SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Oğluma...

Benim küçük oğlum,

Henüz 2.5 yaşındasın. 3 bile değil işte. Doğduğun gün, dün gibi aklımda.

Büyüyorsun ama…

Kucağımda, ellerimin arasında, gözlerimin önünde büyüyorsun.

Bembeyaz bir sayfasın sen şimdi. Merak ediyorsun, öğrenmek istiyorsun; dokunmak, hissetmek istiyorsun.

Ben, annen, senin ışığın olacağım. Senin rehberin olacağım. Doğruyu yanlışı, iyiyi kötüyü, güzeli çirkini birlikte bulacağız. Biliyor musun, ben de seninle yeniden öğreniyorum her şeyi. Bambaşka bir insan oldum sayende. Hayata bakışım değişti. Önceliklerim değişti. Mutluyum, hep mutluyum artık.

Büyüyorsun işte, büyüyoruz birlikte.

Bakma sen benim annelik şikayetlerime. Bazen içimi dökmek, bazen diğer annelere yalnız olmadıklarını anlatmak, bazen de yardım almak için yazıyorum onları ama her seferinde de içim içimi yiyor. Ya büyüdüğünde tüm bu ve arşivindekileri okuyunca üzülürsen, ya ‘annem beni sevmiyor mu?’ diye düşünürsen…

Düşünme. Annen var ya annen, yani BEN, seni dünyalar kadar seviyorum.

Uykusuzluktan, didişmelerimizden, senin yemek yememenden şikayet ediyorum ya… iyi ki de ediyorum. Çünkü sağlıklısın, çünkü sağlıklıyız, çünkü mutlu bir aileyiz. Geriye bunlar var sorun edilebilecek. Onlar da geçecek elbet. Biliyorum geçecek. Tek biz değiliz bunları yaşayan. Zor mu? Zor. Senin için daha da belki. Yolun en başındasın, anlamaya çalışıyorsun. Anlayamadığını da anlatmaya çalışıyorsun. İşte senin sabırsız annen kaçırıyor bu noktayı kimi zaman. Üzülüyorsun.

Üzülme. Bil ki annen senin için yaşıyor. Bil ki bu hayatta sen varsan o var.

Üzülme bağırdığım, kızdığım anlarda, ‘off bıktım’ dediğimde. Gerçek değil o sözler. Çıkıyor ağzımdan bazen, özür dilerim. Yoruluyorum çünkü. Bak işte bu gerçek, yoruluyorum. Anneliği hafife aldığımda, ”ay bi’beş dakikam olsaydı” dediğimde daha çok yoruluyorum. Unutuyorum bana her an ihtiyacın olabileceğini. Değil beş dakika, bir dakika bile önemli senin için. Duvara yansıyan ışığı fark etmiştin oysa ve annene göstermek istiyordun yeni keşfini. Özür dilerim, çok çok özür dilerim seni böyle anlarda yalnız bıraktığım, heyecanını paylaşmadığım için. Elimden geleni yapacağım, söz veriyorum.

Sen bu yazıyı okuduğunda kaç yaşında olursun kim bilir…

Her şeyi boşver.

Bak, bir Anneler Günü daha yaklaşıyor. Bana hala çok saçma geliyor. Anneyi Mutlu Etmek Günü ise bu, onu ne kadar çok sevdiğini söylemek yetmez mi? Yeter. Fazla fazla hem de. Senin beni anladığını bilmek de yetecek bana.

İyi ki anne olmuşum, iyi ki varsın.

Irem Erdilek

SlingoMOM.com

Yazının devamı...

Zeka Açıcı(!) Oyunlar

Başlığı yazarken benim de suratımda sırıtma şeklinde bir ifade vardı.

Zeka oyunları, hafıza kartları, zeka geliştiren-eğitici oyuncaklar… Komik geliyor ne yapayım. Bizim yaş grubumuz ve bizden yaşlılar, üzerlerinde 3+, 6+, 0-3 ay yazan oyuncaklarla büyümedi. Büyümedim. Sokak çocuğuyduk biz. Kızların bebekleri, çay takımları, ipleri olurdu; erkeklerin de arabaları, su tabancaları, misketleri. Kitaplar sadece masallar içindi. Uyku öncesi eğlenceydi Ayşegüller, Hansel & Grateller. Dokun-öğren, bas-ingilizce konuşsun, hafızanı geliştirsin, IQ’nu yükseltsin oyuncaklarım olmadı. Biz zaten ağacın kendisine, sokaktaki kedilere dokunuyorduk; çiçekleri koklayabiliyorduk, dalından meyve koparıyorduk. Akşama kadar koşturuyorduk. Her yer oyun alanıydı bizim için. Anneler camlarda, balkonlarda kontroldelerdi sadece.

Oysa şimdi düzen değişti. Kimse çocuğunu sokaklara salacak kadar çevreye güvenmiyor. Eh, evde yapılacak bir sürü iş varken veya çalışıyorsa da çocukla tüm gün sokaklarda mı gezecek anneler? Evde vakit nasıl geçer sorusuna tüketim toplumunun cevap vermesi zor olmamış: Eğitici-öğretici oyun ve oyuncaklar.

Ben, oyuncakları olmazsa olmaz kategorisine sokanlardanım. Çocuk gerçekten de bir şeyler öğreniyor. Ancak bebekler, arabalar, bloklar, basınca ses çıkaran basit ama ilgi çekici olanlarından bahsediyorum. Yüzlerce lira verip de alınan, bir iki ay içerisinde tozlanmaya bırakılan elektronik, teknoloji ürünü, süper oyuncakların diğerlerinden daha fazla bir şey vermeyeceğini düşünüyorum.

Almıyor muyum? Bunlardan minimumda alıyorum. Aldığım iki tane sesli-eğitici oyuncakların ikisini de Koray hala çok seviyor. Onun dışında figür hayvanlar, bir otomobil galerisi açacak kadar araba ve ahşap blokları var. Tabi bir de yeni Legoları. Kitaplar diyeceksiniz? Evet var. Her çeşit, her tür var. Zaten ben olmasa da olur diyorum 2 yaşında bir çocuğun bu kadar eğitici kitabı. Minicik bir de kitaplığı oldu. Ben aldım, babası aldı, anneanne aldı, o aldı, bu aldı, hediye geldi. Ama o hep aynı kitapları açıp inceliyor. 3 yaş civarı kitaplara daha çok ilgi ve ihtiyaç duyabilir tabi.

0-3 yaş oyun çocuğu, oturup da bir şey öğretemezsiniz veya öğretmek için zorlamamalısınız. Çocuğun ilgisi varsa öğrenir. Geçen gün kendime kitap almaya girdiğim kitapçıda Koray’ın gözü kutu oyunların olduğu rafa takıldı. Üzerinde benim en sevdiğim çizgilerde yani büyük, çok detaylı olmayan renkli çizimlerle bir çiftlik resmi olan kutu. İlgisini çekti diye düşünerek 'alalım bari' dedim. Değişiklik olsun. Belki bir şey ‘öğrenir.’ Eve gittik. Oyun kartlarını kutudan çıkardık. Ben bir heves diziyorum. Peki bizim oğlan bu oyunları görünce ne yaptı? Kutunun kendisiyle daha çok ilgilendi. Oyun kartlarını kendi istediği düzende yerleştirdi. Ben doğrusunu yapmaya çalıştıkça bana kızdı. Üzerlerindeki resimlerin ne olduğunu sorduğumda tek tek söyledi ama. Hiç değilse bunu yaptı. Bir kaç deneme daha yaptık. İstemedi.

Sanırım Koray'a göre bunlar zaman kaybı. O daha hareketli oyunlar ve oyuncakları seviyor. Karakteri uzun bir süre sabit kalmaya uygun değil. En azından şimdilik. 3 yaşından sonra daha çok ilgilenir bu tip oyunlarla, dediler. Bizimki hala keşif döneminde. Bitmek bilmeyen ve taşan bir enerjisi var. Atlasın, zıplasın, tırmansın en iyisi o. Tüm bunları yaparken de bir sürü şey öğreniyor eminim.

Oyun kartlarına, zeka açıcı oyuncaklara elbet sıra gelecek...

Irem Erdilek

SlingoMOM.com

Yazının devamı...

Yemek Yediremiyorum

Aaa o ne demek? değil mi... Valla itiraf ediyorum, sevmiyorum.

Çocuk yedirmek zor, çok zor. Sabır istiyor. demek zaten de bu benim sınırlarımı aşmaya başladı. İştahsız bir çocuğum mu var? Hayır. Yemek yemeyi sever. Damak tadı da oldukça gelişmiş. Mesela yoğurdun yemekle karıştırılmasına illet oluyor ve en sevdiği yiyecek bile olsa yoğurt ile aynı kaşıktaysa mümkün değil kabul etmiyor. Sofraya oturtmakta da pek problem yaşamıyorum. İlk üç lokma harika gidiyor. Sonra ne oluyorsa, sandalyesinde çivi varmış gibi kalkıp gitmek istiyor. Sanki demin acıktığı için ekmek sepetini karıştıran o değilmiş gibi yemeyi reddediyor.

Niye?

Al, ye işte değil mi?

Sevdiğin yiyecekleri hazırladım. Renkli çatal-bıçak-bardak-tabak takımını koydum. İstersen sevdiğin bir oyuncak, kitap da bize eşlik edebilir.Tamam kendin ye, dök saç, önemli değil. Yeter ki ye. Ben mi yedireyim? Olur. Yeter ki ye.

Ben miyim tek bu işten nefret eden bilmiyorum ama bebek-çocuk beslemek bu hayatta en çok zorlandığım işlerden biri. Annem yanımda olunca otomatik olarak görev onun oluyor. Soramıyor bile, Koray ne yesin, nerede yesin, nasıl yesin? 'Ne yaparsan yap, istemiyorsa da yemesin, çok ısrar etme' diyorum. Zaten ısrarcı bir anne olmamıştır asla. Ama ne yapar eder, oyunlar, şarkılar, türkülerle yemeği yedirir benim annem. Belki de Koray -çok aç olduğu anların dışında, stresimi hissettiğinden huysuzluk yapıyor ve yemek saati her ikimiz için de sıkıntılı geçiyor ve hatta geçmiyor. Acaba aç mı kalıyor, yeterli beslenemiyor mu, diye de düşünmüyor değilim zaman zaman. Babası bile benden daha iyi besliyor sanki. Tabi Sarp, 7/24 ona bakmaya başlasa üçüncü öğünde pes edebilir.

Nedir bu beslenme sorunumuz? Etrafıma sordum, google'a sordum, kendime tekrar tekrar sordum.

Yürüyemeye başladığından beri yemeğe ilgisinin azaldığını biliyorum. Zaten 1-6 yaş arasında oyun çocuğu olarak adlandırıldıklarından sofraya oturmak, yemek yemek bile kolayca oyun haline gelebiliyor. Ancak bu gelişme döneminde inatlaşma sonucu yemekten iyice soğuyan çocuğun yetersiz beslenmesi gibi bir risk de oluyor. Araştırmalara göre oyun çocuklarında kanıtlanmış bir gelişim eksikliği görülmese de, 1-6 yaş arasında beslenme bozukluğuna çok sık rastlanıyormuş. Yeni beslenme alışkanlıklarının kazanıldığı, çocukların yeni yiyecek-içecek ve tatlarla tanıştığı bu okul öncesi dönemde beslenme bozukluğu ciddi boyutlarda olabiliyormuş.

Aslında Koray iştahsız değil sadece ilgisi çabuk dağılıyor. Oyun istiyor, özel ilgi bekliyor. İyi de bende bu küçük beyin dağılan ilgisini toplamak için sabır yok. Hadi bir iki oyuncak, kitap, hikaye tamam. Zannediyorum ki kitaba bakınca mutlu olacak ve ağzını kocaman açacak. Neredeyse her bir lokma için yeni bir şey getirir oldum önüne. Üç-beş derken benim de sinir katsayım artmaya başlıyor haliyle. O da hırçınlaşıp kaçmaya çalışıyor. Aslında karnı aç biliyorum. Sofraya kendisi koşa koşa geldi. İlk lokma için elimi çekiştiriyordu. Eeee ne oldu da karar değiştirdi? Yoksa asıl problem anne mi? Daha başında, inatlaşma, huysuzlanma olmadan hissediyor mu benim stresimi acaba?!?

Bu arada asla yemesi için ısrar etmiyorum, ağzını burnunu sıkan annelerden değilim. Çocuğa bu şekilde yapılan baskının sebebini anlayamıyorum. Olsa olsa annenin kendini tatmin etmesi içindir ve bu yemek savaşını kazanma hırsından kaynaklanıyordur. Ben daha bugüne kadar bu savaşı kazanmış bir anne tanımadım.

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Metabolizma ve Beslenme Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ahmet AYDIN demiş ki:

‘’Yiyecek varsa hiçbir çocuk açlıktan ölmez Çocukların yemek için zorlanmalarının tek nedeni, geleneksel beslenme rejiminden ayrılma. Anneler artık daha az çocuğu olunca, en iyisini nasıl yaparım diye endişeleniyor ve güya onu en iyi şekilde beslemeye çalışıyor. En büyük hata sabah kahvaltılarında yapılıyor. Peynir, zeytin, süt karıştırılıp bulamaç haline getiriliyor, çocuğa yediriliyor. Bir süre sonra çocuk bundan bıkıyor. O zaman mücadele başlıyor. Televizyon reklamlarında cicili bicili yoğurt, çikolata, peynir gibi besinlerin çocuğa verilmesi öneriliyor. Bunların içindeki katkı maddeleri ve şekerler beslenmenin en büyük düşmanı. Şekerli gıdaya alışan çocuk tabii ki hep onu ister, normal, sağlıklı beslenmez. Anneler çalışıyor, evdeki büyükler ya da bakıcılar da rahat yedirsin diye bu hazır gıdaları tercih ediyor, günü idare ediyor. Başlangıçtan itibaren çocuklara besinleri ezerek, karıştırarak vermek yerine doğal halleri ile sunmalı. Ortamda yiyecek varsa, hiç kimse açlıktan ölmez. Çocuğun karnı acıkmışsa mutlaka bir şey bulur, yer. ‘’

Peki ne yapmalı? Annenin yemek saatlerinde kendine hakim olması gerekiyor. Çocuk üç kaşıkta elbette doymaz ancak bir kaç dakika havalanması ve sofraya geri dönmesi için izin vermek herkesin stresimi azaltabilirmiş. Ya da anneanne çağırılacak. Ben rahat Koray rahat:)

Irem Erdilek

SlingoMOM.com

Yazının devamı...

Uyku, uykunun mayasıdır

Ben bunu ilk duyduğumda, yani gerçek anlamda hayatıma girdiğinde Koray henüz 1 aylıktı. Gündüz uykuları düzensiz, 45 dakikayı geçmiyordu. Ben sinir krizinin eşiğine geliyordum. Geceleri uykusuz, gündüzleri yorgun. Ne yapacağımı bilemez haldeydim. Elime bir kitap geçti. 90 Minutes Baby SleepProgram. Okuduğum en harika uyku kitabıdır. Aslında kitabın dediği şuydu:

Koray'ın uyanık olduğu süreleri gözlemledim. Gerçekten de 90.dakikada uykusuzluktan söylenmeye başlıyordu. Ben de 5 dakika önceden onu sakinleştirmeye başladım. Uyudu hem de çabucak. 40-45.dakikada kalkıyordu o ayrı. Bazen devam ettirebiiliyordum bazen ettiremiyordum ama söylenenler, yazılanlar aynen geçerliydi bizde. Blogda uyku etiketli yazılardan anlayacaksınız zaten nasıl bir süreç yaşadığımızı.

Uyku konusunda aklınıza gelebilecek her kitabı okudum ayrıca. Onlarcası var kütüphanemde. Her birinden bir şeyler kaldı aklımda. Bazıları birbirinin tam tersi akımları savunsa da birleştikleri bir konu vardı: bebeklerin uykusu geldiğinde vakit kaybetmeden yatırmalı.

Rutin çok önemli. Çok çok çok hem de. Çocuklar düzen isterler. Kendilerini güvende hissediyorlar bu şekilde. Uyku öncesi alışkanlıkları severler çünkü başlarına ne geleceğini bildiklerinden hazırdırlar. İtiraz bile etseler, uyurlar. Beden almıştır sinyali rutin başladığında. Bizim rutinimiz banyo-masal-ninni şimdi. İlk sene süt-banyo-masaj'dı.

Koray gibi kısa süre uyuyan bebeklerin ilacı gün içinde sık sık uyutmakmış. Normalde 3 uyku uyuyorsa, 4 kere, 5 kere hatta. Bir süre sonra bebek bunları birleştirecekmiş. Üstelik gündüz güzel uyuyan çocuk da akşam uykusuna hem daha kolay geçer hem de kesintisiz uyur.

Müzikle uyutmak iyi bir fikir olabilir. Ben her şeyi denemeye hazır bir anne olduğumdan Koray'a hamileyken araştırmaya girişmiştim. İlk üç ay Transitions, sonra Mozart, Putumaya Dreamland ve son günlerde Babies Go Beatles. Ya müzik düzeni kuramazsam ve Koray bir türlü uykuya geçmezse diye endişe etmiştim zaman zaman. Ama her yere taşıdım ben CD'leri. Bir şekilde müzikle uyuttum. Bir kaç sefer müziksiz ama uzun uzun ninni söyleyerek de becerdim uyutmayı :) Artık kendisi seçiyor uyku müziklerini. Uykuya itiraz yok. Yok da uykuya geçerken istekleri var işte. Biri yanında olsun istiyor.

Sabah biraz daha geç kalksın diye uykusu gelen çocuğu geç yatırırsanız, sabah her zamankinden de erken kalkabilir. Fakat akşam uykusunu geciktirmeden hatta 15 dakika öne çekerseniz sabah da 15 dakika daha geç kalkması muhtemel. Biz de hep öyle oluyor. Çünkü yorgunluğu arttıkça huzursuzluğa da artıyor ve aynı huzursuzlukla uykuya geçiyor. Bu da sabah daha erken kalmasına neden oluyor.

Bebek, gündüz uykusundan ağlayarak kalkıyorsa uykusunu almamış demektir ve biraz gayretle uykuya devam edebilir. Tabi ki neşeli uyanan çocuk da uykusunu almış çocuktur. Bazen 1.5 saatin sonunda ağlayarak uyanır Koray ve bir ninni ile en az 45 dakika daha uyur.

Bebeği yatırdığınızda hareketliliği devam ediyorsa target="_blank" href="http://ivillage.mynet.com/yasam/uyku-ve-ruya/uykusuzluk/603-karanlikta-uyuyun.html">söylüyor. Kaliteli uyku karanlıkta uyunandır. Ne kadar karanlık? Valla bayağı, bildiğiniz, karanlık işte.

Anne uyku konusunu abartmazsa, çocuk da abartmıyor.

Çocuk uykuya mutlu mutlu geçerse, kesintisiz uyuma ihtimali o kadar yüksek. Eğer kavga gürültü ağlama sızlanmayla uyursa bir kaç saate ağlayarak uyanması muhtemel. Bazen Koray babasıyla uyumak istiyor. Ben de oyalanıyorlar diye ipleri elime alıp 'hayır benle uyuyacaksın' diyorum. Evet çok geçmeden uyuyor ama 2 saat sonra 'babaaaaaa' diye uyanıyor. Aldım ağzımın payını. Hiç direnmiyorum artık.

Uyku konusunda tek bir doğru yok. Çocuktan çocuğa değişir. Hatta çocuğun büyüme ve gelişme dönemlerine göre de değişebilir. Tam 'her şey yolunda gidiyor, artık kendi kendine uyuyor' dersiniz, ertesi gün sizinle uyumak istediğini söyleyebilir. Veya kesintisiz uyumaya başlarsınız ve 'bitti uyku sorunumuz' diye düşünürsünüz, o gece 10 kere uyanır.

ve...

Bazı çocuklar uykuyu sevmez. Siz ne yaparsanız yapın, sevmezler işte.

Irem Erdilek

SlingoMOM.com

Yazının devamı...

Bebekler Yıkanınca Hasta Olmazlar

Malesef böyle bir yazı yazmak zorunda kaldım bugün.

Çünkü kışın bebeklerini hatta 2-3 yaşında çocuklarını sık yıkamayan aileler var. Çocuk hasta olur, diye korkuyorlarmış. Nasıl yaa?!? Çocuk uygun ortamda giydirilip, saçları da kurutulursa hasta olmaz. Rüzgarlıysa dışarı çıkarmak iyi bir fikir olmayabilir. Akşam uykusundan önce banyoya sokmak en iyisi. Ilık ve rahatlatıcı banyodan sonra çocuk, çok daha kolay uykuya geçer üstelik.

Bebeklerini lahana gibi kat kat giydiren annelere ne kadar sinirlendiğimi blogu takip edenler biliyor. Şimdi bir de bu çıktı. Dün bir anne ile tanıştım. 2,5 yaşında bir oğlu, 8 aylık bir kızı var. Sohbet ederken konu uykuya geldi. Uyku rutinini denemesini önerdim. Klasik, banyo-masaj-masal üçlüsünden bahsettim. Bana ne dese?:

- Banyoyu her gün yaptıramam ben, hasta olur.

- Ne kadar sıklıkta yıkıyorsunuz ki?’

Bu soruya aldığım cevapla yüzüm nasıl bir şekle girdiyse artık, kadın:

- Siz ne sıklıkta yıkardınız? diye sormak zorunda kaldı bana.

Bu iki çocuklu anne büyük olanı yani kızını yuvaya gittiği günler yıkıyormuş. Haftada üç demek oluyor bu. Küçüğü, 8 aylık bebeğini ise neredeyse haftada bir kez banyoya sokuyormuş ama günde iki kere kaka yaptığı için belden aşağısını yıkıyor olduğundan da her gün yıkanıyor olarak sayıyormuş. Şimdi ben bu insana ne diyeyim? ' Koray’ı doğduğu günden beri her gün yıkıyorum, bazen günde iki kere hatta’ desem; kışın bile sabahları babasıyla banyoya girdiğini sonra da sokağa çıktığımızı anlatsam, bunun yanında oğlumu kat kat giydirmediğimi de eklesem… aynen bu şekilde söyledim. ‘Çocuğunuzu hasta edeceksiniz siz zorla’ dedi. Bu arada kadının 2.5 yaşındaki oğlu sık sık hastalanıyormuş. Küçük olan da kışa girer girmez hasta olmuş bir kere.

İNSAN SAĞLIĞI İÇİN EN ÖNEMLİ UNSUR: TEMİZLİK

Pislikten hastalık kapılacağını bilmiyor olabilir mi bu anne? Sokakta bir sürü mikrop olduğunu, temizlenmediğimiz sürece bu mikropları eve getirip her yere bulaştıracağımızdan haberdar olmayabilir mi gerçekten? Babam, doktor babam, hastalarına da her zaman ‘YIKANMAKTAN HASTA OLUNMAZ’ der. ‘Biz Türk milletinin en büyük hatası hasta olunur korkusuyla yıkanmamak’ der.

Kadına tüm sevimliliğimle -en azından olmaya çalışarak, anlatmaya çalıştım. Akşamları sıcak bir banyo ile bebeğinin rahatlayacağını, banyodan sonra saçını iyice kuruttuktan sonra çok kalın giydirmeden yatırınca uykuya daha çabuk geçeceğini tekrar ettim. Çok kalın giydirmemek derken ne demek istediğimi sordu. ‘Bir body ve üzerine bir ayaklı tulum’ dedim. ‘Ben çorap giydirmiyorum ama sizin içiniz rahat etsin bir tane de ince bir çorap giydirin’ diye de ekledim

Bilmem yapar mı bu dediklerimi. Etkilendi gibi gözüktü en azından. Çünkü Koray’ın tüm bu uygulamalarıma karşın hastalanmadığını öğrenince inanmadı. ‘Hiç mi?’ diye sordu. Hiç, dedim. ‘Yıkanmaktan, ince giydirilmekten hastalanmadı. Bir kere ateşi çıktı. O da aşıdan. Arada burnu aktığı oluyor ama ilaç vermeden bol C vitamini takviyesiyle geçiriyoruz’ dedim. Biraz daha sinir etmek için ‘ben de çok giyinemem zaten, biz böyleyiz’ diye ekledim. Kibarca gülümsedi sadece kadın, sanırım beni deli falan zannetti.

Tamam giydirme konusunda benim kadar rahat olamaz belki. Zaten çocuk bir anda da o kadar çok ince giydirilmemeli. Alışmış 8 kat-tat giyinmeye. Yavaş yavaş azaltmalı üstündekileri. Göğsünü, sırtını sıcak tutmalı, her gün banyo yaptırmalı özellikle banyoluyken de rüzgardan kaçınmalı. Temiz çamaşır, havlu kullanmalı.

Her işin başı sağlık.

Irem Erdilek

SlingoMOM.com

Yazının devamı...

Mükemmel Aile

Var mıdır böyle bir şey?

Aslında önce mükemmel kocayı ararız. Sonra mükemmel bir evlilik, mükemmel bir hamilelik, mükemmel bir baba hatta mükemmel anne... eh çocuk da mükemmel olur kesin. Hadi dedik tüm beklentiler mükemmel, peki ya aile?

Hem mükemmellik nedir ki?

Yapılan araştırmalara göre dışarıda çalışan bir baba, evde oturan saçını süpürge eden bir anne ve bir kız-bir erkek iki çocuktan oluşan aile en mükemmeliymiş. Bu nasıl bir araştırmaysa... mutlular mı, ekonomik durumları nedir, anne sinir krizinin eşiğinde mi, çocuklar kedi-köpek gibi birbirlerine giriyorlar mı? Bu soruların önemi yok. Şeklen tamam. Çünkü herkesin ideali buymuş.

Düşünün şimdi. Yakışıklı bir adam, güzel karısı, daha da güzel çocukları olan bir aile. Büyük bir evde rahat hayatları var. Mükemmel mi? İlk bakışta sorun yok gibi gözüküyor. Oysa öğreniyorsunuz ki ilgisiz bir baba, kocasının mal varlığından gözleri körleşmiş bir anne, bu ilgisizlik ve zenginlik içinde büyüyen son derece şımarık ve aslına bakarsanız eğitimsiz(!) çocuklar. Bu mudur ideal? Fiziksel özelliklere ve kredi kartlarının limitine mi bağlıdır ailenin gerçekliği?

Bu arada mükemmelliğe giden yolda en önemli olan nokta ise iki çocuğun farklı cinsiyetlerde olmasıymış. Demek ki tek çocukluların hiç şansı yok, iki kızı veya iki oğlu olanlar da yeterince 'iyi' değiller. Açıkçası ben de ikinci bir çocuğum olursa sağlıklı bir kızım olmasını isterim ama bunu kendim için istiyorum. Oysa Koray için bir erkek kardeş daha iyi olur. İşin aslı, çocuğumun mutlu olduğu bir aile ortamı mükemmeldir benim için.

Bir erkek kardeşim var. Mutsuz muyum? Ya da mutsuz bir aile miydik? Asla. Asla. Asla. Ancak bir gerçek var ortada: ben üniversiteye gidene kadar kavga dövüş halindeydik. Anlaşamıyorduk. Ayrı da kalamıyorduk ama. Ne zaman ki evden uzaklaştım özlem girdi araya, 'kardeş'in ne anlama geldiğini öğrendim. Belki de diyorum, bir kız kardeşim olsa veya biz evde iki erkek olsaydık çok daha önce anlaşmaya başlayacaktık. Kim bilir?!?

Üstelik o tanımlamaya bakacak olursak biz mükemmel aile olmaktan gittikçe de uzaklaşıyoruz. Sarp dışarıda hatta çoğu zaman başka şehirde çalışan bir baba. Ben ise evden kendi kendine iş kurmakla uğraşan singleMOM (bekar anne) konumundayım. Yani öyle saçımı süpürge eder durumda değilim. Şimdilik tek çocuğumuz var. Ama iyiyiz böyle. Uyumluyuz. Düzenimiz alışılagelmiş değil belki ama iyiyiz işte.

Bence mükemmellik, aile bireylerinin mutluluğuna bağlı. Çalışma şartlarına, banka hesap cüzdanlarına veya çocukların cinsiyetine değil...

Irem Erdilek

SlingoMOM.com

Yazının devamı...

'Anne olunca bunları yapmayacağım' demiştim

Herkes gibi ben de bu sözleri sarf ettim zamanında. Aslında büyük konuşmamak gerektiğini çok daha ilginç bir tecrübeyle öğrendim ben. Ortaokuldayken düzenlenmiş olan bir Bursa gezisi dönüşü anneme 'Bir daha asla Bursa'ya gitmem. Ne tuhaf bir şehir öyle. Karanlık, mutsuz bir yer' demiştim. Gitmedim gerçekten de. İyi de insana böyle yuttururlar lafını: sen git Bursa'lı bir adamla evlen. Oldu mu? Oldu valla.

Bu deneyimden sonra hep dikkat etmişimdir sözlerime. Büyük konuşmamak gerektiğini biliyorum. Ancak konu çocuk olunca insan 'disiplin abidesi' olacağını falan zannediyor, atıp tutmaya başlıyor. Henüz hamile değilken ancak çocuk fikri gündemdeyken çevremdeki aileleri daha dikkatli incelemeye başlamıştım. Herkesin anneliğine, babalığına bir eleştirim vardı.

En büyük konu UYKU biliyorsunuz bizde.

İki kuzenim 1.5 sene arayla doğum yaptı. İlki, kızını ağlatarak uyuttu. Kuzenimi destekleyenler ve desteklemeyenler arasında bir kargaşa oluyordu her uyku seansında. Ben tam ortadaydım. Anneye karışılmaması gerektiğini ancak 'ağlatmadan da bu iş olur pekala' diyenlerdendim. Bu arada bebeği deliksiz uyurdu bu kuzenin. Uyku problemi nedir bilmezler. Ağlattığı için mi yoksa bebeği uykuyu sevdiği için mi bilmiyorum elbette.

İkinci kuzen, yukarıdakinden yola çıkarak hamile olduğunu öğrendiği gün 'ben ağlatmayacağım ne olursa olsun' dedi. Biraz bakıcının yanlış uyku sisteminden dolayı, biraz da ağlatmama kararının etkisiyle sanırım bu sefer uyku problemi olan bir çocuk vardı karşımızda. Uykuya geçmek bilmez, bir de üstüne gecede 3-4 kere uyanırdı. Kuzenim ile kocası nöbetleşe oğlanın odasında yatarlardı, gece uyandığında anında müdahale etmek için. Bu sefer de 'illa her kalktığında yanına gitmek şart mı? Kalsın yatağında biraz mızırdansın işte. Hem insan kocasını-karısını bırakıp gidip çocuğunun odasında yatar mı?!?' diye geçirmiştim içimden.

Toydum, bilmiyordum, anne değildim.

Kendi kendime söz vermiştim. Uykuyu problem etmeyecektim. Bravo tebrik ediyorum kendimi.

Sonra hamile kaldım. Bir arkadaşım 2 yaşındaki oğluyla birlikte yattıklarından bahsetti. Efendim doğduğunda yatağına koymuş sonra 1 yaş civarı hastalanmış, yanlarına almışlar gece. Oğlan bir daha çıkmamış yataktan. 'Beceremedim sonra kendi yatağına geçirmeyi' dedi. Ben de içimden 'cık cık cık, ne kadar zor olabilir ki?!? Tembel anne bu. Kendi uykusu bölünmesin diye çocuğuyla yatıyor' diye düşünmüştüm.

İnanamıyorsunuz değil mi? Ben de inanamıyorum kendime.

Başka bir arkadaşım hamileliğinin son aylarını endişe içinde geçirdi. Sebebi ise bebeğinin yeterli kilo alamamasıydı. Doktoru her şeyin yolunda olduğunu, bebeğin yapısının böyle olduğunu yüzlerce kez anlatmasına rağmen, benim canım arkadaşım takmıştı kafayı. 10 gramın hesabını yapıyordu. Kızmıştım, 'Neden böyle yapıyorsun? Doktorun demiş sana problem yok diye. Lütfen düşünme artık' demiştim. Bir kaç ay sonra sıra bana gelmişti resmen. 20-22.hafta detaylı ultrason kontrolünde bebeğin kilosunun haftasına göre geri kaldığını söyledi doktorum. Karnım da küçüktü, doğru dürüst kilo da almamıştım. Ancak bunun benim yeme düzenimle bir ilgisi olmadığını da üstüne basa basa söyledi. Yani kafama taktığım gibi bir gelişme geriliği yoktu. Kilosu düşüktü sadece. Olsun, bu bilgi benim kalan haftalarımı kendime zehir etmeme, zaman zaman ağlamama bile yetmişti.

Aaah, sonra ben çalışacaktım. İşe geri dönecektim. Öyle evde oturup tüm gün çocuğa bakmak?!? Bakıcı bulmak kolay(!) zaten. Bir iki gün zorluk çekecektik sonra alışacaktık hepimiz nasıl olsa. Hatta bana 'sen işe geri dönmezsin kesin' diyenlere de çemkiriyordum. Buyrun dönemedim. Hiç içimden gelmedi.

Ha, bi'de çocuğuma bağırmayacaktım. Hele sokak ortasında. En nefret ettiğim anne tipiydi çocuğuna kaş göz işareti yapan, bağıran, kızanlar.

- - -

- - -

Çocuklu hayat böyle bir şey. İnsana kendini şaşırtıyor.

Irem Erdilek

SlingoMOM.com

Yazının devamı...

Ben Bu Calliou'yu Sevemedim

Gerçekten. Sevemedim. Koray da öyle. Tahammülü yok. Kanallar arasında gezinirken rastlarsak soruyorum 'ister misin izlemek?' diye. 'Ben bunu istemedim' diyor.

Koray'a henüz hamile bile değildim varlığını öğrendiğimde bu Kanada'lı Calliou'nun. Çevremdeki 2 yaş ve üzeri çocuklar büyülenmiş şekilde seyrediyorlardı. Çoğu anneler de çocukları üzerinde olumlu etkisi olduğundan bahsediyorlardı. Ben o zaman da bir sinir olmuştum ama büyük konuşmamak gerektiğini bildiğimden hiç yorum yapmamıştım, kendime bile.

Sonra Koray'ın çizgi film dönemi geldi. Mickey Mouse, Winnie the Pooh ve son olarak da Cars favorileri. İçinde kedi - köpek olanları da seyrediyor çoğu zaman ama genelde CARS filminin kahramanlarıyla yatıp kalkıyoruz. Geçenlerde kızı Koray'dan 1.5 yaş büyük olan bir arkadaşımla karşılaştım. Yanlarında dvd oynatıcıları da vardı ve elbette Calliou cd'leri. Koray istemedi ve de sinir oldu kıza başka bir şey seyretmesine izin vermediği için. Arkadaşım, 'seyrettir, mutlaka seyrettir bayılacak' dedi durdu. 'Yok' dedim, 'sevmiyor ve reddediyor.' O da inatla 'aa sen bir karşısına oturttur seyretsin. 'Neden ki? dedim. 'Harika bir çizgi film. Daha gerçekçi. Anne biraz balık etli, öyle Barbie kıvamında değil. Sevimli bir aile...' diye diye başımın etini yedi. Ben de çok üstelemedim, omuz silktim sadece. Heralde anlamıştır Koray'a zorla Calliou seyrettirmeyeceğimi.

Ben işte anlamıyorum bunu. Konuşan hayvanlar, arabalar kötü mü? Ben öyle olduğunu düşünmüyorum. Elbette çocuğumuz yaşına uygun filmler seyretmeli ancak 2-3 yaşındayken her şeyin gerçek olduğu bir dünyaya ihtiyacı mı var? Onun hayal dünyasını geliştirmek gerekmiyor mu? Zaten öyle bir dünyada yaşıyor, biraz daha buralarda kalmalı. Koray'ın umrunda mı balık etli bir anne, çirkin bir baba. Dönüp bana veya çevresindekilere bakmıyor ki seyrettiklerinden veya okuduklarından sonra. Karşılaştırma yapacak seviyede değil ki. Bizimki eşleştirme döneminde şimdi. Aynı renk, aynı boy, aynı yazı...

Calliou'da anne ve baba ile nasıl konuşulur?, tuvalet eğitimi, hayvan sevgisi gibi önemli konular da işleniyor benim anladığım. Peki küçük çocuklar bunlardan ders çıkarıp kendi hayatlarına aktarıyorlar mı gerçekten de?

Konuşan arabalar, Mickey Mouse ne katıyor derseniz? Bir şey katıyor mu onu da bilmiyorum. Mümkün olduğunca az seyrettirmeye çalışıyorum ve seyredeceklerinin de ona neşe vermesini, hayal dünyasını geliştirecek şekilde olmasını istiyorum. Yaratıcı, üretken bir insan olmanın ilk adımı gelişmiş bir hayal dünyasıdır çünkü ve bu da çocukluktan başlar. Elbette sadece film seyrettirerek değil. Kitap okumak, el becerilerini geliştirmek, motor gelişimini destekleyecek aktivitelerde bulunmak da var işin içinde.

Bizde baba figürünün çok ciddi bir ağırlığı var. Erkek çocuk. Babaya hayran. O ne giyerse, ne yerse Koray da aynen taklit ediyor. Bence evin içi eğitim ilk ayağı olmalı; seyrettikleri, okudukları ise yaratıcılığını desteklemeli. En azından bu kadar küçük bir yaşta.

Bu arada Superman, Spiderman gibi filmler de seyrettirmiyorum. Bence ilkokul çağındakiler bile seyretmemeli bu tip filmleri ve animasyonları. Yetişkin filmi onlar. Sonra 4-5 hatta 8 yaşındaki çocuklar boyunlarına pelerin bağlayıp dolapların üzerinden atlamaya kalkıyorlar. Aslına bakarsanız sonra da hayvan ve doğa sevgisi olan veya küçük çocukların maceralarına yer veren neşeli filmler olmalı hayatımızda. Ben böyle safça yazıyor olabilirim. 5 yaşına geldiğinde çiçekmiş, böcekmiş umrunda değil çoğu çocuğun. Biraz daha sert karakterler hayatlarına giriyor ve biz ebeveynler, bunlara ne kadar 'DUR' diyebiliyoruz ki?!?

Irem Erdilek

Slingomom.com

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.