SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Hassas Konu: Sünnet

Erkek çocuğa sahip her anne babanın, hatta öncesinde bebek bekleyenlerin bile aklındaki en önemli sorudur: Ne zaman sünnet ettirmeli?

Son yıllarda doğar doğmaz sünnet ediliyor bebekler. Biz ettirmedik. diye düşündük. Kardeşim de geç sünnet olmuştu. 10 yaşındaydı. Hatırlıyorum, yalvarıyordu babama ‘ben de sünnet olayım’ diye. Kocam da 9 yaşındaymış meğer. Aile geleneği olacak sanırım.

Bilincinde olmak, neden yapıldığını bilmek iyidir öyle değil mi? Elbette bebek henüz çok küçükken yapıldığında da hatırlamıyor olacak ne acısını ne ağrısını. Doğumla beraber sünneti de aradan çıkmış oluyor, hepsi birlikte kutlanıyor. Anne-babaya sonradan derdi tasası kalmıyor. Tabi herhangi bir problem çıkmazsa. İşte, ya problem çıkarsa?!? Bu sefer minicik bir oğlanı daha büyük sıkıntılar bekliyor olacak.

Açıkçası yeni doğanı sünnet ettirmek de doğru gelmedi bana. Zaten bunun kararını veriyor olmak da hoşuma gitmiyor ya...

‘Sağlık için gerekli’ diyen de var, tam tersine ‘ilgisi yok, yapılmasa da olur’ diyen de. Her iki görüşü destekleyecek kaynak bulmak mümkün.

Biz?

Elbette yaptıracağız. Toplum kuralları gereği. Her ne kadar 'yaptırılmaması sağlık açısından bir problem teşkil etmese de faydalı bir operasyon' olarak belirtiliyor zaten. Ama dediğim gibi keşke geri dönüşü olmayan bir işlemin kararını ben vermesem.

Yine de düşünüyorum, Sonuçta erkek çocuk için travmatik olabilirmiş. Kendi malı diye bildiği 'kaka'dan bile ayrılamayan 2-3 yaş çocuğuna sünneti anlatamayız öyle değil mi?

Irem Erdilek

SlingoMOM.com

Yazının devamı...

Ceza - Ödül Sistemi

Zamanı geldi mi?

2.5 yaşındaki oğluma yapmaması gerekenleri, yasakları, istenmeyen bir davranış gösterdiğinde sonuçlarının ne olacağını anlatmalı mı? Anlar mı? Gelişmiş bir öğrenme sisteminin henüz olmadığını biliyorum. Yasakları, en azından benim neyi yapmamasını istediğimi biliyor. Gelin görün ki neden yapmaması gerektiği hakkında hiç bir fikri yok. Yoksa var mı? Yasakların ne olduğunu bildiği halde uymayan çocuğa ceza verilir mi ya da kurallara uyduğu için devamlı ödüllendirilmeli mi?

Aradığım cevaplar sorularda var değil mi? En azından 2 yaş çocuğuna cezanın ve ödülün hiç bir anlama gelmediğini biliyorum. Geçenlerde akşam yemeğinde bizi oldukça zorlayan Koray’a ‘bu yemek bitmezse baba ile direksiyon(PS3) oynamak yok’ dedim. Bu sözümü 3-5 kere tekrarladım. Sonra baktım elimdeki kaşığı ağzına götürüyorken midesi bulanır gibi oldu. Sonra da ‘anne yemek bitti. Direksiyon?’ diye gözümün içine baka baka masumane bir şekilde izin istedi. Demek istiyor ki ‘ben yemek istedim ama midem bulandı. Senin sözünü yerine getirmek istedim ama olmadı. Artık oyunumu oynayabilir miyim?’ Ben o akşam izin vermedim oynamasına çünkü midesinin bulanmasını gerektirecek hiç bir durum yoktu. ‘Hayır, direksiyon yok.’ dedim. Bozuldu. Babasına döndü, babası bana baktı. Koray anladı ki karar kesin. Yemeden sofradan kalktı.

Aslında ceza vermek veya yemeğini yerse ödül olsun diye bir şeyler yapmak istemiyorum. Özellikle de yemek yemenin bu ceza-ödül sisteminin dışında kalması gerektiğini düşünüyorum. Bu, cezalandırmak veya ödüllendirmek sürecinin amacını aşması büyük olası. Çünkü ister istemez bir iktidar savaşı var evde. Koray istekleri olduğunu ve bunlara ulaşmak için elinden geleni yapacağını anlatmaya çalışıyor. Biz de ebeveynler olarak ona neyi yapabileceğini, neyin yasak olduğunu göstermek zorundayız.

Bu sadece disiplin için değil. Sağlık, güvenlik gibi konuları da içeriyor. Prizlere dokunmak yasak. Neden? Sağlığı için. Ocağı ellemesini de istemiyorum. Sebep yine aynı. Canı yanar, acır. İyi de ben deterjanların olduğu dolapları da karıştırmasını istemiyorum. Neden? Deterjanın kapağı açılır, Koray ağzına götürür, sonuçta tehlike var. Ancak bu onun umrunda değil çünkü bu sefer tehlikeyi anlamıyor, hissedemiyor. Daha iyi açıklamam gerekirse; Koray şu anda sıcağı, soğuğu biliyor. Sıcak bir bardağa veya fırına elini sürerse canının yanacağını biliyor ve ellemiyor. Ben ‘elleme’ dediğim için değil. Canı yansın istemediği için. İşte bu yüzden dolapları açıp deterjan kutularını karıştırmasında hiç bir sakınca yok onun için. Tehlike yok ortada algıladığı. Eee şimdi ne yapacağım? Söylediğim halde deterjanları ellediği için ceza mı vereceğim? Saçmalık elbette ama ‘kız, bir şey söyle, cezalandır’ diyenler var inanabiliyor musunuz?

Ben prizleri kapattım, açılmaması gereken dolapları kilitledim. Merdivenlere güvenlik kapısı yaptık. Oğlumun hayatını tehlikeye sokacak her şeyi ortadan kaldırdık veya önlemini aldık. Geri kalanları kendisi öğrenecekti. Yukarıda anlattığım deterjan dolabına bir kilit koydum. Acayip sinirlendi. Sonra unuttu. Salonda, içi kırılacaklarla dolu dolabı çok merak etti. Açtık bir kaç sefer. Teker teker çıkarttık. Gösterdim, anlattım. Dinledi, elledi. Altlarını çevirdi, kokladı. Sonra da yerlerine yerleştirmem için bana yardım etti. O kapakları da bir daha açmadı. Ben de kilitlerini çıkardım. Aman oğlum onu elleme, bunu yapma demek istemediğim için günde 100 kere, önlemlerimi aldım. Elleyebileceklerini ortada bıraktım. Bazı kırılacakları bile bıraktım. Onlara dokunmak istediği nadir anlarda ‘annenin cicisi, hadi koy yerine’ dedim. ‘Annenin mi?’ diye sordu. Evet, dedim ve koydu yerine. olmaktan kurtuldum ben de.

Ceza=Şiddet ASLA ASLA ASLA?

Çocuk neden cezalandırıldığını anlamaz sadece canı acır ve bir daha canı acımasın diye o davranışı yapmamaya çalışır. Daha da kötüsü vurmayı, şiddeti öğrenir. Arkadaşı, kardeşi hatta anne babasına kızdığında vurmaya başlar. Sonra da ‘Neden vuruyorsun?’ diye bas bas bağırırız. Tabi bu arada bağırmayı da öğrenir. Buyrun size asabi kişilik. Doğuştan değil sadece karakterin özellikleri. Ben çevrenin, ailenin katkısının çok daha fazla olduğuna inanıyorum. Bir diğer nokta da parmak sallamayı bırakmak gerekiyor. Bunun da şiddet gösterisi olduğunu apaçık ortada. Biri bana parmak sallasa sinir olurum.

’3 yaşında önce disipline gerek yok’ veya ‘disipline hiç gerek yok’ diyenler de var ama ben çocuğun kuralın ve düzenin olduğu bir evde kendini daha güvende hissettiğine eminim. Sürprizlerden çok hoşlanmıyorlar. Başlarına ne gelecek bilmek istiyorlar. Kuralların çoğunu da kolay öğreniyorlar aslında. Nerede yemek yenir? Yemekten sonra ne yapılır? Ne zaman uyunur? Oyuncaklar nereye konur? gibi kuralları hemen kavrıyorlar. Zorlamaya kalksalar bile fazla direnç göstermiyorlar. Düzen böyle, biliyor. 3 yaşından önce, 5 yaşından sonra gibi önermeler yerine evin kurallarını çocuğa en uygun şekilde aktarmak, anlayamacağı durumlar için önlem almak en mantıklısı gibi geliyor bana.

Bu 2 senede öğrendiğim bir şey varsa o da her geçen gün işlerin daha da zorlaştığı. Koray'ın bugün söylediklerimi kısmen de olsa yapıyor olması, hep yapacak demek değil. O büyüdükçe, keşfettikçe, öğrendikçe, algıları genişledikçe hem hayattan hem de benden beklentileri artıyor. Farkında çünkü. Evde bir gücü var. Sofrada da bir tabağı.

Irem Erdilek

SlingoMOM.com

Yazının devamı...

Anne - Baba Farkı

Kadınlar ve erkekler...

Farklıyız, kabul.

Biz hormonların esiri olmuşuz, değişken ruh hallerimizle erkeklerin başını döndürüyoruz, kabul.

İyi de anne baba olunca fark bu kadar açılmaz ki!!!

Şaka bir yana, Anne kime denir, Baba kimdir? sorusuna bizim evden gerçekçi cevaplar veriyorum:

* Aynı anda kendi çantasını, çocuğunun çantasını, çocuğunun oyuncak kutusunu, market torbasını, çocuğunun ayakkabısını ve hatta çocuğunu taşıyan; bir yandan da ev anahtarını bulmaya çalışan kişiye ANNE; bilgisayar çantasını karısına vererek sadece oğlunu kucaklayana da BABA denir.

* 5 dakikada duş alıp 10 dakika içinde hem kendisini hem de çocuğunu hazırlayana ANNE; o 15 dakika boyunca gömleğine uygun kazak aramakla uğraştıktan sonra kapının önünde çantasını toparlayan karısına 'daha hazırlanmadın mı?' diye sorana BABA denir.

* Uykusuzluktan süründüğü halde uyumamakta direnen çocuğuna söylenen kişiye ANNE; 'uykusu yok belli, olsa gider yatar zaten' diyene de BABA denir.

* 1 saatte üç çeşit yemek, üstüne de salata hazırlayıp bir yandan da çocuğunu yedirene ANNE; iki tane amerikan servis koyarak 'sofrayı hazırladım' diyene de BABA denir.

* Gecede beş kere kalktığı halde şikayet etmeye hakkı olmayana ANNE; 'dün gece uykum bölündü oğlanın ağlamalarından' diye şikayet edene de BABA denir.

* Çocuğu hastalandığında sabaha kadar başında bekleyene ANNE; işten evi arayarak karısına 'ilaçlarını verdin mi?' diye sorana BABA denir.

* Pazar sabahı havanın güzel olduğunu görüp çocuklarını parka götürmeyi planlayana ANNE; 'bu havada spor yapmalı, siz parka gidin ben koşacağım' diyerek kendini sokağa atana BABA denir.

Tüm bunları açık açık yazana ANNE; 'hiç de değil, market torbalarını sana taşıtmıyorum' diyerek duruma son noktayı koyana da BABA denir.

Bu diyalogların sonunda birbirine hala gülümseyenlere da AŞIK denir.

Irem Erdilek

SlingoMOM.com

Yazının devamı...

Bir Hamileye Sorulmaması ve Söylenmemesi Gerekenler

Bu aralar yine bir sürü hamileyle bir araya geldim. Dertleşiyoruz. Sağdan soldan duydukları yüzünden ne kadar bunaldıklarından bahsediyorlar. Öyleyse dedim, ben bir toparlayayım durumu. Hamilelere söylenmemesi gerekenleri arkadaşlarımın da yardımıyla sıraladım:

1. Planlı mıydı?

Fark eder mi? Yani gerçekten... yapmışız işte öyle ya da böyle. Hayır, planlamamıştık; pat diye hamile kaldım desem ne olacak ki? Bebeğe bakamayacağımızı düşünüp evlatlık mı alacaksın? Bu bilginin kime ne yararı var?

2. Kız mı istersin, erkek mi?

Ben sadece sağlıklı bir çocuk isterim. Hadi kızım olsun istiyorum. Sonra? Hediye almak için soruyorsa birisi, garanti renklerde bir hediye alsın. Mesela üst baş, battaniyeyi beyaz alabilir ki ben bayılırım bebeğin beyaz giymesine. Onun dışında anneye yardımcı, bebekli hayatı kolaylaştıracak bir şeyler de alınabilir. Aslında en güzeli 'sağlıkla gelsin' demek. Cinsiyet tercihi de sorulmasın.

3. Düşük yaptın mı daha önce?

Şimdi bu soruya verilecek cevap 'evet' olursa her iki taraf için de sarsıcı olur. Düşük yaşamış bir anne adayına o sıkıntılı, bol göz yaşı ile geçirdiği günlerin hatırlatılmasının kimseye yararı yok. Öğrendin de ne oldu ki zaten.

4. Nasıl doğuracaksın?

Elbette bazı hamileliklerin henüz başında belirlenmiş olabilir bu. Anne adayı zaten bilir ve kararını vermiştir. Doktorun yönlendirmesiyle de fikirler değişebilir tabi. Ben de normal doğum taraftarı biri olarak, yine de bu tip bir sorunun gereksiz olduğunu ve sezeryan doğumu tercih edenleri yargılayıcı bir yanı olduğunu düşünüyorum.

5. Kaç kilo aldın?

Bir kadına değil hamileliğinde hayatı boyunca sorulmayacak soruların başında kilosu gelir. Anne adayı isterse zaten söyler. Gerçi hamilelikte alınan kilolar daha kolay açıklanıyor sanki. Yine de sormamak en akıllıcası.

6. Emzirecek misin?

Ee herhalde yani... sütüm olacak ve ben emzirmeme ihtimalini düşüneceğim!?! Olabilir mi böyle bir şey!

7. Çalışan hamileye: ''Doğurduktan sonra çalışacak mısın?''

Sağ ol ya, yarama tuz bastın gerçekten. Genelde hamileliğin başlarında 'çalışacağım' denir. Sonlara doğru, bebeğin tekmeleriyle insan daha bir bağlanır bebeğine. Kararsız kalır, işin içinden çıkamaz. Eğer çalışmak zorundaysa veya bırakmaya göze alamayacağı iyi bir işi varsa içi içini kemirir, hele ki doğumdan sonra. Çember daraldıkça huzursuzlanır, eninde sonunda zor kararı verecektir.

8. Bebek kime benzesin?

Gözleri Brad Pitt'e, ağzı Johnny Depp'e, kulakları Matt Damon'a... oldu mu? Olmadı tabi. Kime benzeyebilir ki? Anne, baba veya birinci dereceden yakın akrabalara. İnsan genelde çocukları kendine benzesin istermiş. Ben, erkek olduğunu öğrendiğimde 'dayısına benzesin ama gözlerini dedesinden alsın' demiştim. Eh öyle de oldu. Dayısına benzer yerleri var gibi, saçı başı gözü ise dedesinin tıpkısının aynısı.

9. Normal doğumdan korkuyor musun?

Birisi söyleyene kadar korkmaz kimse. Korku genlerimizde yok ki sonradan öğrenilir. Çocuklarımızdan biliyoruz. Doğum korkusu nedir ya? Kim çıkarmış? Sancıdan mı korkacağız? Canımızın yanmasından mı? Dünyaya bebek getiriyoruz; biraz zahmetli olması doğal ki hiç de öyle korkunç değil. Aksine tarifi imkansız bir deneyim. Muhteşem, insan üstü bir duygu.

10. Seks hayatınız nasıl?

Sana ne! Tam meraklı, dedikoducu insan sorusu. Çok yakın bir arkadaşın bile sormaya çekinebileceği bir soruyu merak eder bunlar.

11. Hamilelik evliliği bayağı etkiliyor değil mi?

O değil de bu sorular cidden etkiliyor. Bu sorunun asıl amacı seks hayatını öğrenmektir çoğu zaman. Doğrudan sormaya utanırlar, sizin açılmanızı ümit ederler.

12. Çatlak var mı?

Şimdi bu soru da ne? Ne yapacaksın? Bir önerin mi var. Ben söyleyeyim. Oluşmuş olan çatlaklar geçmez. Bazı cilt bakım ürünleriyle belki biraz renginin açılması sağlanabilir. Hamileliğin başından itibaren kullanmaya başlayacağınız çatlak kremleri de kesin sonuç değildir.Aslına bakarsanız cildin yapısıyla ilgilidir. Bazı kadınlar 20 kilo alsalar da çatlak oluşmaz; bazıları 9 kilo aldıkları hamileliklerinden sayısız çatlakla çıkarlar. Yine de siz bol bol nemlendirmeyi ihmal etmeyin.

13. İlk seferde hemen hamile kaldın mı?

Sorma işte. Ya 2 senelik yoğun ve sıkıntılı bir sürecin sonucuysa bu hamilelik. Bu merak niye? Bu sorulara verilecek olan cevapların insana nasıl bir getirisi olabilir, bir türlü çözemiyorum.

14. Doğal mı tüp mü?

Sormayın, sormayın. Amaç ne? Kısırsın sen etiketi mi yapıştırmak derdiniz?

15. Yardımcın var mı?? Yok mu?!? ?Aaa tek mi bakacaksın, çok zor !

Teşekkür ederim, çok moral verdin.

16. Allah kurtarsın!?

Nasıl yani? Hapiste miyiz? Bunu o kadar çok duydum ki ben. Hamilelik en kolay dönemdi üstelik. Son bir iki hafta sıkılıyorsunuz gerçekten de fakat bu kurtulmak isteyeceğiniz bir şey değil, elbette sağlıklı ve rahat bir hamilelik geçiriyorsanız.

17. Annenin hamileliği nasılmış?

Sana neeeeeee ???? Gen haritası da çıkarsın bari bunu soran da hep beraber ne neymiş öğrenelim.

18. Elleyebilir miyim?

Yakın dostlar istemez ve sormaz bile bunu. Anne adayı, arkadaşının elini tutar ve 'bak burada, hissediyor musun?' der. Bazı dış kapının mandalları da dan diye sorarlar. Hayır desen olmaz ama ellemesini de istemiyorsundur.

19. ilk mi? Düşüğün var mı yani?

Amaçsız, ortalığı karıştırmak için sorulmuş sorular.

20. Kız mı? Olsun üzülme ikinci erkek olur inşallah.

Üzülmez normal olan kimse zaten. Önce sağlıklı olsun. Oturup dua etmeli sağlıklı bebek dünyaya getirmek için.

21. Ee doğurmadın mı sen hala?!?

Yok ben tutucam biraz daha karnımda!

22. Karnı biraz büyük veya kilolu hamilelere: "İkiz mi?"

Bu soruya verilecek olan 'hayır, tek bebek' cevabıyla soruyu soran ne hisseder bilmem ama yarım dünya şeklinde gezen anne adayının sinirleri iyice bozulur. Dikkat edin kafa atabilir.

23. İkiz bekleyenlere: "Tüp mü?"

Allah allah... normal yollardan da ikiz sahibi olunabilir. Ya da evet, tüp bebek. Rencide etmeye çalışmaktan başka bir şey değil bunu sormak. Rencide olunacak bir şey var mı? YOK. Modern tıbbın nimetlerinden biri aşılama ve tüp bebek. Eskiden belki de hala kırsal kesimlerde kadınlar, hamile kalamadıkları için kapının önüne konuyormuş hatta intihar vakaları bile görülüyormuş. İyi ki var şu tedaviler.

24. Şunu yemen doğru mu?

Bilmem. Düşünmedim hiç. Kafam çalışmıyor. Doktor kontrolünde hamileliğini geçiren, konuyla ilgili biraz kitap okuyan internette gezinen her anne adayı ne yiyip içmesi gerektiğini, hangi besinlerden uzak durması gerektiğini bilir. Ukalalık yapmayalım lütfen.

25. Umarım doğumun kolay geçer. Ay biliyor musun, benimki çok kötüydü.

Rahatlatacağına daha da korkut. İyi böyle gerçekten de. Bir kıskançlık mı var bunlarda? Bulundukları iyi dileklerde de samimi olduklarını düşünmüyorum. Ben çektim, herkes çeksin kıvamında insanlardan uzak durmalı her an.

Ya işte böyle meraklıyız. Hamile kalmadan çook önce yani bayağı gençken bu sorulardan bir kısmını sormuşumdur ben de. Ancak benim en çok sinirlendiğim başından hamilelik geçmiş kadınların bu soruları sorması. Bir çoğu can acıtıcı. Düşük var mı veya tedaviyle mi oldu diye sormak bence oldukça saygısızca bir soru. Anne adayı isterse anlatır. Yanlış mı düşünüyorum.

Irem Erdilek

SlingoMOM.com

Yazının devamı...

Evdeki Asabiyete Son

Bebeği doğurmanın en kolay iş olduğundan bundan önceki uyku ve beslenme maceralarımızda sık sık söz ettim. Meğer bunlardan zor bir şey daha varmış: Evde Çocuk Oyalama. Kış günü evde zamanı iyi geçiremediğimizden de bahsetmiştim. Benim sabırsız, bu konuda beceriksiz ve sabit kalmakta problemleri olan bir insan olmamdan kaynaklanıyor.

Bağırmama Rejimi fena gitmiyor. Dün iki kere bağırmışım. Benim için büyük başarı. Fark ettim ki Koray sevdiği oyuncaklara bir kere takıldı mı, uzun süre etrafıyla ilgilenmiyor. En sevdiği oyuncaklar ne mi? Tabi ki arabalar. Her yerimiz, içimiz dışımız araba. Yastıkların altından, montlarımızın cebinden, çantaların içinden, arabada koltukların arasından topluyorum devamlı. Ben de yeni ve değişik oyuncak almayacağım artık çünkü geçen haftalarda hamur oynasın diye dünya para verip bir süre hamur aparatı almıştım; yok hamur fabrikasıymış, yok dondurma yapacakmışız. Bizimki 10 dakika bile ilgilenmedi hiç biriyle. O yüzden ben de araba ve aksesuarlarına, araba ile oynanabilecek oyuncaklara dikkatimi veriyorum bundan böyle.

‘Lego oynamıyor’ diye de şikayet ediyordum, onun da yolunu buldum. Legodan araba yolu, tüneller, park yerleri inşa ediyoruz. Böylece herkes mutlu oluyor. Üstelik benim için de eğlenceli bu hal. Arabaları diziyoruz, yıkıyoruz, uyku saatinde park edip üstlerini örtüyoruz, yarıştırıyoruz. Zaten ben ilk 10 dakika oynuyorum sonra Koray kendisi dalıyor oyuna ve beni unutuyor. Ben de alıyorum bilgisayarımı, diğer iletişim araçlarımı, kitap ve dergilerimi elime. Hem Koray’ın yanındayım hem değilim. O da memnun bu durumdan. Annesiyle birlikte. Başka bir işle de meşgul olsa anne, sorduğu sorulara anında cevap veriyor, üstelik de sinirlenmiyor.

Bu araba konusu bizde ciddi. Geçecek gibi de değil. Genlerde var. Ralli şampiyonu bir dede, tüm çocukluğu motorlu araçların içinde geçmiş neredeyse 5-6 yaşlarında araba kullanmayı öğrenmiş bir baba… Koray ne olacaktı ki?

İnatlaşmak, karşılıklı bağrışmak hiç bir zaman ve hiç bir yaşta işe yaramıyor. Buyrun işte 2.5 yaşındakinde bile etkili olmuyor. En sonunda anne, tıpış tıpış oğlunun dediğine geliyor. Geçen gün yine bu sayfada yani benim Bağıran Anne Olmak İstemiyorum yazımın bulunduğu sayfada 'Çocuğunuzla İnatlaşmayın' diye bir yazı vardı. Daha doğrusu İnatlaşılmayan Bebeklerde ‘Özerklik Gelişiyor’ tam başlık. Verilen bilgiye göre kendini ispatlamasına izin verilen, inatlaşılmayan, baskı uygulanmayan çocuklarda ‘özerklik’ duygusu, kendinden emin olma ve irade gelişiyormuş. Çocuk karar verme ve işbirliği yapma yetisi kazanıyormuş. Tam bana göre bir yazı. Bilmediğimiz şeyler değil. Biliyoruz da uygulaması zorluyor. Yerden 1 metre yüksekliğindeki bir veletle baş edememek komik geliyor kulağa ama sonuç bu işte.

Amaç ise;

Çocuk mutlu, anne mutlu; anne mutlu, çocuk mutlu.

Irem Erdilek

SlingoMOM.com

Yazının devamı...

Doğal Ebeveynlik Nedir, Ne Değildir?

Ne zamandır bu konuyla ilgili bir yazı yazmak vardı aklımda. Attachment Parenting kavramından bahsedeceğim. Türkçe'ye 'Doğal Ebeveynlik' olarak çevrilmiş. Açıkçası bana ikisi aynı anlamı işaret ediyormuş gibi gelmiyor ama alışılmış olanın üzerine bir çizgi çekecek halim de yok. Madem öyle,

Neymiş bu Doğal Ebeveynlik?

Doğal olmayanı da mı var bunun? diye sorarlar önce.

Doğal olmaktan kasıt nedir? Siz ilk duyduğunuzda aklınızdan ne geçti?

Bilmeyenler, daha önce okumamış olanlar için en baştan anlatacağım. , Amerikalı ünlü pediatrist William Sears ve eşi Martha'nın ortaya attığı bir terim. Yani ebeveynlikte yeni bir yöntem değil. Yüzyıllardır var olan hatta tahminen ilk insanlara kadar uzanan kökleri olan bir ebeveynlik tarzı. Doğal Ebeveynlik yeniden tanımlanırken daha kolay anlaşılabilmesi açısından bir kaç prensip belirlenmiş:

İşin gerçeği AP(Attachment Parenting) yani Doğal Ebeveynlik, uyulması gereken katı kurallar bütünü veya bir disiplin tarzı değil. Hem bebeğinizin hem sizin hem de ailenizin karakterine en uygun düzeni sağlamanıza yardım edecek tekniklerdir. AP'ı savunan 10 ailenin 10'unun da düzeni ayrıdır. Yola çıktıkları nokta aynı olsa da yöntemler ailenin yapısına göre değişiklik gösterir ancak genel bir karakteri vardır bu ailelerin.

Bebek dikkatle izlenir. Önemli olan bebeğin ne istediğidir. Zaman veya mekanın önemi yoktur. Saat, takvim belirleyici rol oynamaz bebek bakımında.

Emzirmek, hayati meseledir. Bebeğin ilk ve temel gıdası olması dışında anne-bebek arasındaki bağın da gelişmesi ve daha sağlıklı ilişkilerin kurulması açısından da önem taşır. Uzun süreli emzirmek şart mı? Hayır. Doğal ebeveynlik katı kuralları olan bir akım değil. Burada önemli olan emzirmek. Ancak genelde 2 hatta 3 seneye uzanan emzirme dönemleri görülebiliyor. Bu tamamen kültür ve inaç meselesi. Bebeğini 1 sene emzirmiş bir anne yeterince doğal ebeveyn değil, DEĞİL kısaca.

Ağlatmak ya da AP savunucularına göre bebeğin ağlamaları kendini ifade etmelerinin tek yöntemidir ve buna kayıtsız kalınmamalıdır. Ağlıyorsa bir şey anlatmak istiyordur. Bir ihtiyacı olduğunu belirtmeye çalışan bebek dakikalarca, saatlerce ağlatıldığında kendini güvensiz hissedebilir. Korkar. Normal olanı, annesinin ona koşması ve derdini anlamaya çalışmasıdır. Yeni doğan için bu böyledir. Yeni doğan bir bebeğin ağlamalarına anından cevap verilmelidir. Fakat 1 yaşındaki hatta daha küçük, 8-9 aylık bir çocuğun ağlamalarının nedenini artık biliyor olmalısınız. Bazen bir derdi olduğu için değil, dikkat çekmek için de ağlıyor olabilir. Böyle durumlarda anında koşturmak yerine bir iki dakika(daha fazla değil) beklemek, çocuğun gerçekten ne istediğini anlamak için daha uygun bir yöntem olabilir. Hele hele 2 - 3 yaşında bir çocuğun bas bas böğürerek ağlaması bir şeye ihtiyacı olduğundan ziyade istediğini yaptırmak içindir. Bu durumda da tamamen kayıtsız kalınmayacak elbette ama hem ona hem de kendinize biraz zaman vereceksiniz. Dikkat dağıtacaksınız.

Birlikte uyumak, modern çağın unutturmaya çalıştığı veya şartlardan dolayı göz ardı edilen bir gerçek. Sıcacık, 3-4 odalı evlere geçmeden önce aileler nasıl uyuyordu dersiniz? Hep beraber tek bir odada. Hem ısınma hem güvenlik hem de kolaylık açısından yatak paylaşılırdı. Oysa şimdi mümkünse herkesin kendine ait bir yatağı, odası olmalı. Anne-baba beraber uyur; çocuklar ayrı ayrı. Bence doğal ebeveynlik denilince öne çıkan özellik de bu yatak paylaşımı.

Aslında yatak paylaşmak ilişkinin doğal süreci olarak gelişiyor. Bebek doğuyor, iki saatte bir emiyor, kucağınızda sakinleşiyor, devamlı bakıma ve ilgiye muhtaç; siz de onu en yakınınızda istiyorsunuz. Kokusunu, nefesini hissetmek istiyorsunuz üstelik. Gün boyu yanınızdan ayırmadığınız bebeğiniz gece boyunca da yanınızda olsun istiyorsunuz. En doğrusu da bu. 9 ay boyunca yaşadığı; karanlık, sıcak, güvenli dünyasından bir anda çekip aldığınız bebeğinizin, yeni hayatına alışma döneminde rahat edeceği ortamı sağlamaktır bir annenin görevi. Fakat bu demek değildir ki illa anne ile bebeği aynı yatakta yatacak senelerce. Yine en başa dönüyorum, ailenin ihtiyaçlarına ve yapısına göre şekillenmeli uyku düzeni de. Bazı aileler aynı yatakta yatmayı tercih edebilir; bazıları annenin tarafına bir beşik yerleştirir; bazıları yatağa bağlanan bebek yatağı kullanabilirler. Bazen de bebeğin odasında anne kendine bir yer bulur. Önemli olan çocuğa yakın olmak ve ihtiyaçlarına tam zamanında ve doğru şekilde cevap vermek. Açıkçası 3-4 yaşında bir çocuğun anne babasıyla hala aynı yatakta olması gerekir diye bir kural yok. Eğer siz, anne baba olarak bu durumdan artık şikayetçiyseniz, seks hayatınızın sekteye uğradığını düşünüyorsanız bunda hiç gariplik yok. Çocuğunuzun kendine ait bir odası olabiliyorsa yavaşça onu yönlendirebilirsiniz. Bu sizi kötü, bencil veya AP düşmanı yapmaz.

Bebek Taşıma, yatak paylaşımıyla birlikte doğal ebeveynliğin temel noktalarından biridir. Bebek dokunulmak ister, kucak ister, sıcaklık ister, yakınlık ister. Slingler en iyi çözümdür. Çocuk ilk aylar gün boyu annesine yapışık gezer. Anne bebeğine mümkün olduğunca yakındır ve onun isteklerini iyi anlar, ihtiyaçlarına anında cevap verir. Kalbinin üzerinde taşır bebeğini. Nefes alışları bile bir düzene girer anne ile çocuğunun.

Pozitif disiplin uygulanır. Çocuk eğitiminde katı kurallar, cezalara pek yer yoktur. Daha doğrusu çocuğun yaşına uygun beklentilerde bulunulması gerektiğini savunurlar. Yeni yeni yürümeye başlamış, elini attığı her şeyin yepyeni bir deneyim olduğu 1 yaşındaki bir çocuk sehpa üzerindeki bir bibloyu kırdığında asıl kızılması gereken o bibloyu oraya bırakandır. Çocuk ellememeyi öğrensin diye kırılacakları ortada bırakıp günde elli kere 'hayır' diye bağırmanın bir anlamı yoktur. 1 yaşındakinden bunu öğrenmesini bekleyemezsiniz. En iyisi kırılacakları çocuğun ulaşamayacağı yerlere kaldırmak. Gün gelecek evin kurallarını öğrenecek, önemli olan zamanı iyi ayarlamak. Okul çağına gelmiş bir çocuktan beklenmesi gereken davranışı 1-2 yaşındakinden beklememeyi öğrenmeliyiz.

Pozitif disiplinden kasıt aynı zamanda bol bol ödüllendirme(rüşvet değil), rol model olma ve yumuşak sayılabilecek cezaların (verilmiş olan ayrıcalıkların kaybı, oyun saati, parka gitmeme, hafta sonu izinlerinin kaldırılması vs) uygulanmasıdır. Önemli olan ilişkiye zarar vermeden, güven ve sevgi bağını koparmadan çocuğa hatasının veya yapmaması gereken davranışın bir karşılığı olduğunu öğretmektir. demek illa bebeğini sling ile taşıyacak, emzirecek, onunla beraber uyuyacak demek değildir. Bunu iyi anlamalı ve anlatmalı. Her ne kadar çoğunda bu saydıklarım görülse de tek bir kural yok. Anne çocuğunun istek ve ihtiyaçlarını doğru anlayıp tam zamanında cevap veriyorsa bu yeterlidir. Anne, hem çocuğunu hem kendini hem de ailesini iyi tanımalı. Zaten önerilenler de bebeği daha iyi tanımamızı sağlayacak yöntemler. Yoksa herkesin ebeveynliği farklıdır, eşsizdir.

Jan Hunt, kaleme aldığı adlı makalede demiş ki “En basit anlamıyla AP, tüm kalbimizle bize doğru gelene inanmaktır. Ve eğer bunu yaparsak anlayacağız ki biz çocuğumuza güveniyoruz.“ Ben bu cümleden çocuğumuzla ilgili bir karar alırken bir disiplin yöntemi geliştirirken bunun gerçekten doğru olup olmadığına kalpten inanmalıyız. Dürüstçe kendimize sormalıyız: 'Bu doğru olan mı?' Cevap 'evet' ise fark edeceğiz ki aslında biz çocuğumuzdan aldığımız sinyallerle ilerliyoruz. Onun hislerine inanıyoruz ve buna göre bir yöntem geliştiriyoruz. Bizi yönlendiren aramızdaki bağ oluyor.

Tüm bu okuduklarımdan, ile yazışmalarımdan ve kendi anneliğimden yola çıkarak diyebilirim ki aslında herkes doğal ebeveyn. Bebeğini tanımak için uğraşan, onun ihtiyaçlarının ne olduğunu anlamaya çalışan, mutlu, güvenli, huzur dolu bir aile yaşantısı olmasını isteyen her anne baba doğal ebeveyndir. Bunun için 3 sene emzirmek, 5 sene beraber yatmak, 10 yaşında dahi her dudak büküşünde 'oğğğllluuum' diye koşturmak gerekmiyor. Doğal ebeveynlik çocuğun ihtiyaçlarını ve çocukla olan ilişkiyi her zaman hayatta ilk sıraya koymak anlamına da gelmiyor. Sırası ve zamanını siz belirleyeceksiniz. Doğal anne olacağım diye kocasını ihmal eden kadın yarın arkasını döndüğünde paramparça bir evlilikle karşı karşıya kalabilir. Bence doğal ebeveynlik, denge kurmaktır.

Attachment Parenting International'ın dediği gibi “Doğal ebeveynlik, empati ve yakınlık kurabilme yetenekleri gelişmiş yetişkinler olacak çocuklar yetiştirmektir.”

Irem Erdilek

SlingoMOM.com

Yazının devamı...

Bağıran Anne Olmak İstemiyorum

Geçen hafta başında sinir krizi eşiğindeyken annem kalkıp geldi yanıma. Onu karşılamaya gitmek için hazırlanırken bile didişiyorduk. Koray artık inat olsun diye yaramazlık yapar oldu. Ben de bağırdıkça bağıran en nefret ettiğim anne tipi haline dönüştüm. Arabaya bindiğimizde ikimiz de mutsuz, sinirli ve sıkıntılıydık. Yol boyu ben hala yüksek oktavdan söyleniyordum, hızımı alamamıştım evde.

Beraber geçirdiğimiz ilk günün akşamında annem, hem Koray’da hem de bendeki değişiklikleri fark etmiş. Koray’da alışkın olmadığımız bir asabiyet var. Bağırma halinde. Nereden, kimden kapmış dersiniz? Annesinden elbette. Neyse annem rica etti ‘şu çocuğa bağırma, evet çok zor haklısın ama sen bağırdıkça o daha da asabileşiyor’ dedi. Ben de bir karar aldım. Ne olursa olsun bağırmayacağım. Rejim gibi bir şey. Arada çikolata rejimine girerim, 1 hafta falan yemem çikolata. Aynı o hesap. Bir hafta on gün bağırmayacağım. Bakalım o da bu huyundan vazgeçecek mi? Umarım geçer. Çünkü bağıran anne olmaktan hiç hoşlanmıyorum. Bir de üzerine Koray dudaklarını büküp bir kenara gitmiyor mu?!? Nefret ediyorum kendimden böyle zamanlarda. Ben bu olmamalıyım, diye düşünüyorum.

4-5 gündür bağırmıyorum. Yani sayılır. Arada dayanamadığım oluyor. Bazen can hıraş bağırmak, şöyle bir ‘kendine gel’ diye sarsmak geliyor içimden. Ama her geçen gün ilerleme var bende. Çileden çıkmaya yakın olduğumda ortamı terk etmekte buldum çözümü. Ama bir gerçek var, benim oğlum yaramaz. Bayağı, bildiniz çok yaramazlardan. Sınırları zorluyor devamlı. Okulda da görüyorum. Yaş grubunda bizimki gibi hareketli, oraya buraya kendi başına tırmanan çocuk yok. Parka gidiyoruz, kendinden büyükleri ittirip önlerine geçiyor, kaydıraklardan yüz üstü kayıyor. Çocuk bu, yapacak elbet. Keşfedecek, öğrenecek. Biraz da sözümü dinlese çok memnun olacağım. Daha erken mi acaba bu beklentimin gerçekleşmesi için? 3 yaşından sonra laftan anlar hale gelir diyor herkes. Bakalım ben o zamana kadar arızaya geçmezsem göreceğim.

Şaka bir yana, öyle küçük ki aslında. 2.5 yaşında. Dünyayı tanımaya çalışıyor. Araladığı her kapı yeni bir bilgi kaynağı onun için. Kolay geliyor bize ama onun yerinde olmayı hayal bile edemiyorum. Bembeyaz bir sayfayı doldurmaya çalışıyor. Babası, dün sokakta yerlere yattı diye söylendi: ‘pis oğlum buralar’. Şöyle bir baktım ve ‘sence onun için fark eder mi?’ dedim. Fark etmiyor gerçekten de. Pismiş, temizmiş o ne anlar?

Malesef bazen unutuyoruz ne kadar küçük olduğunu. Beklentilerimize cevap veremeyeceğini anlayamıyoruz sonra da tepinip duruyoruz. Ben bağırdım ne oldu? Koray da aynı şekilde bağıran eşkıyanın teki haline geldi. Şimdi bağırmamaya çalışıyorum ya, Koray ne alemde, diye merak ediyor olabilirsiniz. İlk bir kaç gün pek bir değişiklik olmadı ama son bir iki gündür daha iyiyiz. Bağırmaları azaldı. İtiraz ediyor etmesine de sinir bozucu değil.

2 yaş sendromu musun, nesin? Bi’git artık başımızdan. Yeter, anladık. Çocuğun varlığını kabul ediyoruz.

Yazının devamı...

Anne Olmak

Anne olmak...

Doktor, avukat olmak gibi bir şey değil ki… bitmeyen bir mesai.

Emekli de olamazsınız. Hayat boyu annesinizdir. Bir tanesinizdir. Bebeğiniz içinizde oluşmaya başladığı günden itibaren artık başka bir şey düşünemezsiniz. Sadece onun sağlığı, mutluluğu ve rahatı için yaşarsınız artık. Onun tırnağı kırılsa sizin canınız yanar. Çünkü o sizin parçanızdır. “Canımın içi” o’dur.

Hamile kaldığımı öğrendiğim gün tüm hayatım tamamen değişti. Dünyaya bakışım bile farklı. Sabırlı olmayı öğrendim önce. Üstelik kendimi hiç olmadığım kadar da güçlü hissediyorum. Bu dünyada kimse beni üzemez, hiç bir şey beni yıkamaz. Ben anneyim çünkü. Bebeğim için her şeyi, herkesi bir kalemde silip atabilirim ben.

Onun için değer.

Her gece yatağına yatırmadan önce kulağına fısıldıyorum oğlumun, “sen balsın, sen kaymaksın, sen en sevdiğimsin, sen bi'taneciksin” diye. Her gece hem de. O da minicik elleriyle yüzümü okşayıp gözlerini kapatıyor. İlk aylarda ne dediğimi anlamıyordu belki ama eminim hissediyordu. Şimdi ise kendi istiyor bu uyduruk ninniyi söylememei. Onu ne çok sevdiğimi bilerek güven içinde uykuya geçiyor.

İstiyorum ki, çocuğumun gülen gözleri hiç hüzünlenmesin, bir damla yaş akmasın.

Üzerinde kara bulutlarla yaşamasın.

Hayat onu iyi insanlarla karşılaştırsın. Şansı açık olsun. Ömür boyu benimle yaşamayacak elbette ama isterim ki, kalbinin bir köşesinde de bir yerim her zaman olsun. Benim kalbim zaten onun.

Anne olmak 1-2 cümleyle de anlatılmıyor ki… İçimdeki çoşkuyu, sevgiyi, endişeleri hatta hüzünleri hangi kelimelerle anlatabilirim. Yazmaya başlayınca, dolup taştım birden. İçim pır pır etti yukarıda uyuyan meleği düşününce.

Anne olmak böyle bir şey işte…

SlingoMOM.com

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.