik güdüsüyle bağdaştırma, iş yerinde rekabet hissi gibi birçok alan ve duruma dair insanlık bir tanım ve algıya varmak istiyor.

Yargıya varma güdüsünde temel kalıp düşünce aslında “bir sebeple bu kişi böyle/böyle yapıyor ya da bu olay bir sebepten oluyor” düşüncesi ve bu da “sebep arama” dürtüsünü harekete geçiriyor. Bir şey çok doğru, hayatta her zaman kişiyle ve olaylarla ilgili her şey bir sebepten gerçekleşiyor. Bir sebepten karşı cins bir davranış sergileyebiliyor ya da bir neden için bir olay meydana geliyor. Böylesine bir sebebin varlığını bilmek ve düşünmek doğru, hatta bu sebebi aramak büyük bir katkı ama nasıl yapıldığı önem arz ediyor. Beyin, otopilot olarak “önyargıya varma” veya “yargı oluşturma” güdüsündeyken mevcut durum, kişi ya da olayın detaylarından çok çok uzak bir yerden bakıyor, önyargılarından! Yani bir yargı gözlüğü takan bu kişi, muhtemelen listesinde olan, ezberi olan, geçmiş deneyimi ya da etraftan satın aldığı deneyimlerden birine uyan bir durum olduğundan çok emin olarak sebebi araştırmaya kalkışıyor. Bunu şöyle düşünebilirsiniz: bir cinayet dedektifi her cinayet mahalline gittiğinde oradaki cinayetin silahla veya bıçakla işlenmiş olabileceğinden çok emin ve asla başka bir aletle gerçekleşebileceğine dair olasılığa bakmıyor. “Kurşun varsa silahtır, kesik varsa bıçaktır” diye bir ezberi ya da listesi var diyebiliriz. Oysaki cinayetlerden biri tırnak törpüsüyle işlenmiş olabilir ve bu katilin bir kadın olduğu ihtimalini kuvvetlendirebilir. İşte her yaşanan olay yenidir, her kişi bir diğerinden başka bir kişidir; farklı genlerle farklı tarihte doğmuştur en başta. Bu yüzden yargıya varma güdüsü hangi gözlüğü takarak yola koyulduğuna ve eline bir liste alıp almadığına göre iyi ya da kötü sonuçlar verecektir.

Önyargı ya da yargı güdüsüne inançla bağlanıldığında kişiler ve olaylarla ilgili seyri değiştirecek dışavurum gerçekleştirdiğimiz için kontrol şart diyoruz.

Önyargı ve yargı üretmeye meyilliysek ve bundan kurtulmak istiyorsak kökten ve hızlı bir çözüm olmayabilir. Bunun için sürekli önyargıları ve yargı üretme anlarını yakalamak ve onu susturmak gerekecektir. Belki genel yargıları oluşturmak için oturup hangi konularda hangi yargıların olduğunu yazarak da listeyi sıfırlamaya çalışabilirsin. Ancak bunun uzun süreli bir farkındalık çalışması olduğunu, “hadi gördüm ve vazgeçtim” diyerek çözülmediğini bilmek gerekir. Ben size en sevdiğim yolu söyleyeceğim. Bu yol şöyle:

1- Kendine iyi bak: bunu yargılar dahil her şey için söylüyor ve öneriyorum. Madem yargı üretmek için sağlam bir güdümüz var, o halde yargı ürettiğimiz zaman kendimizi yakalayacağımız ve “yargı ürettin” diye kendimizle ilgili de bir yargıya varacağımız bir dedektiflik oyunu oynayabiliriz. Tabii bu bir farkındalık yolu:)

2-Karşı kod cümlesi: “yeni, bambaşka ve her şey olabilir!” Bu sözü çok severim. Canlandıralım: önyargı ya da yargı güdüsü devreye girmeye yeltendiğinde geçmişlerimiz, bize veya başkalarına dair deneyimler, ezberler ve listeler hemen ortaya çıkıyor. Tam bu sırada içeriye biri giriyor ve bu sözü söylüyor. Tüm araştırmacılar ellerindeki listeye inancını yitiriyor ve gerçekten her şey olabileceğine, liste dışı bir şey olabileceğine inanıp objektif bir araştırmaya kalkışıyorlar gibi düşünün. Beyin buna çok müsait ve ben beyni bir şaşırtmacaya tutup resetlenmesini ve objektif bir araştırma yapmasını sağlamayı çok seviyorum.

Farkındalık doğru, sebep aramak veya incelemek doğru ama “listeli hikayeler kumpanyası” gibi kolları sıvamak yanlış. Varsayımla değil kesin farkındalıklarla yaşa, eksik bilgiyle eksik değil, tam bilgiyle tam sonuçlar yaka ve kendine iyi bak.

 

Betül Yergök

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.