SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Uyku bozukluğu bahar depresyonu habercisi

Bahar ayları uzun bir kış döneminin ardından, yeni bir mevsimin başlangıcının yanı sıra, bizleri alışkın olduğumuz günlük rutinin dışına çıkarabilecek farklı bir doğa uyanışının ve ruh halinin habercisi olabilir. Yapılan araştırmalara göre bahar aylarında merkezi sistemimizde yaşanan bazı değişiklikler biyolojik ritmimizi oldukça etkiler. Özellikle uyku bozuklukları, telaşlı olma hissi, kaygı ve endişede yaşanan artış, iştahta belirgin bir değişiklik, ani kilo kaybı, cinsel isteksizlik, dikkatte azalma gibi belirtiler bahar depresyonunun habercisi olabilir. Bunlara ek olarak kişilerin daha önce yapmaktan keyif aldığı şeyleri yapmamaya başlaması, geçmişte zevk alınarak yapılan aktivitelerden uzaklaşması da önemli belirtiler arasında yerini alır.

Kadınların yüzde 70’i en az 1 kez bahar depresyonu yaşıyor

Mevsimsel geçiş süreçlerine bakıldığında kış aylarında yaşanan depresyon belirtileri arasında kişilerin içine kapanması dikkat çekerken, bahar depresyonunda huzursuzluk ve agresyon ön plana çıkar. Bu belirtilerin yoğun yaşandığı durumlarda destek almayı atlamamak ve koruyucu bir önlem almak gerekir. Tüm bunlara ek olarak kişinin deneyimlediği belirgin bir işlev kaybı varsa ve hayat akışında yaşanan tıkanıklıklar geçmişe kıyasla dikkat çekiyorsa mutlaka bir uzmandan destek alınmalıdır.

Bahar depresyonu aslında diğer depresyon türlerinde olduğu gibi farklı yaş gruplarında, farklı gelişimsel dönemlerde pek çoğumuzda görülebilir. Fakat yapılan araştırmalarda bu durumun görülme sıklığının 15 - 55 yaş aralığındaki kadınlarda yüzde 70 olduğu belirtiliyor.

Bahar yorgunluğu depresyonun bir parçası

Bahar yorgunluğu ve bahar depresyonu aynı tanıma sahip değildir. Bahar yorgunluğu tablosu, bahar depresyonunun bir parçası olarak sıklıkla karşımıza çıkabilir. Bahar depresyonu mevsimsel ortaya çıkışları dışında diğer depresyon türleri ile benzerlik taşıyan ve yukarıda sıralanan semptomlar görüldüğünde mutlaka dikkate alınması gereken depresif bir duygu durum olarak tanımlanabilir. Bahar yorgunluğu ve bahar depresyonunu ayırırken karşımıza çıkan en önemli ayırıcı özelliklerden biri kişinin işlevselliğindeki değişimdir. Bu değişim çocuk - ergen grubunda ve yetişkinlerde çok farklı noktalara değebileceği gibi farklı özelliklerde kendini gösterebilir. Bu nedenle kişinin hem kendisinin hem de yakın çevresinin gözlemi bu ve benzeri süreçlerde dikkate alınmalıdır.

Güneş ışığı melatonin üretimini etkiliyor

Bahar aylarında depresyonun daha fazla gözükmesinde, mevsimsel koşulların değişimi ve biyolojik ritmimizin yeni bir adaptasyon sürecine geçişi rol oynar. Kış aylarında gecelerin uzamasıyla bedenimizde melatonin hormonunun üretimi artar ve bu durum kişilerde uyku ve sakinlik hali yaratır. Fakat güneş ışığına maruz kalmaya başladığımız bahar aylarında bedenimizdeki melatonin hormonu üretimi değişir. Bu değişim depresyonla organik bir bağı olduğunu bildiğimiz uyku düzenini oldukça etkiler.

MEVSİM GEÇİŞİNİ DAHA İYİ ATLATMAK İÇİN ÖNERİLER

•Mevsim geçişi sürecini daha iyi atlatabilmek için öncelikle uyku saatlerimizin düzenini korumak gerekmektedir. Buna ek olarak gün ışığıyla temasımızı artırmak ve bedenin yeni adaptasyonuna destek olmak için önemlidir.

•Doğayla ilişkimizi kesmemek, açık hava yürüyüşleri, spor ve dengeli beslenme, beden ve ruh bütünlüğümüzü korurken önem vermemiz gereken diğer unsurlar arasında yer alır. Yaşanan bu semptomların psikolojik kökenli olabileceği gibi fiziksel hastalıkların belirtileri olarak da yaşanabileceği göz ardı edilmemelidir. .

•Özellikle tiroid hormonları ile etkileşimde olan sağlık problemlerine dair önlem almak, korucuyu muayeneleri aksatmamak önemlidir.

•Geçmişte yaşanan bir psikolojik/ psikiyatrik problemin varlığı, kişinin bu süreci ciddiye almasını ve bu belirtiler deneyimlenmeye başlandığında mutlaka bir ruh sağlığı uzmanından destek alınmasını gerektirir.

Psikolog Duygu Başak Gürtekin

İstinye Üniversite Hastanesi

Yazının devamı...

Baharda çocuk hastalıklarına dikkat!

İlkbaharda kışın sona ermesiyle oluşabilecek ısı değişimleri, sık dışarıya çıkma ve toplu yerlerde daha fazla bulunma nedeniyle çocuklarda daha sık olarak hastalıklar ortaya çıkabilmektedir. En sık olarak ateş, öksürük, hapşırık, ishal, kusma gibi semptomlar görülmektedir. Ayrıca polenlerin artmasıyla alerjik semptomlar da sık görülebilmektedir. Bu basit semptomlarının ardından orta kulak enfeksiyonu, bronşiolit, zatürre, krup sendromu hastalığı daha sık görülmektedir.

Boğulur tarzda öksürük krup işareti

Bahar aylarında en sık görülen hastalık üst solunum yolu hastalıklarıdır. Kişide boğaz ağrısı ve ateş şikayetleri, boğaz ve bademcik enfeksiyonlarının; kulak ağrısı, orta kulak enfeksiyonunun; ani başlayan boğulur tarzda öksürük ve nefes alamama sıkıntısı ise ‘krup sendromu’ adı verilen ses teli enfeksiyonunun habercisi olabilir. Bunun dışında, sık ve hızlı nefes alıp verme, öksürük, hırıltı gibi şikayetler bronşiolit ve zatürre habercisi olabilir. Bu durumlarda hemen doktora başvurulmalı ve tedavi düzenlenmelidir.

2 yaş altında burun spreyi kullanılmamalı

Gribe bağlı burun tıkanıklarında burun damlaları kullanılarak burun açılmalı, basit serum fizyolojik ve okyanus suyu kullanılmalı, ilaçlı burun spreylerinden 2 yaş altı olmak üzere kaçınılmalı, özellikle yine 6 yaş altı olmak üzere grip ilaçları ve öksürük şurupları ciddi yan etkiler olabileceği (kalpte ritim bozukluğu, havaleye eğilim gibi..) için doktora danışılmadan kullanılmamalıdır. Eğer bahar aylarında başlayan ve uzun süren öksürük, hapşırma, burun ve gözde kaşıntı belirtileri varsa alerji ihtimali gözden kaçırılmamalı ve doktora başvurarak alerji testleri yapılabilir.

KORUNMAK İÇİN…

•İlk olarak hasta kişilerle temas kesilmelidir. Eğer çocukta alerjik bir hastalık söz konusuysa, alerjiye neden olabilecek maddelerden uzak tutulmalıdır. Bunun için alışveriş merkezleri gibi kalabalık yerlerden uzak durulmalı, açık hava tercih edilmelidir. Özellikle top havuzu gibi kalabalık ve hijyeni çok iyi sağlanmayan yerlerden uzak durulmalıdır.

•Okulda hasta çocuk semptomlar geçene kadar okula gönderilmemeli, sınıflar ve odalar sık sık havalandırılmalıdır. Eller muhakkak sık sık yıkanmalıdır. El temizliği için kullanılan jeller genellikle virüslere etkili olmadığı için yıkamak çok daha önemlidir. Çok ciddi salgınlarda ise maske takılabilir.

•Beslenmeye dikkat edilmelidir. Küçük çocuklara özellikle sık anne sütü verilmelidir. 2 yaşa kadar anne sütü alımının enfeksiyonları ve alerjiyi azalttığı bilinmektedir. Bunun dışında çocuklara taze meyve suyu verilmeli, probiyotikten zengin kefir, yoğurt gibi gıdalar tercih edilmelidir.

•D vitamini son dönemlerde daha önem kazanmıştır. D vitaminin doğadaki tek kaynağı güneştir, bu yüzden sık sık güneş ışığına çıkılmalı, gerekirse çocukların D vitamini düzeyine bakılarak takviye yapılmalıdır. ‘Güneş giren eve doktor girmez’ sözü unutulmamalıdır.

Uzm. Dr. Fatih Aydın

Medical Park Fatih Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı

Yazının devamı...

Yeşilden uzak durmak poleni durdurmaz!

Bahar iyice yüzünü göstermeye başlamışken MLP Care hekimleri bu hafta "Bahara Sağlıklı Başlangıç" için önemli tüyolar veriyor.

BAHAR MEVSİMİNİN İŞKENCESİ: POLEN ALERJİLERİ

Her ne kadar bahar ayları tabiatın uyanışı, mutluluk ve neşe mevsimi olsa da birçok insan için tekrarlayan can sıkıcı alerjik hastalıklar sezonudur.

Alerji, insanların normalde reaksiyon göstermediği genelde zararlı olmayan bazı maddelere karşı tolerans kaybıyla birlikte aşırı reaksiyon göstermesidir.

Hava yolları (burun ve akciğerler) solunum vasıtasıyla havada süzülen alerjik maddelerin vücuda genel giriş noktalarıdır. Hava yoluyla ulaşan polenler, ev tozu akarları, küfler başlıca çevresel alerjenler olup bahar aylarında ‘polen’ denen gözle görülmeyen bitkilerin tohumları duyarlı olan insanlarda öksürük, astım atakları, geçmeyen burun akıntısı, hapşırık, burun, göz kaşıntısı, sinüzit gibi yakınmalara yol açar. Bu yakınmalara sürekli bir halsizlik, yorgunluk ve hatta depresyon hali eşlik edebilir.

Hangi polen türü, ne zaman şikayete yol açar?

Ağaç polenleri genelde erken baharda şikayetlere yol açarken (Şubat ortasında başlayıp Nisan ortasına kadar), çimen ve tahıl polenleri bahar ortasında (Mart ortasında başlayıp Haziran sonuna kadar) ve yaban otu polenleri geç yaz ve sonbahar aylarında (sıcak bölgelerde yıl boyunca) yakınmalara yol açar. Tahıl ve çimen polenleri, ağaç polenlerine göre daha güçlü alerjik reaksiyonlar oluşturur. Kavak polenine alerjik olduğunu düşünen insanların çoğu çimen polenlerine alerjiktir.

Yeşil alanlardan uzak durarak alerji önlenir mi?

Yeşil alanlardan uzak durarak genelde polenlerden kaçınmak mümkün değildir. Polenler gözle görünmez ve atmosferde rüzgarla yüzlerce kilometrelik mesafelere yayılabilirler.

Tekrarlayan polen alerjisi olan insanlar şikayetleri başlamadan mevsim öncesi alerjik hastalıklara yönelik koruyucu ilaçlar kullanmalıdır.

Kimler aşı olmalı?

Özellikle ilaç tedavisine rağmen inatçı şikayetleri olan veya şikayetleri çok uzun süre devam eden hastalar alerji aşısı tedavilerinden fayda görebilirler. Aşılar yıl boyu veya polen mevsimi öncesi başlanıp polen sezonu boyunca yapılabilir. Bu nedenle hangi polene alerjik olduklarının tespiti için alerjik hastalıklar uzmanlarına müracaat etmeleri gerekmektedir.

ELBİSELERİ DIŞARIDA KURUTMAYIN, MASKEYLE SPOR YAPIN

Polen alerjisi olan hastalar bazı basit korunma önlemlerinden fayda görebilir:

•Polenler çamaşırlara kolayca yapıştığı için alerjik hastalar elbiselerini dışarıda kurutmaktan kaçınmalıdır. Alerjik çocuklar eve geldiklerinde kıyafetleri değiştirilmelidir.

•Kıyafetler açık havada kurutulmamalı, saça yapışan polenleri temizlemek için yatmadan önce saçlar yıkanmalıdır. Günlük kıyafetler yatak odasında çıkarılmamalıdır.

•Göz alerjisi olanlar geniş güneş gözlükleri kullanabilir.

•Polen filtreleri sezon öncesi değiştirilmeli ve mümkünse araç kullanırken camlar açılmamalıdır.

•Polenlerin en fazla uçuştuğu sabah saatlerinde ağız ve burnu kapatan maskelerle spor yapılabilir. Bu saatlerde pencereler kapalı tutulmalıdır.

Göğüs Hastalıkları ve Alerji İmmünoloji Uzmanı Prof. Dr. Ali Kutlu

Medical Park Ordu Hastanesi

Yazının devamı...

'Yaş 70, iş bitmiş' sözü geçmişte kaldı

Yaşlanma; her canlının doğası gereği görülen, bazı işlevlerde azalmanın seyrettiği, evrensel ve yaşam boyu devam eden bir süreçtir. İnsan organizması da bu sürecin her aşamasında farklılaşarak değişik özellikler gösterir. Bireyin yaşlanması, tek bir koşula bağlı olmadan gelişen, biyolojik, ekonomik, psikolojik ve sosyal boyutlarla etkileşen karmaşık bir olgudur. Sabit ve artık değişmeyen bir yaşam dönemiymiş gibi kullanılan ‘yaşlılık’ teriminin yerine, yaşamın doğal sürekliliği içerisinde değişimini ve devamlılığını anlatan ‘yaşlanma’ terimini kullanmak daha uygun olacaktır.

YAŞAM SEVİNCİ YÜKSEKSE YAŞLI HİSSETMEYEBİLİR

Dünya Sağlık Örgütü’ne göre 65 yaş ve üstü gruba ‘yaşlı’ denilmektedir. 35 yaşında bir insan da geçmiş yaşantılarına ve enerji düzeyine bakarak yaşlandığını düşünebilir. Yaşlanma hakkındaki görüşler, kişinin o zamana kadarki yaşanmışlıkları ve hayattan beklentilerine göre değişkenlik göstermektedir. Kişinin saçları beyazlamış, eskisi kadar dik olmayan bir duruşa sahip, dişleri dökülmüş vs. olabilir, fakat her olgu gibi yaşlılık da kişinin kendisini konumlandırdığı ölçüde o kişide sirayet edecektir. Kişinin hala yaşama sevinci fazlasıyla yüksekse, hayattan beklentileri varsa ve mutluluğu için bir şeyler yapıyorsa, hobilerine vakit ayırıyorsa o kişiye yaşlı demek ne kadar doğru olur?

PİŞMANLIKLARLA YÜZLEŞME YAŞLILIK KORKUSU İŞARETİ

Kişiler şöyle bir dönüp de hayatlarına baktıklarında kendileri için çok fazla şey yapmadıklarını, gerçekleştirmek istedikleri birçok şeyi yerine getirmeyip, insanlara istedikleri gibi davranmadıklarını ve bütün bunları gerçekleştirmek için çok fazla zamanlarının kalmadığını düşünmeye başladıkları anda, yaşları kaç olursa olsun (ister 30, ister 70) yaşlılık ve ölüm korkusu yaşamaya başlarlar.

Kişi hayatının kontrolünün elinde olmadığını, artık olanların olup bittiğini ve bundan sonra böyle bir hayata mahkum olduğunu, hayatını değiştirmek için zaman kalmadığını düşünür. Bu düşüncelerin verdiği mutsuzlukla, o zamana kadarki kendisince kaçırdığı fırsatlara bakar, pişmanlıklarıyla yüzleşir, depresif duygu durumu içerisine girer ve enerjisi düşer. Terapide de çok sevdiğim bir motto olan ‘İlişkidir iyileştiren’ sözü unutulmamalıdır; kişilerin yaşları ne olursa olsun sağlıklı iletişim yöntemleriyle üstesinden gelemeyecekleri sıkıntı yoktur. Hiçbir durum için çok geç değildir. Bu noktada profesyonel bir yardım almak kişiler için iyi olacaktır.

‘YAŞ 70, İŞ BİTMİŞ’ SÖZÜ GEÇMİŞTE KALDI

Toplumda yaşlandıkça unutkanlığın normal olduğu gibi bir kanı yaygındır. Bu kesinlikle çok yanlıştır. Unutkanlığın tek nedeni Demans değildir. Kaygı ve depresyon aynı derecede unutkanlığa neden olabilmektedir. Kişilerin unutkanlıkları özellikle ‘Öktem Sözel Bellek Süreçleri’ testinin de içinde bulunduğu iyi bir nöropsikolojik değerlendirmeyle, bilişsel işlevleri etraflıca incelenerek varsa eğer kognitif kayıpları ince ince saptanmakta ve unutkanlığının Alzheimer veya başka bir demansif nedenden mi, yoksa depresyondan mı kaynaklandığı net bir şekilde görülebilmektedir. Yani ‘Yaş 70, iş bitmiş’ sözü eskimiş ve geçerliliğini yitirmiş bir kavramdır. Toplumun yaşlıların tecrübelerinden faydalanıp yaşlı insanları hayatın içinde çok daha aktif bir şekilde görebileceğimiz projelerle hayata bağlamaları gerekmektedir. Kullanılmayan işlevler yaş kaç olursa olsun körelir.

‘Yaşlı olduğu için zaten yapamaz’ diye düşünmektense kişilerin yaşam boyu yapabilirliklerini güçlendirmek, körelmesine izin vermeden devamlı olarak yeteneklerini aktif tutmak gerekmektedir. Bir ülkede kreş çocuklarının huzurevlerine götürüldüğü bir uygulama görmüştüm. Bu şekildeki moral ve motivasyon arttırıcı çalışmalar yapılabilir. İyi ya da kötü, hasta veya sağlıklı karşımızda bizden çok daha fazla yaşanmışlığı olan bireyler bulunuyor. Çevrenizdeki yaşlı insanlarla olabildiğince fazla vakit geçirmeye çalışın, parka gidin, yürüyüş yapın, kart oyunları oynayın, birlikte müzik dinleyip şarkılar söyleyin, demansı varsa bile konuşun, bırakın size onuncu kez aynı şeyi anlatsın, her defasında onu düzeltmeniz sizin de sinirlerinizi bozmaktan başka bir işe yaramayacaktır.

75 YIL SÜREN ARAŞTIRMADAN ÖNEMLİ BAŞLIKLAR…

Kaliteli ilişkiler içerisinde olmanın önemini vurgulamadan bu yazıyı sonlandıramayacağım. 1938 yılında başlayıp 75 yıl boyunca süren, sosyoekonomik düzeyi iyi ve kötü olmak üzere 724 erkek katılımcı ile yapılan, son yürütücüsü Psikiyatrist Robert Waldinger olan Harvard Üniversitesi Yetişkin Gelişimi Çalışması’ndan bahsetmek istiyorum. Bu kişilerle çalışmaya 20’li yaşlarından itibaren başlanmış ve her 2 yılda bir düzenli olarak veriler toplanmış. Bu verilerdeki yaşlanmayla ilgili en çarpıcı sonuçları özetlemek gerekirse;

•‘İyi ilişkiler bizi daha mutlu ve daha sağlıklı tutar.’ Geçimsiz bir evliliği olan kişilerin sağlık durumları incelendiğinde, boşanmış ya da yalnız yaşamakta olan kişilerden çok daha kötü durumda oldukları görüldü.

•‘Güzel, sıcak ilişkiler yaşamak koruyucudur. 80’li yaşlarında en sağlıklı durumda olan kişilerin 50’li yaşlarında en doyum aldıkları, ihtiyaç duyduklarında diğerine gerçekten güvenebilecekleri ilişkileri olan insanların olduğu anlaşıldı. Her ilişkide illa ki anlaşmazlıklar, ufak tartışmalar olacaktır. Ancak ilişkinin kalitesini bu tartışmalar bozmayacaktır, en önemlisi karşılıklı güvendir. Ayrıca bu karşısındakiyle güven içerisinde ilişkisi bulunan insanların 80’li yaşlarında hafıza testlerinde en başarılı performansı gösteren insanlar olduğu görüldü. Kaliteli ilişkiler hafızamızı koruyor.

•‘Sağlıklı bir hayat, iyi ilişkilerle inşa edilir.’ İlişkinin kalitesinin etkisi 20’li yaşlarında kişileri fiziksel ve ruhsal olarak o kadar etkilemezken 30’lu yaşlarından itibaren belirgin bir şekilde etkilemeye başlıyor.

Bu araştırmanın sonuçlarından sadece birkaçına bakarak bile görüyoruz ki, sağlıklı yaşlanmak için dikkat etmemiz gereken ana başlıklar çok açık:

1. Sağlıklı ilişkiler

2. İlişkinin kalitesi

3. Kararlı ve destekleyici evlilikler.

Medical Park Silivri Hastanesi Psikoloğu Fehime Hamaloğlu

Yazının devamı...

Yaşlanma nedir? Sağlıklı yaşlanmanın püf noktaları nelerdir?

Yaşlanmak ne demektir? Yaşlanmanın en önemli belirtileri nelerdir?

Yaşlanma; ilerleyen yaş ile birlikte hücre, doku, organ ve sistemlerde meydana gelen ve geriye dönüşümü olmayan değişikliklerin bütünüdür. En önemli belirtisi, tüm vücut fonksiyonlarında belirgin yavaşlamadır.

Yaşlanmayı etkileyen faktörler nelerdir?

Yaşlanma genetik olarak programlanmış bir süreç olmasına rağmen çevresel faktörler, beslenme alışkanlıkları, geçirilen ve hala var olan hasatlıklardan etkilenir. Bu yüzden aynı yaşta olanlar aynı hızda yaşlanmamaktadırlar.

Sağlıklı yaşlanma denince ne anlamalıyız? Sağlıklı yaşlanmanın 10 püf noktası nedir?

Sağlıklı yaşlanma; yaşlılığımızda bağımsız ve kendine yeterli olabilmek, sosyal ve psikolojik açıdan kendini iyi hissetmektir. Bunun için;

•Çoklu ilaç kullanımından (polifarmasi) kaçınılmalıdır. Hekimin ve eczacının önerdiği dozda ve tedavi şemasına uyulmalıdır. Gereksiz ilaç ve gıda takviyesinden kaçınılmalıdır.

•Düzenli yürüyüş ve egzersizler yapılmalıdır. Fırsat buldukça açık havada tempolu yürüyüşler gerçekleştirmelidir.

•Beslenmenizi gözden geçirin raf ömrü uzun aşırı tuzlu ve şekerli gıdalardan kaçınılmalı, lif oranı yüksek taze sebze ve meyvelerden zengin bir mönü ye yer verilmelidir.

•Hayattan kopmamalısınız; sosyal ortamlarda kendi yaşıtlarınızla vakit geçirmelisiniz.

•Hobiler edinerek zinde kalın; özellikle çalışma hayatınız bitmişse koroya katılma resim ve biçki dikiş kurslarına gitmek, satranç ve briç kulüplerine katılmak sizi zinde tutar.

•Yaşadığınız alanı gözden geçirin; günlük işlerinizi kolaylaştıracak tedbirler alın.

•Düzenli sağlık kontrollerine gidin; bilinen bir hastalık yoksa yıllık check up yaptırın.

•Alkol sigara gibi kötü alışkanlıklarınızı bırakın.

•Uyku kalitenizi arttırın, geceleri 7-9 saat uyumaya çalışın.

•Vücut bir bütündür, diş hastalıklarından korunmak için düzenli diş muayenesinden geçin.

Türkiye’de en sık görülen yaşlılık hastalıkları nelerdir?

Hipertansiyon; tüm dünyada olduğu gibi bizim ülkemizde de ilk sırayı alır. Özellikle tuza duyarlı hipertansiyon sıktır.

Diyabet; sık görülen bu hastalığın artık yaş sınırı maalesef çok aşağılara inmiştir.

Osteoporoz (kemik yoğunluğunda azalma).

Kalp damar hastalıkları ve yüksek kan yağları.

Kanserler.

En sık görülen geriatrik hastalıklardır.

Yaşlılık hangi yaşta başlar? Günümüzde yaşlılık sınıflandırması nasıldır?

•65 yaş ve üzeri bireyler yaşlı olarak kabul edilir.

•65-74 yaş arası; yaşlılık

•75-89 yaş arası; ileri yaşlılık

•90 yaş üzeri; ihtiyarlık

Yaşlılıkta yaş bariyeri varsa, bu neye göre belirlenir?

Yaşlılık sınırı olarak alınan 65 yaş ve üzerine bakıldığında, yaşlanmanın beraberinde getirdiği kronik hastalar yüzde 80’ninde vardır. Bu nüfusun yüzde 18’den fazlasında hareket kısıtlılığı ve birisine bağımlılık söz konusudur. Yine bu yaş grubunun yarıdan fazlasında duygusal yönden bozukluklar eşlik etmektedir. Biyolojik yaşlanma için her ne kadar bariyer belirlemek zor da olsa, kronolojik olarak 65 yaş sınır alınmıştır.

Sağlık Bakanlığı ve TUİK’in ortalama ömrün arttığına ilişkin açıklamaları, sağlıklı yaşam göstergesi mi?

Uzun yaşam her zaman kaliteli yaşam anlamına gelmez mortalitesi yüksek hastalıklar dışında yüksek morbiditeli durumlar yüzünden hayat kalitesi düşmektedir. Örneğin geçirilen serebrovasküler (beyin damar hastalıkları) hadiseler sonucu hayatta kalan fakat felçli hastaların yaşam mücadelesi gösterilebilir.

Sağlıklı yaşlanma konusunda AB ülkelerine kıyasla geride olduğumuz yönler nelerdir nasıl adımlar atmalıyız?

AB ülkelerinde doğurganlık oranın düşük olması nedeniyle yaşlı nüfus tüm nüfusun çoğunluğunu kapsamaktadır. Bu da milli gelirin büyük kısmının bu yöne kaydırmaktadır. Kişi başına düşen milli gelirin daha az olduğu ülkemizde, yaşlı kişilerin sağlıklı yaşam sürdürebilmesi için fonlar oluşturulmalıdır. Tüm vatandaşlara bireysel emeklilik bilincini aşılamak bu yönde olumlu bir adım olabilir. Herkesin yaşlı bakım evleri de dahil, tüm hizmetlere eşit ulaşabilmesi yönünde girişimler yapılmalıdır.

Yrd. Doç. Dr. Ezel Taşdemir

Medical Park Antalya Hastane Kompleksi İç Hastalıkları Uzmanı

Yazının devamı...

Yaşlanan beyin, unutkanlık, demans ve alzheimer hastalığı

Günümüzde yüksek tansiyon, şeker hastalığı ve enfeksiyonlar gibi toplumda yaygın görülen hastalıkların daha iyi tedavi edilebilir hale gelmesiyle kişilerdeki yaşam beklentisi gün geçtikçe uzamaktadır. Bu da toplumdaki yaşlı nüfusun artışı ile sonuçlanır.

Bu artış ister istemez yaşlılıkta daha çok görülen bazı hastalıkların daha fazla gözlenir hale gelmesine yol açar. Yaşlılıkta daha fazla görülen nörolojik hastalıkların başında demans ya da bunama gelir.

Aslında her yaşlanan kişinin bunayacağı gibi bir gerçek söz konusu değildir. Bununla birlikte hemen her kişide yaşlanmayla beraber çeşitli zihinsel sorunlar ortaya çıkabilir. En sık ortaya çıkan sorun, yeni olayların iyi kaydedilememesi ve gerektiğinde eski olayların kayıtları arasından gerekli bilginin hatırlanıp kullanılamaması, yani unutkanlıktır.

Ek olarak yaşlanmayla beraber kişilerin zihinsel esnekliğinde ve yeni durumlara uyum sağlama yeteneğinde de görece azalma söz konusu olabilir. Zihinsel işlevlerin yaşla etkilenen bir diğer özelliği de gerçekleştirilme hızlarındaki yavaşlamadır.

TEHLİKELİ SINIR GÜNLÜK YAŞAMIN ETKİLENMESİ

Tüm bu değişiklikler hemen her insanda belli ölçülerde ortaya çıksa da, normal yaşlı kişiler çoğunlukla hayat tecrübeleriyle bu eksikliklerin bir kısmının üstesinden gelebilirler.

Eğer bu değişiklikler kişinin günlük yaşamını etkiler hale gelir ve bağımsız yaşamasını zorlaştırırsa, artık bir hastalık halinden söz edilebilir. Yaşla ilişkili değişikliklerin mümkün olduğunca geç dönemde ve düşük düzeyde gerçekleşmesi için alınabilecek en önemli önlem, yaşamın erken dönemlerinde, özellikle de orta yaş ve sonrasında hipertansiyon, şeker hastalığı gibi günümüzde büyük ölçüde kontrol edilebilen sağlık sorunlarını erkenden tespit ve tedavi etmektir.

Bununla beraber demansın (bunama) gelişmesinde kişinin genetik özelliklerinin de katkıda bulunacağını göz ardı etmemek gereklidir.

Demans, kişinin zihinsel işlevlerinde çoğunlukla geri dönüşsüz ve ilerleyici bir kayıpla giden bir hastalıktır. Bir kişinin zihinsel işlev bozuklukları ancak günlük yaşamı etkileyecek düzeye ulaştığında o kişiye demans tanısı konur.
En önemli sorun, sıklıkla ‘unutkanlık’ olarak adlandırılan hafıza sorunları olsa da, zaman ve yeri bilememe, kişileri tanıyamama, konuşma ve anlama bozuklukları, hesap yapma, okuma yazma gibi daha üst düzey beyin işlevleri de demans tablosunun gelişimi sırasında gözlenen özelliklerdendir.

KARBONMONOKSİT ZEHİRLENMESİ DE DEMANSA YOL AÇABİLİR

Günlük yaşamdaki aksamalar da başlangıçta daha karmaşık olan alet kullanma (televizyon kumandası, cep telefonu, ATM’ den para çekme gibi) becerilerle ilgiliyken hastalık ilerledikçe; giyinme, yemek yeme, tuvalete gitme gibi temel alanlarda da gözlenir hale gelir.

Demansın birçok nedeni vardır. Bunların en çok bileneni ve en sık görüleni Alzheimer hastalığıdır. Damar sorunları (beyindeki damar tıkanmaları tıkanma ya da kanamalar), çeşitli infeksiyonlar, B12 vitamini gibi bazı maddelerin eksiklikleri, karbonmonoksit (şofben ve mangal zehirlenmeleri) zehirlenmesi ve tiroid hastalıkları gibi daha birçok neden de demansa yol açabilir.

EV İŞLERİ YAPILAMAZ HALE GELMEYE BAŞLIYOR

Alzheimer hastalığı, ön plandaki belirtisi unutkanlık olan bir demanstır. Kişiler başlangıçta, aynı soruları sık sık tekrarlar, eşyalarını kaybeder. Zaman geçtikçe tabloya zamanı ve mekanı şaşırma, yol kaybetme, önce az gördükleri ve sonra da evdekiler olmak üzere kişileri tanımama eklenir. Evde yapılan işler giderek daha zor yapılır ya da yapılamaz hale gelir.

Özellikle eve yeni alınan bir televizyonun kumandası ya da yeni değiştirilen bir cep telefonunun kullanılamaması ilk belirtilerden olabilir.

Zaman geçtikçe yemek ya da sofra hazırlama, daha önceden yapılabilen ufak tamiratların yapılamaması, tek başına yolculuk yapma ve alışveriş yapmanın bozulması, para hesabı zorlukları baş gösterir.

Sonraları temel günlük yaşam aktivitelerinden banyo yapma, giyinme, soyunma, kişisel bakım, kendi başına yemek yeme de etkilenir. Hastalığın son dönemlerinde hastalar tamamen yardıma muhtaç hale gelebilirler.

Hastaların bir kısmında davranış sorunları (şüphecilik, içe kapanma, huzursuzluk gibi) da tabloya eklenebilir.Unutkanlık her ne kadar Alzheimer hastalığında ilk ve ana belirtiyse de, depresyon ve dikkat dağınıklığı varlığı ve kafanın sürekli başka bir işle meşgul olması da kişiyi olduğundan unutkanmış gibi gösterebilir.

ERKEN DÖNEMDE YOL KAYBETME VE HAYALLER

Alzheimer hastalığının dışındaki dejeneratif (hücre kaybı ile giden) demanslardan bir kısmında erken dönemde yol kaybetme, hayaller görme, hareket yavaşlaması ve yürüme güçlüğü (Lewycisimciklidemans) gözlenirken diğer bir hastalık grubu toplum içinde uygunsuz davranışlarla (gereksiz ve yersiz şakalar yapmak gibi) başlayabilir (Frontotemporaldemans).

Alzheimer hastalığı ya da diğer dejeneratifdemans türlerinden korunmanın tek ve kesin bir yolu olmamakla beraber, genel beden sağlığının iyi halde olması, orta yaştan itibaren artmış kan şekeri, tansiyon yüksekliği ve kolesterol yüksekliği gibi genel tıbbi sorunların tanı ve tedavisi önemlidir.

Ayrıca gerek hastalanmadan önce ve gerekse de hastalık teşhisi sonrası beyni aktifleştiren kitap okuma, bulmaca çözme, sinema ve tiyatroya gitme, ikinci bir dil öğrenme, el işi yapma, daha önceden yapılan ya da zamanında fırsat bulunamamış hobilerle (resim yapma, el işleri gibi) uğraşmak ya da en azından sosyal çevreden ve insan ilişkilerinden kopmamak hastalıkla savaşmakta bize yardımcı olabilir.

Beslenmenin kalp damar sağlığını koruyacak dengeli bir beslenme olması ve mucize besinler aranmaması tavsiye edilir.

Tabiki hastalığın doğru teşhisi ve halen elimizde bulunan ve hastalık belirtilerini en azından bir süre olduğu yerde tutabilen tedavilerin alınabilmesi için de hastaların ya da hastalıktan şüphe edilen kişilerin bir an önce başta nörologlar olmak üzere hekimler tarafından değerlendirilmesi en başta düşünülmesi gereken önlemdir.

Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Gökhan Erkol

Medical Park Gaziosmanpaşa Hastanesi

Yazının devamı...

Sağlıklı yaşlanmak için beslenme reçeteleri

Yaşlanma, doğumumuzdan itibaren başlayan doğal ve kaçınılmaz bir süreçtir. Sağlıklı yaş almak ve bu süreci konforlu bir şekilde tamamlamak mümkündür. Sağlıklı yaşlanmak için en önemli noktalardan birisi de sağlıklı beslenmektir.

Sağlıklı yaşlanmak için beslenme önerileri;

- Her yaşta en önemli öğün kahvaltıdır. Uyandığımızda maksimum 1,5 saat içinde bitmiş olmalıdır.

- Yemekleri yaparken sağlıklı pişirme yöntemleri kullanılmalıdır.

- Mutlaka sağlıklı protein kaynakları tüketilmelidir. Yüksek lif içeriği ve kolesterol içermediğinden kurubaklagilllere ve Omega 3 içeriği yüksek olan balığa beslenmede yer verilmelidir.

- Kırmızı et sağlıklı protein kaynaklarındandır fakat tüketimi haftada 3 günü ve haftalık ortalama 500 gramı geçmemelidir. Kırmızı et tüketilirken mümkün oldukça etin yağsız kısımları tercih edilmelidir. Aşırı kırmızı et tüketiminin kalp ve damar hastalıkları ve kolorektal kanserlerle ilişkisi kanıtlanmıştır.

- Sağlıklı bir yaşam için günde mutlaka 5-6 porsiyon sebze ve meyve tüketilmelidir.

- Kaliteli karbonhidratlardan olan tam buğday, çavdar ve yulaf tüketilmeli, rafine (kepeği ayrılmış) undan uzak durulmalıdır.

- Rafine şeker ve glikoz şurubu içeren ürünler tüketilmemelidir.

Yaşlanmaya karşı çoğumuz dışarıdan müdahalelerde bulunsak da aslında öncelikle içeriden müdahale etmek gerekiyor. Çünkü sağlıklı organlar, sağlıklı bir vücut, sağlıklı bir cilt, enerjik ve yaşlılığa meydan okuyan bir beden demektir.

Yaşlanmayı geciktirmek için beslenmemizde nelere dikkat etmeliyiz?

- Yaşlanmayı geciktirmek için hücre hasarlarını önleyen antioksidan içeren yiyecekler tüketilmelidir.

- Böğürtlen, yaban mersini, kırmızı üzüm ve mürdüm eriği tüketin. Bu meyvelerin içindeki antosiyonin ve resveratrol hücre hasarlarını engeller ve yaşlanmayı geciktirir.

- Bol su için! Cildimiz, vücudumuzun en büyük organıdır ve yaşlandıkça nem oranı azalır. Bu nedenle günde ortalama 2-3 litre su içilmelidir.

- Yüksek antioksidan içeriği sebebiyle yeşilçay ve beyaz çaya beslenmenizde yer verin.

- Sebzelerden ıspanak, özellikle yaşa bağlı gözde meydana gelen doku hasarlarına karşı koruyucudur.

- Yağlı tohumlar (ceviz, badem, fındık…) antioksidan olan E vitamin içeriğiyle yaşlanmaya karşı serbest radikallerle savaşır.

- Tahıllardan yulaf, antioksidan içeriği ile yaşlanmaya karşı iyi bir besin tercihidir.

Yaşlılık sürecinde sindirim güçlüklerini önlemek için aralıklarla ve az miktarda beslenilmelidir. Böbrek yükünü azaltma amacıyla bol su içilmeli ve tuz kısıtlanmalıdır. Yaşlılıkta kemik rahatsızlıkları çok fazla görülmektedir, bu nedenle kalsiyumdan zengin olan süt, yoğurt, kefir, peynir, koyu yeşil sebzeler beslenmede bulunmalıdır.

Alkol, aşırı çay ve kahve alımı kısıtlanmalı, aşırı kalori alımından kaçınılmalıdır. Sağlıklı bir beden ve rahat hareket edebilmek için ideal kiloda kalmaya özen gösterilmelidir.

Dyt. Öznur BİRCAN

VM Medical Park Kocaeli Hastanesi

Beslenme ve Diyetetik Uzmanı

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.