SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Her cilt rengi farklı yaşlanır. Ya sizin cildiniz?

Esmer ten, buğday ten, açık ten rengi tüm bu terimler cildimizin genetik olarak belirlenmiş pigment rezervlerini tanımlamaktadır. Yani bu ten renklerinin her birinin farklı miktarda melanin pigmentleri vardır. Ultraviyole ışınlarına maruz kaldığımız zaman ise bu rezervler gerçek potansiyelini ortaya çıkarır; şayet esmer tenliysek güneş görür görmez hiç kızarmadan kararabiliriz, tam tersi açık tenlilerde ise önce kızarıklık sonra hafif bir bronzlaşma olabilmektedir.
Bu 3 ayrı renkteki ten aynı zamanda farklı yaşlanma yanıtı vermektedir.

Esmer tenliler:

Ciltlerindeki yoğun pigmentleri sayesinde, güneşin zararlı etkilerine karşı doğal filtre görevi görürler. Ancak bu tip tenlerin, özellikle ülkemizde ciltleri çoğu kez gevşemeye hatta sarkmaya meyillidir. Tabii kilosu fazla olanların cilt altı yağ dokuları sayesinde ciltleri gergin de olabilir. Örneğin, esmerin bir üstü olan melez ırk (Jennifer Lopez, Beyonce), aynı zamanda ciltleri sıkı, tok, hafif gözenekleri belirgin hatta çoğu defa yağlı ve parlak ciltlere sahiptir.
Esmer tenli kadınlar 20’li yaşlarından itibaren hormonal tip lekelenme (melasma) açısından dikkatli olmalıdırlar. Zira melasma en fazla esmerlerde görülür. Doğum kontrol hapı kullananlar, adet döneminde oldukları dönemlerde veya hamilelik sırasında mutlaka yüksek koruma faktörlü ürünler kullanmalılar. Ayrıca bu yaşlarda akne problemi de ciltleri yağlı olanlarda sık görülür, suyla temizlik ve ardından gerekirse tonikle arındırma önerilmektedir.
Akne problemi olanlar bu ten renginde iseler mutlaka bir dermatoloji uzmanı ile bu sorunlarını gidermelidir. Aksi halde aknelerin olduğu yerlerde daha fazla leke kalma ve iz kalma ihtimali vardır.
Esmer tenliler 40’lı yaşlardan itibaren ciltlerinde, kuruma, yumuşama, gevşeme hissedebiliriler, bu nedenle bir cilt hastalıkları uzmanının önerisiyle bu yaşlardan itibaren hangi yolu izlemesi gerektiğine ve prensibin ne olduğunu öğrenmeye çalışmalıdırlar.

Buğday tenliler:

Esmer tenlilere daha yakın özelliklidirler ancak kış aylarında cilt renkleri daha açık renkli olabilmektedir. Cilt tiplerinin özelliği, genellikle gözenekleri biraz daha belirgin, ancak normal veya karma cilt özelliklerini gösteren yapıya sahiptir. Esmer tenlilerin özelliklerine göre güneş korumaya daha fazla ihtiyaç duyarlar, örneğin kışın 15 yazın 30 korumalı ürünler kullanmaları önerilmektedir.

Açık tenliler:

Malesef en fazla yaşlanmaya yatkın ciltlerdir. Adı üzerinde pigmenti cildi korumaya yetecek kadar fazla değildir. Çil oluşumuna, lentigo adı verilen güneş lekelerine, melasmaya, kılcal damarların yüzeye çıkması ve kızarıklık problemine, kuruluk ve dermatitlere en yatkın ciltlerdir. Bu tip ciltlerin çocukluk dönemlerinden itibaren 30+ ürünler kullanması şiddetle önerilmektedir. Çocukluk döneminde güneş yanığı öyküsü olanların habis cilt tümörlerine, malin melanom isimli cilt kanserine yatkınlığı daha fazladır. Ciltlerinin tipine göre temizlik yapabilir, kuru ve hassas ise sütle, karma veya yağlı ise su ve jellerle temizleyebilir.

20’li yaşlardan itibaren akşamları cildi onaran vitaminli veya retinol içerikli ürünleri dönem dönem kürler halinde kullanabilir. Gündüzleri güneş koruyucu kullanmayı unutmamalı.

30'lu yaşlardan itibaren esmer tenlilerden daha erken olmak üzere bir cilt hastalıkları uzmanının kontrolüne girebilir.artık günümüzde bilinçli her kadının bir dermatologu (bilimsel-akıl hocası) olmalıdır.

Yazının devamı...

Lazer Epilasyon Ne Kadar Masum?

Son yıllarda lazer epilasyon yönteminin yaygınlaşması beraberinde bazı soruları ve sorunları da getirdi. Doğru uygulandığında istenmeyen tüylerden kalıcı olarak kurtulmayı sağlayan lazer epilasyon yanlış ellerde, yanlış cihazlarla yapıldığında ciltte leke ve yanık oluşma riski taşıyor.

Nişantaşı Sculpture’ın Cilt Hastalıkları Uzmanı Dr.Betül Şengör, “Ben vücudumla ilgili estetik amaçlı bir işlem yaptıracak olsam bir değil birkaç kere düşünürüm. Çünkü sağlık her şeyin başı olmalıdır. Bu tip uygulamaları her isteyene yapmamak gerekir. “Ya hep ya hiç” felsefesi bence lazer epilasyona çok uygun. Tüyler kalıcı olarak yok edilebilecekse uygulama önerilmeli aksi halde danışana bu uygulamanın tüyleri inceltip bırakabileceği, bu durumun da işlemin felsefesine aykırı olduğu iyi izah edilmelidir.” diyor.

Son yıllarda istenmeyen tüylerden kurtulmada lazer epilasyon oldukça tercih edilen bir uygulama. Herkes lazer epilasyon yaptırabilir mi?

Aslında lazerin dünyada 40 yıllık bir geçmişi vardır. Türkiye’de lazer epilasyonun son birkaç yıldır popüler olmasının nedeni; istenmeyen tüylerden kurtulmak için lazer dışındaki teknolojilerin de bu amaçla gündeme gelmesi olabilir. Bu da talebin artmasına, fiyatların ucuzlamasına neden oldu ve bu yöntem çok yayıldı.

Lazerin tıbbi cihaz olarak kullanılması operasyonlar sırasında özellikle kanamayı durdurmak amacıyla uygulanmaya başlaması neredeyse 40 yıl öncesine dayanır. Bu teknolojinin ne kadar tıbbi bir teknoloji olduğunun en önemli kanıtıdır. Lazer teknolojisi gereği, kendi dalga boyu ile ilişkilenen hücrelerle etkisini gösterebilmektedir. Örneğin kanamayı durdurabilmek için elektrokoter gibi ısı vermesi dışında kana renk veren madde olan hemoglobin tarafından ışığın emilmesi de kanama kontrolünde, faydalanılan bir unsur olmuştur.

Daha sonraları kılcal damarların dağlanmasında, yani onların yok edilmelerinde de kullanıldı. Bu teknolojik prensiple günümüzde birçok alanda, burun eti küçültülmesinden, horlamaya, varisten hemoroid tedavisine kadar birçok dolaşım ve damarlarla ilgili dokuların tedavilerinde kullanım olanağı bulmuştur. Bilim insanları kendilerine lazeri başka alanlarda da kullanabilir miyiz diye sorduklarında pigmentlerin ışığı çekme yeteneğini epilasyon konusunda kullanabileceklerini keşfettiler. Böylece kıllara renk veren pigmentlerin de lazer tarafından çekilmesinden faydalanıp kılların yakılarak kalıcı olarak yok edilebildiği görüldü.

Lazer epilasyon yaptırmak isteyenler merkez seçerken nelere dikkat etmelidir?

İstanbul bu konuda bir cennet. Dolayısıyla ilk baktıkları fiyat politikasıysa burada biraz düşünmelerini tavsiye ederim. Ben vücudumla ilgili estetik amaçlı bir işlem yaptıracak olsam bir değil birkaç kere düşünürüm. Çünkü sağlık her şeyin başı olmalıdır. Bu tip uygulamaları her isteyene yapmamak gerekir diye düşünüyorum. “Ya hep ya hiç” felsefesi bence lazer epilasyona çok uygun. Tüyler kalıcı olarak yok edilebilecekse uygulama önerilmeli aksi halde danışana bu uygulamanın tüyleri inceltip bırakabileceği, bu durumun da işlemin felsefesine aykırı olduğu iyi izah edilmelidir.

Lazer epilasyon neden bazı merkezlerde ucuz iken bazılarında daha pahalı?

Öncelikle makinelerin bakımları konusunda hala yurtdışına bağımlıyız. Bu da döviz bazında oldukça maliyetli olmasına neden oluyor ne yazık ki. Bu nedenle bu tür işlemleri güncellenmiş cihazlarla uygulayan merkezlerde fiyatlar daha pahalı olabiliyor. Ayrıca bu da bir hizmet sektörü, hem de tıbbi bir hizmet. Uygulanan merkezin hijyeni, detaylandırılmış özellikleri ne kadar iyiyse fiyatı da o derece değişebilir. Tıbbi personelden, hizmet kalitesine, ikramdan karşılamaya kadar kalifiye bir sistem ucuz olamaz elbette. Yoksa ağda merkezine gider gibi yaptırıp çıkmak bir noktada hataya gebe olabilir; randevuda ilgisizlikten kontrollerin aksamasına kadar duyduğumuz birçok eksiklik internet veya benzeri paylaşım aracılarıyla yapılan kampanya sahiplerinin başına gelmiştir. Sağlık Bakanlığı tarafından düzenli olarak denetlenen kliniklerde işinin ehli uzman doktorlar kontrolünde yapılmasını öneririm.

Yazının devamı...

Cildimiz Kışa Hazır mı?

"Yaz sonunda cildimiz için atılması gereken ilk adım; iyi bir cilt temizliğidir. Ölü deriden arınmak ve cildi daha savunmalı bir hale getirmek için haftada bir evde uygun bir ürünle mekanik (pütürlü) peeling yapılabilir."

Cildimizi sonbahar, kış ve daha ışıksız – soğuk günlere hazırlamak için adım adım yapılması önerilebilecek temel işlemlerden cildi ölü deriden arındırmak en önemlisi olacaktır. Hem yüz, hem de vücut için geçerli olan peelinglerin sadece çeşidini iyi belirlemek gerekir. Vücut için kahverengi şekerden oluşan hafif yağlı ama arındırıcı mekanik peelingler, yanı sıra sırttaki siyah noktaların temizliği yapılabilir. Yüz için ise fitik asit, glikolik asit, laktik asit peelingler ile yumuşak bir arınma yapılabilir, ancak lekeler varsa daha ileri peelingler uygulanabilir.

Cilt hastalıkları uzmanı tarafından, peeling sonrası arınmış ve temizlenmiş cilde reçete edilen ev bakım ürünleri ile bu etkinin uzun solukluluğu sağlanabilir. Bu ürünler arasında özellikle akşamları retinoik asit içerikli ürünler ve beraberinde leke önleyici ürünler, gündüzleri ise C vitamini içerikli ürünler ve güneş koruyucular olmazsa olmazlardır.

Sırada ise cildin dolaşımını düzenlemek ve canlandırmak olabilir. Bunun için IPL, Led terapi önerilebilir. Vitamin ve hyaluronik asit enjeksiyonları ile cilt derinlemesine nemlendirilir ve beslenir. Kurumuş, güneşin etkisiyle gerçek rengini kaybetmiş ciltlerde her yaşa uygun farklı kokteyller kullanılmaktadır. Günümüzde her zaman genç ve canlı ciltlere sahip olmak için kendimiz de daha fazla bilinçlenmeli ve cildimizi dinlemeliyiz.

Estetik dermatolojide yüzün bölgesine göre ve sorununa göre uygulama yapmak prensiptir. Örneğin bütün yaz kaşlarını çatmış veya göz çevresini kırıştırmış olan kişilere kadın veya erkek kas gevşetici bir ilaç olan botulinum toksin enjeksiyonu uygun olacaktır veya yüzün orta hattında çökmeler veya derin nem kayıpları varsa hyaluronik asit dolgular ve vitamin enjeksiyonları uygundur. Yüzün alt bölümünün düzeltilmesi çoğunlukla estetik cerrahların uyguladığı germe işlemlerine ihtiyaç duyar ancak cildi sarkmadan yakalamışsak o zaman bir umudumuz bu bölgenin ışıklarla uyarılıp vitamin ve büyüme faktörlü ürünlerle hücrelerini tetiklemek mümkün.

Elbette ağızdan alınacak olan gıdaların kalitesi ve içerdiği besin durumu cildin sağlığı için çok önemli, benim önerim sabah-akşamüstü C vitamini almak, kış aylarında A,E, selenyumu birlikte tüketmek, karaciğeri koruyan gıdalardan enginar, kereviz tüketmek, bol bol nar, portakal yemek daha doğrusu mevsiminde sebze ve meyve tüketmek.

Özetle;

Cildinizi mutlaka düzenli olarak temizleyin, makyajla uyumayın

Cildinizi düzenli olarak uyarın, her gün günde 3 defa parmak darbeleri (mikrodolaşım için), gerektiği ölçüde haftalık peeling ile ölü deriden arındırma

Her gün güneş koruyucu ürün kullanımına dikkat (nemlendirici özellikli, makyaj altına sürülebilen) makyaj ürünlerinin doğal, mineral bazlı olmasına özen göstermek.

Fondöten ve pudra kulanımını en aza indirmek (gözenekler nefes alsın)

Bronzlaşmak eşittir yaşlanmak bu nedenle koruyucusuz güneşlenmemek, mümkünse solaryum yerine otobronzan sistemleri tercih etmek

Belli zamanlarda (regl dönemleri, ateşli hastalıklar, spor yapma ile ilişkili, zayıflama programaları sırasında) cilt hastalıkları ve kozmetik dermatoloji uzman görüşü almak.

Detoks ve şok zayıflama programlarını yaparken cildin de şok olabileceğini yani sarkma ve bağ dokusunda bozulma olabileceğini unutmamak gerekir.

Yazının devamı...

Aldığımız gıdalar cildimizi nasıl etkiler?

Cildimiz vücudumuzun aynasıdır. Cildimizin nasıl göründüğü, genel sağlığımız hakkında ipucu verir. Cildimizin rengi soluksa veya sarımsı-gri renkteyse; kansızlık, sigara içimine bağlı hücrelerin hasarlanması ve dolaşımın kirlenmesi, beslenme ve metabolizma problemi olabilir. En önemlisi de böbrek veya karaciğer hastalığı ile ilişkili olarak cilt rengimiz bozulabilir.

Cildimiz fazla kırmızıysa; fazla heyecanlı bir kişiliğimiz olduğuna işaret edebileceği gibi; midede gastrit veya reflü probleminin de habercisi olabilir. Ayrıca kan hücrelerinin sayısında veya fonksiyonunda bozukluk olduğu zaman da cildimizin rengi değişebilmektedir. Ciltte ataklar şeklinde gözlenen kızarıklıklar veya daimi kızarıklıklar, özellikle kırmızı kan hücrelerinin fazlalılığı veya daha özel hematolojik problemlerde görülebilmektedir.

Bazı cilt hastalıkları gıdalarla ilişkilidir;rozasea hastalığında baharatlı gıdalarla, fazla tüketilen çay, kahve ve alkol ile doğrudan bir ilişki söz konusudur. Kızarıklık ve kılcal damarlar, güneş hasarı ile ilgili de olabileceği gibi, yenilen bu tip gıdalarla tetiklenen rozasea hastalığı ve lupus hastalığı ile de ilgili olabilir. Bazı gıdaların, mide asidini arttırdığı için veya zaten var olan mide hassasiyetinden dolayı gastrite, reflü sorunun kronikleşmesine neden olabileceği için yenmemesi tavsiye edilir.

Tiroid hastalıklarında iseya ciltte kuruma ve pullanma, saçlarda erken beyazlama veya dökülme görülmekte ya da tam tersi ciltte yağlanma, akneye yatkınlık, terleme bozuklukları, bazen de tüylenme olabilmektedir. Benzer şekilde kilo problemi olanlarda, insülin direnci olanlarda ve diabet hastalarında da akne veya tüylenme problemi hatta adetlerde düzensizlik ve saçlarda erkek tipi dökülmeler bile görülebilmektedir. Özellikle insülin direnci olanlarda ve sık sık beslenerek sık sık insülin salgılanmasının tetiklendiği kişilerde, insülin hormonunun anabolik (sentezleyen-depolayan) etkilerinden dolayı, derin yağ dokularının arttığı, aynı zamanda selülitli görünümün de arttığı bildirilmiştir.

Yediğimiz gıdalar cildimize birebir etkilidir. Hatta soğan-sarımsak gibi bazı gıdaların cildimizde kokuya bile yol açtığını, adeta içimize ne kadar işlediğini buradan da tahmin edebiliriz. Bu ve benzeri tüm gıdalar ve onların kokulu aromaları, dolaşıma geçmeden önce midede sindirilir, çeşitli enzimlerle parçalanarak önce karaciğere gider, burada tekrar toksinlerinden arndırılır ve kana karışarak iligili organlara-görev yerlerine gider. Buralarda kullanıldıktan sonra organların boşaltım yollarına verdiği gıda atıkları ise idrar, dışkı ve hatta ter ve ciltten yağ ile beraber atılır. Bu da gösteriyor ki yediğimiz herşey cildimize yansımaktadır.

Cildi kuru olan insanların su içmelerinin normal düzeyde olabildiği buna rağmen kuruluktan şikayet edebildiği sık rastlanan bir durumdur. Bu durumda içilen suyun cildin hücrelerince tutulamaması sorunu olabilir, altta bir tiroid hastalığı veya hormonal (premenapoz-menapoz) bir durum sözkonusu olabilir. Bazen içilen suyun çok atılması da bir problemdir. Bir görüş de yenilen asitli gıdaların cildi hassaslaştırabileceğidir. Çünkü asitli içecekler ve yiyecekler kana karışmadan önce karaciğerde alkalize ya da nötralize hale getirilmektedirler, bu işlem sırasında daha fazla suyu kullanmakta, hücresel düzeyde karaciğerde yağlanma da ortaya çıkabilmektedir. Asitli gıdaları tüketen kişilerin bu nedenle ciltlerinin de sebum dengeleri, değişebilmektedir. Çoğu hastamın mide asidini arttıran gıdaları tükettiği zaman ciltlerinde akne, rozacea veya yağlanma gibi sıkıntıları da bu bilimsel görüşü bana ispatlamıştır.

Kliniğimizde zayıflama bölümü olması ve bu konu ile özel olarak ilgilenen bir hekim olarak, sürekli yeni makaleleri ve güncel olan kitapları takip ediyorum. Okuduğum bir kitap (bknz. Referanslar) mikrobiyoloji ve beslenme uzmanına aitti. Kitapta ilgimi çeken, yediğimiz ve içtiğimiz “gıdaların pH değerlerinin kilo ile birebir ilişkisini” çarpıcı analizlerle göz önüne sermesiydi. Aslında her gün tükettiğimiz suyun bile alkalik olması, yılda 2.5 kilo kaybetmemize sebep olabiilir, deniyordu.

Özellikle asitli gıdaların mide asidini olumsuz yönde etkilemesi ve vücudu yorması dışında bu asitli gıdaların hem organlarda, hem de depolarda daha fazla yağ tutulmasına sebep olması; tam tersi alkali gıdaların da bizi şişmanlatmayacağını destekler niteliktedir.

Kanımızın asit-baz dengesinde bazik tarafta olması, yenilen gıdaların kana karışmadan önce bazik hale (alkali) getirilmesini gerekli kılmaktadır. Alkalizasyon adı verilen bu işlemin de karaciğerde yapılması bu asidik gıdaların fazla tüketilmesi sonucunda karaciğerin yorulmasına neden olmaktadır. Karaciğer yorgunluğu kavramı hücresel düzeyde yağlanmayla sonuçlanabilmektedir. Asitli ve fazla yağlı beslenmenin organların genelinde yağlanmaya neden olması aslında bir koruma mekanizmasıdır.

Alkali besinlerle beslenmenin ve alkali su tüketmenin metabolizmayı hızlandırarak kilo verme üzerine etkilerini inceleyen bilim adamının mikroskobik düzeyde çarpıcı kan analizleri var.
Bu durumda içtiğimiz suyun pH düzeyinin 7 ve üstünde olmasına özen gösterelim diye tekrar vurgulamakta fayda görüyorum. Asitli içeceklerden (kahve, çay, alkol, her tür gazlı içecekler ve meyve sularını) asgari ölçüde tüketmek ve bunları tükettiğimiz zaman daha fazla alkali su tüketmek tavsiyesiyle önlem almak, ilk önerim olacaktır. Ayrıca detoks içeceklerinin özellikle alkali olmasına özen göstermek, faydadan çok zarar getirmemesine dikkat etmek gerekir.

Metabolizmayı canlandırmak için gıdalardan gereken oranlarda faydalanmak, yani az yağlı yiyerek metabolizmayı daha da yavaşlatmak yerine hayvani yağlardan uzak durup ölçülü oranda bitkisel yağlardan ve balıktaki gibi dengeli omega 3-6 içerikli (deniz balığı olması şartıyla) doymamış yağlardan faydalanmak doğru olacaktır. Hızlanmaya başlayan ve canlanan metabolizmaya, egzersiz yaparak ve belli kas gruplarını düzenli olarak çalıştırarak katkıda bulunmak ve bu hızı idame ettirmek uzun soluklu bir kilo kontrolü sağlayacaktır. Az önce saydıklarımla beraber hem cilde hem de sağlıklı bedene kavuşmada faydalı olan bazı anti-oksidanları ve gıda takviyelerini doktorunuza danışıp periyodik olarak tüketerek ve kendi neslinin en iyisi ve kronolojik yaşının en sağlıklısı olmak elimizde.

Peki kanımızı asidik ya da alkalik yapan besinler nelerdir?

Asidik yapan besinler; özet olarak tüm şeker içeren içecek ve yiyecekler, kuru yemişler, köy peyniri, patates, sakatatlar, çoğu etler, kümes hayvanları, kabuklu deniz mahsülleri sayılabilir. Bu saydıklarımdan özellikle karbonhidratlar veya basit şekerler sadece asidik gıda olmalarıyla değil, vücutta enflamasyonu tetikledikleri için de yaşlanmamıza neden olmaktadırlar.

Alkalik yapan besinler;en çok ağırlık vermemiz gereken besin grubudur. Kanımızın da alkalik bir yapıya sahip olduğunu düşünürsek, vücudumuzun sindiriminde zorlanmadığı en iyi besinler olarak düşünebiliriz.

En alkalik besin olan anne sütünden sonra (yine anne sütü- ne mucize bir besindir ki..), yeşil sebzeler, soya filizi, salatalık, domates (ne yazık ki aski tohumlardan olanlar için geçerliydi), dolmalık biber, deniz sebzeleri, brokoli, lahana, maydonoz, yeşil fasulye, ıspanak, sarımsak, karalahana, hindiba, brüksel lahanası, bamya, pırasa, roka, hardal, kabak, su teresi, frenk soğanı, avokado sayılabilir.

Burada önemli olan, sindiriminde asidik bir ortam sağlayan proteinlerin genel beslenmemizde % 20 – 25 civarında yer almasıdır. Mümkün olduğunca, protein tüketimi gerçekleştirildiğinde yeşil sebze ve salata türlerinin de birlikte tüketilmesine özen gösterilmelidir .

Yağ alımını sıfırlamayınız. Kaliteli yağ tüketiniz.
Oksijen ve sudan sonra, sağlıklı ve formda bir vücut için en önemli unsur yağdır. Hücre zarlarının ve hücrelerin enerji üretebilmesi ve işlevi için yağlar çok önemlidir. Özellikle sinir hücrelerinin işlevinde, dolayısıyla beyin işlevlerinde de yağların çok önemli bir rolü vardır.

Tüketilmesi gereken yağların başında, tekli doymamış yağlar, çoklu doymamış yağlar ve temel yağ asitleri olarak bilinen omega - 3 ve omega - 6 yağları olmalıdır. Özellikle ülkemizde sızma zeytinyağları çok iyi, ayrıca organik olan tereyağının da sağlıklı yağlar arasında olduğunu söyleyebilirim.

Yazının devamı...

Cildimizi İlgilendiren Her Konuda Neden Mutlaka Dermatolog?

Cilt doktorları, Tıp Fakültesinden mezun olduktan sonra tüm doktorların uzman olmak için girdikleri sınavda dermatoloji branşını ihtisas alanı olarak seçen ve bu konuda 4-5 sene süren üst ihtisas yapan kişilerdir. Cildin sağlığını korumak ve cilt hastalıklarını teşhis edip iyileştirmek, insan sağlığının önemli bir parçası olan bu büyük organın mikroskopisinden makroskopisine her şeyini bilen cilt doktorlarının işidir.

Cilt doktoru, cildi vücudun diğer organları ile ilişkili olarak, bir bütün olarak değerlendirir. Cildin rengi, soluk mu, kızarık mı, kuru mu, yağlı mı, sivilceli mi, hassas mı, yoksa allerjik mi, cilt kuru ama sivilceli mi, güneş ışınlarından ne kadar etkilenmiş, cildin nem durumu, kırışıklık olup olmadığı, kılcal damarların yüzeye çıkması, ben’ler, güneş lekeleri (lentigo), melasma (bölgesel lekeler) varlığı gibi unsurların tamamına bakılarak değerlendirilir. Aksi halde cilt gençleştirme amaçlı herhangi bir işlem yapıldığı zaman, geri dönüşü zor olan sorunlarla karşılaşılabilir.

Örneğin çok popüler olan infrared veya radyofrekans yöntemlerini yüz gençleştirme amaçlı kullandığımız zaman aslında melanin isimli pigmentin (cildimize rengini veren-sarışınlık, kumrallık veya esmer tenli olma durumları) sentezinin de tetiklenebileceğini ve daha önce olmayan yeni bir lekenin ortaya çıkartılabileceğini tahmin edebilir miyiz? Evet, bazı parametreler vardır ki buna göre gerekirse bu işlem uygulanmaz.

Görülen o ki bu tip tıbbi cihazları estetik dermatoloji alanında deneyimli uzman doktorlar kullanmalıdır.

Bu nedenle her yeni çıkan cihaza göre değil, kişinin ihtiyacına göre uygun yöntemi belirlemek; cilt sağlığı ve güzelliği için temel prensip olmalıdır.

Yazının devamı...

Stres sadece hayatımızı değil cildimizi de karartıyor

Stres altındaki insanların ciltlerinin lekelenmeye daha yatkın olduğunu biliyor muydunuz? Stres cildimizin bağışıklık sisteminin zayıflamasına ve böylece pek çok cilt sorununa yol açar.

Ayrıca son zamanlarda 30-45 yaş arasındaki her iki kadından birinde görülen Hashimoto tiroiditi isimli
hastalık ile ciltte hem kuruluk hem de akneler birlikte görülebilirken, bazen de melasma isimli hormonal lekeler de gözlenebilmektedir. Hashimoto tiroiditi hastalığındaki bu artış belki de 30-45 yaş grubunun daha çok çalışan ve giderek sorumluluğu artan (evlilik, annelik, iş, şehir hayatı) kadınları seçmesi ile de açıklanabilir.

Stres hayatımızın her anında yanımızda artık. Belki de onunla mücadele ederken stresin vücudumuza neler yapabileceğini bilerek önlemler de almak yerinde olacaktır. Stres akut veya kronik bir sorun olarak vücutta da benzer şekilde ya kısa süreli sorunlara yol açmaktadır, ya da uzun vadeli problemleri ardı sıra getirmektedir. Psikolojik bir sorun cilt sağlığı üzerinde doğrudan hastalıkların tetikçisi olmuştur. Sadece cilt değil endokrin hastalıklar içinde konusu sürekli geçmektedir. Stresten “asabi ekzema olmuş, ya da üzüntüden şeker hastası veya kanser olmuş” sıkça duymuş olduğumuz söylemlerdir. Örneğin uçuk virüsü dudaklarda sıklıkla gözlenen bir virüstür. Genellikle ya bir kabus görmenin ertesi sabah, ya da ani bir stresle ortaya çıkar. Oysa sedef hastalığı veya alopesi areata dediğimiz özel saç dökülme türü daha kronik stres hallerinde sıklıkla gözlenmektedir. Cilt hastalıkları başta olmak üzere tüm hastalıklarda vücudun savunma sistemi stres yüzünden olumsuz etkilenmekte ve hem vücudun hem de cildin bağışıklığı azalmaktadır. Bu nedenle başta virüsler olmak üzere hücresel hasar yaratan tüm hastalıklar tetiklenebilmektedir. Akut veya kronik hastalıkların başlangıcı buysa eğer tamamen sağlıklı olabilmek için iyi bir plan yapmanın başında stresi tanımak gelmeli ve tam tersi sevginin veya mutluluğun yol açabileceği olumlu etkileri de stresin sonuçlarıyla kıyaslayarak planımızı netleştirmeliyiz. Stresin vücudumuza yol açtığı durumlara “bilimsel” olarak bir açıklama getirecek olursak;

Stres ile vücudumuzda ne gibi değişiklikler oluyor?

Öncelikle merkezi sinir sisteminin stresi ilk algılayışı ile yani görmek, duymak, hissetmek ve düşünmek ile gelişen duruma beyin nörolojik ve hormonal yollardan cevap verir. Ya refleks olarak ya da düşünülmüş olarak bir vücut dili oluşur, eş zamanlı olarak ilk adrenalin (heyecan hormonu denebilir-salgılandığı an koşabilecek enerji ve güç oluşur)- asetil kolin ( kas-sinir ilişkisi, aynı zamanda salgıların da düzenlenmesinde etkilidir) daha sonra kortizon seviyeleri değişir. Bu durumda kan basıncı ve kan şekeri değişikliğe uğrar, tüm vücut salgıları tepki verir, ağız kuruması daha sonra el, kol altı vs terleme, hatta belki barsaklarda çalışma artışı gibi birbirini takip eden belirtiler.
Belli bir yaştan sonra stresle gelişen bu hormonal değişiklere karşı, vücut savunmasını azaltabilir veya ne yazık ki tepkisizlik geliştirebilir bile. Otoimmun hastalıklar dediğimiz vücudun kendi kendisine antikorlar ile savaş açması da stres ile tetiklenen durumlar arasında sayılmaktadır. Son zamanlarda ne yazık ki neredeyse 30-45 yaş arasındaki her iki kadından birinde görülen Hashimoto tiroiditi isimli hastalıktaki artış, belki de bu yaş grubunun daha çok çalışan ve giderek sorumluluğu artan (evlilik, annelik, iş, şehir hayatı) kadınları seçmesi ile de açıklanabilir. Bu hastalık ile ciltte hem kuruluk hem de akneler birlikte görülebilirken, bazen de melasma isimli hormonal lekeler de gözlenebilmektedir. Çok bilinen akne hastalığı sadece ergenlik döneminde değil genç erişkin ve orta yaş kadınlarda da görülebilmektedir. Yapılan bir çalışmada stres ile sadece kortizol üzerinden değil “prolaktin” isimli bir hormonun artışı ile de lekelerde ve aknelerde artış olabileceği bildirilmiştir¹.
Bu durumda özetleyecek olursak stresle, vücudumuzun bağışıklığı bozulmakta, bu da bizi basit veya komplike bir çok hastalığa karşı savunmasız bırakabilmektedir. Ayrıca bazı genetik yatkınlığı da olan kişilerde çeşitli otoimmun ve endokrin problemlere karşı da daha hızlı yakalanma şansızlığına sebep olabilmektedir. Erişkin akneden, hormonal lekelere kadar çeşitli cilt hastalıklarında da olumsuz etkileri bulunmaktadır. Aynı zamanda bir Hashimoto tiroidititli hasta olarak da önerim, daha fazla spor yapmak, yediklerine ve içtiklerine dikkat etmek, sevdiklerinizle daha fazla vakit geçirmek olacaktır.

Yazının devamı...

Leke ve kılcal damar tedavisinde şimdi IPL zamanı...

Sonbahar ve kış aylarında en sevdiğim anti-aging uygulamalarından biri olan IPL'i, güçlendirilmiş soft lazer olması nedeniyle hem oldukça etkili hem de güvenli bulurum. Damarların yeniden yapılandırılması/ağartılması, hiperpigmentasyonların ortadan kaldırılması/ağartılması, deri dokusundaki ince çizgilerin kollajen stimülasyonu ile düzeltilmesi gibi pek çok faydasını kısa sürede görebildiğimiz bu etkili yöntemi gelin birlikte tanıyalım...

isimlerinin baş harflerinden oluştuğu, isminden anlaşıldığı gibi yoğun bir ışık, öyle ki, laser kadar etkili ancak yan etkisi laserden daha az olan bir tedavi şeklidir. Bu tıbbi teknoloji, filtrelenmiş olan ışık kristal safir başlık aracılığıyla cilde uygulanır. Kılcal damarlarda (işlevsiz olan damarları dağlama etkisiyle) iyileşme sağlarken, lekelerde ise benzer ısıtma etkisiyle pigmentleri yeniden organize eder ve iyleşme sağlar.

3-4 hafta ara ile 3-4 seans uygulama fotohasarlı ciltlerde temel prensiptir. Ancak damar ve leke tedavisinde lokal olarak tedaviye devam edilebilir. Bu tedavinin sonunda, cildin hyaluronik asit seviyesinde artış, yani hücrelerin içinde yaşadığı jöle tabakasında artış, dolayısıyla nem artışı, kollajen ve elastik liflerde düzenlilik ve daha sıkı ve yoğun bir cilt elde edilebilmektedir. Ayrıca IPL tedavisinin uygulama alanlarında rozasea, flushing (kızarma nöbetleri), cildin savunmasının azaldığı hastalıklar (sivilce, seboreik dermatit) da bulunmaktadır. Her sene 3 defa yapılabilir.

IPL ile ilgili olarak yapmış olduğum bir çalışmamı sizlerle paylaşmak isterim; cilt ultrasonografisi olarak bilinen 22 MHz bir USG ile IPL öncesi ve sonrası cildin kalınlığını ve dermis yoğunlunu ölçtüm ve gözlemim çok olumluydu. Kollajen liflerin düzenli yerleştiğini, hyaluronik asit seviyeleri açısından dens görünen bir bağdokusu (dermis) oluştuğunu gözlemledim. Bu tespit de, cilt altında olan gelişmelerin objektif göstergesi olmaktadır.

Tedavi alanları:

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.