SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Sana İyi Gelen İşi Yap

Çalışan insanlar olarak çoğumuz zamanımızın büyük bölümünü işi düşünerek, işimizi yaparak, işle ilgili mekanlarda ve işle ilgili insanlarla geçiriyoruz. Zamanımızı, emeğimizi ve yaratıcılığımızı ayırdığımız işlerimiz hayatlarımızda bu kadar büyük alan kaplamaya başladığından beri işle aramızdaki alışverişin dinamikleri de değişti.

Her şeyimizle işe dahil oluyor ve işten de çok yönlü geri dönüşler bekliyoruz. Çoğumuz iş yaparken maddi ve manevi kazanç kadar ruhsal ve duygusal zenginleşmeye de odaklandık. Artık öncelikli olarak ruhumuzu katabileceğimiz işleri, ruh işlerimizi arıyoruz da diyebiliriz.

Bazen başardıklarımızla gurur duyuyor ‘İyi ki bu işi yapıyorum’ diyoruz. Bazen yoruluyor bırakıp gitmek istiyoruz. Ulaşılamayan hedefler, kendi yeteneğine, bilgisine ve eğitimine uymayan işlerde çalışmak, tatminsizlik, yaptığın işin karşılığında beklenen ücreti kazanamamak, stresle başa çıkamamak, uzun ve yorucu çalışma saatleri, trafikte geçen zaman gibi birçok sebep çalışanların işlerini sorgulamasına neden oluyor. Belli iş kolları ve pozisyonlardaki aşırı sorumluluk ve baskı altında ezilenler, sürdüremeyeceklerini düşünenler ve kariyerinin başındaki kişiler işlerini daha fazla sorguluyorlar.

Meslekleri kocaman kaplara benzetirsek, içine girmeden gerçek şeklimizi ve uyumumuzu anlayamayız. Yanlış meslek seçimi, geçmişe, eğitim yıllarına dayanan bir süreçtir. Okul seçiminden başlayan hatalar, ailelerin dayatmacı ve vizyonsuz bakış açısı, kendini hiç tanımamış olmak ve hayallerden yoksun büyümek, yetişkinlikte iş hayatını sorgulamak için oldukça gerçekçi sebepler üretir.

Şunu hep hatırlamak gerekir ki insan değişken bir varlıktır. Yeteneklerimiz, yetkinliklerimiz, hayallerimiz, planlarımız, bize iyi gelenler ve gelmeyenler yaşam boyunca değişir. Duygularımız, düşüncelerimiz, beklentilerimiz değişir. Tüm bunlarla birlikte ilişkilerimiz değişir, işimizin yapısı, içeriği, hedefler, iş yapış yöntemlerimiz değişir. Dolayısıyla hayatımın işi tanımını, bir mesleğe, kuruma ya da gelir seviyesine indirgemektense, ‘Kendimi mutlu, güvende ve verimli

hissettiğim iş’ şeklinde düşünmek daha iyi sonuç verir. İnsan değişir ve her değişim mutluluk barajlarını, kendisinden ve hayattan beklentilerini de değiştirir. İnsan bir dönemde bir işte mutlu iken bir zaman sonra arayışı ve tatmin konuları değişebilir.

Kendini iyi tanıyan, hangi işi, hangi şartlarda verimli yapabileceğini bilen kişi, kendisi için en anlamlı işle çok daha kolay eşleşebilecek ya da mevcut işine anlam, keyif ve yenilik katabilecektir.

Bilinçaltı çalışmalarında iş kavramının altında birçok bileşen olduğunu görüyoruz. Zaman, maliyet, beklenti, kazanç, süreklilik, eğlence, başarı, tatmin, onaylanma, yükselmek, saygı, sevgi, itaat, otorite, hedefler gibi… Kariyer yaşamını, çok eklentisi olan bir çadır gibi düşünün, hangi tarafı eksik kalırsa çadırın o kısmı içe çöker. Bu nedenle kişinin vazgeçilmezleri neler ise onları yaptığı işten alabilmesi gerekli. Tüm bu bilinçaltı dinamikleri fark etmek, yargılardan uzak kalarak kendimizi tanımak, hangi duygu ve yeteneklerimizle işimizi besleyebileceğimizin farkında olmak, ve hangi duygularımızın iş tarafından beslenmesini beklediğimizi keşfetmek ruh işimizi bulmamıza yardımcı olacaktır.

Hayatın her anına ve alanına ruhunuzu da katabilmeniz dileğiyle…

Hayatın yol göstericiliğine inanın.

Yaşamınızın bereketle ve bollukla eşleşip birleşmesine niyeten,

Ebru Demirhan

www.ebrudemirhan.com

@ebrudemirhan.ytm

Yazının devamı...

Terk etmenin pozitif tarafı

Terk etmeyi, bir insanı terk etmek olarak düşünmeyin. Dışımızdakileri terk etmeye odaklanmak yerine gelin içimizde neleri terk edeceğimize bakalım. Yaşam boyunca işlevini tamamlayan, işlerliğini yitiren ve artık fayda üretmeyen çok hikayenin ve duygunun içinden geçeriz. Terk etmemiz gereken her şey yüzeye çıkar ve kendisini gösterir. Gözlerimizi gerçeği görmeye yönlendirirken kulaklarımızı da duymaya açmalıyız.

İlişkilerde de mesajlar kişiye özeldir. İlişkilerinde kendini değersiz hisseden ve bu değersizlikle önce kendini sonra da etrafını yıpratan bir kişi için soru "Kendi değerini fark etmek yerine 'güvensizlik' yaşayarak kendini tüketmeye devam edecek misin? Kendini mutsuz etmeye devam edecek misin?" olabilir. Bu mesajın derinliği ise “değersizlik konunu halletmelisin!”dir.

Sürekli para sorunu yaşayan bir kişiye de “Parasızlığı terk etmeye hazır mısın?” sorusu sorulmaktadır. Ya da engellerle karşılaşan ve tam ulaştım derken elinden fırsatları kaçıran kişilere de “Fırsatları yakalayamadan hayatını devam ettirmeye kararlı mısın?” sorusu gelebilir.

Hatırlayın ki çözüm hiçbir zaman dışarıda değildir. Dışarının çözümü kişi için sadece geçici bir pansuman niteliği taşır, iyileştirmez. Çözümü içinizde arayın ki her an, her yerde kolayca onunla buluşabilin.

Hayatın yol göstericiliğine inanın.

Yaşamınızın bereketle ve bollukla eşleşip birleşmesi niyetiyle...

 

Yazının devamı...

Doğumumu şifalandırıyorum

İçine doğduğunuz aile, toprak ve doğum şekliniz tamamen bir tesadüf gibi gözüküyor olabilir. Oysa arkasındaki dinamikler ve ruhsal seçimler bu dizaynın bir parçası. Sperm ve yumurtanın buluşmasından doğuma kadarki sürecin tüm yaşama olan etkisi büyük. Aynısı doğum hikayelerimiz için de geçerli.

Erken doğum, bebeğin ters gelmesi, kordon dolanması ve her türlü zor doğumun bilinçaltı bir tetikleyicisi ve duygusal bir izi oluşur. Zor doğumla dünyaya gelenler zorluğu normalleştirip her zaman en zoru seçebilirler. Erken doğanlar zamanla uyumda sorunlar yaşayabilir. Normal doğum zamanını geçirenler, büyüdüklerinde “her şeye geç kaldım” duygusuyla bocalayabilirler. Anne kendini güvende hissetmediği yerde ve koşullarda doğum yaptığında bebeğe de akan güvensizlik hissi, onun çocukluk, gençlik ve yetişkin hayatı için önemli bir konuya dönüşebilir. İnsan sayısı kadar çok ihtimal sayılabilir. Bu saydıklarım çok sık rastladıklarımız.

Doğum hikayesinin dışında bir diğer önemli faktör dünyaya gelmiş olmak fikriyle barışabilmektir. Doğmuş olmaya kötü kader, ebeveyn bencilliği, cehalet, haksızlık gibi negatif anlamlar yüklenmiş olsa da değiştirilemeyecek olan gerçek artık hayatta olunduğudur. Bu gerçek değişmez fakat buna yüklenen anlamlar değiştirilebilir.

Doğmuş olmaya olan öfke kişiyi yaşamayı reddetmeye ve her şeyle öfke bağı kurmaya götürebilir. Hayata, düzene, doğuranlara olan öfkeyle yaşamak yorucudur. Savaş ve meydan okumalar bitmek bilmez. Bilinçaltı bir eğilimle kendisini dünyaya getiren ebeveynlerini cezalandırma ihtiyacı ile hareket başlar. Kişi hiç fark etmese de en büyük cezayı hep kendine verir.

Doğmuş, doğurulmuş olmaya, hayata gelmiş olmaya olan öfkenin yerini daha huzurlu duygulara devretmek mümkün. Önemli olan bunu fark etmek ve sonlandırmaya istekli olmak.

Kadim bilgide doğum ve ölüm kutlanır. Her ikisi de neşeye dönüştürülür, neşeyle dönüştürülür. Doğumla yaşamın başlangıcı, ölümle de yaşam deneyiminin tamamı onurlandırılır.

Doğmuş olmakla barışmak, doğumunuzu şifalandırmak ve varlığınızı onurlandırmak için gelin birlikte bir adım atalım. Şu cümleleri kalbinize de sindirerek tekrarlayarak başlayabilirsiniz:

“Ruhumun dünyada olma seçimiyle barışıyorum. Bana ait olan tüm enerjimi yanıma alarak dünyaya doğdum. Huzura, neşeye, sevgiye, bolluk-berekete, kendim olmaya doğdum. İyi ki doğdum.”

Hayatın yol göstericiliğine inanın.

 

Ebru Demirhan

www.ebrudemirhan.com

@ebrudemirhan.ytm

Yazının devamı...

Ben Değişirsem Her şey Değişir

Bir süredir hem danışanlarımızla hem arkadaşlarla olan sohbetlerimizde fark ediyorum ki değişim yasası orjinalinden uzak bir biçimde anlaşılıyor ve yorumlanıyor. Ben değişirsem nelerin değişebileceğine birlikte göz atalım.

Değişim doğanın ve insanın özünde var. Sürekli olarak değişiyoruz. Mevsimler, hava, zaman değişiyor. İnsanlar anne rahminden ölüme kadar nasıl da değişiyor. Damak tadımız değişiyor, fikirlerimiz değişiyor.

Ruhsal bilginin yayılımı arttığından beri “sen değişirsen her şey değişir” bir slogan gibi dilden dile yayılıyor. Bu ifadede bir sorun olmadığına inanıyorum. Sorun bu bilgiyi kendimiz için kullanmayı bıraktığımızda başlıyor.

Benim değişmem demek bendeki dinamiklerin herhangi birinde bir dönüşümün başlaması demek. Örneğin fikrim değişir. Ardından ona bağlı olarak duygum değişir, davranışım değişir, bakış açım değişir. İfadem değişir. Hepsiyle birlikte enerjim değişir. Ben değiştiğimde kendim için ürettiğim tüm öznel tanımlar, yöntemler değişir. Hayat genel bir kavramın adı olsa da hepimizin hayatı kendi öznel yaşantılarımızın ürünüdür. Ben değiştiğimde yeni halimle yeni bir öznel deneyim yaratmaya başlarım ve hayatım değişir. İlişkilerime benim sunduğum katkı değişir. Bu da ilişkinin yapısında değişiklik üretir.

Değişimi başkasını değiştirecek bir yöntem gibi görerek hareket etmek ise çok farklıdır. Eşim değişsin, çocuğum değişsin, annem değişsin diye ben değişeyim dendiğinde tabiri caizse bir tür rüşvetçilik devreye girer. Odak kişinin kendisinden uzaklaşarak başka bir insana kayar. O kişi kendini değiştirmeyi istemiyor olabilir. Bu noktada had aşımı ve müdahale vardır. Herkes sadece kendinden sorumludur ve tek değiştirebileceği kişi sadece kendisidir. Son derece iyi niyetle de olsa başka bir kişinin değişmesini istemek ve o kişiyi değişime itmek onun kendiliğine saygı duymamaktır. Özünde saygıyı yitiren ilişkiler sağlıklı devam edemez.

Değişim yasasının bilgisi bir müdahale aracına dönüştürüldüğünde sonuç arzulanan sonuçla uyuşmaz. İlişkiler ve iletişim çoğunlukla daha da karmaşıklaşır. Saygı kaybolur, beklentilerse başa çıkılamaz bir hale gelir. Hayal kırıklıkları kaçınılmazdır.

Ben değiştiğimde örneğin babam değişmeyecektir. Benim aramızdaki ilişki ve iletişimi algılayışım ve yorumlayışım değişir. İşte bu noktada ilişki değişmiş olacaktır. Çünkü ben artık o ilişkiye daha farklı bakarım, karşıdan geleni farklı değerlendiririm ve ilişkide farklı davranmaya başlarım.

Hatırlayalım ki ben değiştim diye kimse değişmek zorunda değildir. Değişim ihtiyacı sadece kendi içimizden geldiğinde değişimde içimizde başlar ve sürer. İçsel frekansımız değişir, dışa doğru yaydığımız frekans değişir. Böylece kendi yarattığımız dünyalarımız değişir.

Hayatın yol göstericiliğine inanın.

Yaşamınızın bereketle ve bollukla eşleşip birleşmesine niyeten,

Ebru Demirhan

www.ebrudemirhan.com

@ebrudemirhan.ytm

Yazının devamı...

KENDİ BAŞINA KENDİNLE BAŞ BAŞA

Kendi başına kalmak ve yalnızlık birbirine çok karıştırılabiliyor. Çoğu kişiye de korkutucu geliyor. Peki kendi başına kalmanın özü nedir?

Yalnızlık paylaşımsız kalmak, hayattan uzaklaşmaktır. Kendi başına olmak ise kendinle baş başa olabilmektir. Duygularımızla, düşüncelerimizle, yaşadıklarımızla, öğrendiklerimizle, anılarla ve özümüzle birlikte olmaktır. Hayatın içinde yaşarken, ilişkileri sürdürürken, paylaşımlar devam ederken de kendimizle baş başa olabiliriz.

Kendi başına kalmak insanları korkutur çünkü kendimizle baş başa kaldığımızda bakacağımız, göreceğimiz tek kişi kendimiz oluruz. En derinimize ulaşabiliriz. İçimizdeki en canlı ve en donuk renkleri fark etmeye başlarız. Bir insanla tanıştığımızda dikkat kesiliriz. Çünkü onu anlamak, tanımak isteriz. Böylece yaşamımızda onu nasıl konumlandırabileceğimizi biliriz. Hoşumuza gitmiyorsa uzak kalırız. Kendimizi tanırken hoşa gitmeyenlerle karşılaşacak olmak fikri zorlayıcıdır. Bu durumda kendimizden ne kadar uzaklaşabiliriz ki?

Kendinizle baş başa kalmaktan korkuyorsanız içinizdeki derinliği görmekten, kendinizden kaçıyor olabilirsiniz. Bu korku çok güçlü olduğunda insan aynada kendi gözlerine bakmaz. Tek başına olduğu ortamda mutlaka bir sese ihtiyaç duyar. Örneğin televizyon ya da radyo hep açıktır. Kendi sesinden kaçar. Bazı kişiler bir dakika bile tek başına duramaz. Tek başına herhangi bir etkinlik yapmaktan hoşlanmaz ve uzak durur.

Biraz cesaretle, kendimizle baş başa kaldığımızda hoşa gitmeyecek olanların yanı sıra bugüne kadar fark edemediğimiz ne cevherlerin de orada beklediğini görürüz. Komplike, çok katmanlı varlıklarız. Her katman anlaşılmaya ve bakılmaya değer. Hoşa gitsin gitmesin her şeyin bir işlevi ve amacı vardır. Tanımadan ve anlamadan onları amaca uygun kullanamayız da.

İnsan kendine bakmayı ve kendinde gördüklerini anlamayı bıraktığında dışarı gerçek olmayan bir kendi olma hali sunar. Artık bir rol oynamak zorundadır. Usta bir oyuncu için bir film ya da dizi çekimi tamamlanana kadar kendinden başka biriymiş gibi davranmak ne kadar yorucuysa bunu hayat boyu sürdürmek ne denli tüketicidir bir düşünün.

Kendimizle baş başa kalarak tanışacağımız, kaynaşacağımız, kendimizle birliğimizi kutlayacağımız, gözlerimizin içine bakıp, kalbimizi duyacağımız anları üretelim, yaşayalım, onurlandıralım.

Hayatın yol göstericiliğine inanın.

Yaşamınızın bereketle ve bollukla eşleşip birleşmesine niyeten,

Ebru Demirhan

www.ebrudemirhan.com

@ebrudemirhan.ytm

Yazının devamı...

Ritüellerin Önemi

Ritüellerin Kıymeti

İnsanlık tarihinin şimdilik bildiğimiz başından beri ritüellerin bireysel yaşamın, toplumun ve kültürün bir parçası olduğunu görüyoruz. Peki ritüeller neden önemli?

Yaşamın devamlılığı için gerekli ve önemli olan her şey zaman içinde ritüelleşmiş. Yemenin ve içmenin çeşitli ritüelleri var. Avlamanın ve toplamanın ritüelleri var. Değişen mevsimleri karşılamanın, zamanı hatırlamanın ritüelleri var. Hepsinin özünde yaşamın ve doğanın devamlılığını onurlandırmak ve bu devamlılığın insanın yaşamının devamlılığına olan hizmetine şükretmek var.

İnsan ritüeller aracılığıyla hem kendi gibi hissedenlerle birlik olur hem de ritüele konu kavram, olay ya da durumla arasında bir bağ üretir. Ritüeller mevcut bağları hatırlamanın, onurlandırmanın ve yenilerini kurmanın aracıdırlar.

Kadim ritüellerin çoğunun özünde insanın doğayla, hayatla birleşmesi vardır. Ritüeller bir dua aynı zamanda bir şükürdür. İnsanları bir araya getirir ve ortak bir duanın ya da niyetin kalabalıklarca ve inançla dile getirilmesini sağlar. Güçlerini bu uyum, birlik ve inançtan alırlar.

Yeni yıl, hıdrellez, doğum, cenaze, yas, evlilik, ataları anmak, ekim, hasat, dolunay, ilk ürün, hepsi kadim geleneklerde ritüelleşmiş bugün ise orjinallerinden farklılaşıp uzaklaşsalar da devam ettirilen ritüellerdir.

Ritüeller paylaşım alanlarıdır. Neşe birlikte büyütülür, acı ise birlikte yok edilir. Sesle, sözle, müzikle, dansla, ateşle, suyla, toprakla, bitkiyle, havayla ve tüm duygularla birlikte icra edilir.

Siz de kadim ritüellerden faydalanabilir, onlardan esinlenerek kendi ritüellerinizi yaratabilirsiniz. Tüm varoluşun desteğini alarak niyet etmenin gücüne kendinizi açın. En güzel ritüel kendi varlığınızı kutlamak için yapılandır. Yılda bir kere değil her gün yapın. O günü, varlığınızı, nefesinizi, bedeninizi, güzelliğinizi, başarınızı, hataları, hissettiğiniz tüm duyguları, aldığınız kararları, size destek olan herkesi, size öğreten her şeyi fark edin, dünyanın ve evrenin sizi kucakladığını hissedin. Kendinizle ver her şeyle bir olduğunuz bu birkaç dakikayı onurlandırın.

Hayatın yol göstericiliğine inanın.

Yaşamınızın bereketle ve bollukla eşleşip birleşmesine niyeten,

Şifa olsun,

Ebru Demirhan

www.ebrudemirhan.com

@ebrudemirhan.ytm

Yazının devamı...

Kendime Değer Veriyorum

Çok değerli olduğumu biliyor, kabul ediyorum. Değerimi hayat ve insanlar görüyor, bana hissettiriyor. Yaşamak çok güzel.

Öz değer; hatırladınız mı? Karşımızdaki insandan beklediğimiz as olanın kendimiz olanın öz değer anlayışı. Kendinizi listenin en üst yerine koymak. Yalnızca kendimi seviyorum demekten ziyade; sağlıkla beslenmek, gülümsemek, sözlerimize dikkat etmek, bedensel olarak hareket halinde olmak.

Kendime değer veriyorum; öyle bir anda üzerine düşünülüp karar verilecek bir alan değil, bir canlıya verdiğimiz değerin yıllar içinde gelişimini nasıl takip edip gözlemliyorsak kendimizde öyle olmalı. Kendimize değer vermek sabah uyandığınızda yatağınızda gözlerinizi açtığınız ilk andan itibaren başlar. Kendinizi nasıl hissettiğiniz ile alakalı devam etse bile aslında yataktan ilk adımı attığınızda ve sonrasındaki kendiniz ile olan iletişiminin devamı olur.

Birçoğumuz kendimiz ile baş başa kalmaya korkarken, başkasının o kendi kendimize “bilemediğimiz” öz-değerimizi dışarıdan kalbimize sokuvermesini bekleriz. Üzgünüm ama bu bizler değişmedikçe “ben çok ama çok değerliyim” demedikçe olmayacak… Ne zaman inancımız değişir o zaman etrafımızda bize o “değer” anlayışımızı geri yansıtacak insanlar da çoğalıyor olacak… Evet, kolay bir süreç değil ama öncelikle bize verilen bu muhteşem beden ve bu muhteşem ruha “saygı duymak” ve bu nedenle de “öz-değer” yani özümüzden değerli olduğumuzu en derinlerden hissetmemiz gerekmektedir…

Kendimize değer vermek aynı zamanda çevremizde olan, olacak tüm titreşimlere karşı bir alan açmış olur. Kendimiz ile olan iletişimimiz ve bu iletişimde kalma hali bizleri farkında olmadan çevremizdeki insanların da hissettiği bir alana doğru çeker. Bir topluluğa girdiğimizde kendimizi ifade biçiminden başlayan sonrasında bu ifadenin aslında bizim kendi değer halimizi belirleyen bir yola dönmesidir kendine değer vermek.

Birçoğumuz kendimiz ile baş başa kalmaya korkarken, başkasının o kendi kendimize “bilemediğimiz” öz-değerimizi dışarıdan kalbimize sokuvermesini bekleriz. Üzgünüm ama bu bizler değişmedikçe “ben çok ama çok değerliyim” demedikçe olmayacak… Ne zaman inancımız değişir o zaman etrafımızda bize o “değer” anlayışımızı geri yansıtacak insanlar da çoğalıyor olacak… Evet, kolay bir süreç değil ama öncelikle bize verilen bu muhteşem beden ve bu muhteşem ruha “saygı duymak” ve bu nedenle de “öz-değer” yani özümüzden değerli olduğumuzu en derinlerden hissetmemiz gerekmektedir…

Bugün aynaya bakıp, “ben çok değerliyim” diyebilecek kadar cesaretiniz var mı? Bu cümle size dönüştürücü gücü verir. Bu cümle sihirdir, sihirlidir… Kendinizi sevin, kendi değerinizi bilin. Çünkü siz “eşi ve benzeri” olmayan, biricik ve bu olağanüstü olarak yaratılmış varlıksınız, çünkü siz en muhteşem olansınız. Çünkü siz kendiniz olan, mutlak sevgiyi içinde barındıran koşulsuz bir var oluşsunuz.

Hayatın yol göstericiliğine inanın.

Yaşamınızın bereketle ve bollukla eşleşip birleşmesine niyeten,

Şifa olsun,

Ebru Demirhan

www.ebrudemirhan.com

@ebrudemirhan.ytm

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.