SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Sevgilinin değeri nasıl ölçülür?

derken Mevlana, sanki biraz da bu anlattıklarımızı destekler gibi değil mi?

Biz içimizdeki hazine dairesinden çıkartıp sevdiğimize sunmuyor muyuz varlığımızın en değerli hazinesini?

Hatta birçoğumuzun bunu yeterli görmeyip sevdiğini doğrudan hazine dairesine yerleştirdiğini görmüyor muyuz?

Bizi değerli kılan başka nedir ki; banka hesabımızın miktarı mı?.. İşte bunun iyi ya da kötü olduğunu tartışmaya açmak yerine hazine dairesindeki mücevheratın ne kadar saf ne kadar imitasyon olduğuna bakalım diyorum.

Öyle garip bir terslik var ki ortada.

durumundan dolayı, birincil olarak öyle bir yerde olmak ve ölmek için can atarız lakin kendi hazine dairemize herhangi birisini yerleştirmek konusunda; yerleşmek konusunda olduğumuz kadar da can atar bir durumda olmayız, olamayız, hadi olamama ihtimali de olabilir diyelim.

Peki, bunun nedeni mücevheratımıza olan -koleksiyonerce bir tutku mu?- yoksa

olabilir mi? Kim ister ki verdiği her neyse yerine daha iyisi gelmeden vermeyi? Sanırım sadece vermeye kodlanmış varlıklar.

Bu varlıklar aslında mistik alemde melek olarak tasvir edilse de yaşadığımız gerçek alemde olan benzerleri salak olarak etiketlenmeye daha yatkın görünürler.

Hatta çoğu zaman vermek konusunda o kadar farkındalıklarını kaybetmiş olurlar ki, almak ile ilgili hiç bir düzenekleri çalışmaz.

Fakat bizim araştırdığımız hem alıcı hem verici tarafların aralarında dolaşımda bulunan "sevgi”; saflığını muhafaza edebilmiş midir yoksa zaten kimsenin umurunda olmadığı için üzeri cicili biçili, ışıl ışıl ışıldayan bir boşaltılmış ambalaj mıdır?

Birol Boyacıoğlu
brlbo.com

Yazının devamı...

En az kaç bardak sevgi kavurulmalı?

"Sevgi hepimizin içinde dileyebildiğimiz kadar tüketebildiğimiz bir üretim rekoltesine sahip" deyip "Abarttım mı?" diye sormuştum az önce ama kimse cevap vermeyince ben cevaplıyorum :

Bi düşünün limitlerinizi zorlayan bir sevgi vardır mutlaka hissettiğiniz. Bu sadece sizin bildiğiniz bir sevgi de olabilir. Karşılıksız da olabilir, hatta karşıdakinin bilmediği de.

Fakat buradaki konu başlığımız sadece sizin bildiğinizin öneminden bahsetmek. Hayat bize sevecek o kadar çok sebep veriyor ki, bakın etrafınıza doğa, inanç, insan hepsi sevgi ile doğrudan ilgili.

Ota böceğe aşık olanlara gülünürken, inanışından dolayı sevgi duyduğu kaynağa saygı duyulur hem de tartışmadan ama ne yazık ki 'insan' devreye girdiğinde bol bol tartışmalar yaşanmaya başlar; sevilenin tüm özellikleri, sevenin tüm özellikleriyle karşılaştırılarak.

Peki, ne belirler bu tablo haline getirilmiş kıyas değerlerini? Ne kadar sevgi kullanılacağı bir hamur mayalama tarifi mi elden ele dolaşabilir mi?

diyen uyarı notlarıyla!

Yoksa aslında bizi bıraksalar limitsiz severiz de, insan genleri sevginin sınırsızlıklarından dolayı sıcak sobaya elle dokunan bebek gibi yana yana ders çıkardığı için ölçülü davranmaya çabalıyoruz. Bu yüzden mi acaba sevgi sıkça bir araç olarak kullanılır hale geldi.

Kimse kızmasın ama gezegende doğan tüm çocuklar eğer birbirini severken olması gereken kimyadaki sevgi ile seven çiftler tarafından doğsaydı zaten sevgi sadece kelimelerde kullanılmazdı, soluduğumuz havaya bulaşmış olurdu.

diyenlere soralım.

Hormonlarımız 'sadece' gerçek sevginin kimyası ile aktif olsaydı bu gezegende sizce yedi buçuk milyarı geçebilir miydik?

Sanırım; içimizdeki sevgi üreticileriyle ile hormon üreticilerinin aralarında organik bir bağ yok.

Birol Boyacıoğlu
brlbo.com

Yazının devamı...

Aşk ateşi nerede yanar?

dedikleri gibi tüm bilgiler aslında kendimizde, kendimiz için, içimizde saklı.

İçerisi dediğim bellek kayıtları, hafıza, bilgi dağarcığımız değil; varlığımızın ta kendisi. Hani kimimiz kimi zaman, kimimiz sıkça konuşur, kimimizin de ilgisizce yok saydığı kendimiz var ya, bir dargın bir barışık olduğumuz, tek dostumuz ya da en azılı düşmanımızdan bile daha tehlikeli olan kendi varlığımız, işte 'O'.

diyene

der ya, o lafları sineye çekerken, duyduklarımızı arşivleyen birimin çalışanları.

İşte bizim de aradığımız cevaplar bu çalışanların bağlı bulunduğu içimizdeki departmanda saklı.

Eh tüm bunlara itiraz eden yoksa şu konu ettiğimiz sevginin kaynağına doğru biraz daha yaklaşalım. Bakalım herkesten çok daha iyi bildiğimiz kendi ciğerimiz gibi kabul edecek miyiz; kendi kaynağından çıkan sevginin nasıl olduğunu bizden iyi kimsenin bilemeyeceğini.

Hatırlayalım 'aşık olmak' diye tarif edilen duygunun bünyemize sağladıklarını :

Elbette yok oldu çünkü 'aşkın ömrü üç yıl' diyen istatistik bilgileri var.

Bu durumda sevgi kaynağından hiç kullanmadan sadece aşk ateşiyle dünyaları yakabiliriz, dağları delip, ejderhalarla savaşabiliriz. İyi de nerede yanar bu aşk ateşi? En azından bu saydıklarımızı yapanların destanlarında hep büyük bir aşktan bahsedilir; alev alev yanan! Hepi topu üç yıllığına mı? Peki, ya böyle 'aşk ateşi' diye bir bölüm yoksa!.. O zaman elimizde bir tek sevgi kaynağımız var demektir. Sevgimizi var ettiğimiz bir kaynak; sevgi üretim kaynağımız!..

Bunu kabullenmek zor olduğu için mi "sevmek ile aşık olmak" en azından süre olarak birbirlerinden ayrı tutuluyor? Bu olabilir mi?

Birol Boyacıoğlu
brlbo.com

Yazının devamı...

Seni çok seviyorum (sanırım) [1]

Ne kadar çok severseniz sevin sevginizin hammaddesini bilmek zorundasınız!

Sevginin özü o çokluğun içinde olması gerektiği kadar çok değilse imitasyon bir sevgi var demektir elinizde, sevdiğinize verdiğiniz ya da sevildiğinizden aldığınız. Kuşkulu kuşkulu sevilmek, analiz edip kimyasını tablolamaktan daha iyi değil midir?

"Gezegen bu haldeyken eldeki sevgileri laboratuvarlarda analiz ettirmek ne geçirir ki elimize? Neyse ne, hayatımızda ve işe yarıyor! Napalım yani, filtresiz sevgiyi kim kaybetmiş de biz bulalım?"

tarzındaki düşünceler aslında kaybedilmeyen ve bulunmaya gerek duymayan kaynağımızdan bizi biraz daha uzaklaştırıyor olabilir.

Sevgi;

"İnsanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu"

diye tarif ediliyor Türk Dil Kurumu sözlüğünde. İçeriği ve anlamlandırılışıyla ilgilenmeden "duygu" olduğunu söylemesini yeterli bulup bunun üzerinden sorgulamaya devam edelim.

Duygu;

"Duyularla algılama, his - Belirli nesne, olay veya bireylerin insanın iç dünyasında uyandırdığı izlenim - Önsezi - Nesneleri veya olayları ahlaki ve estetik yönden değerlendirme yeteneği - Kendine özgü bir ruhsal hareket ve hareketlilik"

olarak belirtiliyor yine aynı kaynakta. Demek ki; duygu için insan içinde var olan diye netleştirebiliriz. Bu da sevgi bizim bir duygumuz ise onun da dışımızda olması ya da dışardan edindiğimiz bir kaynak olmadığını gösterir bize.

O halde sevdiğimiz zaman kullandığımız sevgi içimizdeki bir kaynaktan üretiliyor. Ne kadar güzel, bilinmezmiş gibi bir keşif edasıyla yazmaya devam edip, bir yeni keşfe geçebiliriz. Tıpkı bu kaynağın bizim tarafımızdan da etkilendiğini söyleyerek sanki bir başka bilinmezi deşifre edermiş gibi. Peki, bunları bilmek bize ne kazandırır hele de zaten bilmediğimiz bir konu olmadığına göre. Düşünelim!..

"Biz sevgimizin kimyasını biliyoruz zaten analize götürmemize gerek yok, bünye üretiyor diye tahlil yaptıracak halimiz yok. Kim karşısındaki varlığı nasıl sevdiğini bilmez?"

Şimdi de siz düşünün!.. Her nefesinizde sevginizi hissedebiliyor musunuz sevdiğiniz için ürettiğiniz? Gözlerinizde canlanıyor mu sevginizin ışığı onu gördüğünüzde? Damarlarınızdaki kimyasalların akış hızı sevginizi hissettiğinde hiç mi değişmiyor yoksa rafting kıvamına mı ulaşıyor?..

"İyi de sen aşk'tan bahsediyorsun!"

diyor olabilir misiniz?

"Bu dediğin aşık olunca olur"

diye de ekliyor bile olabilirsiniz. Tamam, sizin dediğiniz gibi olsun ama devam edelim deşelemeye, kaynağa biraz daha yaklaşıp?..

yarın 2. bölüm :)

Birol Boyacıoğlu
brlbo.com

Yazının devamı...

İhtiyaçtan devren sevgi

Olamaz mı?

Böyle bir ilan görseniz imkansızlığına mı gülersiniz yoksa saçmalığına mı?

"Saçma! Sevgi bir araç olarak devredilemez ki!"

diyorsunuz sanırım... Pardon, sizden önce okuyan hanımefendi söylemiş "Saçma!" diye. Fakat sanırım siz de çok olabilir bulmamışsınız, yüz ifadenize bakılırsa...

Tamam, belki biraz hatırlatmalar yaparsam belli bir tarafa daha yakınlaşabilir yüz ifadeniz. Eğer "Sevgi bir araç mı ki devredilsin!" diye düşünen bir yanınız var ise ona şöyle sorun :

"Sevgi; yaşadığımız bu gezegende bir araç olarak kullanılıyor mu kullanılmıyor mu?"

Galiba, bir ifade değişikliği sinyali göründü yüz hatlarınızda. Bu ifade değişikliğinin iyi anlamda olması da gerekmiyor zira "Sevgi araç olarak kullanıyor" deyip bir de bunu kanıtlamak övünülecek bir keşif olmaz. Yine de 'bilmek fayda sağlar' gücünü arkamıza alıp ilerleyelim...

Kimse, -buna siz de dahil- "Sevgi benim için araçtır" demez muhtemelen. Peki, hiç mi araç olarak kullanmayız? Galiba bir gülümseme işareti belirdi yüzünüzde. "Saçma!" diyen hanımefendi tam burada bırakmıştı okumayı :) Hatırlamaktan hoşlanmamış da olabilir ya da telefonu çalmıştır...

Şöyle bir kendimize soralım; toplayarak içimizde bu konudan sorumlu çalışanları, "hakkaten, biz hiç sevgiyi araç olarak kullandık mı?" diye. Sizden korktukları için başlarını öne eğiyor olabilirler, güvence verin onlara, kızmayacağınıza dair ve bir kez daha sorun. Bakın bakın.. Cesaret bölümünde çalışanlardan biri değil mi o elini kaldıran?

"Kesinlikle yapıldığına tanık oldum"

diyor yüreklice. Çok sevindim artık içerde size yardımı dokunacak sağlam bir destek sahibi oldunuz. Tamam, kızmayın ama ona!

Bu sadece size özel bir durum değil ki! Bir bakın etrafınıza, en yakınınızdan, en uzağınıza. O kadar bildik ama söylenmedik bir durumdur ki bu 'Sevginin araç olarak kullanılması', şimdi dile geldi diye kötüleşemez. Nerde kullanıldığına bağlı olarak elbette, ama buraya kadar yüzünüzde gülümsemeyle okuduğunuza göre zaten sizin sevginin saflığı ile ilgilendiğiniz belli.

Hadi, siz öylesiniz de, ya sevgiye saf olarak değil safsata olarak bakanları ne tarafa yerleştirelim. Yok mu sayalım? Mümkün mü? Her gün, her yerde, gözümüze gözümüze sokulurken. Hem de dünya düzeninin içinde en yoğun pazarlama gücüyle Sevgi tam bir araç olarak kullanılırken.

Ticaret yapanlar iyi bilir malzeme piyasada az bulunursa çok daha değerli olur ve ürün satışları daha yüksek gelir getirisiyle daha yüksek karlar sağlar. Basit! Bakın, gezegenimizin bakabildiğiniz her köşesine eviniz dışında sevgi kalmamış gibi görünmüyor mu?

Bu yüzden bir bilim kurgu filminde sevgi devredilebilir hale gelirse; yaşadığımız hayat içinde bulunması zorlaşan bir nesne haline geldiği içindir. Siz de;

"Aman be adam, daralttın içimizi!"

diyerek ayrılmayın diye hatırlatmakta fayda görüyorum: Büyük bir olasılıkla gezegenimizde kendiliğinden bir denge sağlanacaktır ve şimdi görüldüğü gibi nefret çoğaldıkça karşıtı olan sevgiyi de tetikleyecektir çoğalması için. Yoksa biz burada sevgiden bahsediyor olamazdık!.. Biraz rahatladınız sanırım ama yine de sevgi devredilir bir nesne olmadan önce içinizdeki sevgiyi çoğaltabilirsiniz diyorum :)

Niye öyle baktınız? Nasıl olabilir ki; severek elbette. Sevin! Araç olarak değil, huzur olarak, his olarak, duygu olarak, duyu olarak sevin.

Söyleyin içerdeki çalışanlarınıza üretimi arttırsınlar, emimin bundan mutluluk duyacaklardır. Çünkü; işin doğası bu, sevgi üretirsen mutlu olursun! Varsın olsun stoklarınız çoğalsın yer bulunur stoklayacak emin olun, yeter ki içinize sığmayan tek Sevgi olsun! Hepimizin öyle çok ihtiyacı var ki "Sevgi"ye, huzurla yaşarsınız o stokların güvencesiyle.

Bundan daha değerli hazine var mı?

Birol Boyacıoğlu

brlbo.com

Yazının devamı...

Hadi, aradaki farkı bulalım: " Seni seviyorum / Sen'i seviyorum "

"Ne fark var ki? hepi topu bir nokta koymuşsun araya, hepsi o kadar..." diyenlere minik bir hatırlatma: üzerinde yaşadığımız Dünya da uzay boşluğunda bir nokta hele siz bir de yedi buçuk milyar dünyalı ile çekilen bir fotoğrafta, selfiyi siz çekmediğinizdeki boyutunuzu hesaplayın!..

Fakat yine de; öyle çok büyük, yere göğe sığmaz, hiç bilinmedik, görülmedik bir fark olarak ortaya atmak, haksızlık olur bu 'seni seviyorum' sözcüğünün kullanıcılarına.

Sadece o noktaya biraz yakından bakıp, ne fark olabilir ya da nasıl bir fark vardır diye görmeye çalışmak, sunduğumuz sevgiyi daha yakından tanımamıza katkı sağlayabilir. Hiç şüphesiz ki; hiç kimsenin sevgisini bir ölçü aracıyla ölçüp herhangi bir kıyaslama yapmak bana düşmez. Neticede içerdiği sevginin miktarı "Seni" dense de "Sen'i" dense de değişmez, sevenden dolayı.

Fark sağlayacak tek konu karşımızdakini nasıl gördüğümüz ile ilgili. Sevdiğimizi hep özel görürüz, ama öznel görür müyüz? İşte bu soru; tam bir özeti o noktanın.
Sevdiğimizin her hali, görünen, duyulan, dokunulan, hissedilen, yaşanan tüm hallerini severiz. Bize sağladığı tüm güzellikler bu sevginin gücü ile yansır. Hatta sevilme oranımıza hiç bakmadan limitlerimizi de aşacak kadar sevebiliriz. Bu sevgi öyle güçlüdür ki, tek başına mutluluk hissetmemize bile sebep olabilir.

Peki, sevdiğimizi sevdiğimiz yapan varlığını görebiliyor muyuz?

Ona seslenebiliyor muyuz?

Onunla iletişime geçebiliyor muyuz?

Tüm bunlardan çok daha önemlisi; bunu sağlayacak olan kendi varlığımız ile iletişim halinde miyiz?..

İster kadın, ister erkek olun sevgi türe göre değil davranışa göre farklı görünebilir. "SEN" olarak sevdiğinizin özü ile bağ kurabildiyse, sevginizin üretim bandı: "SEN" lik şenliğe dönüştü demektir.

Gülümseyin!

"Seni seviyorum"dan "Sen'i seviyorum"a geçiş yaptınız demektir.

"İyi de, noldu şimdi ne değişti ki?" sorusu olursa diye de şöyle bir taraf değişikliği yapalım. Sizi konu mankeni olarak alalım ve "Nasıl bir farkı olabilir?" i şöyle örnekleyerek açıklayalım.

Bir Sevgi düşünün!

Hiç bir önemi yok nasıl bir sevgi olduğunun. İster arkadaşınız, ister sevgiliniz, isterseniz akrabanız hatta doğaya olan sevginiz bile olur, sadece gerçekten hayatınızdan var olan "Çok güçlü bir sevgi" diye tanımlayabileceğiz bir sevgiyi düşünün.

Eğer bu sevgi; düşünüp hissettiğiniz anda içinizde başlayıp dışınıza doğru yayılıyorsa huzur dolu muhteşem bir duygu ile; işte o küçücük noktanın sağladığı farkla karşılaştınız demektir! Özünüze erişerek sizin sevgi kaynağınıza katılmış bir sevgi bu hissettiğiniz ve varlığınızın en değerli hazinesine bir pırıltı olmuş ışıl ışıl ışıldıyor.

Tadını çıkarın!

Sevgi çok güzeldir.

Sınırsız Huzur, kotasız Sevgi, limitsiz Neşe dolu olsun gününüz.
Birol Boyacıoğlu
brlbo.com

Yazının devamı...

Siz hangi taraftasınız? "SEN" mi, "BEN" mi?

Her şeyin temelinde DENGE olduğunu söylemek sanırım yeni bir bilgi olmaz. Belki bu dengeyi barındıran "her şey" içerisine neleri koyduğumuza bakmak bir yenilik olabilir kendimiz için.

Üzerinde yaşadığımız gezegenin dengeleri son derece belirli; gece/gündüz, yaz/kış, soğuk/sıcak gibi. Bu doğa dengelerinin içerisinde, bizim hayatlarımızda da tüm dengelerin kurulmasıyla kendi halinde dönen minik gezegencikler oluyoruz, tıpkı gelir/gider, sevgi/nefret, iyi/kötü dengelerinin sağladığı huzur hali gibi.

Doğa içinde var olan dengelere hemen hemen hiç kimse itiraz etmezken kendi hayatımızda bu dengeleri kurmaya çalışırken, mekanik kısma pek de el atmaya hevesli olamıyoruz.

"Ben kış insanıyım, yazı hiç sevemedim.. hep kış olsa ne güzel olur!"

diyenin kendi dengelerini kurmakta herhangi iki karşıt grubu tarafsızca ve menfaatsizce dengelemesi mümkün olabilir mi? Elbette bu dengeyi ne kadar önemsediği ile ilgilidir ama yine de her birimiz kendimizi ilgilendiren konularda pek de tarafsız olamayız, öyle göründüğü kadar kolay bir şekilde.

"sevilmesem de severim ben"

diyen tanıdığınız var mı? Eğer varsa genel ortalamanın içerisinde kaç kişidir? ya da

"sevdiğim kadar sevilmek isterim!"

diyenlerin sayısı? hatta

"sevmek için uğraşmadan sevilmek en güzeli"

diyen kişi sayısına bir bakın. Bunların içinde denge sağlayabileceği görülen bir tek "sevdiğim kadar sevilmek isterim!" diyen kişiler. Çünkü diğerlerinde terazinin bir kefesi kendi isteklerine göre ağırlaştırılmış görünüyor.

Tüm bu tercihleri tekil bir yaşam içerisinde kullanmak, ayarlamak, kendimize göre mümkün olabilir ancak ya karşımızda; bundan doğrudan etkilenen olduğunda nasıl mümkün olacak?

Elmanın diğer yarısını bulduğumuzda ya da ruh ikizimiz ile karşılaştığımızda bu dengelerde ağır kefe bizden yana mı, ondan yana mı olmalı?

"Çok sevmek istiyorum!" diyenler daha az olabilir, "Çok sevilmek istiyorum!" diyenlerden.

Birincisi; aktif-dinamik, ikincisi; pasif-statik.

Siz hangi taraftasınız? "SEN" tarafında mı yoksa "BEN" tarafında mı? ve neden?

Peki, farkında mısınız; siz, birinci örnekteki gibi olduğunuzda hayatınızı paylaştığınız kişi ikinci örnekteki gibi ise nasıl bir denge sağlandığını. Çok basit olarak; iki taraf da çok sevilmek istediğinde pasif ve statik yoğunluğu, çok seven olduğunda aktif ve dinamik yoğunluk ortaya çıkıyor. Oysa istediğimiz ya da sağlamaya çalıştığımız denge olduğunda; sevmeyi de sevilmeyi de bir bütün olarak düşünmeliyiz.

Tıpkı gündüz/gece dengesinden "Gün" var olurken, "Sevgi" de içerisinde sevmeyi ve sevilmeyi de barındırır, alınan/verilen olarak.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.