SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Çanta ve Ayakkabı Bağımlılığı

Bağımlılık vazgeçememek demektir. Ve hatta vazgeçmek fikri bir şekilde aklına gelince bu fikirden hoşlanmamak demektir. Bağımlılıkların kaynağı kişiden bakışla baba ile arasındaki eksik duygunun tamamlanma ihtiyacıdır. Anne ile güvenli bağlanma eksikliği de bağımlılığı desteklemekte, bazı kişilerde kaynak olmaktadır.

Babanın nasıl davrandığını ya da olduğundan ziyade babalığının nasıl olduğu önemli. Bir suçlama kültürü olmaksızın kişinin babası ile arasındaki eksik duyguları anlamak gerekiyor. Kişinin babadan almak istediği ve alamadığı duygu ne ise sık tekrarlanan eylemler olarak hayatımızda yer alır. Ve duygu tamamlanamadıkça eylemin şiddeti artar. Böylece bağımlılıklar oluşur. Alışveriş de bağımlılık konularından birisidir.

Ayakkabı bağımlılığı köklenme ihtiyacı ile ilgilidir. Köklenmek yani hayata ve bedene aidiyet sağlamak kişi için zorlaşıyorsa çok ayakkabı alma ihtiyacı gündeme geliyor. Bu konunun baba ile ilgisini soracak olursanız, “Babama aidiyetimle ilgili boşluklarım var” demek. Babaya güvenmek, baba atalarına aidiyet ilgili hisler yeterince değilse ayakkabı bağımlılığı başlıyor.

Çanta bağımlılığına gelince yanında taşıma, yanında hissetmek ihtiyacı ile ilgilidir. Çantanın içini ne ile istersek onunla doldururuz ve yanımızdan ayırmayız. Babanın babalığının içini doldurmak ve bu haliyle yanında taşıma ihtiyacı sonucu gelişen bağımlılıktır.

Alışveriş bağımlılığında her nesnenin ayrı duygusal tanımları vardır.

Kişi bir ayakkabıyı beğenir ve numarası ona olmuyorsa bile alıyorsa konumuz bağımlılıktır. Sadece almış olmak için alıyorsa yine konumuz bağımlılıktır. Kimi ayakkabı / çanta bağımlıları yalnızca kendisine değil etrafındaki insanlara da almaktadır, olsun yada olmasın.

Bu tür bağımlılıkların yaş aralığı yoktur. 30 yaş civarında kadınlarda daha fazla görülmektedir çünkü kendi parasını kazanma yada daha rahat alışveriş yapma özgürlüğüne sahip oluyorlar. Bu nedenle kendini daha çok bu aralıkta gösteriyor. 40-50’li yaşlarda da devam etmektedir.

Bağımlılık konusu ne olursa olsun alt yapının sadece derece ayırımı var. Yani güç, kudret ve güvenin daha çabuk onarılması yada onarılmaması ile ilgilidir. Uyuşturucu daha zor gibi görünmekle birlikte sonuçlar kişiye göre değişmektedir.

Çözüm önerim;

Öncelikle babaya ait kavramları tanımlayın. Baba sizin için ne demek? Babadan size akan ve akmayan duyguları ayırıp yazın. Ne beklediğinizi, nelerden eksik kaldığınızı görüp anlayın.

Kişi kendini tanımaya ve aradığının ne olduğunu ne bir şekilde bilmeye başladığında karşı taraftan talepleri de ona göre yeniden düzenleniyor. Babadan özgürleşmek ve onu affetmek sadece bağımlılıklar değil birçok önemli konunun çözümünü sağlamaktadır. Biraz beklentilerden de özgürleşmek gerekir.

Başa çıkamadığınız bir durum varsa mutlaka destek alın.

“O neden senin baban?” Sorusunun tüm süreçlerine en doğru yanıtları bulmak gerekir ki çalışmalarımızla bunu sağlıyoruz. Bu sorunun cevabı yaşamı çözen anahtarlardan birisidir. Keza “O neden senin annen?” sorusunun cevapları bambaşka konuların anahtarıdır. Bir anne ve babadan oluyor ve doğuyorsak, onlarla olmak için kuvvetli sebeplerimiz var demektir.

Aile olmamızı sağlayan tüm görünmeyen sebeplerin en kolay, verimli ve anlamlı şekilde dönüşmesine niyet ediyorum.

Ebru Demirhan

www.ebrudemirhan.com

Yazının devamı...

Bir Gün Dünyanı Değiştirir

Aslında sadece

1 Gün…hayatları değiştirebilir mi? Bir an herhangi birimize mucize veya felaket getirirken bir gün her şeyi etkileyebilir mi? Doğru bir şekilde kullanırsak zaman bir süper güç olabilir mi?

Şu an için kanatlanıp uçamayız belki, ya da görünmez olamayız. Ancak bizim, hepimizin, tüm insanlığın ortak bir bağı var. O da hayran kaldığımız kahraman, alim, evliya dediğimiz sabırlarına gıpta ettiğimiz kişilerin anlattığı ancak bizim unuttuğumuz öğreti: Mutlak kaynak

“İnsanlar ağaçlardan ders almalıdırlar. Onlar; ne üzerlerinde barınan kuşların ne gölgelerinde yatan insanların ne de verdikleri yemişlerin hesabını tutarlar.”

Dünya alem başımıza gelen olaylar gösteriyor ki, biz “ farklı” olmanın, çeşitli sebeplerden “daha” ve “üstün” olmanın fırtınasına kendimizi kaptırıp, insan olmanın faniliğini unuttuk. Şimdi hatırlıyoruz ki, “nerede olursan ol, nasıl olursan ol, ölümlüsün”. O zaman sadece bir gün boyunca çalışırken, otobüse binerken, alışveriş yaparken, sokakta karşıdan gelene bakarken iyi kötüyü düşünmesek? Evet.. kendi gücümüzle yaratamadığımız bir kainatta var olanı ne sebeple olursa olsun iyi/kötü yargılayamayacağımızı hatırlasak. Yani bir ağaca nasıl bakıyorsak, güneşi, dağları taşları nasıl görüyorsak o kadarında bıraksak. Kendimizi içten ve dürüstçe yaratılışında ortak olmadığımız milyonlarca varlıkla aynı mekanda olmanın huzurunda bulsak.

Yeni bir günle gelen 24 saat için gördüğümüz, duyduğumuz, bildiğimiz her şeye karşı duygumuzu sıfırlamak elimizde..“O ki geleni kabul ettiği için hem o yoluna çıkanlardan, hem de yoluna çıkanlar ondan memnun” bir gün yaşamak. Aksi takdirde filmin sonunu biliyorum diyerek yaşamak neyi değiştirir? Keyifli olmadıktan sonra “haklı” olmanın ne önemi kalır? Artık fark edelim ki “haklı çıkmak” alevi içimizi ısıtır gibi yapsa da doğruluğunu kabul ettirene kadar önüne kattığını yakan bir yangındır. Bu yangını söndürmenin tam zamanıdır.

Sadece bir gün, karşılaşacaklarımızdan huzurlu bir memnuniyet duyalım ve o memnuniyet arttıkça o günün ne güzel aktığını, nasıl güzel meyveler verdiğini birlikte yaşayalım. İçimizdeki Yaradan ışığını yakıp sadece onunla dolaşalım. Kalpten kalbe konuşup, sözümüzü tartalım, ağır gelenleri denize atalım.

Her gün; hep birlikte sadece içimizdeki Yaradan ışığını takip edeceğimiz, sözümüzün, niyetimizin, düşüncelerimizin olumlu, anlayışlı ve sevgi dolu olacağı gün olsun.

İnsan olmayı her an, her gün hatırlamak - hatırlatmak, yaşamak – yaşatmak dileğimizle,

Sevgi ve şifayla ...

Ebru Demirhan

Yazının devamı...

Çocukların Kaygısı

ÇOCUKLARIN KAYGISI, ÖFKESİ ANNENİN SUÇLULUĞU ...

Dünyaya gelmelerine aracı olduğumuz minik, güzel canlarımız küçücük bedenlerine fazla gelecek birçok duyguyu yaşayabiliyor. Bizlere “Ne yaşanmışlığı var ki bu kadar öfkeli, korku dolu ya da kaygılı?” dedirtecek kadar duygularını yoğun yaşayabiliyorlar. Yüz ifadeleri, beden dilleri, ağlama krizleri, yemeğe olan tepkileri de duygularını oldukça güzel anlatıyor.

Bebekler hem kendiliklerinden getirdiklerini hem de DNA ile ebeveynlerden ve atalardan aldıklarını getiriler. Bu harmana çevreden aldıkları, yaşadıkları, bilinçaltı kayıtları, düşünce şekilleri de eklenip duygularla birleşince yavaş yavaş kişilik oluşmaya başlıyor. Her bireyin kendini ifade etmekle ilgili birçok yöntemi olabiliyor. Bebekler ve çocuklar da sürekli olarak kendilerini, duygu ve düşüncelerini ifade ederler.

Bir çocuğun duygudurumunun kaygılı ya da öfkeli olmasının arkasında görünen ve görünmeyen çok fazla etken olabilir. Aile içindeki sevgi, güven akışının sağlıklı olmaması, ebeveynlerin çocuktan yüksek beklentileri, ebeveynlerin kendi aralarındaki güç savaşları, aile içinde geleceğe güvensizlik, toplumsal süreçlerden yüksek oranda etkilenmek, çocukları yapabileceğinden fazlası için zorlamak, mükemmeliyetçi yaklaşımlar, çocuğun umursanmadığını hissetmesi, aile ve okulda her türlü istismar, aileye güvenememek, şiddete maruz kalmak, aşağılanmak, alay edilmek gibi tüm etkenler çocuğun kaygılı bir şekilde geri durmasını ve iletişimini azaltmasını sağlayabilirken öfkeli ve saldırgan olmasına da zemin hazırlamış olabilir.

Normal nedir? Bir çocuğun normal olması ile ilgili yine insan sayısı kadar tanıma ulaşırız. Normal derken ortalamadan mı bahsederiz yoksa tek tipten mi? Çocuğun kaygılı olması normal dışı mı? Ya öfkeli olması? Normal derken genellikle sorun çıkarmayan, söyleneni yapan çocuktan bahsederiz. Her çocuk söyleneni yaparsa nasıl ilerleyeceğiz? Her çocuk annesi ve babası gibi olursa gelecek dünün aynısı olmaz mı? Çocuklar “normal” tanımının dışında davranıyorsa bir şeyleri iyileştirmek, daha iyiye ilerletmek içindir.

Herkesin yaşanmışlığı, aileden DNA ile aldığı yaşanmışlıklar ve kişilik etkenleri, biriktirdiği, hayat amacı ve yaşam yolu birbirinden farklı. Aynı ailede içinde dahi çocukların yaşamları farklı olabiliyor. Kardeşlerden birisi neşeli diğeri öfkeli olabiliyor. Aynı davranış şekli bir çocuğun kaygılı ve çekingen olmasını diğer çocuğun öfkeli ve saldırgan olmasını sağlayabiliyor. Güzel çocuklarımızın iç dünyaları oldukça farklı ve derin. “Sen yapamazsın” demek bir çocuğa “Evet, ben yapamam bu yüzden yapmamalıyım” dedirtirken diğerinde “Ben yaparım, sen de izlersin” sertliğine sebep olabiliyor.

İşte tam burada anneler ya kendilerini suçlamaya başlıyorlar ya da aile içinde ve çevre tarafından suçlanmaya başlıyorlar. Çocuklarına yetemediklerini düşünüp kendi iç dünyalarından daha da endişeli ve kaygılı oluyorlar. Anne ve çocuk arasında rahimde kordonla kurulan bağın tüm hayatta organik bir şekilde devam etme prensibinden dolayı annenin hisleri çocukta cevap bulur. Bu evrensel bir kuraldır. Yani anne kendini suçlar, endişe ve kaygıyı arttırırsa çocuk suçlanmayı arttıracak, endişe ve kaygıyı besleyecek şekilde davranmak zorundadır.

Anne ne hissederse çocuk onu alır ve o duyguyu besleyecek davranışa yönelir. Anne çok neşeli ve rahatsa çocuk da neşeyi ve rahatlığı besleyecek şekilde davranır. Annenin duyguları karmaşıksa çocuk da karmaşık ifadeler seçer. Aradaki bağ kendini tekrar eder bir hale bürünür. “Koşma düşersin” cümlesine ve endişesine çocuk cevap vermek zorundadır. Tıpkı “Sana güveniyorum” inancına cevap vereceği gibi. Çocuk ile annenin bağı ortaya çıkan davranış ve duygudurum bozukluklarında tek etken olmamakla birlikte kuvvetli bir güce sahip.

Ne yapmalı?

Kaygılı ve çekingen çocuklarınızı zorlamayın. Onların size, kendisine ve hayata güvenmesini sağlayın. Biraz zaman alabilir, sabırlı davranın. Kaygılı, çekingen olmalarını, ilişki ve iletişim becerilerinin gelişmekte olduğunu kabul edin. Arkasında yatan sebebi bulmaya çalışın ve bu arayışın anlamlı olabilmesi, doğru noktaya yönelebilmek için çocuğunuzu tanıyın. Çocuğunuzu tanıyarak onun sebeplerini anlarsınız. Arkada yatan sebepleri anlamaya çalışırken suçlama, suçlanma, yargılardan uzak durun ki gerçeği daha kolay yakalayın.

Çocuğunuz öfkeli ise onun enerjisini dönüştürebilecek, ona keyif verecek aktivitelerde olmasını sağlayın. Öfkesini ve öfkeli olma halini kabul edin. Hatırlayın, reddettiğiniz hiçbir şeyi çözemezsiniz. Çözüm istiyorsanız kabul edin. Onunla konuşun, konuşturun. İçini açmasını sağlayın. Çocuğunuzu tanımak için çaba sarf edin. Onu etiketlemeden anlamaya çalışın. Öfkenin aslında ona da fazla olduğunu bilin. Onun yaşam yolculuğunda bir fener olduğunuzu, yol gösterdiğinizi hatırlayın. Kendine bir şeyleri yük edinmiş ve öfke ile ifade etmeye çalışıyor. Yüklerini paylaşın.

Suçluluk anneliğe yakışmaz. Eğer ki şiddet uyguluyor, çocuğunuza zarar veriyorsanız suçlu hissedip aynı eylemleri tekrar ettirmek yerine yardım alın. Her anne yüksek seviyede sevgi dolu olmak zorunda değildir. kendi içinizdeki yetersizlik duygusunu onarmaya çalışın. Çocuğunuzu yetersizlik, suçlu annelik duyguları ile bu duygulara cevap verecek eylemlere yönelttiğinizi hatırlayın. Kendinize, anneliğinize güvenin. Eksiklik nerede ise o noktaya odaklanıp çözüm yolunu bulmaya çalışın. Suçluluk ve yetersizlik hapishanesinden çıkın, oraya uygun değilsiniz.

Sevgiyle,

Ebru Demirhan

www.ebrudemirhan.com

Yazının devamı...

Yaşamın Sembolü

Bazı fikirler vardır, hayatımızı nasıl yaşayacağımızı hiç de bilmeden ortaya çıkar ve yayılır. Fikirler kabul görse de görmese de işler durur. Fikirler yayılmak ister, her yere ve herkese ulaşmak ister. Sahibi, üreticisi ile bağını kesecek kadar büyüyüp herkesin olmak isterler. Fikirlerin kendine ait bir kimliği olur.

Fikir hep bir sembol bulur kendisine. Sahibinin de hikayesini içeren bir sembolle kendisini ifade eder. Alan Turing’in kırmızı elması gibi. Dünya zamanı içinde ilerler, gelişirken bir yandan bireysel hayatlarımızın bir parçası olurlar. Her gün elimizde, çantamızda, cebimizde taşıdığımız bir nesnenin üzerinde yer alırken aslında bir tarih de taşır bu gibi hikayeler.

Fikirlerin, sembollerin en kolay yayılma aracı teknoloji oldu. Üretici ile tüketicinin bağını kuvvetlendirmekten koparmaya kadar giden yoğun bir ilişki yumağı geliştirdi. Tesla’yı tanırız, biliriz fakat fikirleri bugün farklı sembollerle çamaşır makinemizin dönmesini, bilgisayarı kullanmamızı, hoş bir sohbet anında içeceğimizin sıcak ya da soğuk olmasıyla ilişkileniyor.

Kaynağının Kim ve ne olduğu bilinmeksizin ve belki de önemsenmeksizin teknoloji hayatımıza yayılıyor. Henüz ne kadar ileri gideceğini bilemiyoruz. Teknoloji insanın evrimine hizmet eder. Beynin, yapabilirliğin, düşüncenin sınırlarını zorlar. Düşünülmeyeni düşündürür, yapılmayanı yaptırır, gidilmeyen yolları önümüze çıkartır. Nerede insan için gerçek faydada olacak nerelerde insanı yönetecek kavrayamıyoruz. Aslında her şey henüz başladı. İcat edilme niyetlerinden bağımsızlaşalı çok oldu. Artık teknoloji kendi hikayesini yazıyor ve tüm sembolleri bir arada ve bağımsız kullanabiliyor.

İnsanın hizmetinde, insan kadar önemli olan teknolojinin neresindeyiz? Merkezinde miyiz, dışında mı? İnsan mı teknolojiyi besliyor yoksa teknoloji insanı besleyip büyüten bir yapıda mı? Hepsine “evet” diyebiliriz. Hepsi bir arada sürekli yeni bir oluşum yaratıyor.

Teknolojiye, akıp giden bilgiye, her an yeniden doğuran iletişim, bilişim dünyasına bakarken hayran olduğun kadar endişeli de oluyor olabilirsin. Bilişim ilerledikçe sana hizmet eden taraflarından beslenip ve zekana güvenerek kalanını ayırmayı başarabilirsin. Diğerlerinin aklına gelmeyen ya da aklına gelse de işletemediği bilgileri ortaya koyan, yaşamı kolaylaştırmak ve bakış açılarını değiştirmek, farklı deneyimleri bilişimle sağlamaya çalışan teknolojik dünyanın sana getirdiği kolaylıkları alıp yaşamının parçası yapabilirsin. Hatırla ki sen ve yaşamın her şeyden özelsin. Senden bir tane var. teknoloji ile yaşamını diğerlerine benzeten, tek ve sıradan yapıdan uzak durabilirsin.

Yaşamın ve kendin için ismin önemli bir sembol. Ayrıca kendin için bir sembol bulup özel olduğunu kendine hatırlatabilirsin. Kendi sembolün ile yaşadığın süre boyunca “sen olmayı” hayatına yayabilirsin. Varlığına saygı duyan her şeyi kullanıp varlığına anlam yüklemeyen her türlü teknoloji, konu ve insandan uzak durarak hayatına anlamını yeniden iade edebilirsin. En güzel fikir kadar güzel, en özel sistem kadar nadirsin.

Ebru Demirhan

Yazının devamı...

İlişkilerde Denge

PARTNER İLİŞKİSİNDE ALMA VERME DENGESİ

Birçok keyfi ve sorunu barındıran ikili ilişkiler alma – verme dengesi ile rahata ermektedir. Aldığın kadar vermeli verdiğin kadar almalısın. Her konun bir dengesi var elbette. Sunmaktan hoşlanan kişi ile sunmaktan hoşlanmayan kişinin denge anlayışı “denge”de olamayacaktır. Denge unsurlarını tartabilmen için kendin hakkında çok şey öğrenmen gerekiyor. Gördüğün gibi her türlü konu ve kavram dönüp dolaşıp sana geliyor.

Mevcut ilişkin içinde ne olsa daha iyi olurdu? Bu sorunun cevabında diğeri için planladığın değişiklikler şimdilik etken olmasın. Yani, önce o değişsin demenin ilişkiye bir fayda sağlamayacağını bugüne kadar gördün. Sen nasıl olsan her şey değişir? Sende olan en ufak değişiklik diğerinde büyük etkiye yol açabilir. O nedenle önce sen. Diğeri nasılsa seni takip edecek. Taraflardan birisi soruna odaklandığında diğer daha çok soruna sebep olur. Çünkü odağın değişmesi gerekir. Çözümü çabuk görebilmen için bazen daha fazla sorun gerekebilir.

İlişkinin içinde sorunlarla uğraşırken çözüm dışında kalır. Dikkatin neredeyse enerjin orayı besler. Çünkü çözüm ortamda olmayandır. Bu nedenle soruna çok teslim olduğunu gördüğünde dur ve ilişkiyi, kendini, diğerini dışarıdan izlemeye çalış. Görmediğin yada fazladan gördüğün, hissetmediğin yada fazladan hissettiğin neler var acaba? Dışarıdan izlediğin zaman görmediklerini, hissetmediklerini hissetme şansın olacaktır. Kendin, ilişkin partnerin için büyük bir pencere açmış olacaksın. Temiz hava herkese iyi gelir.

İlişkinin içinde var ise sözlü, duygusal ve fiziksel şiddetin hemen çıkartılması gerekmektedir. Şiddetin her türlüsü yaşama dair ne varsa törpülemektedir. Yaşamın yeşermesi için şiddetten bağımsız olmak gerekir.

İlişkilerimiz yaşam anlayışımızı yansıtır. “İdare eder” bir yaşam bilinçaltı kayıtların var ise “idare eder” bir ilişkin olur. “Yeteri kadar” dersen yaşam için bilinçaltından gelen derin sesle, yeteri kadar bir ilişki kaçınılmazdır. Hayatımızın mini kompleksleri ilişkilerimiz sorun varken yaşamın tamamının yüzünü asmaya keyif ve sevgi varken yaşamın tamamını coşturma kudretindedir. Neşeli, sevgi dolu, paylaşımlı bir ilişki herkesin hakkı. İlişkiler en az iki kişiliktir. Senin hakkın olan diğerinin de hakkı. Yaşamınız, ilişkilerin neşeli coşkunluğuyla dolup taşsın. Sevgilerimle….

Ebru Demirhan

www.ebrudemirhan.com

Yazının devamı...

Sınav Stresini Aile Olarak Yönetmek

Lise, üniversite gibi sınavlar çocuklarının yaşamında önemli dönüm noktalarıdır. Süreçlerin sonuçları belirlediği sınav dönemlerinde bazı aileler ve çocuklar mutlu iken bazıları değil. Mutsuzluklar ise çoğunlukla beklentilerin yüksek olması ve sınavı –ki hazırlık, sınav ve sonrası bir bütündür- iyi yönetememekle ilgilidir.

Aileler çocukları için çok çaba sarf ediyor ve sonucunda başarı bekliyorlar. Anne – baba olarak son derece haklılar. Başarıda ve başarısızlıkta çocuk kadar ebeveynlerin de katkısı olduğunu bilerek yürüyelim. Sıvan süreçlerinde aile içinde karşılıklı fiziksel, duygusal, ruhsal ve akılsal destekler olmalıdır. Burada destek, ilgi, maddi sunumlar, yönlendirmeler gibi konularda ailelerin üzerine tam anlamıyla düşeni yaptıklarını düşünelim. Tüm bu konulardan bağımsız “çocuğu ve onun içinde var olacağı geleceği tanıma” konusuna değinmek niyetindeyim.

Çocuklarınızı gerçekten tanıyor musunuz? Ailenize doğdular ve onların ilk tüm tohumlarını ebeveynler olarak sizler ektiniz. Ektiğiniz tohumlar, inançlar, söyledikleriniz ve onların akıl almaz gözlemine tabi olan davranışlarınız sonucunda ortaya bir şey çıktı. Ve bu şey kişinin içinden gelenlerle harmanlandı ve artık o bir birey olarak yerini aldı. Olmasını istediğiniz konulara ve alanlara doğru yönlendirmeye çalıştınız. Sevgi beklentisi, onay ihtiyacı gibi birçok görünmeyen ihtiyaç çocuklara ebeveynlerin taleplerine yönlenme güdüsü verdi. Belki de ona hiç uygun olmayan, olmayacak, içinde iken hep “bir eksik var” duygusuna sahip olacağı alanlara yönlendirdiniz. Bu yönlendirme bilinçten uzak ve kendiliğinden olur. Çıkışı ise tamamen iyi niyetlidir.

Ebeveyn çocuğunun iyi, mutlu, başarılı, kazanan olmasını ister. Bunun için bir şekil, standart vardır aklında, çocuğu o şeklin içinde hayal eder. Tecrübesi o şeklin içinde mutlu, başarılı, kazançlı olunacağından yanadır. Oysa gözlemlediği haller ile çocuğunun gerçekten örtüşüp örtüşmeyeceğini pek düşünmezler. Bir diktatörlük hali değil kastettiğim, sadece öyle olsun isterler. Çocuğun kendi gerçeği ile bağ böylelikle zayıflar. İşin kötüsü biçilen kostümün kendisine uygun olduğunu zanneden çocuklarda başarısızlığın yarattığı hayal kırıklığı daha da büyük olur. O hayalin içinde geçekleştiği zaman elbisenin üzerine oturmadığını ve hatta oturmayacağını anlamak çok üzücü.

Beklentilerinizi çocuğun gerçekliğini tanıyarak sunmakta fayda var. İnsanların üç şekilde öğrenme şekli vardır. Görsel, işitsel ve dokunsal. Görsel öğrenen çocuk okuyarak, takip ederek, göz teması kurabileceği yöntemlerle öğrenebilir. İşitsel çocuklar dinleyerek öğrenir. Dokunsal çocuklar not alarak, kitabı, defteri ellerinde tutarak çalışma eğilimindedir. Görsel algısı yüksek bir çocuğa işitsel ya da dokunsal çalışma sistemi fayda etmeyecektir.

Çocuğun becerilerinin ve isteklerinin kesiştiği konular ailelerin taleplerinden daha önemlidir. Çocuklarınızı tanımaya çalışın. Onların hayallerini dinleyin. Onlara güvenin. Ve hatta hata yaptıklarında size güvenmelerine yardımcı olun. Çalışmak, sorumluluk almak, istikrarlı olmak gibi en çok puan getirecek konulardan neden uzak durduklarını tespit etmeye çalışın. Sakin ve anlamaya, yardımcı olmaya niyetli konuşmalardan fayda sağlayabilirsiniz. “Senin için ……. yapıyoruz” gibi cümlelerin hiçbir motive edici tarafı yoktur. Aksine öfke ve reddediş getirir. “Senin için ne yapabilirim?” “Sen kendin için ne yapabilirisin?” “Senin kendin için yapmak istediklerine nasıl yardımcı olabilirim?” “Ebeveyn olarak seninle gurur duymamızı ister misin?” gibi sorularla yaklaşın.

Şimdi olmadıysa bir daha olmayacak diye bir kural yok. Tüm şartlar bir arada iyi bir sonuç getirmedi ise eksikleri onarmak ve gidermek için gereken zamanı karşılıklı birbirinize tanıyın. Kavga daha çok kavgaya sebep olur.

Sevgili çocukların sonradan “keşke” dememek için üzerlerine düşenleri yapması gerekiyor elbette. Zaman düşündüğünüzden daha da kıymetli güzel çocuklar. Olmanız gereken “an”da olmaya yönelin ve uzun vadedeki mutluluk ve huzurunuzu “şimdi” satın alın. Ders çalışırken, kendinizi motive ederken, sınavlarda sadece olduğunuz “an”ın içinde kalın. Ne biraz öncesi var ne de biraz sonrası. Yalnızca o “an” var. Her şey bittiğinde her an senin nasılsa. Ders çalışırken ve sınavlarda beyninin iki yarısını, kalbini, düşünceni ve duygunu kur; bir bütün olarak çalışmaya odaklan. Anlarken hisset, hissederken aklının çalışması devam etsin. Şimdi ne olduğunu ve gelecekte ne olabileceğini düşün, hisset. Zor mu, elbette ki hayır! Bir bilgisayar oyununda olduğunu düşün ve kendini yönet. Çok eğleneceksin.

Sınav başarısı beklentisini karşılamayan çocukların içlerinde biriken duygular ve ebeveynleri ile yaşadıkları üzüntüler geleceğe akıyor maalesef. Bizim gibi sınavların yaşam eğrisini belirlediği ülkelerde her sınav duygusal bir baskı haline geliyor. Sağlıkları çok etkileniyor. Ve üniversite bitip iş hayatına atılacakları zaman özellikle mülakatlarda büyük sorun yaşıyorlar. İşi girerken yapılan kişilik testleri, yazılı sınavlarda ve mülakatlarda beklentiyi karşılayamama korkusu hemen kendisini gösteriyor ve çocuklar bildiklerini ifadede zorlanıyorlar. Şimdiki zamanda birlik bilinci içinde ilerlemek gelecek için iyi bir yatırımdır.

Tüm sınavların aile birliği ve bütünlüğü içinde, çocukların ait olacağı alanlara yöneldiği şekilde tamamlanmasına niyet ediyorum.

Ebru Demirhan

www.ebrudemirhan.com

Yazının devamı...

Hayat Amacına Giden Yol

Çoğumuz “Neden bu hayattayız, amacımız ne, neden bunları yaşıyoruz?” sorularının haklı merakında..

Hayatımızın amacını anlamak ve o farkındalıkla ve bilgelikle yaşamda yol almaktan daha güzel ne olabilir!

Hayat amacı dediğimiz bu hayatta insanlara yardım eden birisi olmak, köy öğretmeni olmak ya da büyük aileyi tek başına sırtlanıp çekip çeviren olmanın gururu, idealist bir doktor ya da bilim insanı olmak değildir. Bu ve benzeri durumlar sadece yaşadığımız sonuçlardır ve bunları yaşayadururken hayat amacımıza ne kadar yakınız onu da tartışabiliriz.

Hayat amacımız bu dünyaya gelirken gerçekleştirmeye söz verdiğimiz seçimimizdir. Ruhumuzun bu hayatta tamlığını ve mükemmelliğini bedenli halimize hatırlamak için özgür iradeyle seçtiği yoldur. Ruh yaratılışta tam ve mükemmeldi, küçücük bir duyguyu eser miktarda eksiltmeye gönüllü olup, o eksikliği dünya hayatında tamamlamaya niyeten beden buldu. Yaradan’a verdiğimiz sözdür hayat amacımız. İçine doğduğumuz aile, şartlar, toprak bilinçaltımızın kaydettikleri hepsi hayat amacımız doğrultusunda belirlenir. Her şey boşu boşuna ya da tesadüfen olamayacak kadar mükemmel tasarlanmış, şükür ki..

Dünya hayatında ruhun kudretini, ruhla birliğin tamamlayıcılığını unutan insan aklı, hayat amacını da unutur ve yaşamda bambaşka şeylerin peşine düşer. Düştüğümüz her yol, olan olmayan her şey, tüm yaptıklarımız ve yapamadıklarımız hepsi bizimdir, anlamlıdır ve kıymetlidir. Sorumluluğumuzu ve payımıza düşeni almayı bildiğimiz sürece hepsi bizi kendi gerçeğimize götüren işaretler, yol göstericilerdir. Ruhumuz da tüm sevgisi ve rehberliğiyle bize hep sorar aslında, emin misin, kendi gerçeğinin peşine düşecek misin yoksa bu yolda devam etmekte ısrarcı mısın? Genelde duymayız, biz duymadıkça o biraz sesini yükseltir, sonra biraz şiddetini arttırır.. Ruhumuzun tek istediği söz vererek geldiğimiz yola, kendimizi gerçekleştirme yolumuza girmemizdedir. Bugünden geçmişe baktığınızda tekrarlanan benzer döngülerinizi bulup hatırlayın. Benzer olaylar, durumlar ve kişilerle olan karşılaşmalarınızı, biri bitti biri başladı, biri gitti diğeri geldi dediklerinizi.. Hayatın ve ruhunuzun mesajını fark edin. Onu ısrarla nasıl duymadığınızı fark edin. Fark edin ki her şey öğrenmek ve öğretmek içindi, fark edin ki suç da yok, suçlu da, yakamızı bırakmayan talihsizlik de. Hepsi, biz talihsizliğin, acının, mutsuzluğun, afsızlığın, öfkenin yakasını bırakalım diye gerçekleşiyor. Nasıl da sıkıca tutunuyoruz o lanet ettiğimiz geçmişimize, olaylara ve insanlara. Öyle sıkı tutunuyoruz ki hiçbir zaman geçmişin konusu olamıyorlar, hepsini şimdimizde ve hatta geleceğimizde var ediyoruz.

Suç da yok, suçlu da dedik, bu hayatta yaptıklarımızın ya da yapmadıklarımızın sorumluluğunu öylece üstümüzden atabiliriz demek değildir. Lütfen karıştırmayalım. Çocuğunun taciz edilmesine göz yuman ebeveynler suçludur, doğayı kendi malı sanarak dilediğince katleden şirketler ve hükümetler suçludur. Kadına tecavüz etmeyi hakkı sanan insan suçludur.

Hayat amacımız ruh bedene indiği andan itibaren sürüngen beyine kayıtlanır, sürüngen beyin yaşam boyunca onu saklayıp korumakla görevlidir. Bilinçaltı tüm karalarını, kodlamalarını hayat amacımız doğrultusunda yazar. Peki nasıl bulurum hayat amacımı derseniz akılla üzerinde düşünerek bulmamız biraz zor demek doğru olur. Akılla ulaşabileceklerimiz hem sınırlı, hem de bizi dağıtan çok fazla değişken ve müdahale var. Derin meditasyon bir yöntem olabilir ve birazcık zamana ihtiyacımız olabilir. Sürüngen beyinde kayıtlı hayat amacı bilgisine ulaşmaya yardımcı olan çeşitli seanslardan da faydalanabilirsiniz. Güvendiğiniz ve kalbinize sinen bir danışmanla ilerleyebilir, farklı meditasyon, içsel rehberlik ve seans yöntemlerini öğrenerek kendinize uygulamayı seçebilirsiniz.

Sevgiyle,

Ebru Demirhan

www.ebrudemirhan.com

Yazının devamı...

Çekingenlik Kader Değil

Çekingenlik kendisini farklı şekillerde gösteren ve zaman zaman hayatı zorlaştıran bir duygudurumudur. Tecrübe ediliş biçimleri de oldukça geniş ve çeşitlidir. Kimi insan için kendini anlatamamak, ifadesizlik, sessizlik, utangaçlıktır. Kimi insan ise bunu kaygı bozukluğu, anksiyete, panik atak ve çeşitli fobilerle çok daha sert ve fiziksel olarak da acı veren şekilde deneyimler.

Çekingenlik diye tabir ettiğimiz ve hayatta aslında bir sonuç olarak yaşadığımız bu durumun altında birbirinden çok farklı bilinçaltı sebepler ve kayıtlar bulunur. Bilinçaltının farklı bir depolama ve sınıflandırma şekli vardır. Anne rahmine düşüşün 40. gününden itibaren tüm yaşam boyunca her bir saniye 70 milyon veri alıp 2.000 veriyi seçer, kayıtlar ve biriktirir. Bugün hayatımızda yaşadığımız durumlar bu birikimin bir sonucudur. Gerçek ve kalıcı bir çözüm ise sadece semptomları baskılamakta değil kaynağa ulaşabilmek ve onu onarmaktadır.

İnsanların çekingenlikle ilgili çözüm algısı genellikle oldukça basittir: ya çekingen olan insandan faydalanılır ya da o kişi sürekli daha “girişken olma” konusunda uyarılarak iteklenir. “Sesin çıksın biraz, biraz girişken ol!” gibi cümleleri pek çoğumuz defalarca duymuş ve hatta kurmuşuzdur da. Fakat bu yöntem çözüm üretmediği gibi çekingen diye tabir ettiğimiz kişiyi daha da sıkıştırabilir ve yaşamla arasındaki mesafenin daha da açılmasına yol açabilir. Yapamıyorsa bir sebebi var ve çözüm zorlamak değil!

Çözüme gidebilmek için deneyimlediğiniz çekingenliği doğru tanımlamanız önemli. Çekingenliğin ifade konusunda mı, eyleme geçmekte mi, saklanma ve kendini saklama ihtiyacın mı var, güvende mi hissetmiyorsun, insanlara mı öfkelisin, kendini değersiz mi hissediyorsun, hata yapmaktan mı korkuyorsun, yaşamı kendini ifade etmek isteyecek kadar değerli mi bulmuyorsun, çekingenlik ile kendini ya da diğerlerini mi cezalandırıyorsun, çekingenliğin sadece otorite karşısında mı aktive oluyor, senin için otorite nedir ve kimlerdir?

Kendine karşı şefkatli ve sabırlı olarak duygularını gözlemleyerek çekingenlik rutininin altındaki duygu gerçeğini bulmayı deneyebilirsin. Kendini hayattan ve diğerlerinden çektiğin her anda kendine şefkatle sor: “Ne olsa kendimi güvende hissederim/kendimi daha iyi ifade ederim/kolayca harekete geçerim...?”. Kendinde tespit ettiğin duyguları bu soru kalıbının içine oturtarak kendine sor.

Güvendiğiniz ve kalbinize uyan bir danışman aracılığıyla yapacağın bilinçaltı çalışmalar da sizi daha hızlı ve kalıcı bir çözüme ulaştırabilir. Kendini tanımak, anlamak ve bilmek çok kıymetlidir. Bunu yaparken akıl ve egodan doğru faydalanabilmek önemlidir. Bir danışman desteğinin faydası da tam olarak burada devreye girer.

Her anının içinde çözümleri görmek, duymak, fark etmek ve alıp kullanmak niyetiyle..

Sevgiler

Ebru Demirhan

www.ebrudemirhan.com

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.