SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Test: Ne kadar ikna edicisin?

Her şeyi kendine özgü yapmayı seven ben, sizler için “betülce” testler hazırlamaya ve kendinizi sınayarak mesajlarınızı almanıza vesile olmaya karar verdim. Umarım hem eğlenirsiniz hem de kendinizi tanıyarak değişim fikirleri alırsınız.

Bu haftaki test ikna yeteneğini sınamak için olacak ve ardından sana fısıldayacaklarımı duyacaksın. Bu testte ikna kabiliyetinin temel kurallarını uygulayıp uygulamadığın üzerine sorular yer almaktadır. Haydi aşağıdaki soruları cevaplamakla başlayalım:

1- Bu akşam dışarıda eğlenmek istiyorsun ve fakat yakın arkadaşın dışarı çıkmak istemiyor, evinde oturmak istiyor. İkna etmek konusunda ne yaparsın?

a. Ona günlerdir evde olduğunu, evde olma seçeneğinin sıkıcı olduğunu örneklerle anlatırım. Haftanın diğer günleri evde olacağını hatırlatır bugüne dikkat çekerim.

b. Ona kendisinin de eğlenmek isterse gelebileceğini, evde kalmak isterse evde kalabileceğini, çıkarsak nerelere gideceğimizi ve nasıl eğleneceğimizi anlatırım.

2- Elinde kişisel gelişim üzerine yazılmış bir kitap var ve bu kitabı birine satacaksın. Satacağın bu kişi, kişisel gelişim gibi konulara çok uzak ve bu yüzden almayabileceği belli. Ona bu kitabı nasıl yaklaşırsın?

a. Ona, kendimle ilgili “ben kişisel gelişim konularına çok uzağım, satıyorum diye okumak istedim ve çok sevdim, sevmediğimi düşünüyormuşum bu benim önyargımmış ve bana çok şey kattı” der, kendi üzerimde etkileri olmuş ve ben de onunla aynıymışım gibi konuşarak onu etkilemeye çalışırım.

b. Eğer bu konulara uzaksa zaten böyle bir kitabı almaz diye düşünsem de yine de kitabın özelliklerini ve fiyatını söyler alıp almayacağını sorarım.

3- Birine kendini ya da herhangi bir şeyi ifade ederken “Demek istiyorum ki”, “Yani”, “Bildiğiniz gibi” gibi kararsız ifadeleri ne sıklıkta kullanırsın?

a. Az, ortalama seviyede

b. Çok, normalin biraz üzerinde

4- İlişkide olduğun kişiye kötü sözler söyleyerek çekip gittin ve onu gereksiz yere çok kırdın. Senin hatalı olduğunu anladıktan sonra onun seni affetmesi için ikna etmen gerekiyor, hangisini yaparsın?

a. Onu çok sevdiğim için ani tepki gösterdiğimi ve hata yaptığımı kabul eder, ondan vazgeçmeyecek kadar onu çok sevdiğimi, özür diler, affetmesini ne kadar çok istediğimi belli ederim.

b. Bu davranışı sergilememe neden olan olayları anlatırım, ona neden kızdığımı detaylandırırım anlamasını isterim. Yaptığım davranışın detaylıca anlattıklarımdan dolayı olduğuna ikna olursa beni affetmeye de ikna olur.

5- Çalıştığın yerde patrondan zam istemen gerekiyor, ne yapar ya da nasıl istersin?

a. Kısaca bu işyerindeki potansiyelimi ve karşılığında beklentimi söylerim, ben mutlu olursam çok daha fazla katkı sağlayacağımı anlatırım. Sakin ve hoş konuşurum ve bu sıcaklığımın altından beni kaybetmesinin olumsuzluklarını araya sıkıştırırım.

b. Kısaca bu işyerindeki potansiyelimi ve karşılığında beklentimi söylerim. Bu şartlarda çalışacaksak çalışmayı yoksa beni kaybedeceklerini açıkça söyler restimi çekerim. Aniden çekip gidecek olacağımı hissettiririm.

6- Karşındaki insanı sana karşı hata yaptığına ikna etmek istesen ve tek bir odağın olsa hangisi olurdu?

a. Onda suçluluk duygusuna oynardım.

b. Hatası üzerine oluşan kırgınlığımı anlatmaya odaklanırdım.

7- Küçük bir iş sahibisin (sen kur hayali ne iş yapmak istiyorsan), bu küçük şirketin için bir işi bağlamak üzere büyük bir müşteriyle görüşmeye gideceksin. Hangisi olursun?

a. Küçük bir işletme olduğumu saklamam, bunu açıkça söylerim ama özverimi, işime bağlılığımı ve bu yönümle bu işe daha verimli asılacağımı, küçük işletmem olsa da tecrübeli ve arzulu olduğumu söylerim.

b. Küçük bir işletme olduğumu belli etmem. Mali olarak iyi bir şirket olduğumu, butik başlayıp büyüdüğümü, ekibimin sağlam ve geniş olduğunu ve çok müşterim olduğunu söyler onlar da müşterim olursa memnun olacaklarını söylerim.

Sonuç- Değerlendirme:

(a) şıkkını ne kadar seçtiysen o kadar çok ikna edicisin. İkna etmek için her bir soruya yerleştirdiğimiz teknik ve yöntemlerin çoğunu yapmaya yeterliliğin var demektir. İkna etmek için karşımızdaki insanı iyi okumak, okuduğumuz verilere göre davranmak, hatta gerekirse manipüle bile etmek gerekir.

Çoğunlukla (b) şıkkını seçtiysen ikna etme çabasında olmayan ve bunu zaten tercih etmediği için ikna edici olmayan biri olduğunu söyleyebiliriz. Daha çok insanların seçimlerini kendilerine bırakmayı, saygı duymayı ve kendini ifade etmeyi yeterli görüyorsundur. Bu iyidir, hoştur ama hayatta bazen bir şeyleri kazanmak istiyorsak ya da mutlu olmak için bile birilerini “ikna etmemiz” gerekebilir.

İlk soruda “diğer seçeneğin olumsuz yönlerini öne çıkarmak” yöntemi bulunuyor ve buna “çerçeveleme yöntemi” deniyor. (a) şıkkında bu güzel uygulanıyor.

İkinci soruda ikna kabiliyetinin “taklit” unsuru bulunuyor. Birini ikna etmek için, onu analiz edip aynı öyleymiş gibi davranmak ve oradan ilerlemek kazandırıcıdır. ( -a- şıkkı öyledir)

Üçüncü soruda kararsız ifadeler olduğuna ve karşı tarafı da kararsızlığa sürüklediğine dikkat çekiyor.

Dördüncü soruda uzun ve kapsamlı anlatımların, uzun gerekçelerin odaktan ve sonuçtan uzaklaştırdığı gerçeği yer alıyor. Ohio Üniversitesi ve Autonomous Üniversitesinden birkaç bilim insanı bunu araştırmış ve uzun gerekçelendirmenin etkiyi azalttığını tespit etmiştir.

Beşinci soru direnci kırmak için hassas bir dengenin kurulmasını iyi bilmenin seçeneği yer alıyor. (b) şıkkındaki rest ve sertlik karşı tarafı öfkelendiren ve negatifleyen bir durum olabilir çoğunlukla ve (a) seçeneğindeki gibi yoksunluğu vermek ve iyi bir yönetim gerekiyor.

Altıncı soru, ikna için karşımızdaki insanın hassas noktasını bilmek ve oraya odaklanmak gerektiğini,

Yedinci soruda bize önemli bir gerçeklik çıkıyor: gerçeklik. İkna etmek için manipülasyon gerekse de bazen pembe yalanlar gerekse de çoğunlukla gerçekliğin ve samimiyetin kazandığını bilmeliyiz. Samimi ve gerçekliğin üzerine söylenen sözler, düşünceler ya da iş için arzulu olunduğunu ifade etmek her zaman daha etkileyicidir.

“İkna” bir kabiliyettir, ne kadar iyi yaparsan o kadar iyisin! Sadece karşı tarafı okumak ve hamleleri doğru işletmek yeterlidir. Bu kabiliyet biraz çabayla kazanılır ve kazandıktan sonra geri kaybedilmez. Ben seni ikna edebildim mi? :)

Sevgiler.

Betül Yergök

Yazının devamı...

Test: Flörtte nasıl birisin?

Her şeyi kendine özgü yapmayı seven ben, sizler için “betülce” testler hazırlamaya ve kendinizi sınayarak mesajlarınızı almanıza vesile olmaya karar verdim. Umarım hem eğlenirsiniz hem de kendinizi tanıyarak değişim fikirleri yaratırsınız.

Bu haftaki test bir flörtte nasıl biri olduğunu görmek üzere olacak ve ardından sana fısıldayacaklarımı duyacaksın. Haydi aşağıdaki soruları cevaplamakla başlayalım:

1. Aynı ortamda olduğun birinden hoşlanmaya başladın, ne yaparsın?

a. İletişim kurar, birbirimizi tanımamız ve yakınlaşmamız için fırsat yaratırım.

b. Hoşlandığımı belli etmemek için hiç bakmam. Olacaksa olur zaten!

c. Kendimi gösterir, cool durur ve o benim için çabalasın diye beklerim.

2. Beğendiğin kadın/erkek de sana karşı boş değil ve iletişim kuruyor, hangisini yaparsın?

a. Görüşmeye başlarım, daha yakından birbirimizi tanıyalım isterim, iletişime açık olur, arar ya da mesaj atarım.

b. Bana açıkça bir şey söylemedikçe emin olamam, bu yüzden iletişimi ondan beklerim. Önce onun gerçek niyetini ortaya koyması daha iyi olur.

c. Ben geri durur ve onu yoklarım. Hislerini anlamak için kıskandıracak şeyler söyler ya da doğrudan duygularını sorarım, bana karşı ne hissettiğini açığa çıkarmak isterim.

3. Bir flört başlangıcında hangisinden emin olmak senin için en önceliklidir?

a. Birbirimizi tanımaya çalıştığımız bu süreçte keyif almayı ve onunlayken mutlu hissetmeyi isterim.

b. Beni seveceğinden ve doğru insan olduğundan emin olmak isterim. Bunu anlamaya çalışırım. Kalbimin kırılmasından sakınırım.

c. İlişkiyi başlatacağından, terk etmeyeceğinden benim onu sevdiğimden çok beni sevecek biri olduğundan emin olmak isterim.

4. Hoşlandığın birine mesajı ne şekilde atarsın?

a. Önce arkadaşça ve samimiyetle iletişim başlatmak üzere konuşmayı tercih ederim.

b. Bir bahane bulur ve bahaneyle mesaj atarım. O devamını getirmezse de olmayacağını düşünürüm.

c. İlk mesajı atmayı tercih etmem, edersem de kısa bir selam verir ve çevrimdışı hale geçer, genelde mesajlarına da geç bakarım.

5. Seni beğenmezse ne düşünürsün?

a. İnsanların birbirini beğenmesi uyumla ilgilidir. Onun beni beğenmemesi onu ya da beni kötü yapmaz, aradığı şeyler bende olmayabilir.

b. Kimin nasıl olduğu önemli değil, kaderimiz yazılmamış demek ki.

c. Beğenilmeyecek insan değilim. Benimle ilgili bir şeylere cesaret edememiştir.

6. Karşındaki insan kafandaki şartlara uygun biri değil, örneğin eğitim durumu-işi ve maddi durumu sana uygun değil ama neredeyse ondan vazgeçemeyecek kadar ondan hoşlanıyorsun. Bu durumda bu flörtte hangisini seçersin?

a. Onun eğitim durumu- işi ya da maddi durumu flörtte bile bize sorun yaratıyorsa bu sorunu çözebilmek adına çözümler düşünürüm. Eğer ilişki dengemizi oluşturamıyorsak ve başaramıyorsak da kendime ya da ona eziyet olsun istemem, bitiririm.

b. Yanlış seçim yapmaktan korkarım. Pişman olmayı ya da insanların eleştirmesini göze alamam. Sürekli kaçmak ve bitirmek isterim ama duygularım çok olduğu için genelde tam gidemez ve uzun bir süre arada kalır, yıpranırım.

c. Ben ondan güçlü olmak ya da daha güçsüz olmak istemem. Bu yüzden böyle bir ilişki istemem. Bunu açıkça kimseye söylemem ama başka sebepleri ileri sürerek iletişimi keserim.

7. Flört ilişkiye dönmedi ve o istemedi (ama kimse kimseye bir kötülük de etmedi, saygı çerçevesinde bitti), bu sonu nasıl değerlendirirsin?

a. Önce kendimde sonra ondaki hataları ve mücadele gerektiren yerleri düşünürüm. Hatam ve mücadele edebileceğim bir alan varsa çabalar, olmuyorsa saygı duyarım. Güzellikle anmayı ve geçmişte bırakmayı tercih ederim.

b. Genelde büyük bir üzüntü duyarım, neden böyle olduğunu sorgular ve kabullenemem, acısı uzun sürer. Yeni birine güvenmem, sevmem bile zorlaşır.

c. Kıymetimi bilmedi ve yetersizliğinden gitti diye düşünürüm. Pişman olup tekrar dönmesini ve yalvarmasını dilerim. Beni duygusal olarak etkilemez, beni hak etmemiştir, onu anmam bile!

Çoğunlukla (a) şıkkını seçtiysen kendine güvenen, analitik düşünen ve sorumluluk alarak inandığın gereklilikleri yapan bir duygu insanısın. Bu karakter olmak şahanedir, pişmanlığın olmaz ve yolları gitmekten haz duyarsın. İnsanları iyi anar ve iyi anılırsın, en önce insan olarak değer verirsin karşındakine. Gerektiğinde mücadeleni verir ve gardını almazsın. Genelde başarılı olursun ama ilişki olmadıysa bile oradan alacaklarını almanın da başarı olduğunu bilirsin. Unuttuysan bunu, şimdi söylüyorum ve sen bunu böyle düşünmeye devam edebilirsin:)

Çoğunlukla (b) şıkkını seçtiysen ilişki konusunda cesaretle ve kadercilikle ilgili sorunun var demektir. Daha çok karşı tarafın seni emin hale getirmesi, güven vermesi gerekiyordur. İlk adımı atmaktan, yanlış yapmaya ya da pişman olmaya kadar çoğu şeyde korkuların vardır. İnsanların ne diyeceği, karşındakinin sevgisi bile senin öz arzularından daha önemlidir. Kendini koruduğunu düşünürken kendini unutmuşsundur. Ama aşk cesaretle güzel, hayat da öyle! Kader doğrudur, olacaksa evet olur ama koridorda değil sahnede bekliyor olman gerekir, bunu unutma!

Çoğunlukla (c) dediysen bir duygusal ego sorunun var demektir. Karşındaki insana seni sevdiğini ispatlaması ve seni elde etmesi için alanı bırakırsın. Senin ona verdiklerin değil onun sana sunacakları önemlidir. Karşılıklılık esasını unutup biraz daha bencil duygulara kapılırsın. Bu bencil olma durumu her zaman kaybettirir, duygusal egonun yaptırdıklarından kendimize zarar veririz. Karşındaki insanın seni seveceğinden emin davranırsın, bu eminlikle hareketsiz ve soğuk kalırsın, bekler ve üste çıkmayı seçersin ve en kötüsü de olmayan bir ilişkide tek baktığın seni hak etmediği ya da pişman olmasıdır. Oysaki her hikayenin bizi bize anlatan birden çok öğretisi vardır. O yüzden duygusal egoyu fark etmek önemlidir ve bu farkındalıkla o devreye girdiğinde onu sadece kovmak yeterlidir.

Çoğunlukla (b) ve (c) diyenlerin (a) diyenlerin hissettiklerini okumasını tavsiye ederim. Hayat kendine bakarak, anı yaşayarak, hikayelerden alınması gereken öğretileri alarak (ki bir yenisi yaşanmasın), karma yaratmayarak ve kalbini duyarak, üstelik sadece yolda yürümenin hazzını hissederek güzelleşiyor. Yöntemi yoktur ilişkinin, sen egoyu atıp, cesareti kalbine takıp özgürce sen ol yeter!

Betül Yergök

Yazının devamı...

Başarısızlık ve başarı algısı

Birden fazla yengecin koyulduğu sepetin kapağı kapatılmazmış. Çünkü her bir yengeç diğerini içeri doğru çeker ve böylece hiçbiri dışarı çıkamazmış. Başarı ve başarısızlık takıntısı olduğunda yani daha doğrusu bu algıda bozukluk olduğunda kapağı açık bir yengeç sepetinde yaşamaktan farkımız kalmaz.

Başarısızlık korkumuz ya da başarı takıntımız yüzünden, yaşadığımız her mini olayın bir yengeç gibi olduğunu düşünün, her an ve her konuda bu korku ya da takıntı bizi ilerlemekten ve sepetimizden çıkmaktan alıkoyar.

Yıllar önce evliliğimi bir türlü bitiremediğim zamanlar destek almıştım. Yaptığımız çalışmada benim “evliliği başarı ve ayrılmayı başarısızlık” olarak tanımladığım sonucuna varmıştık. Çok doğru bir cümle çınlamıştı o zamanlar kulağımda: “olmayan bir durumun içinden çıkıp yeniden hayata akmak da bir başarı olamaz mı?”. İşte bana yeni bir “başarı” veren bu cümleden sonra bunu başarmıştım. Her ne kadar sorunumu çözse de gerçek sorunum devam etmişti. Çünkü yeni bir “başarı” tanımıyla kurtulabilmiştim o meseleden.

Başarı tanımıyla ilgili sorunu olan birinin bu tanımı yerle bir etmesinin tek yolu olduğunu düşünüyorum: “Başarısızlığı da sevmek”. Gerçekten bunu sevmek gerekiyor. Başarısızlığın bir başka başarı için denenmiş tecrübeler olduğunu bilmek ve hatta bunu diğer deneyimlerde kullanmak gerekiyor. Başarısızlık, matematikte soruları çözmek için kullandığımız denklemlerin pratik çözümleri gibi aslında. Yani bir soruyu uzun uzun çözmekten ve hatta çözememekten kurtaran o pratik yollar var ya (a2+b2) bla bla gibi.

Başarısızlığı da başarı kadar sevmek ve hatta ona çok kıymet vermek gerekiyor. Başarısızlıkta dönülen yerin yola çıkmadan önceki yerden geri olmadığını da bilmek önemli. Ne kaybederiz ki deneyimlerden? Ya kazanır ya da aynı yere döneriz. Ama her şeyden önce bir başarısızlıktan çıkıp bir başka hedefe giderken kendimizde bileceğimiz çok şey vardır, başarısız olmamış insanlara kıyasla. Neye sabır gösterdiğimizi, hangi konuda azimli olduğumuzu ya da hangi yolların daha önceki deneyimde boşa çıktığını falan çok daha iyi biliriz yani!

Başarı takıntımız ya da başarısızlık korkumuz eğitim dönemimizde eğitime ilişkinken sonrasında da hayata dair oluyor. Sanırım öğrencilik yıllarımızdan da daha ağır korkular ve takıntıları ileriki yaşlarda yaşıyoruz. Yirmili yaşlardan sonra, gençliğin o şahane umarsızlığını artık içimizde taşımadığımız için başarısızlık insanın daha çok zoruna gidiyor. Bu yüzden de belirli yaştan sonra radikal kararlar almak ya da girişimlerde bulunmak zorlaşıyor. İş hayatında memnuniyetsizliğe rağmen kaosun içinde kalmaya devam etmek, tükenmiş bir ilişki ya da evliliği sürdürmek ya da netlik olmayan flört içinde açılamamak bunların bazıları.

Elbetteki başarılı olmayı seveceğiz ve başarısız olduğumuzda canımız sıkılacak, bunların değişmez sonuçlar olduğunu kabul edelim. Hayat, başarılı olduğumuz ve olamayacağımız tonlarca salise ile ilerliyorken bunu nasıl bir dengede tutarak daha mutlu yaşarız, buna bakmalıyız.

Bir kere hayatta sürekli bir şeyleri denemenin vereceği hazzı duymalıyız. Hayat, her arzumuzu denemenin yolunu açıyor, kapılar kapalı değil ve bu şahane bir şey aslında. Bu büyük bir özgürlük. “Her ne istiyorsan buyur dene” diyor işte.

Yaşanmış bir başarısızlığın her yeni deneyimde tekrarlanacağı inancından çıkmalıyız. Her yol yeni, her an yeni ve en önemlisi bir başarısızlık yaşamışsan sen de yenisin. Bir deneyimin oldu ve artık bir sonrakinde daha bilinçlisin, bunu görmemiz lazım yani.

Başarılı olmak istemeli ve olacağımıza inanmalıyız evet ama bunu da “şart” olarak sunmamalıyız kendimize. Yani başarısız da olabilme ihtimalimizi bilmeli, bunu bile bile keyifle denemeyi arzu etmeliyiz. Hatta bir sırrı ifşa edeyim, bu ihtimali bilerek bir şeyi denemek hayattaki en büyük başarılardan biri, bunu arzu edersin değil mi?

Başarısızlık sonrası sendrom sürecini yönetebilmeliyiz. Elbetteki canımız sıkılacak başaramadığımız denemelerden sonra, bu çok doğal bir duygu-durum ama bu hisse de teslim olmamalıyız. “Evet, bundan ne öğrendim ve şimdi neyi deniyoruz” diyebilmeliyiz, hemen ya da kısa bir zaman sonra.

Başarısızlık korkusunun yengeç sepeti olduğunu hep bilmeliyiz. Bu korkuyla hiç o sepetten çıkamayacağımızı bilirsek, o sepete girmeyi de orada kalmayı da arzu etmeyiz. Başarısızlık korkusu, hayatta eylemsiz yaşamaya mahkum eder bizi. Cesaret yoktur, haz yoktur, risk yoktur ama elde edilen pek bir başarı da yoktur, varsa da şansa ve azdır diyelim.

Dışarıda yaşanacak çok deneyim var, çok duygu var ve çok haz var. Kim demiş hepsi başarı üzerinedir diye. Bu takıntıyı bırakıp başarıyı da başarısızlığı da eşit oranda sevmeye başladım başlayalı, neredeyse başarısızlıklarımda daha çok gülüyor ve keyif alıyorum. Çünkü başarının verdiği haz sadece mutlulukken, başarısızlığın verdiği haz ise hayatta bir şeyleri deneyebilmenin “özgürlüğü”, insanın içini gıdıklayan bir cesaret, yeni fikirler ve bir yenisine duyulan heves. Durdurmuyor yani, yengeç sepetinde kalmak değil, okyanusta sürekli yeni bir ada keşfetmek gibi.

Şimdi söyle, sen hala yengeç sepetinde mi yaşayacaksın?

Betül Yergök

Yazının devamı...

Hayatı normelleştirme sanatı

Şimdilerde karantinadan hızla çıkıp bir o kadar hızla da normalleşiyoruz. Bu normal olsa da yanlış elbetteki. İnsan doğası gereği her haber her dert unutulduğu gibi aylarca evimizde kaldığımızı, o günlerde yüreğimize ve aklımıza yazdıklarımızı çoğunlukla unuttuğumuzdan eminim.

Neyse konumuz bu değil, serzenişimi yapıp konuya geçelim. Karantina bitti ve eski hayatımıza döndük, virüs bile hayatın olağanı oldu hani; tam buradan tutun istiyorum ruhunuzu.

Bir salgın üzerine, dünyanın dört bir yanında türlü türlü davranan insanlar gördük, umarsızı da oldu çok korkanı da ve üstelik bu süreçte en çok da binlerce ölümü normal sayabildik, kabul edebildik. İşte bu hayatın kendisi ve bunu buradan alıp ruhunuza işleyelim gelin.

Birlikte çalıştığım insanlara en önce aşılamak istediğim şeydir bu: “normalleştir”. Önce olan biten her şeyi hayatın normali olarak görmek gerekir. Alışmak, kabul etmek ve ona göre hareket etmek gerekir. Bu her önümüze geleni de kabul etmek anlamına gelmiyor. Nasıl salgında ölümleri kabullendik ama ölmek için sokağa çıkmadıysak, bir gerçeği kabul edebilir ve bu gerçeğe göre de hayatımızı çizebiliriz diyorum.

En ufak detaydan başlayın lütfen. İnsanlar cahil olabilir mesela, umarsız olabilir, insan yanlış yapabilir, düşüncesizlik edebilir. Herkesin bizim gibi olmasını beklemekten, yargılar koymaktan vazgeçelim diyorum.

Kimse sen değil, kimse benim gibi değil, kimse beklediğimiz gibi davranmak zorunda değil ve hatta kimse kimseyi sevmek zorunda bile değil. Bunu yapmaya çalıştığın zaman, tek tek sırtındaki silahları, yükleri, taşları indirdiğini göreceksin, çok rahatladığını anlayacaksın. Daha fazla anlayışlı olacaksın, anlayışlı olamasan bile gülüp geçeceksin, eskiden aniden sinirlendiğin şeyler artık sana hayatın sınırlarını gösteriyor olacak ve bunu seveceksin.

Bu yüzden, gel sırayla hayatındaki her şeyi normalleştir ve kabul etmeye başla.

Örneğin hoşlandığın adam ya da kadının hayal ettiği şey senden bağımsız başka bir şey olabilir. Yani sebep her ne olursa olsun bu normal! Bir iş yapacaksın, karşındaki adam nasıl da iğrenç bir pazarlık ediyor ve hatta seni kandırmaya çalışıyor, öfkeyi bırak, ticaret bu, onun yaptığı da normal. İnsan bu cahil de olabilir, cehalet de normal yani. Sevgilin düşüncesiz de davranabilir, sadece kabul edemeyeceğin kadar çok yapmışsa ve söylediğin halde değişmemişse, normali senin vazgeçmendir artık mesela. Anne o, her şeye laf edecek, seni düşündüğü için seni biraz sıkacak ya da baba o sakınacak ve bazen iyi bir baba olmayabilecek, normal bunlar. Anne ve baba olarak doğmadı kimse, herkes kendi bildiği kadarını yapıyor. Sadece onların anne ve baba olduğu gerçeğini bil yeter, gerisi bundan sebep normal yani.

Sen, sana kimse demediği halde mesaiye kaldın birkaç gün ve işveren artık seni daha fazla çalışmaya sürükledi. Sen ona daha fazlasını verdin bir kere; insan bu aldığından fazlasını ister, bu normal yani. Kadın bu, alt yazı yazar, kurcalar ve beklentileri vardır; onların bu güdüleri de normal ve bu halleriyle bile nasıl güzeller değil mi? Erkeklerin diğer beyni maalesef hep atakta, ne yapsınlar, öyle yaratılmışlar, normal yani.

Hayatta her şey normal ve hayatın bir parçası. Bunu böyle görmeye ve hatta böyle görmek için izlemeye başlayınca, bir yerden sonra hayatın kendisini hissediyorsun. Ne tuhaf, bir motif gibi hayat ve yaşamak, izlemek de bu detayların içinde akıp gitmek de şahane aslında!

Önce her şeyi normal say. Ardından tüm bu normallere göre kendi seçimlerini yap. Gardın yokken, yargın kalmamışken, beklentilerini indirmişken, artık en saf ruhunla ne istediğini ve ne istemediğini söyle kendine. Kendine de bir güzellik yap, tüm gerçek arzularını duy. Unutma, o arzular da çok normal!

Salgın da risk de bitmedi, sen yine de hala maskesiz dolaşma, sosyal mesafeye dikkat et! Bir yandan da ruhunun maskesini çıkar, zihninde yarattığın yargıların üzerine bir kolonya serp, karantinaya mahkum ettiğin kalbini serbest bırak ve ona hayatın tüm normallerini bir bir anlat. Ha bir de ruhuna karşı mesafeni kapa, en yakın mesafen kendine olsun.

Betül Yergök

İnstagram: @betulyergok

Youtube: @mentalizasyon

Yazının devamı...

Beynine karşı rolünü seç

Beyni bir şeye inandırmak aslında çok kolay. İyi bir oyuncu olmak ve rolüne gerçekten inanmakla başarı neredeyse kesin.

Beynimizde sınırlı sayıda nöronlara sahibiz ve bu nöronlar bir matris gibi belleğe anıları ve kayıtları işler, birbirleriyle bağlantı kurar, bağ oluşturur. Bu nöronlar olumsuz düşünce yaratımlarında çok hızlı hareket ediyor ve birbirlerine hızlı bağlanarak kalıcı hale geliyor. Geçmiş kayıtların ve blokajların oluşması da bu yüzden. Madem beynimiz böyle çalışıyor, bunu tersine döndürmeyi de becerebiliriz. Nasıl mı?

Eğer istersek beynimize olmamış bir anıyı yerleştirebilir ve inanabiliriz. California Üniversitesi’nde test edilmiş bu gerçekliğe göre belirli bir kısmı belirlenmiş bir anıya beyin aldanabiliyor ve aldanmakla kalmayıp bu anının detaylarını bile yaratabiliyor.

Bu yüzden istediğin bir şeye, bir konuya ya da hisse beynini inandırabilirsin. Bunun için deneme bile yapabilirsin benim gibi. Yıllar önce beyni incelemeye başladığım ilk zamanlarda, bir gün bir otobüse binmeden önce biriyle kavga ettiğim ve oldukça fazla canımın sıkkın olduğu anıyı yarattım kendime. Kafamda yarattığım bu ana o kadar inandım ki günü gergin ve kızgın geçirdim. Ardından bir gün de büyük bir davayı kazandığım bir senaryo yarattım ve günü başarı hazzıyla geçirdim. Bu denemeler üzerine emin oldum; evet, beyne ne verirsen ona inanıyor. Yeterli rolü belirleyip oynayalım, o inanır. Bu tıpkı iyi oyuncuların oyundan bir süre önce role girmek için rolündeki gibi davranmasına, yaşamasına benziyor. Yani iyi bir “role girme” ile yarattığımız bir anıya inanabilir, geliştirebilir ve var edebiliriz.

Bir de beynimizin bu yönünü öğrendiğimize göre de aslında geçmişimizle ilgili hatırladıklarımızın gerçekliğini bile sorgulayabiliriz. Belki onları kafamızda büyütmüş, hatta yaratmışızdır. Böyle bakabilirsek en azından “kötü şeylerin” doğru ve gerçek olmayabileceğini düşünerek temizliğe de başlayabiliriz.

Bu yüzden olumsuz düşüncelerimizi tespit edip onu hangi an, hangi duygu ve düşünce içinde yaratmış olabileceğimize bakabilmek, inanılmaz bir farkındalık verir insana. Aynı şekilde dilediğiniz güzel duygu ve düşünceler için rolünüzü belirleyebilir ve bunu oynayabilir, bir süre sonra da beyninizin artık bu yaratıma inandığını görebilirsiniz.

Tek gereken şey ne olmak istiyorsanız ya da ne olsun istiyorsanız rolünüzü belirlemek! Yani bir sözü kendinize defalarca söylemek değil, o kişi olursanız ne hissedecekseniz şimdiden tüm duygu, düşünce ve durumlarına girmeniz gerekiyor.

Rolünüzü yazın ve beyninize karşı oynayın haydi!

 

Betül Yergök

Instagram: @betulyergok

Youtube: @mentalizasyon

Yazının devamı...

Neye niyet edersen o!

Yeter ki niyetin olsun, her ne ise ve mutlaka iyi ise.

Sürekli bile isteye, söyleye söyleye ve inanan bir kalple.

Özellikle bir şeylerin olmasını da isteyebilir ve niyetlenebilirsin ama, gel sen en çok da kendin için niyetlen.

Örneğin karantina bitmeye yüz tutmuşken, bu karantinadan hangi sen olarak çıkmaya niyet edebilirsen ona niyet et işte. Kurtulmak istediğin ya da sahip olmak istediğin şeylerden çok daha derin anlamda, sen nasıl olmak istersin onu düşün önce.

Bir dilek ağacına bir parça bezi bağlar gibi renkli renkli bezler ve ipler bağlı olsun ruh ağacında.

Ben mesela, kendime dair daha inançlı, daha sevgi dolu olmayı, o mevcut deliliğimden daha coşkulu ve arzulu olmayı ama en çok da kendi ruhumu duymayı ve evrenle bütünleşmeyi, bunu da bir ömür sürdürmeyi diledim, bağladım ağacıma. Saymanın ve dilemenin sınırı yok ki! Dilek ağaçlarının bekçisi de yok, sınırsız hak yani. Say hepsini, her nelerin olmasını istiyorsan. Ama sadece hayatın verecekleriyle ya da insanlara bağlı umutları bağlamakla kalma. Herkesin unuttuğunu yapma gel sen de dediğim gibi en önce kendi özünden başla. Yani en önce kendin için renkli bezler bağla o ağaca. Mesela kesinlikle ilk beş dileğin senin özüne dair olsun. Bunu yapabilirsin.

Niyet etmenin güzelliğini, bir gün herhangi bir yerde bir niyeti kalbinde dillendirdiysen hissetmişsindir. Niyet etmenin en güzel tarafı, kalbin tamamen onu arzu etmesi ve aynı zamanda o arzuya dair tevekkül halidir. İnsan niyet ederken iki şeye inanmaya başlar aslında. Birincisi onu kalben arzu ettiğine, diğeri ise üzerine düşen arzuyu ortaya koyup gerisini ilahi güce bıraktığına. Ama gerçekten niyet ediyorsa şayet.

Müspet tüm niyetler dünyanın maddi varlıklarına yönelir insan dilinde hep. Aşka dair, birine dair ya da para ya da kariyer ya da ev, araba vs. Kendine dair söyleyebildikleri de aslında zengin olayım, sevileyim gibi evrenin ya da birinin verecekleri üzerine kuruludur. Ama insanın iç dünyasına ve özüne dair niyetleri, kendine değer vermesinin ve kendini sevmesinin karşılığıdır.

Aslında arzuyu niyet etmeli insan. Sahip olacaklarından çok ruhunun, zihninin, bedeninin ve kalbinin o niyetin gerçekleşmesindeki hazzı ve arzuyu dilemesi doğrudur, güçlüdür ve tutkuludur yani.

Gel sen en çok kendini sev ve karantina bitmeye yüz tutarken, evden hangi iç dünyanı alıp çıkmak istersin, nasıl bir ruh olmak, kendin için neleri arzulamak ve ruhunu hangi hazlarla kavuşturmak istersin ona niyetlen.

Ve öyle bir niyetlen ki, ağacın sana dair umut dolu renkli bezlerle dolsun.

Betül Yergök

İnstagram: @betulyergok

Youtube: @mentalizasyon

Yazının devamı...

Aşktan kaçma, aşkla kal

Bir hayat boyu kaç kez aşık olabilir insan acaba, hep merak ederim. O kadar güzel bir şey ki çok kez ihtimali olsa keşke. Aşık olmaktan kaçan ve korkan insanları anlamak da çok zor. Aşkı ıstırap hali olarak gördüklerinden belki de.

Ya hiç aşk diye bir şey olmasaydı. Düşünsenize, kalbimiz atmıyor, kelebekler karnımıza dolmuyor, birinin koynunda uyuyabilmek için yanıp tutuşmuyor bedenimiz, birini görmek için sabahın erken saatinde güne aşkla uyanmıyor gözler ya da ne bileyim titremiyor eller güzel bir şey için. Çok yavan geliyor aşkı çıkarınca hayat.

Tuzsuz yemek gibi, güneşsiz gün, zifiri gece gibi, hazsız ve duygusuz bir ömür olurdu içinden çıkarırsak aşkı hayatın. Onu yok saymak ya da kaçmak da nedir? Üstelik bir kişinin hayatına kaç tane düşeceği bile belirtilmemişken. Metrekaremize kaç aşk düşüyor, bilmeden geleni kovmak büyük cesaret.

Elbette ki en güzeli, karşılığının da olması ama karşılığı yoksa da ona kangren muamelesi yapıp defetmeye çalışmak en yanlışı. Aşk sen direndikçe fokurdayan bir şey, anlamadın mı? Yaşamak istiyorsa serbest bırakmak ve ona iyi bakmak gerekir. Beslenmedikçe bir gün sönecek elbet, öldürmeye çalışmaya ne gerek var. Acısı mı ağır geliyor? Ya yokluğu nasıl gelirdi peki, hiç düşündün mü?

O acısından sıdkın sıyrılan aşktan çok sonra aşk aşk diye dilenip durmadın mı hiç? Ne onunla ne onsuz işte, ama teraziye koyarsan onsuz halimiz daha kötü, bence yani!

Aşka kendisinden başka her anlamı yükleyenlerin de bir an evvel bu anlamları bırakmaları emredilmeli. Aşk demek evlenmek, aile olmak, çocuk dünyaya getirmek, sorumluluk ya da fedakarlık anlamlarıyla dolu değildir. Onlar aşkın hikayesinin sonrasıdır. Kuralları, şekilleri ve şartları olmamalı kalbi titreten aşkın. Aşkın planı olmaz işte, planlı aşık da olunmaz. Kendini “şöyle birini seveceğim” diye koşullandırsan bile aşk senin hesaplarına uymaz. Sırf aşkın özgürlüğünü sınırlandırmaya çalıştığın için isyan edip olmadık yerden gelip seni vuruyor, hiç başına geldiği olmadı mı? Sen “illa şöyle biri olacak” dedikçe, senin kurallarının tersine birinin aşkına düşürmedi mi evren seni? Aşka isyan etmek, şirk koşmak olmaz. İlahidir aşk, kalben hissedilir.

Kalben hissetmeyi iyi öğrenmek gerekir. İlahi düzeni, hayatı, nefesi, nefsi, vicdanı, doğruyu ve yanlışı, en çok kendini ve en güzel aşkı kalben güzel ve dolu dolu hissedebilmeli insan.

Aşktan kaçan insan, kendinden de her türlü cesaretten de kaçan insandır. Aşktan kaçanlar ruhlarını kaçma süresi boyunca karantinaya hapsetmiştir işte. Kendini de cesaretini de göremez olur, kurallarıyla duvarlar çizmiş insan.

Kalben sevmeyi iyi bilmeli insan! Sevebilmeli, öyle karşılığının hesabını tutmadan, geçmişin çetelesini kolunun altında taşımadan, düştüyse bir aşka içinde hazzını duyabilmeli. Bir daha birini sevememek değil mesele, o güzel kalbinin bir daha sevememe ihtimalini unutmamalı. Var çünkü, bir daha sevemeyen, iyi bilirim, kendimden. Büyük aşklardan sonra kalbi yenisine ikna etmek zordur bilirim. Umarım ben dahil hepimiz, hayatın bu tutku kutsalı aşka bir muhatapla birlikte tepe üstü düşebilelim.

Betül Yergök

Yazının devamı...

Acılarına iyi bak

Yaradılışımızda var çukurlar, engebeler, kayıplar, acılar ve niceleri... İlginç olan yaratılma biçimi ise her ruhun kaldırabileceği kadar acının ölçülmüş olması. Buradaki ilginçlik herkesin bildiği bu gerçeklik değil, sistemin bizim ruhumuzu bizden iyi biliyor olması ve fakat bu dengeye rağmen bizim yaşadıklarımızı kaldıramadığımızdır.

Esasında, yaşadığımız acılar, sınanmalar ve kayıplar bizi yerden yere vurma kastıyla verilmedi bize hiçbir zaman. Yaşadıklarımızın iki sebebi var aslında. İlki yaşamanın dengesi. Yani bu dengede biri kaybedecek diğeri kazanacak, birileri ölecek birileri doğacak... İkincisi ise bizi gelecekteki hikayelerimize taşımak, öğretmek, eğitmek ve oldurmak. Ama biz acılarımızdan ya kaçtık ya da onların tam altında kaldık.

Peki acılarımıza ya da bu tümseklere nasıl bakmalıydık?

Acılardan, başarısızlıklardan, düşüşlerden kaçmak yerine onlara iyi bakmak lazım. Zira hem bunların devamı olacağına göre, yeni savaşlarda daha güçlü olabilmek hem de bu sınavlara dipnotları öğretileri de görebilmek gerekiyor. Görmek için de işte bakmalı insan!

Hatalarından ders çıkarmak deyiminden aslında ne kastedildiğini hiçbir zaman tam bilememişiz. O kadar önemli ki aslında...

Yaşadıklarımızın altında kalmak, yıkılmak, düşmek, acısı geçince kalkıp öyle hiçbir şey öğrenmeden yürümek, hem daha fazlasını yaşamamızın sebebi hem de yeni hendeklerden geçerken çok hızlı düşmemizin nedeni olacak. “Hep benim başıma bunlar geliyor, neden ben, artık düzelmez” gibi lanetlenmiş, cezalandırılmış, dışlanmış hissetmenin ise hiçbir anlamı yok.

Merak etmeyin herkesin kalbine kadar ağır acılar, herkesin kafasını kuma gömmek isteyeceği kadar hatalar var nasibinde. Ama diyorum ya nasiplerinizi yaşarken, sizi bu sınavın nereye götürmek istediğini anlamaya çalışın, bu çok kıymetli. Ha, bir cevap bulamadıysanız da olanı kabul edip bilinçle yaşamaya devam edin, tam da böyle oluşunuzun yolun ilerisinde işinize yarayacağını göreceksiniz.

Mesela benim de hayallerime doğru koşarken ayağımdaki pranga olduğunu çokça sonra anladığım ve fakat yaşarken kafamı duvarlara vurduğum acılarım oldu. Onların gerçekten ruhumdan ve yaşamımdan kopması gerektiğini de iyi bakmaya başladığımda anladım. Ama hayal etmeyi ve hayallerimi yaşamayı seçtim, acılarıma iyi bakmaya başladım başlayalı. Öyle derin ki bu konu, anlatacak çok şey var belki. Kim bilir hayalim gerçek olur da sahnede karşınızda olursam yüzlercenizin, yazmak gibi kalmayıp ne varsa dökeceğim kendi yaşam ağacımdan koltuklarınıza.

Ama diyeceğim o ki, acılarınıza, hatalarınıza, az önce düştüğünüz çukurlarınıza, geçmeniz beklenen hendeklere, atlamanız gereken çitlere, başarısızlıklarınıza iyi bakın. Onlara iyi bakın, sizde olan yanlışı çıkarmak ya da olmayanı koymak ya da sadece unuttuğunuz yaşama biçimini size hatırlatmak içindir her ne oluyorsa. Bir hikayesi ve bir sebebi vardır, bakarsan göreceğin. En güzel doğrular çokça yanlışlar üzerine bulunandır, bakmaktan korkmayın.

Bugün, hepimiz bugünün filmini, yarınların fragmanını yaşıyoruz. O yüzden bu anı yaşa ve yaşamın yarın için verdiği efektler arasına gizlenmiş mesajlarını da okumayı unutma!

Betül Yergök

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.