SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Niyet Etmek

Bir nefes alıyorsun. O nefes tüm hücrelerine yeni bir yaşam anı sunuyor. Bütün hücrelerin zihninin izin verdiği ölçüde yaşamı alıyor. Bir nefesin içine biraz duygu biraz da düşünce karıştırıyorsun. Al sana yaşamın ta kendisi. Ve nefesini verirken yenisi için yer açıyorsun. Ve ...yine düşüncen ve duygun yaşamın oluyor, tüm bedenine ve enerji alanına karışıyor ve çekim yasan alıp işletiyor.

Yaratıcılık; her bir nefes anının içine dolan yaşamı kendinde faydaya dönüştürerek niyetlerine aktarmaktır. Gün içinde birçok niyetlerimiz dileklerimiz, isteklerimiz oluyor. Kendimiz için, aile bireylerimiz için, sokakta aç kalanlar için, soğuktaki evsizler için, arkadaşlarımız ..... ve daha bir çok kişi için ister dururuz. Ama farkında olmadan isterken istemiyoruz.

Bilinçaltı "istemek" kelimesini zihnin gözüyle görmez. İstemek kelimesi eylem içeriği olarak "isteme eylemini" yani isteye durmayı barındırır. Aslında hareketsiz ve fazlasıyla durağan bir kelimedir. Yaradan'a isteği gönderme ama almak ya da işletmek için bir eylemde bulunmamayı içerdiği için evrensel yasalardan "Hak" ve "Sorumluluk" Yasalarına aykırıdır.

Yaşamın içinde bir şeyler "ol"sun diyorsak "istemek" kelimesi yerine "niyet ediyorum" demek kaliteli bir sonuç verir.

Örneğin,

"Çok para istiyorum." cümlesinde -çok para isteye duruyorum- bilinçaltı anlamı vardır. Oysa ki "Çok para kazanmaya niyet ediyorum." cümlesi -para kazanmak için gerekeni yapacağım ve Yaradan bana yardım eder- bilinçaltı anlamını verir. Görüldüğü üzere yaşamsal sonuçları çok farklıdır.

"Huzur istiyorum." cümlesinin -huzura ihtiyacım var ama huzur beni bulmaz ki- bilinçaltı anlamı vardır. Onun yerine "Huzurda olmaya niyet ediyorum." cümlesi -beni huzurdan uzak tutan durumları görüyorum ve çözüm için uğraşıyorum- bilinçaltı anlamı vardır. Burada da gördüğümüz gibi -istiyorum- kelimesi sorunun artarak devamını getirirken -niyet ediyorum- çözüm üretmektedir.

Yaşamın engelleri ya da çözümleri aynı hızla gerçeklik kazanır. Engel yaratmak da çözüm yaratmak da eşit mesafede.
Temiz zihin kolay hayattır. Kolay olan güvenlidir. Kolay aşk, kolay para, kolay iş, kolay ilişkiler, kolay anlayış ….. bugün sizinle.

Sevgi ve şifayla kalın.

Ebru Demirhan

Yazının devamı...

Uçakla Yolculuk mu!

Uçak korkusu, çocuktan yaşlıya herkeste görülebilen bir korku türüdür. Yaşanmış bir olay, izlenmiş bir film veya belgesel, abartılarak anlatılan bir hikâye durumun öncelikle korku yaratmasına ardından fobiye dönüşmesine sebep olabilir.

Uçaktan korkanlar, mümkün olduğunca uçak yerine başka ulaşım araçlarını tercih ediyorlar. Bu da sınırlanmak ve daha fazla yorgunluk demek... Zaman kısıtlılığı, mesleki gereklilikler gibi uçağı mecbur kılan durumlarda, öncesinde ya da uçuş sırasında alkol kullanarak gevşemeye çalışılıyor. Bu bir miktar rahatlatıcı olsa da alınan alkol miktarı, uçaktaki basınçla birleşince rahatsız edici olabilir. Sakinleştirici ilaçlar kullanan kişiler de çoğunlukta. Uçağa binme fikriyle başlayan gerginlik uçuş sonrasında da sürüyor. Bu nedenle kişi ve etrafındakiler için uzun süreli ilişki sorunlarına da yol açmakta.

En temel korku ise ölüm korkusudur. Diğer korkularda, ölüme atfedilen duyguların izlerini görebiliriz. Örneğin sevilmemekten korkan biri için öldükten sonra ceza alacağına inanması arasında bir paralellik vardır. Benzer şekilde karanlık korkusunu ele alırsak, karanlıkta tıpkı ölümden sonrası gibi bilinmezlik hâkimdir. Bu nedenle kişinin ölüm kavramına neler yüklediği önemlidir.

Korkuyu yenmek için; korkunun başladığı anı bulup o andan bugüne kadar bilinçaltında bir temizlik yapılması gerekir. Ölüm kavramı ile barışmak en çok işe yarayan yöntemdir. Ölüm tüm süreçler için gereklidir ve her birimiz için tanımlıdır. Ölümle barışmak, korkulardan arınmak ve yaşam kalitesini arttırmak için iyi bir yol… Kendi kendinize çalışmak için ise “uçarken güvendeyim” gibi olumlamaları tekrarlayacağınız küçük yöntemler deneyebilirsiniz.

Uçak fobisi olan kişiyi, korkusu ile yüzleştirmek korkunun büyümesine sebep olur. Kişi zaten o korkuyu yenebilecek olsa korkuyor olmazdı. Uçuş fobisi olanları ite kaka uçağa bindirmeye çalışmak, çok olumsuz sonuçlar yaratabilir. Keza böyle uçağa binip kalp krizi geçirerek hayatını noktalayanlar da var. Çözüm yolu, korkunun altında yatan sebeplere ulaşmaktan geçiyor.

Vurgulanması gereken önemli bir nokta da korkunun doğal ve gerekli olduğudur. Yetişkin insanlar, korkularını açığa vurmaktan çekinip, korkusuz görünmeyi tercih edebiliyorlar. Oysa çözüm için sorunun varlığını ortaya koymak ilk şarttır. Ayrıca korkuların bazı yararları olduğunu da kabul etmemiz gerekiyor. Korku, yok etmemiz gereken bir duygu değil. Bizi daha tedbirli kılar ve tehlikeyi algılayıp önlem almamızı sağlar.

Öneriler: Sorunu halletmeden uzun yolculuk yaşamamaları en önemli uyarım. Genellikle uçak korkusu ve yolculuk korkusu kişinin tek başına halledebileceği duygular değildir. Ego bu tarz korkuları çok sever. Birey, egonun engellerinden dolayı korkusunun temeline ulaşmakta zorlanır.

Sevgilerimle

Ebru Demirhan / Yaşam Tasarım Merkezi

Yazının devamı...

Kişisel Gelişim Eğitimleri Neden Uygulanamaz?

Kişisel gelişim, sürekli yenilenen büyük bir bilgi yumağıdır. İnsanlar eğitimlere, seanslara ya da workshop’lara katılıyorlar. Fakat kısa bir zaman sonra alışkanlıklar bedende ve zihinde eski yerini alıyor. Bu noktada bilginin kullanılabilir olması, anlatım şekli gibi anlatıcı etkenleri dışında iş tamamen katılımcıya kalmaktadır.

Bilgiyi ve yetenekleri hayata geçirmek için o bilgiyi kalıp halinde görmektense kendinize ve hayatınıza uyarlamaya çalışabilirsiniz. Bilginin omurgası sabit kalmak üzere uygulanışı kişiye göre esnektir. Bilgi insanla uyumludur oysa günümüzde insan bilgiye uymaya çalışıyor. Bilgiyi yiyecek gibi düşünün. Alıp bedeninizin sindirmesine izin verin. Faydalı kısmını alın diğerlerini bırakın.

Kendiniz için çalışmalar alıyor fakat yerleşimine izin vermiyorsanız bu, kararlı olmadığınız anlamına gelir. Buradaki amacımız, “Kişisel gelişime ayak uydurmak kolay, başarmak kolay, yenilenmek kolay, değişmek kolay” bakış açısını yerleştirmektir. Sadece eğitime katılmak sizin için tüm dünyayı değiştiremez. Önce değiştirmeye kendinizden başlamanız gerekir. Değişmekten korkmak yerine gözlerinizde ve kalbinizdeki cesaretle değişime hazır olun.

Bedeninizin, duygularınızın, aklınızın alışkanlıklarının dışına çıkmak bazen zorlayıcı olabilir. Alışkanlıkları kırmak danışan için zorlaştıkça danışman için zorlaşır. Bu birlikte alınan bir yoldur. Danışanlar çok çeşitlidir, danışmanlar gibi. Öncelikle kendiniz için en uygun kişiyi bulmanıza niyet ederim. Karşılıklı güven ilişkisi oluştuğu andan itibaren çalışmalara başlanabilir. Birlikte alınacak bu yolda danışman da üzerine düşeni yapacağı konusunda danışana güvenmelidir.

Hayatın sorumluluğunu alan her bir birey yol alır. Yaşamına sahip çıkan, öğrenme temeli olan herkes için yol açıktır. Yürümek ona kalır. Sürekli dışarıyı suçlayan kişiler için biraz daha zamana ihtiyaç vardır. Uzun ve her iki taraf için de emekli bu yolculuğun niyet edilen sonuca ulaşması “sorumluluk bilinci” ile başlar ve devam eder.

Danışmanlar ve yapılan tüm çalışmalar aracıdır. Her anlamda güvenli bir köprü olmak zorundadır ki danışan karşıya rahat geçsin. Sonrasında kişi kendi yoluna yavaş yavaş bırakılır. Kişi yolundaki ayrık otlarını temizlemeyi, engelleri aşmayı hatta ortadan kaldırmayı öğrenmiştir.

Sorumluluğunu alan ve almayan, yaşamla bağını kuran ve kuramayan, anlamların peşine düşen ve düşemeyen herkesin yolu açık olsun. Olan ve olmayan her şeyin bir anlamı var. Anlamları bulmanıza ve kendi yolunuzda olmanıza niyet ediyorum.

Sevgilerimle,

Ebru Demirhan

Yazının devamı...

Ekrana Bağımlılık

Çocuklar, neslimizi aktardığımız, geçmiş ile geleceği birbirine bağlayan yegane varlıklardır. Kendi kimliği ve özellikleri ile ailemizin ve toplumun önemli parçasıdır. Çocuk, yetişkinler ve toplumsal kurumlar tarafından da korunması, kollanması gereken en küçük bireydir. Çocukluk çağında, sosyalleşme ve iletişim kurma becerisinin arttığı, dilin kullanımının öğrenilip olgunlaştığı dönem yaşamın tamamı adına oldukça önem taşıyor.

Günümüzde teknoloji ve iletişim alanında yaşanan hızlı gelişmeler ve modernleşmenin yaşama getirdikleri, iletişimin çeşitliliğini ve karmaşıklığını her geçen gün artırıyor. Bu süreçte yetişkinler ve çocuklar arasında, aile ve sosyal çevre içindeki iletişimin seyri de değişiyor. Çocuğun aile ve okul içinde oyun kültürüyle başlayan sosyalleşme süreci; yaşının büyümesi, becerilerinin ve ihtiyaçlarının artmasıyla çeşitleniyor.

Teknolojinin geldiği noktada çağdaş anlatıcı televizyon, çocuklar için en etkili ve tercih edilen eğlence araçlarından biri olmaya devam etse de, gittikçe artan oranda evde, okulda ve sosyal yaşamda elektronik medyalar ile iletişim kuran, sanal dünyada var olan çocuk ve genç nesil ile karşı karşıyayız. Tabletleri ve cep telefonları bedenlerinin parçası olmuş, arama motorlarından hızla bilgi toplayan ve kullanan, sosyal medyanın diliyle; kısa, simgesel ve esprili konuşmaya çalışan, görsel kültürün hedefi ve tüketicisi konumundaki bir kitle oldu çocuklarımız ve gençlerimiz. Doğal olarak televizyon deneyimleri de çok çeşitli, hızlı ve hareket halinde. Yoğun olarak takip ettikleri şeyler kimliğinin simgesi, izledikleri yıldızlar rol modelleri haline gelebiliyor.

Her zaman her yerde kolayca ulaşılabilirlik sayesinde ekranlardan kopmayan çocuklar için en önemli sorun; gerçeklik algısının bozulması. Çocuklara kurmaca gerçeklikler içinde sunulan içerikler, onları somut yaşam pratiklerinden ve gerçekliklerinden uzaklaştırıyor. En önemlisi; her ne kadar materyaller farklı görülse de bu çoklu medya ortamlarında hazırlanan içerikler, birbirlerine çok benziyor ve çocukları aynılaştırıyor. Aynı zamanda günlük hayatta iletişim kurmaktansa oyunlarda sanal bağlantıda olmak aynı şekilde düşünen ve hareket eden modeller üretiyor.

Teknolojinin iyi niyetli kontrol mekanizmasını yönetemediğimiz için yerini yapay bir güç paranoyasına bıraktı. Yetişkin ve çocukların ‘her an izleme/izlenme, takip etme/edilme, gözetleme/gözetlenme pratikleri içinde kayboluyoruz.

Ekran bağımlılığı ile çocukluğu yok olmuş; sokakta oyun oynamayı unutmuş, aile içinde, sosyal yaşamda çok az konuşan, kendini ifade etmeyen, yaşam becerileri gelişemeyen, gerçeklik algısı sürekli kırılan çocuk ve gençlerimiz, gerçek yaşamda ne kadar ilerleyebilirler? Küçük ama etkili adımlar atarak bu tür çocuklar için bir şeyler yapabiliriz. Ebeveynler olarak önce ekranlarla olan ilişkimizi, bağımlılığımızı sorgulamalı, öz eleştiri yapmalıyız. TV ve elektronik medya ekranlarındaki çocuğa sunulan içerikler hakkında bilgi sahibi olmalıyız. Sizin veya çocuğunuzun takip ettiği içerikleri, onunla seyretmeniz, olumlu ve olumsuz özellikleriyle üzerinde konuşarak değerlendirmeniz oldukça önemli. Böylece aile içinde tartışma ve yorumlama kültürünü de geliştirebilirsiniz. Özellikle şehirlerde yaşayanların yaygın sorunu olan yeterince birlikte zaman geçirememe olgusunu hafifletmenin yollarına odaklanabilirsiniz. Bireyselleşme ile yalnızlaşma arasındaki farklar üzerine çocuklarınızla birlikte yorum yapabilirsiniz. Acaba çocuklarınız ekranda neyi arıyor? Günlük hayatta, ailesinde, arkadaşlarında bulamadığı ne var ki ekranda bulduğunu zannediyor? Bu sorulara dikkatinizi vererek ve çocuğunuzu tanımaya çalışarak onu anlamanın gerekliliğini fark etmeniz önemli.

Sınırlandırma ve dengeli kullanımdan başlayarak, çocuklarımızın ekran pratiklerini kontrol etmeli, edebilme bilgi ve becerisine sahip olmak için çaba göstermeliyiz. Sürekli tavır ve karar değiştirmek, yetişkinlerin kendi huzurları için bu sorunu görmezden gelmesi de sorunun hızlıca ilerlemesine destek veriyor. Çocuklarımızdan hareketle geleceğimiz adına ekran deneyimlerimizi daha sağlıklı hale getirebilmek için gün içinde ekrana ayırdığımız zamanı tespit etmeli ve neden ekrana bakarak vakit geçirdiğimizi, ne aradığımızı, ne hissettiğimizi, hangi duygularımızı tamamlamaya çalıştığımızı gözlemlemek faydalı olabilir.

Gerçek ile sanal arasındaki fark çocuklara olduğu kadar yetişkinlere de büyülü ve güzel görünüyor. Artık hayatlarımızı ekrandan ayıramayız. Karar vermemiz gereken şu ki, ekran mı hayatlarımızı yönetecek biz mi ekranda kalma zamanımızı yöneteceğiz? Boş zaman kavramını yeniden düşünmemiz ve yorumlamamız gerekiyor. Ekran tüm boş anları dolduruyor. Çocuklarımız ile dünyamız değişti, onlar ve sonrasındaki nesiller bizlerin çocukluğunu yaşamayacak. Onların bizi anlaması oldukça zor. Biz onların dünyasını keşfederek söz sahibi olabiliriz.

Ebru Demirhan

www.ebrudemirhan.com

Yazının devamı...

Aldatılmak

Sadakat huzurla birleştirip güvenle taçlandırdığımız bir duygu ve durumdur. Hayatta tüm ilişkilerin içinde olmasını arzu ettiğimiz sadakat aldatma, aldatılma ile gölgelenmiş olabilir. İnsan neden aradığını bulamaz da hep istemediği şeyle karşılaşır? Bunun çok uzun ve derin bir denklemi var.

Öncelikle bilinçaltının nasıl çalıştığını bilmeniz önemli. Dikkatiniz nerede ise bilinçaltını onu kayıtlar. İçsel niyetiniz sadakatli bir ilişki fakat dikkatiniz güvensizlikte ise bilinçaltı yaşanacaklar listesine güvensizliği alır. Dikkatin ve gözün nerede ise enerjin orada çalışır. Bilinçaltı da enerjinin aktif olduğu konuyu alıp yaşam formülüne ekler. Oldukça basit olan bu kural evrenseldir yani herkes için eşit seviyede geçerlidir. Bilinçaltı partnerinizi takip ederken “Bana sadık mı?” diye takip ederseniz sadakati alır ve yaşam yolunuza sadık insanları alır. Dikkatiniz “Beni aldatıyor mu? Ona güvenebilir miyim? Güvensiz birisine benziyor” gibi düşünce ve sorularda ise davet ettiğiniz konu ne yazık ki güvensizlik ve sadakatsizlik olacaktır.

Yetiştiğimiz ortam, aile içi sadakat, anne – baba ilişkisi içindeki güven ve evlilik akdine olan sadakat oldukça önemlidir. Ailede şahit olduğumuz hikayeler ve yetiştirilme şekli aldatma, aldatılma konusuna zemin hazırlamakta. Anne – baba aile içinde aldatma ve doğal olarak aldatılma normal karşılanıyorsa fikren ve bilinçaltı seviye normalleştiği için hayatın parçası olması olağan. Aldatmak konunun bir parçası ise diğeri için aldatılmak da o seviyede konunun parçasıdır. Yani bir hanede, ilişkide aldatmak varsa eşit oranda aldatılmak vardır. Konuya bakışımızı her ikisini de içine alacak kadar geniş tutmalıyız.

gibi kültürel inançlarla büyütülmek ya da bunlara maruz kalmak aldatma – aldatılma konusunun önemli bir parçasıdır. Erkeğin aldatan olduğuna ve kadının buna razı olması gerektiğine inandırılarak büyütülen insanlar gün gelip bu hikayede kendine bir rol düştüğünü görecektir.

Anne – baba ailesinde yaşanan aldatmaya karşı çok tepkili olan bu nedenle herkese potansiyel sadakatsiz gözüyle bakan kişiler endişe, kaygı ve korkunun ne kadar üretken olduğunu hatırlamalıdır. Sırf bu sebeple hiç ilişki yaşamayıp yalnız kalmayı tercih eden insan sayısı az değildir.

Aldatma deyince aklımıza ilk erkekler gelse de aldatmak da aldatılmak da insana dair bir konudur. Bazı insanlar için gizemler, kaçamaklar, esrarengiz bir olayın parçası olmak oldukça eğlenceli gelir. Kimi insan sadece bunu yaşamak için aldatır. Kimi insan normalleştirdiği için aldatır. Kimisi yaşadığı kişi ile kuramadığı ilişkinin, yaşayamadığı arzularının hayata geçmesi için aldatır. Kimisi sevilmeyi sever, tercih edilmenin peşindedir. Kimisi neden aldattığını bilmez.

Kuantum alanda “cenin enerji” adında bir bağ vardır ki çoğunlukla erkek ile anne arasında kurulur. Dünya tarihi boyunca erkek (baba, kardeş, dayı, amca, oğul, eş) uğurlanmış, geri dönerse bağra basılmış dönmezse ağıdı yakılmıştır. Erkek ava gitmiş, savaşa gitmiş ve de çoğunlukla dönmemiştir. Her nesil öncesindeki tüm ataların yaşanmışlıklarını DNA ile alır ve işletir. Nesilden nesle aktarılan bilgide “erkek doğar ve bir şekilde gider” inancı yerleşince anneler farkında olmadan oğlu doğururken onu korumak için enerjisini kendinde tutar. Oğul doğar, büyür fakat eril enerjisinin bir kısmı annesinin rahminde kalır. Dünyanın cenin enerjili erkek oranı küçümsenemeyecek orandadır. Annelerine bağımlı olabilirler. En ufak bir hastalıkta çocuklaşırlar. Ve kendi enerjilerini tamamlamak istedikleri için çok fazla ilişkiye girip onlara ait olanı toplamaya çalışırlar. Gerek anneler gerek oğulları için bilincin devrede olduğu bir davranış şekli değildir. Atalar kayıtlarının yol açtığı bilinçaltı tarafından işletilen bir durumdur. Aldatmanın arkasında var olan, görünmeyen çok önemli bir etkendir.

Cenin enerji bağları anne ya da erkek çocuk ile yapılan çalışmalarda dönüştürülür. Oğullarınız için cümleleri ile yapacağınız içsel konuşmalarla onları özgür bırakabilirsiniz.

Her ilişkinin, hanenin, yuvanın güven ve sadakatle taçlanması, sevgi ve huzurla işletilmesine niyet ediyorum.

Sevgilerimle,

Ebru Demirhan

Yazının devamı...

Mutlak Olasılıklara Açılmak

Yaşama, çözümlere, mucizelere nice anlamlar yüklüyoruz. Keyfimiz yerindeyse hepsi güzel ve kolay. Canımız biraz sıkkınsa “eh işte” der omuz silkeriz. İşler daha da karışıksa hepsine öfkeli olur, “imkansızlık” etiketini de yapıştırırız.

Oysa yaşam bir kaynaktır. Her ne getiriyorsa tersini de bir yerlerde tutuyor demektir. Sağlığımız yerindeyken hastalık yaşam çemberimizin dışında kalır. Paramız az iken para da yaşam çemberinin dışında demektir. Aradığımız huzura dokunamadıysak huzursuzluk çemberde huzur çemberin dışındadır. Yaşama yüklenen anlamlar ise tamamen kişinin sorumluluğundadır. Çemberin içinin ve dışının tanımları oldukça önemlidir.

Çözümler ve mucizeler de yaşama verdiğimiz anlamlardan payını alır. “Yaşam zor” “Her şey çok zor” “Sorunları çözmek mümkün değil” “Ya bu deveyi güdeceksin ya bu diyardan gideceksin” gibi yerleşmiş kalıplarla da çözümlerin ve mucizelerin yolunu kapatırız. Ne yazık ki kendimizi yaşamın güzel tarafından alıkoyarız.

Yaşamın mükemmel bir hediye olması her şeyi barındırmasından kaynaklanıyor. “Hayat en güzel hediye” diyerek gülümsememizin arkasında yatan bilgelik de budur. Yaşam insan için gerekli olan pozitiften negatife her şeyi barındırır. Ve yine her şey birbirini destekler, besler, büyütür ve güçlendirir.

Yaşam böyle aka dururken bizlere “mutlak olasılık” olarak tanımlanan çözümler okyanusunu tanımak gerekir. İşte “her şey”den kasıt mutlak olasılıktır. Her anın içinde birçok olasılık yani mutlak çözümler vardır. İnsanlar ya sorun havuzunda yüzerler ya da çözüm havuzunda. İki havuz yan yana ve birbirine geçişli alanlardır. Yani bir sorunun içinde boğulabilir ya da onun içinden çıkıp sorunu tespit ederek çözümleriyle ilgilenebilirsiniz.

Mutlak olasılık tanımını açıklamak için piyano imgesini kullanabilirim. Uzay boşluğunda, gökyüzünde başı ve sonu olmayan piyano tuşları düşünün. Her biri bir çözüm içeriyor. Her bir tuş içerdiği çözümün titreşimini veriyor.

Yapılan çalışmalar insanların bir olay karşısında en fazla 4 çözüm yolu bulabildiklerini gösteriyor. Üstün zekalı olarak tanımlanan kişiler çözüm sayısını beşe çıkartırken Einstein altıya çıkabiliyor. Şimdi tekrar piyano imgesine dönelim. En fazla 4 çözüm içeren tuş aralığında duruyoruz. Bu tuşların da kendi sesleri var. Notalardan örnek verirsek, do, si, la, re sesleri olsun bu tuşlar. Peki hayatta karşımıza çıkan sorunların sesleri de bu kadar mı? Elbette hayır. Oldukça çeşitli sesler sorun olarak karşımıza çıkıyor. Bizler ise alışkanlıklarımız, zihin programlarımız, çözüme açılma alışkanlığımızın olmaması, sorun havuzunda kaybolmak gibi hallerimizden dolayı her sorunu aynı bakış açısı ile çözmeye çalışıyoruz. Bu nedenle sorunları çözemiyoruz.

Oysa mutlak olasılıkta bir adım geri atıp kısıtlı seçenek yerine tamamını görmeye ve zihnimizi gerektiği zaman gereken çözümleri almaya programlayarak her an çözüm içinde kalabiliriz. Böylelikle sorunu tanımlar ve hemen uygun çözümü görüp kullanabiliriz.

Zihnimiz bizleri kısıtlı tutarak farklı kazançlar elde eder. Kendi içinde farklı bir matematiği vardır. Sadece zihinle düşünmek ve hareket etmek yaşamın çeşitliliği için yeterli değildir. Zihin, ruh, duygu ve bilinçaltı işbirliğine ihtiyacımız var. Kendimizi bir bütün olarak görmeliyiz. Bu bütünün kendi içindeki uyumu yaşam ve içindeki her şey ile uyumunu da getirecektir. Kendi ile uyum sağlayan yaşamın pozitif dinamikleriyle uyum sağlar.

Mutlak olasılığı her nasıl imgeleyebiliyorsanız öyle düşünün, tüm çözümlerden, bolluk – bereketten, sevgi ve güçten, bilgelikten, yaratıcılık ve güzellikten beslenmeye niyet ettiğinizi iç sesinizle o ortamda dile getirin. Bilin ve inanın ki her birimiz ihtiyacımız olan tüm çözümlere ulaşabiliriz.

Yaşamın kolaylığının anahtarı olan mutlak olasılıklardan faydalanmanıza niyeten,

Sevgiyle,

Ebru Demirhan

Yazının devamı...

Falcılık

Doğum ve ölüm net olarak belirlidir, bunun dışında yaşam ana kaderi noktalar dışında insanın özgür seçimine bırakılmıştır. Her anın içinde öğrenme devam eder. Her öğrenme yeniden yazmaktır yaşanılacakları.

İnsan geleceği öğrenmenin peşinde olmuştur hep. Geleceği, olacakları öğrenmenin atılacak adımlara ilgili hazırlık olduğu düşünülür. Oysa geleceği bilmek daha fazla mutsuzluk getirebilir. Bildiğin bir gelecekte neşen ve umudun kalmaz. Hayatın sürprizleri yok olunca yarına uyanmanın tadı kalmaz.

Emin adımla yürümek ister insan, “başıma kötü bir şey gelecekse bileyim” der. Muhtemel kötü olayları bilmek durumu mühürler, kesinlik kazanır. Bilmeden öğrenerek yürürsen o olayları yaşama ihtimalin kalmaz. Değiştirilebilecek olaylar bilinerek ve kabul görerek tartışmasız gerçek olurlar. Bilmeden öğrenmek için yürü, en iyiye ve güzele, en yüksek ihitimalli çözüme odaklan. Kolay ve eğlenceli olan budur. Geleceği bilme telaşı insanı falcılara, geleceği okuduğuna inandığı insanlara yönlendirir.

Geleceğini yazıp oynamak için sana sunulan tüm bilgeliği bir kenara bırakıp, bir kahve fincanı içine sıkışmış telve öbeklerine bakarak sana gelecek yazma keyfini başkasının iki dudağına bırakmak ne acı! Mademki aklın kendine gelecek yazmaya yetmiyor öyleyse iç bol köpüklü bir kahve otur bak içine, ne diliyorsan gelecekten sen iki dudağının arasından döktür sese söze. “Biz laf olsun diye bakıyoruz, baktırıyoruz, hiç inanmıyoruz ki fal bizim sohbet eğlencemiz” diyenlere de birkaç söz edeceğim ne yazık ki. Siz inanmıyorum diyip neden her fırsatta o fincanı kapatıp birilerinin önüne sürersiniz ki? demek ki aradığınız, duymak istediğiniz bir şeyler var. Ama bilin ki bilinçaltınız o kişiden çok bilgi alıp yerleştiriyor.

Bilinçaltı toprak, dışarıdan gelen bilgiler tohum gibidir. Ekilen verilerin içinde bolca falcı bilgisi var emin olun. Ve ona verdiğiniz duygu ile bilgiler zaman sonra gerçek oluyor, “oldurdu” diyip o kişinin peşine yeniden düşüyorsunuz. Böylece hiç durmadan kendinize engel oluyorsunuz, olduran sizsiniz.

Benim falcım hiç kötü şeyler söylemiyor diyeceksiniz şimdi de.

-İyi nedir? Senin iyin o kadar mı!

-Daha iyisine neden tüm kapılarını kapatıyorsun? Ayrıca bilinçaltın bu iyilikten ne anladı bilmiyoruz.

Uzun lafın kısası fal ve benzeri bilgiler yaşam ve öğrenme gücümüzü başkalarına teslim etmektir. Yarını sen programlarsın, bugünü nasıl yaşarsan yarının öyle olur. meraklı mısın, hep merakta kalırsın.

İlahi sistemde fal bakmak yaşama müdahale kabul edilir. Fal bakan baktıranla aynı kefareti üstlenir. Geleceğe başkasının gözü, sözü ile tohum ekmek ortak bilince müdahale etmektir, kişinin kendi talebi de olsa zarardır. Fal baktıranlar kendi güçlerini kullanmadıkları için tekamüllerinde ve ortak bilinçte boşluk yaratırlar. Yaşam sizin, sahip çıkın. Duymak ve yaşamak istediklerinizi kendinize söyleyin, yazın ve oynayın.

Keyifle yaşamanıza niyeten,

Ebru Demirhan

www.ebrudemirhan.com

Yazının devamı...

Çakralar ve Yaşamın Akışı

Bedendeki enerji merkezlerini ifade etmek için kullanılan “çakra” kelimesi Sanskritçede tekerlek anlamına gelmektedir. Yaşam enerjisi ile sürekli saat yönünde dönen bedensel enerji alanlarını ifade etmektedir. Bedende yüzlerce çakra olmakla birlikte genellikle 7 ana çakradan bahsediliyor. Meridyen noktalardan ya da akupunktur noktalarından bahsedersek işte onların her biri de aslında bir enerji merkezi yani çakradır.

Çakralar, bedenin önünde ve arkasında olmak üzere iki uçlu harekete tabidir. Şifa hali için sürekli olarak saat yönünde ve uyumlu bir hızla dönmeleri gerekir. Bu belli yön ve hız şifada olma halidir. Ne zaman ki çakraların dönüş hızı ve yönü değişmeye başlar o zaman enerji akışı bozulur. Bu bozulma ile çakranın kapsadığı alan içinde yer alan her bir organ, doku, damar, vücut sistemleri ve hücrede sağlık sorunları ortaya çıkmaya başlar. Çakraların kapalı olma hali sadece ölüm anındadır, bunun dışında enerji akışı bozulur ama çakra kapanmaz.

Gelelim bu enerji akışının nasıl bozulduğuna..

Taç çakra ilahi sistemle, kök çakra dünya ile bağımızdır ve birbirlerine dikey şekilde bağlı çalışırlar. Diğer 5 çakramız da bedenin önü ve arkasında olmak üzere yatayda iki uçludur. Taç çakra ile ilahi sistemden enerjiyi alır, bütün çakralarda işletir. Kök çakramız ile dünyaya bağlanırız ve magmadan enerji alır, yukarıya doğru tüm çakralarımızda işleterek yeniden taç çakradan ilahi sisteme bağlanırız. Bu akış her bir anın içinde yüzlerce kez ve kendiliğinden gerçekleşmektedir.

Çakralarımızın her bir ucunun temsil ettiği farklı konular vardır. Örneğin 5. çakra, ifade çakramız önde boğaz ve üst solunum yollarını, arkada boyun, ense, fıtık bölgesini kapsar. Ön ucun konuları ifade, anlayış ve anlaşılmak iken, arka uç ifade edemediklerimiz, anlaşılmamak, söylemeyip biriktirdiklerimiz gibi konularla bağlı çalışır. Bu konularda yaşadığımız sorunlar önce enerji akışını bozar ardından da yerini fiziksel hastalıklara bırakabilir. Boyun düzleşmesi, bronşit, faranjit, boyun fıtığı, tiroid, guatr gibi sağlık sorunlarının altında duygusal kaynakları yani ifade problemleri yatar.

Diğer çakralarımızdan da kısaca bahsedelim. 1. çakra, kök çakramız, kırmızı renktedir, kuyruk sokumu ucunda yer alır, dünya ile bağımızı temsil eder. 2. çakra, yaratım çakramız turuncu rengi ile alt karın bölgesindedir, cinsel kimlik ve çözüm merkezimizdir. 3. çakra, yaşam çakramız mide bölgesindedir. Sarı rengi ile yaşamın merkezinde olmak, yaşanmışlıklara ve yaşanmamışlıklara dair biriktirdiklerimizi kapsar. 4. çakra, kalp çakramızın konusu sevgidir. Pembe ve yeşil bir aradadır. 5. çakra ifade merkezidir. Gökyüzü mavisi rengindedir. 6 çakra, parlement mavisi olarak ön tarafında 3. Göz yani sezgiler arka ucunda ise korku, kaygı, endişe temelli çalışan amigdala yer alır. 7. çakra, taç çakramız ilham, mutlak sevgi ve mutlak şifa bağlantımızdır. Mordan beyaza renk akışı vardır. Başa dokunduğu nokta beyazdır.

Bedenimizdeki bu enerji akışını dengede ve uyumda tutmak bize “iyi” hissettirir ve sağlıklı olmamızı sağlar. Bu denge ve uyuma niyeten yapacağınız küçük ritüel ya da eylemlerle ideal enerji akışına dönmeye destek olabilirsiniz.

Her sabah uyandığınızda gözlerinizi kapatıp yukarıdan başınıza, baştan ayağa, ayaktan dünyaya ve sonra dünyadan ayağa, ayaktan başa, baştan ilahi sisteme olan bu akışı hatırlayıp, hissederek dengesine niyet edebilirsiniz. Her duşa girdiğinizde aynı akışı hatırlayıp, bedeninize temas eden suyun bu akışı düzenleyerek ideal hale getirdiğini hayal edebilirsiniz. Kalbinize sinen herhangi bir çakra meditasyonu bulup dinlemek de bir seçenek olabilir. Emin olun ki bedenimizdeki enerji akışını düzenlemek bozmaktan daha kolay!

Sevgiyle,

Ebru Demirhan

www.ebrudemirhan.com

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.